Hürriyet Aile

Anne Ben Nasıl Oldum?

Anne Ben Nasıl Oldum? 150 150 dolunay

Cinsellikle ilgili konular anne- babaların çocuklarıyla konuşmaya en çok çekindikleri konuların başında gelir.
Kendimizle, eşimizle bile konuşmaktan çekindiğimiz, yok saydığımız konuları henüz 3 yaşındaki 5 yaşındaki çocuğumuza anlatmak iyice zorlaşır. Çekinir kızarırız, sesimiz titrer, konu değiştiririz, “Git babana(annene) sor” deriz, kaçarız, atarız başımızdan.
Peki ne yapmalı, nasıl başlamalı çocuğumuzla cinsel konularda konuşmaya?
İlk önce şunu bilmeliyiz; çocuklar cinselliği keşfetmek için, büyükler keyif almak, haz duymak için yaşarlar.
Bunu neden mi belirttim?
Çocuklar cinsel organlarıyla ilgi sorular sorduklarında ve cinsel bölgelerine dokunduklarında “Ayıp, çek elini” demenize, utanmanıza gerek yok. Onlar “ayıp” bilmezler ama böyle böyle ne yazık ki öğrenirler.
Çocukluğun ilk yılları ilk kayıtların yapıldığı ve kimliğin temellerinin oluşturduğu yıllardır. Çocuklara, iyi, kötü, kaka, ayıp, günah dediğimiz tüm durumlar onların cinsellikle ilgili duygularını ve davranışlarını eşleştirmelerine neden olabilir.
Cinsel eğitim, çocuk ilk cinsel soruyu sorduğunda başlar. “Anne bu ne?”, “Babam-annem çişini nasıl yapıyor?”, “Ben karnına nasıl girdim, nasıl yemek yedim orada?” gibi…
Çocuğunuz size soru sorduğunda doğal bir şekilde, soruyu onun anlayacağı şekilde, basit, yalın ve tamamen bilimsel bir şekilde cevaplamalısınız.
Örneğin; kendi cinsel organının adını sorduğunda, vajina, penis demek, çocuğun cinsel gelişimi için önemlidir. Bunu doğal bir ses tonu ve yüz ifadesiyle söylerseniz, çocuğunuz cinselliği doğallaştıracak ve dengeli yaşayacaktır. Cinsel organları lakaplarla, kısaltmalarla ifade etmek, çocuğun bilinçaltında “bu normal ve doğal değil, ayıp” kavramlarını yerleştirir.
Çocuklar ilk soruyu sorarlar ve beklerler, eğer doyurucu bir cevap almışlarsa ikinci soruyu sorarlar, sonra üçüncüyü…Eğer soruya kaçamak cevaplar verdiyseniz ya da vermediyseniz belki ikinci şansı da verirler ama ondan sonra soru sormayı bırakırlar. Daha doğrusu size sormayı bırakırlar!
Her çocuk cinselliği merak eder, keşfetmek ister. Çocuklar bunun için ilk olarak anne-babalarına sormayı tercih ederler. Anne- babalar sabırla ve rahat bir şekilde sorulara cevap verirse onlardan öğrenmeye devam ederler, diğer türlü ise meraklarını giderecek, öğrenecek bir kanal mutlaka bulurlar.
Çocuklar soru sorduğunda “Bana merak ettiklerini sorabilirsin, ne zaman istersen sor” demeniz, kapılarınızı açmanız anlamına gelir. Çocuklar o kapıdan girerler çünkü onlar için bu çok doğal bir konu, siz de doğal davranırsanız onu kazanır ve korursunuz. Çocukları cinsel istismardan korumak, ‘hayır’ demeyi öğretebilmek için onlarla iletişimi koruyun.Çocuklarıyla konuşan, onları dinleyen anne babalar kendilerini dinletebilirler!
Çocuğunuzla cinselliği konuşmak ondaki cinsel duyguları arttırmaz ya da onu sapık yapmaz, tam tersine onu istismardan korur.
Onlara mahremiyeti de öğretmek anne babaların görev ve sorumluluk alanındadır. Kendi bedenini tanıyan, bilen ve seven bir çocuk, “HAYIR” diyebilir. Eğer çocuğunuzun kendini korumasını istiyorsanız koruyacağı organları, neden ve nasıl koruyacaklarını, “iyi ve kötü dokunuşu tanımayı onlara öğretmelisiniz.
Tüm bunları nasıl yapacağınızı öğrenmek için, kitaplardan ve uzmanlardan destek alabilirsiniz.

Çocuklarımızın mutlu ve sağlıklı ilişkileri olsun istiyorsak; kız ve erkek çocuk ayırt etmeden bilgilendirmeliyiz. Nedense çocuklara cinsel eğitim ya da istismar dediğimizde akıllara hep kız çocuklar geliyor. Erkek çocuklara hiçbir şey olmuyormuş gibi ya da kız çocuklarımıza bir şey yapan başkalarının erkek çocuklarıymış gibi!
Çocuklara bilgi verirken annenin ve babanın tutarlı konuşması, aynı bilgi doğrultusunda konuşmaları önemlidir. Anne babalar bu konuda konuşulanlarla ilgili birbirlerine bilgi vermelidir. Kız çocuklar babayla, erkek çocuklar anneyle konuşabilir ya da bunun tam tersi de olabilir. Çocuğunuz karşı cinsiyetle ilgili bilgi sorarsa lütfen cevap verin, bu seni ilgilendirmez demeyin, ilgilendirir, karşı cinsiyeti tanıyan bir erkek ya da kız çocuk daha kolay empati kurabilir.
Bir ilköğretim okulunda 8. Sınıflara verdiğim bir cinsel sağlık eğitiminde erkek öğrencilerden şöyle bir şey istemiştim; “ Hayal edin, her ay iç çamaşırınızın içinde bir pedle en az 5 gün dolaşıyorsunuz ve bu ped ıslak, ve çoğunlukla karnınız, beliniz ağrıyor, ve bunu 12-13 yaşlarından başlayıp her ay 50’li yaşlarınıza kadar yaşıyorsunuz…. Nasıl bir duygu?
Pek çok erkek öğrenci ayağa kalkıp “Hayır, çok iğrenç, dayanamam” gibi şeyler söylemişlerdi…
“Kadınlar bunu hep yapıyor ama hem de sizler için, kendileri için, çocuk dünyaya getirebilmek için…”dediğimde ise derin bir sessizlik olmuştu sınıfta…
Çocuklarımıza bunları öğretmeliyiz, mutlu olmaları için, kadın ve erkek birbirini daha iyi tanısın, sevsin, kabul etsin diye…
Peki nasıl mı? Okuyarak, araştırarak, soru sorarak, belki de ilk önce kendi cinselliğimizle, kendimizle barışarak…
Başka yol yok!
Sevgiye Kalın!
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
28.09.2011

Heidi’den Geriye Ne Kalır?

Heidi’den Geriye Ne Kalır? 150 150 dolunay

Polyanna, Heidi, Küçük Kadınlar, Oliver Twist, Kibritçi Kız, Pinokyo, Kemalettin Tuğcu kitapları … Ve daha niceleri … Aklıma ilk gelen çocuk romanları. Belki de beni en çok etkileyenler oldukları için ilk bunları yazdım. Tüm bu romanlarda verilmek istenen mesaj; yaşam ne kadar zor olursa olsun, iyimserliğinizi koruyun, sevgiye inanın, dürüstlük ve iyilik hep kazanır.

Polyanna; 10 yaşlarındadır, öksüzdür, huysuz ve mutsuz teyzesinin yanına yaşamaya gider, yaşadığı her olumsuzluk da mutlaka olumlu, mutlu olacak bir yön bulur. İnsanlara da bunu öğretmeye çalışır.

Heidi; 10 yaşlarındadır, o da öksüzdür, o da çocukları sevmeyen dedesinin yanına dağlara gider, dedesi huysuz ve mutsuzdur ama Heidi dedesine ve insanlara hayatı ve kendini sevdirir.

Oliver Twist; Oliver yetimhanede dünyaya gelir. Annesi doğum esnasında ölmüştür. Çocukluğunu yetimhanede geçirir. 11 yaşına geldiğinde cenaze işleriyle uğraşan Bay Sowerbery adındaki adama evlatlık olarak verilir. Oliver orada bazı kişilerden kötü muamele görür ve evden kaçar. Uzun ve acı olaylar dizisinden sonra Oliver’ın zengin ve asil birinin oğlu olduğu ortaya çıkar.

Kibritçi Kız‘ın hikayesini hatırlamamak için yazmayacağım ….

Hele Kemalettin Tuğcu kitaplarına hiç girmeyeceğim…Hatırladıkça fena oluyorum.

Tüm bu hikayelerin sonu çoğunlukla mutlu sonla biter, Polyanna, Heidi, Oliver hikayenin sonunda mutlu olurlar. Çocuk kitaplarının sonları güzel bitmesine güzel biter ama tüm kitap boyunca başlarına o kadar çok iş gelmiş, o kadar üzülmüş ve acı çekmişlerdir ki son paragrafın içine sıkıştırılmış mutlu son pek hafızalarımız da hak ettiği yeri almaz.

Çocuklara uykudan önce okunan masalların da sonu hep iyidir, iyiler hep kazanır ama çocuklar masalların sonunu çoğunlukla dinleyemeden uyurlar, başka sefere sonunu belki duyarlar belki duyamazlar. Ama masal kahramanın başına gelenleri yaşayarak dinler çocuklar. O kahraman o olur!

Mutlu olmayı hak etmek için çok acı çekmeli, bedel ödemeliyiz, başımıza gelmeyen kalmamalı, mutlu olmak için zengin olmalıyız, başarılı olmalıyız, güzel, bakımlı, başarılı olursak, seviliriz ve takdir ediliriz, istediğimiz telefonu alabilirsek kendimizi değerli hissederiz. İyi notlar alırsak ailemiz bizi sever ve kabul eder. Çok küçükken öğreniriz; mutluğumuzu, sevgimizi koşullara bağlamayı. Bize okunan masallarda, izlediğimiz çizgi filmlerde, anne babalarımızın konuşmalarında, sözlerinde öğreniriz koşullu mutluluğu, koşullu sevgiyi… Öğrendiğimizi fark etmeden hipnoz olmuşçasına…

“İstediğim okulu kazanınca her şey süper olacak! Ailem beni çok sevecek ve gurur duyacak.” Kazanırız ama mutluluk bir hedef öteye gitmiştir.

“Çok para kazanmam lazım mutlu olmak için, mezun olunca iyi bir işe gireceğim ve istediğim her şeyi yapacağım”. Acaba bilir miyiz tam olarak ne istediğimizi? Mezun oluruz iyi bir işe gireriz ama yine mutluluk hedef değiştirir, ‘evlenince, çocuğum olunca, ev alınca…’

Koşullar, koşullar, gereklilikler, zaman, bana şöyle davranırsan seni severim, bana tek taş yüzük alırsan beni sevdiğini ve bana değer verdiğini anlarım…

Koşullar, koşullar, mutlu olmaktır aslında istediğimiz.

Belki de küçükken bilinçaltına ekilen negatif tohumlar, senaryolar nedeniyle bu kadar negatif düşünmemiz ve acı beklentimiz, koşullarımız var.

Başımıza olumsuz olayların gelebilme ihtimalini olumlu şeyler gelme ihtimalinden daha çok düşünüyoruz.

Söylenecek çok şey, sorulacak çok soru var…

Tüm koşulları kaldırdığımızda senden geriye kim kalır?

Koşulsuz sevmek, vermek nasıl bir duygudur? Adı nedir?

Koşulların olduğu yerde sözü edilen duygunun adı nedir?

Maddi sıkıntıları olan insanlar mutlu olabilirler mi? Dünya da maddi sıkıntı çeken ve mutlu olan bir insan bile yok mu?

Ana-babalar, insanı, insan beynini, çocukların dünyasını, onları büyütürken nelerin önemli olduğunu hiç bilmeden bu cesareti nereden alır?

Ciddi hastalıkları olan kişiler mutluluğu hangi kaynaktan alır?

Çok kilolu insanlar nasıl beğenilir ve onlar da aşık olurlar mı?

Eğer iyi bir yer kazanamazsam ailem kendine sevecek yeni evlat mı bulur?

Yüzükler, mücevherler, evler arabalar, çocuklar, eşimi bana, beni eşime ne kadar bağlar?

Tüm mücevherlerimi, marka kıyafetlerimi, son model telefonumu, TV’yi, internet’i ve dizileri bıraktığımda benden geriye kim kalır, ne kalır?

HEİDİ’den geriye sizde ne kalır?

Kim Kalır? Geriye ne kalır? Tüm kalıpları çıkardığımızda …..

Soruların size göre cevaplarını paylaşırsanız beni çok mutlu edersiniz…. (beni mutlu etmenin koşulu)

Sevgiyle

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
21.09.2011

Online Psikolojik Danışmanlık

Online Psikolojik Danışmanlık 150 150 dolunay

Dünya hızla değişiyor ve biz isteyelim ya da istemeyelim, kabul edelim ya da etmeyelim teknoloji hayatımızın pek çok alanına girdi.
Uzaktan eğitim 10 yılı aşkın süredir kullanıyor ve kullanımı giderek de artacağa benziyor.
Peki psikolojik danışmalığı uzaktan alabilir miyiz dersiniz?
Evet mümkün, neden olmasın. Hele bir de ışınlanma ya da benzer teknikler bulunur ve aktif olarak kullanılmaya başlanırsa ki bence çok da uzun bir zaman kalmadı o günlere, o zaman birbirimize yardım kanallarımız artacak. Değişim umarım gelişimle birlikte olur.
Online Terapi ya da danışmanlık dünyada uzun yıllardır kullanılıyor, ülkemizde ise çok yeni bir konu. Online danışmanlık; profesyonel bir danışmanın internet üzerinden sizinle soru ve sorunlarınız üzerinde çalışması, psikolojik destek ve yardım iletmesi sürecidir.
Online psikolojik danışmanlık pek çok farklı konuda ve alanda olabilir fakat depreyon, kaygı bozuklukları, bireysel danışmanlık çalışmaları, koçluk, cinsel terapi gibi ağır psikiyatrik konular için uygun değildir.
Benim ilgimi online cinsel terapi çekiyor, çünkü bu ülkede henüz her ile bir tane bile cinsel terapist düşmüyor. İnsanlar bu konuda çalışan uzman bulmakta ve ona ulaşmakda zorlanıyorlar.
Yurt dışında yaşayan pek çok vatandaşımız var ve kendilerini anlayacak terapist bulmakta zorlanıyorlar . Vajinismus, erken boşalma ya da başka bir cinsel işlev bozukluğu sorunu yaşıyor ve çözüm istiyorsanız işe yarayacaktır.
Online danışmanlık için bilgisayar kamerası ve kulaklığı olması yeterli ki artık ülkemizde bilgisayar ve ve internet kullanımı çok arttı.
Diyeceksiniz ki “Nasıl olur danışmanlığın online’ı olur mu? Oluyor işte, çok da güzel çalışıyor ve işe yarıyor.
Şunun altını da ısrarla çizmek isterim: Online danışmanlık yüz yüze danışmanlığa alternatif değildir. Ama yüz yüze psikolojik destek alma şansınız yoksa yardım almanın en pratik ve etkin yolu. Online‘ ın avantajları ve dezavantajları var.
Online danışmanlık aşağıdaki durumlarda uygun avantajlı olabiliyor ve hayat kurtarıyor;
– Zaman sorunu varsa,
– Yaşanan ilde ya da ülkede yardım alabileceği uzman yoksa,
– Çalışma saatleri içinde işten izin alınamıyorsa,
– Eğer konu cinsellikse, cinsel konularla ilgili yüz yüze yardım almaktan çekiniliyorsa,
– Evinizde veya ofisinizde bu hizmetten yararlanılabilir.
– Evden çıkılmasına engel olan bedensel bir sorununuz varsa bile psikolojik destek alınmasını sağlar.
– Yurtdışında yaşıyorsanız ve sizi anlayan, kültürünüzü bilen ve bunu önemseyen bir uzman bulamadıysanız online psikolojik destek tam size göre.
– Her nerede olursanız olun, psikolojk hizmet almaya devam edebilirsiniz.
– Sizi trafik derdinden ve bekleme odalarında seans zamanını bekleme derdinden kurtarır.

Dezavantajları ise,
– Yüz yüze olmanın hissi pek kalmayabilir.
– Teknolojik sorunlar yaşanabilir.
– Her sorun konusu için uygun değildir.

Tüm bunlar göz önüne alındığında bile Online danışmanlık yine de iyi bir yardım süreci çalıştırabilir. Tedavilerde kullanılan tekniklerin pek çoğu (tabi ki her sorun ve yardım modeli için geçerli değil) online üzerinden de kullanılabilir. Online danışmanlığa başlayan bir birey, gerekirse yüz yüze terapi için de yönlendirilebilir. Bu şekilde yardıma ve yönlendirmeye ihtiyacı olan bireyler için de destekleyici olacaktır.
Teknolojiyi insan yararına kullanmak dileğiyle…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
14.09.2011

Cinselliği Yaşarken II

Cinselliği Yaşarken II 150 150 dolunay

“Hiç cinsel ilişki yaşamadım ama bazen mastürbasyon yaptım. Bu vajinamın seklini bozar mı yani daha önce ilişki yaşamışım gibi? Gecen hafta erkek arkadaşımla bu konuda sorun yaşadık daha önce ilişkiye girdiği mi düşünüyor? Sizce doğru olabilir mi?”

“Dudaktan öpüşmeyle gebelik riski var mı?”

“Kızlar orgazm olduklarında kızlıkları bozulur mu?”

“Kız arkadaşımla üzerimizde iç çamaşırlarımız varken sürtünme yoluyla ilişki yaşadık, O kaygılanıyor, gebe kalma ihtimali nedir, çamaşırlarımızdan geçer mi?”
Şaşırdınız mı? Bu kadar da olmaz diyenlerinizi duyar gibiyim ya da bende buna benzer durumlarda kaygılanmış ve merak etmiştim diyenleriniz de olabilir…16 yıldır karşılaştığım sorulardan sadece bazıları…

Üreme sağlığı cinsel sağlıkla ilgili farklı yaş gruplarından gelen bu sorular beni hem düşündürür hem de üzer hem de çok kızdırır. Soranlara değildir kızgınlığım bize bu soruları sormak durumda bırakan, yeterli cinsel eğitimi vermediği gibi bununla da övünüp adına ahlak, namus diyen ilgili tüm zihniyete kızarım.

Okul günlerimi hatırlarım, biyoloji derslerindeki insan bedeni maketi gözlerimin önüne gelir bir an ve sorarım kendime o makette neden cinsel organlar yoktur?

Bize üreme ve cinsel organlarımızı anlayacağımız şekilde anlatsalardı ne olurdu? Bedenimize ait çok önemli işlevleri olan cinsel organlarımızla ilgili doğru bilgilere sahip olsaydık ne olurdu acaba? Eğitim sistemimizde insan bedeniyle ilgili dersler neden sonuç ilişkisi kurularak anlatılsaydı, sorgulamamıza, araştırmamıza izin veren bir eğitim sistemimiz olsaydı neler olurdu acaba?

Neler neler olurdu! İşte ilk aklıma gelenler;

· Her şeyden önce yukardaki sorular ve yazamadığım binlerce soru olmazdı
· Çocukların, gençlerin ve hepimizin cinsellikle ilgili doğru bilgileri olurdu
· Bedenimizi gerçek anlamda sever ve korurduk, kendimizle barışık olurduk
· Garip korkularımız olmazdı, cinselliğimizi keyifle ve birbirimize saygıyla yaşardık
· Vajinismus, orgazm sorunları, erken boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları yok denecek kadar az olurdu
· İstediğimiz zaman, bedenimiz ve ruhumuz hazır olduğunda çocuk sahibi olurduk
· İnfertilite oranlarında düşüş olurdu
· HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma riskimiz çok düşük olurdu
· Erkeklerin cinsel konularda her şeyi bildiklerini zannetmezdik ve biz kadınlarda bedenimizle ilgili konularda söz sahibi olurduk
· Cinselliğimizi (erkekliğimizi ya da kadınlığımızı) abartmadan, daha dengeli yaşardık
· Erkekliğin ölçütü penisin boyu değil ne kadar “Adam” olduğu olurdu
· Tecavüz, taciz olaylarında düşüş olurdu

“Okuyana bilgi;

Cinsellikle ilgili sıkıntılı duygular yaşamamızın, utanılacak bir durummuş gibi algılamamızın temel nedeni, cinsellikle ilgili korkuların, yanlış bilgilerin, abartılı söylencelerin, günah ve yasakların doğduğumuz andan itibaren ailemiz ve yaşadığımız toplum tarafından bilinçaltımıza kaydedilmiş olmasıdır.
Tüm bu bilinçaltı kayıtları, inançlarımızı ve korkularımızı oluşturur. İnançlarımız ve korkularımızsa davranışlarımızı belirler. Aslında, yukarıdaki koşullarda yetişen bir bireyin cinsel fobilerinin olmasına çok da şaşırmamak gerekir.
Hayalim; kendisiyle, bedeniyle, duygularıyla barışmış, dengeli, bedenine ve ruhuna ait sorumlulukları alabilen, huzurlu ve mutlu bireylerin çoğalması……
Sorularınızın cevaplarını cesurca aramanız dileğimle….Soru sormak Özgürlüktür!
Sevgiyle
Psk.Danş.Dolunay Kadıoğlu

Cinselliği Yaşarken-1

Cinselliği Yaşarken-1 150 150 dolunay

“Eşimle 2 yıldır evliyiz, severek evlendik, yıllardır birbirimizi tanıyorduk ve çok seviyorduk, ilk gece birlikte olmayı denediğimizde hiç bilmediğim bir yönümle karşılaştım, eşime izin veremiyordum, bacaklarımı kapatıp, onu ittim ve hala itiyorum, sanki o an bambaşka biri oluyorum. Günlerce, aylarca denedik olmadı, ben bu sorunun ne olduğunu bile anlamadım uzun süre, dünyada tek ilişkiye giremeyen kadın benim zannettim. Bir kadın olarak görevimi yapamıyordum ve hep ezik hissediyordum kendimi, eşim ise hiç üstüme gelmedi ve hep çözülür dedi…”
21. yüzyılda Türkiye’de 100 kadından en az 40’ının yaşadığı vajinismus sorununda kendini tek zannetmek beni bayağı düşündürdü.
Sordum; “Cinsellikle ilgili ilk kez kiminle konuştunuz?, Cinsel bilgiler ya da sohbet anlamında…”
Cevap beni şaşırtmadı; “Eşimle. 30 yaşımda evlendim ve o güne kadar cinsellikle ilgili kimseye bir şey sormadım, dinlemedim, merak etmedim de. Komşuların konuştuğunu hatırlarım ama ben özellikle bir şey sormadım. Eşimden öğrenmenin daha uygun olacağını düşündüm, ama galiba geç kalmışım….”
Erkeklerin cinsel konularda en doğruyu bildiğini ve bu konularda eğitimci gibi olduklarını zannetmek herhalde sadece bizim gibi toplumlara has bir özellik olsa gerek!
Ülkemizde cinsel eğitim yokken, çocuklar kulaktan duyma bilgilerle cinselliği yaşıyorken, aileler çocuklarının cinsel konularda hiç konuşmamalarına namus ve terbiye diyorken, bu tür cinsel sağlık sorunları ve HIV/AIDS, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, ergen gebelikleri gibi daha ağır vakalar yaşanmaya devam edecek demektir.
Vajinismus, kadının cinsel ilişkiye izin verememesiyken, erkeklerde de kaygı ve heyecana bağlı olarak cinsel ilişkiyi gerçekleştirememe ya da girişten hemen sonra ereksiyon kaybı, boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları ülkemizde azımsanmayacak kadar çoktur.
Sorun kadın kaynaklı da olsa erkek kaynaklı da olsa kökeni tamamen psikolojiktir.
Psikolojik demek ne demektir? Çoğunuzun bunu anlamadığını “Ben deli miyim?” dediğini çok duyuyorum.
Psikoloji, yani ruhsal tarafımız, bizi insan yapan tarafımızdır. İnsan fizyolojik ve psikolojik bir varlıktır. Ve fizyoloji psikolojiyi, psikoloji fizyolojiyi etkiler.
Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, penisin girişi anında “acı çekme”, “aşırı kanama” olacağına dair korkular kadının bilinçaltına olumsuz bir şekilde yerleşir ve vajinismus sorununu oluşturur.
Yine aynı şekilde, cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, dinin korku temelli verilmesi ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, “Acaba ilk gecede yeterince sertleşecek mi, ilişkiyi yapabilecek miyim, zarı delebilecek miyim?” gibi korkular da erkeğin yaşadığı ereksiyon sorunlarını oluşturur. Psikolojik dediğimiz de tam olarak budur.
Çözümünde cinsel terapinin tek bilimsel ve en etkin yol olmasının nedeni de budur.
Yaşanan cinsel sorun ne olursa olsun kökeninde çoğunlukla yukarıda bahsettiklerim vardır ve aslında çözüm de kolaydır.
Bize aktarılan kulaktan dolma- duyma tüm bilgileri sorgulamak, cinsellikle ilgili doğru bilgileri edinmek, kendimize ve karşı cinsiyete saygı duymak, kendimizi sevmek, çok değerli olduğumuzu fark etmek ve doğru yerlerden destek almak….
Söylemesi ve yazması kolay…Umarım inanması ve uygulaması da kolay olur.
Sevgiyle
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu

Şekersiz İncir Reçeli

Şekersiz İncir Reçeli 150 150 dolunay

“Şekersiz reçel mi olur?” demeyin, olur olur, yanlış bilgilerle film çekerseniz ve bunu bile bile sırf çok izlensin diye yaparsanız olur ama o reçelin hiç tadı olmaz.
‘İncir Reçeli’ filmini iki gün önce TV’de izleme fırsatı buldum. Daha önce eleştirilerini okumuştum ama izleme fırsatı ve cesareti bulamamıştım.
Eğer HIV/AIDS’le ilgili bilginiz ve fikriniz yoksa çok etkilenebilirsiniz, ağlayabilirsiniz, “Vay be ne güzel film yapmışlar” diyebilirsiniz. Ama ben neredeyse her dakikasında bu kadarı olamaz, neredeyse her cümlede hata var, ne yazık diyerek izledim.
HIV/AIDS’le ilgili çalışmalara üniversitede, bahar şenliklerinde standlar açıp arkadaşlarımı bu konuda bilgilendirerek başladım, yani yaklaşık 15 yıl önce…
O yıllarda bana bu konuda çok şey öğreten Prof.Dr.Serhat Ünal’ı ilk dinlediğimde HIV’ın ülkemiz için çok önemli bir konu olduğunu farkettim.
Genç bir nüfusa sahiptik, çok eş değiştiriyorduk, damar içi madde kullanımı hızla artıyordu, turizm ülkesiydik, göç alıyor-göç veriyorduk ve en acısı da kondom kullanmayı kendimize yakıştıramıyorduk, hamsinin ya da Türk olmamızın bizi virüsden koruyacağını ZANnediyorduk…
Serhat Bey konuşmasını “Artık sizler de birer gönüllü HIV(+) siniz. En az 50 kişiye öğrendiklerinizi aktarın” diye bitirmişti…
HIV/AIDS’le ilgili yurt içinde ve dışında eğitimler aldım, kendimi hem eğitimci hem de danışman olarak bu konuda yetiştirdim, HIV(+) bireylerin eğitimlerinde ve danışmanlık süreçlerinde görev aldım, binlerce gence eğitimler verdim, kitaplarda, dergilerde yazdım ve halen de Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi’nin (HATAM) eğitimcilerindenim. Çünkü hala HIV/AIDS konusunda yapacak çok iş var…
Bunca yıl HIV/AIDS’ le ilgili ön yargıları, ayrımcılığı, dışlamayı, yanlış bilgileri düzeltmeye çalışan biri olarak izledim İncir Reçeli’ni… Başka türlüsü elimden gelmezdi.
Bizim yıllarca ulaşıp bilgi vermeye çalıştığımız kitleye, film 1.5 saat içinde ulaşabiliyordu ve sizin yıllarca emek verdiğiniz konuları yok sayıyordu, yani bir çuval inciri berbat ediyordu…
Film HIV/AIDS’i aşka engel olarak gösteriyordu…
“HIV/AIDS’ in tedavisi yok” diyordu….
“Eğer bu virüsü taşıyorsanız saklanın” diyordu…
“Kesin ölürsünüz” diyordu…
“Aşık mı oldunuz öpüşmeyin, sevişmeyin, kaçın” diyordu… Ve daha neler neler diyordu…
Pozitif Yaşam Derneği’nin filmden sonra basına yaptığı açıklamalardan anladığım kadarıyla, oyuncu ve yönetmen Aytaç Ağırlar HIV/AIDS’le ilgili doğru bilgileri onlardan almasına rağmen bunu senaryoya yansıtmadıysa ve filmde göz göre göre mantık ve bilgi hataları yaptıysa (Kadın karakterin ve babasının hiç tedavi olmadan 25 yıl yaşaması gibi…) bunu iyi niyetle açıklamak bana pek mümkün görünmüyor. T
ürk halkı sever gözyaşını, çaresizliği, kavuşamayan aşıkları, hele bir de konuya ölümcül (!) bir hastalığı da katarsanız tadından yenmez olur.
Filme iyi tarafından baktığımda konuyla ilgili pek bilgisi olmayan bireyler için HIV/AIDS’e dikkat çekiyordu, belki filmi izleyenler bu konuyu araştırmak isteyebilirler ve doğrulara ulaşabilirlerdi. Ama eğer bu filmi izleyen bir HIV(+)iseniz ya da kendinizden şüphe ediyorsanız; saklanma eğiliminizi ve korkularınızı artırmakta etki edecektir. Bu da tedaviden, destekten mahrum kalacağınız anlamına gelir.
Eğer HIV(+) iseniz ya da şüpheleriniz varsa lütfen bu filmin HIV/AIDS ile ilgili verilen bilgileri pek ciddiye almayın.
HIV/AIDS, kronik hastalıklar sınıfındadır. Yani ömür boyu uygun tedaviyi alarak yaşayabilirsiniz. Tedavide kullanılan ilaçlar bir avuç değil en fazla iki tanedir. Ağızınızda açık yara, diş eti kanaması yoksa dilediğiniz kadar öpüşebilirsiniz. Kondom kullanarak cinsel ilişkiye girebilirsiniz. Eğer “Kondom da kullanmayalım, biz yüzde yüz korunmak istiyoruz” diyorsanız karşılıklı mastürbasyon yapılabilirsiniz. Evlenebilirsiniz. Mutlu olabilirsiniz. Eğer HIV taşıyıcıysanız ve tedavi alıyorsanız size ait bilgiler şifreli bir şekilde saklanır, gizlilik ilkesi bu ülkedeki her hasta için olduğu gibi HIV(+)‘ler içinde geçerlidir.
Her dert paylaştıkça azalır, HIV(+) gruplarla haberleşebilirsiniz ve yardım alabilirsiniz.
Bu konuda yazacak çok şey var… Daha detaylı bilgi için HATAM’ın ya da Pozitif Yaşam Derneği’nin web sitelerini ve HIV taşıyıcıysanız kendilerini ziyaret edebilirsiniz…
Bu ülkede bir gün gişe kaygısı olmayan, hem doğru bilgilerin yer aldığı hem de sanat değeri taşıyan filmler yapılacak, inanıyorum…
Sevgiyle…

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu

Orgazm Olmak Ya da Olamamak!

Orgazm Olmak Ya da Olamamak! 150 150 dolunay

Kadın Orgazmı; bazı kadınlar için hayal, bazı kadınlar için zar zor olan, bazı kadınlar için kaf dağının ardında, bazıları için mecburen taklidi yapılan, bazıları için ise adı bile bilinmeyen cinsel keyif de yaşanan en üst düzey duygu, cinsel rahatlamanın adı…

Aslına bakarsanız orgazm olmak kolay, kadın bedeni fizyolojik olarak buna uygun tasarlanmış ve de erkeğe göre kat be kat daha fazla keyif alabiliyor. Zor olan ne derseniz; kadının kendini, bedenini keşfetmesi, sorular sorması, cinselliği yaşama hakkına sahip çıkması ve bunu talep etmesi, uyumlu bir ilişki… Zor olan bunlar.

Orgazm sorunlarınınkökeninde çoğunluklaabartılı beklentiler, yanlış bilgiler, cinsel eşle ilgili iletişim sorunu ya da erken boşalma sorunu yatabilir. Bazen erkekler eşlerinin orgazm olmasını, onunda bu duyguyu yaşaması adına ya da eşini orgazma ulaştırarak erkekliğini kanıtlayabilmek adına çok isterler. Ve bu durumu çoğunlukla “eşimin orgazm sorunu var, o orgazm olamıyor” şeklinde bize aktarırlar. Bir hocam derdi ki; Orgazm olamayan kadın yoktur, eşini orgazm edemeyen adam vardır! Biraz ağır oldu biliyorum ama kadın orgazmında erkeğin rolü gerçekten çok önemli. Belli bir düzeye kadar uyarılan kadınlarda bakılması gereken çok önemli birkaç nokta var; eşiyle iletişim düzeyi, talep ve isteklerini net olarak ifade edip edemediği, ön sevişme süresinin yeterli olup olmadığı, konsantrasyon sorunun olup olmadığı, psikiyatrik bir sorunun olup olmadığı ve erkek de erken boşalma sorunu olup olmadığıdır.

Kadın ve Erkek orgazmı birbirinden biraz farklıdır. Çoğunlukla kadının orgazm olabilmesi için ön sevişme süresinin yeterince uzun ve doyurucu olması gerekir. Eğer bu yapılamıyorsa cinsel birleşmede ereksiyon kontrolünün erkekte olması ve önce kadının sonra erkeğin orgazm olması, kadının vajinal orgazmı için önemlidir. İki tarafında fizyolojik ve psikolojik olarak birbirlerini iyi tanımaları karşılaştıkları sorunları aşmalarına yardım edecektir.

Kadınlar dokunmaktan ve dokunulmaktan erkeklere göre daha önem verirler. Aslında dokunulmaktan erkeklerde hoşlanır ama bu pek alıştıkları bir şey değildir. Ön sevişme süresinin uzunluğu ise ne yazık ki pek çok erkeği sıkabilir ya da pek çok erkeğe gereksiz görünebilir. Çoğunlukla, erkekler sonuç, kadınlar süreç odaklıdır!

Eşlerin birbirlerine doyasıya dokunmaları ve birbirleriyle cinsel birleşme haricinde de zaman geçirmeleri eşler arasındaki pek çok sorunu giderecektir. Hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeyleri konuşmaları ve cinselliği birlikte keşfetmeleri…Kulağa çok hoş geliyor doğrusu!

Kadın ve erkeğin orgazm sürecinde beş duyunun katkısı yatsınamaz; görme, işitme, koku, dokunmak ve tat almak. Cinsellik, cinsel keyif beş duyunun katkısıyla yaşanır ya da yaşamaz. Eğer eşlerden biri sevişme sırasında sesten hoşlanmıyor diğeri ise ses çıkartmadan cinsel uyarıları devam ettiremiyorsa, ya da kötü koku (diş, ter gibi…) eşlerden birini çok rahatsız ediyorsa diğeri umursamıyorsa… buna benzer pek çok örnek orgazm sorunu tetikleyecektir.

Ve bu sorunda bir de erkeği mutlu ekmek için izlediği filmlerden öğrendiği kadarıyla orgazm taklidi yapan kadınların durumu var. Aslına bakarsanız taklit yapmak iyi bir şey, neden mi? Bilinçaltı, çıkarılan seslerin, yapılan hareketlerin gerçek olup olmadığını bilmez. Taklidi, şakayı gerçek algılar. Ve bir şeyin taklidi yaparken bile öğrenebilir insan. Bu nedenle de her taklit bir gün gerçek olabilir. Yani umut var. Tabi ki eşlerine taklit yaptıklarını söylemezlerse!

Orgazm ile ilgili yeni bir tanım yapmak isterim. Doğru bilgiyi, sevgiyle, hoşgörüyle, içsel barışla, saygıyla, tutkuyla, keyifle, keşifle, farkındalıkla, neşeyle, anda olmakla harmanladığımızda ortaya çıkan duygunun adı ORGAZM olsun bundan sonra. Ne dersiniz?

Keyifli, keşifli, bol kahkahalı günler dilerim sevgili dostlar.

Stresi Kim Yönetir?

Stresi Kim Yönetir? 150 150 dolunay

Stres; insanın dengesini bozan ya da dengesini tehdit eden her türlü etkenin bilişsel, duygusal, bedensel ve davranışsal etkilerinin bütünü olarak tanımlanabilir.

Günümüz dünyasında en çok konuşulan ve yaşanan sorunlarından biridir. Çoğu zaman pek çok hastalığın nedeni olarak gösterilir. Sanki stres bizim dışımızdadır, kontrol edemediğimiz, gönderemediğimiz bir varlık gibidir. Ona karşı çaresiz hissederiz kendimizi. Oysaki en çok bizi strese sokan durumları ve kendimizi tanıdıkça stres yönetiminin nasıl olacağını öğrendikçe hayat daha da kolaylaşır.

Hayatımızın her alanında stres vardır. Hayatta kalmak için belli bir doz strese vücudumuz ihtiyaç duyar. Buna olumlu stres denir ve iş/okul/ilişki başarısını olumlu etkilediği bilinmektedir. Motive olabilmek ve konsantrasyonu arttırmak için olumlu stres işe yarar.
Fizyolojik, psikolojik, zihinsel, sosyal sorunlara yol açan ise olumsuz stresdir.

Strese Neler Yol Açar?

Dış etkenler; İş hayatı, yaşamdaki ani değişimler, ilişkilerdeki sorunlar, finansal sorunlar, trafik, aşırı meşguliyet, aile ve çocuklar ve tabii ki maddi sorunlar.
İçsel etkenler; karamsarlık, gerçek dışı beklentiler, mükemmeliyetçi kişilik yapısı, negatif iç sesler ve karasızlık.

Fiziksel Belirtiler

Baş ağrısı, uyku sorunları (az ya da çok uyumak), eklem ağrıları, diş gıcırdatmak, çene sıkmak, uykuda sayıklamak, cinsel yaşamda sorunlar, kabızlık, ishal, deride döküntü, tansiyon, aşırı yemek ya da yememek, yorgunluk, mide hastalıkları, saç dökülmeleri, kanser, alerjiler ve daha pek çok hastalık.

Duygusal Belirtiler

Aşağıdaki belirtiler sizde de varsa bir psikolojik danışmandan yardım almanız önerilir.
Kaygı ve endişe, depresyon, ruhsal durumdaki dengesizlikler, gerginlik, isteksizlik, özgüvende azalma, kırılganlık, öfke patlamaları, saldırganlık, tükenmişlik hissi.

Zihinsel Belirtiler

Konsantrasyon güçlüğü, kararsızlık, unutkanlık, zihin bulanıklığı, hafıza zayıflığı, mizah anlayışı kaybı, sık hata yapmak, iş verimsizliği, sabit fikirler, kıyaslama yapamama.

Sosyal Belirtiler

İnsanlara güvensizlik, başkalarını suçlamak, randevulara gitmemek ve kısa süre kala iptal etmek, savunucu olmak, insan ilişkilerinde sorunlar yaşamak,
Yukarıdaki belirtilerden sizde ne kadar varsa stres düzeyiniz o kadar yüksektir.

Stresle Baş Etmenin Yolları

Stresle baş etmenin en etkin yolu nefes almayı öğrenmek ve nefes egzersizleri yapmaktır. Çoğu insan stres altındayken nefes almayı unutur ve bedenine büyük zarar verir. Oysaki nefes vücudumuzun ve ruhumuzun en temel ihtiyacıdır. Gevşeme egzersizleri, yoga, meditasyon ve spor yapmak en etkili yollardandır. İş yerinde, masa başında bile günde birkaç kez nefes ve vücut egzersizleri yapılabilir.

– Dengeli beslenin ve yeterince uyuyun.
– Alkol ve sigaradan uzak durun.
– Gerektiğinde yardım istemeyi ve hayır demeyi öğrenin.
– Keyif aldığınız uğraşlarınızı yapmak için kendinize zaman ayırın.
– Stres yaratan olay ve duruma karşı düşünce ve inanç şeklimizi değiştirmemiz yeni bakış açıları kazanmamız, duygularımız üzerinde olumlu etki yapacaktır. Düşünce değişince duygu, duygu değişince davranış değişir.

Zaman kontrolünü öğrenmek, iletişim becerilerini geliştirmek, olaylara gülümsemeyi öğrenmek ve mizah duygunuzu geliştirmek, gerektiğinde uzmanlardan yardım almak, dostlarınızla paylaşmak, konuşmak, çözüme odaklanmak, davranışlarımız üzerinde olumlu etki yapacaktır.
Siz değişirseniz HER ŞEY değişir!

Çok sevdiğim bir sözü paylaşmak istiyorum sizlerle.

Melekler uçarlar, çünkü her şeyi hafife alırlar…

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
31.08.2011

“İki Yıldır Evliyiz, İlişkiye Giremiyoruz!”

“İki Yıldır Evliyiz, İlişkiye Giremiyoruz!” 150 150 dolunay

“Eşimle 2 yıldır evliyiz, severek evlendik, yıllardır birbirimizi tanıyorduk ve çok seviyorduk, ilk gece birlikte olmayı denediğimizde hiç bilmediğim bir yönümle karşılaştım, eşime izin veremiyordum, bacaklarımı kapatıp, onu ittim ve hala itiyorum, sanki o an bambaşka biri oluyorum. Günlerce, aylarca denedik olmadı, ben bu sorunun ne olduğunu bile anlamadım uzun süre, dünyada tek ilişkiye giremeyen kadın benim zannettim. Bir kadın olarak görevimi yapamıyordum ve hep ezik hissediyordum kendimi, eşim ise hiç üstüme gelmedi ve hep çözülür dedi…”

  1. yüzyılda Türkiye’de  100 kadından en az 40’ının yaşadığı vajinismus sorununda kendini tek zannetmek beni bayağı düşündürdü.

Sordum; “Cinsellikle ilgili ilk kez kiminle konuştunuz?, Cinsel bilgiler ya da sohbet anlamında…”

Cevap beni şaşırtmadı; “Eşimle. 30 yaşımda evlendim ve o güne kadar cinsellikle ilgili kimseye bir şey sormadım, dinlemedim, merak etmedim de. Komşuların konuştuğunu hatırlarım ama ben özellikle bir şey sormadım. Eşimden öğrenmenin daha uygun olacağını düşündüm, ama galiba geç kalmışım….”

Erkekleri cinsel konularda bilgili sanıyoruz

Erkeklerin cinsel konularda en doğruyu bildiğini ve bu konularda eğitimci gibi olduklarını zannetmek herhalde sadece bizim gibi toplumlara has bir özellik olsa gerek!

Ülkemizde cinsel eğitim yokken, çocuklar kulaktan duyma bilgilerle cinselliği yaşıyorken, aileler çocuklarının cinsel konularda hiç konuşmamalarına namus ve terbiye diyorken, bu tür cinsel sağlık sorunları ve HIV/AIDS, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, ergen gebelikleri gibi daha ağır vakalar yaşanmaya devam edecek demektir.

Vajinismus, kadının cinsel ilişkiye izin verememesiyken, erkeklerde de kaygı ve heyecana bağlı olarak cinsel ilişkiyi gerçekleştirememe ya da girişten hemen sonra ereksiyon kaybı, boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları ülkemizde azımsanmayacak kadar çoktur.

Sorunun kökeni psikolojiktir

Sorun kadın kaynaklı da olsa erkek kaynaklı da olsa kökeni tamamen psikolojiktir.

Psikolojik demek ne demektir? Çoğunuzun bunu anlamadığını “Ben deli miyim?” dediğini çok duyuyorum.

Psikoloji, yani ruhsal tarafımız, bizi insan yapan tarafımızdır. İnsan fizyolojik ve psikolojik bir varlıktır. Ve fizyoloji psikolojiyi, psikoloji fizyolojiyi etkiler.

Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, penisin girişi anında “acı çekme”, “aşırı kanama” olacağına dair korkular kadının bilinçaltına olumsuz bir şekilde yerleşir ve vajinismus sorununu oluşturur.

Yine aynı şekilde, cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, dinin korku temelli verilmesi ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, “Acaba ilk gecede yeterince sertleşecek mi, ilişkiyi yapabilecek miyim, zarı delebilecek miyim?” gibi korkular da erkeğin yaşadığı ereksiyon sorunlarını oluşturur. Psikolojik dediğimiz de tam olarak budur.

Çözümünde cinsel terapinin tek bilimsel ve en etkin yol olmasının nedeni de budur.

Yaşanan cinsel sorun ne olursa olsun kökeninde çoğunlukla yukarıda bahsettiklerim vardır ve aslında çözüm de kolaydır.

Bize aktarılan kulaktan dolma- duyma tüm bilgileri sorgulamak, cinsellikle ilgili doğru bilgileri edinmek, kendimize ve karşı cinsiyete saygı duymak, kendimizi sevmek, çok değerli olduğumuzu fark etmek ve doğru yerlerden destek almak….

Söylemesi ve yazması kolay…Umarım inanması ve uygulaması da kolay olur.

Sevgiyle…

Her Şey Bir Elma İle Başladı!

Her Şey Bir Elma İle Başladı! 150 150 dolunay

Adem ve Havva’dan bu güne yasak, ayıp, günah olarak algılanmış ve toplumun en ağır tabularından biri olarak kabul edilmiş olan cinsellik, doğumdan ölüme kadar, hayatın hemen her basamağında varolan, fizyolojik, psikolojik ve toplumsal bir gerçekliktir.
Ne olmuş da ayıp, günah ve yasak kavramları altında ezilmiş ve gerçek anlamından bambaşka yerlere sapmış?
Kültürden kültüre, ülkeden ülkeye cinselliğe yüklenen anlamların değiştiğini görüyoruz. Bazı ülkelerde bakire olmadığı anlaşılan bir kızın hayatına son verilebilirken bazı ülkelerde ise 16-17 yaşından sonra bekaretin ortadan kalkması törenlerle kutlanan bir olay olabilmektedir.
Aslında cinsellik herkes için eşit ve doğal bir yaşantıyken, kültürel ve bireysel farklılıkların inanç ve değerleri değiştirdiği görülmektedir.
Cinsellikle ilgili sıkıntılı duygular yaşamamız, utanılacak bir durummuş gibi algılamamızın temel nedeni; doğduğumuz andan itibaren ailemiz ve yaşadığımız toplum tarafından bilinç altımıza kaydedilen cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular, abartılı söylenceler, günahlar ve yasaklardır.
İletişimdeki sorunların kökeni çok eskiye dayanır ve bulaşıcıdır. Cinsellikten konuşurken rahatsız olan bir kişi bu durumu karşısındakine de yansıtır. Bunun tam tersi de doğrudur, yani sizin rahatlığınız karşınızdakine ulaşır ve istenilen iletişim şekli budur.
Cinselliği konuşmayı reddetmek, yok saymak, cinsellikle ilgili bilgilerdeki yetersizlik, önyargılar, cinsellikten konuşurken kelime seçmek, ses tonunu ve yüzünün ifadesini değiştirmek, kızarmak etkili iletişim kurmayı güçleştiren unsurlardır. Bu durumun oluşmasının ana nedeni ise cinsellikle ilgili konuşmanın normal olmadığı düşünce ve inancıdır.
Cinsellikle ilgili pek çok olay sorun odaklıdır, cinsellik dendiğinde bile çoğu bireyin aklına soruna ait düşünceler, yaşantılar, ayıplar ve yasaklar gelir. Cinselliğin normal olmadığı fikri de bu düşüncelerden kaynaklanır.
Cinsellik büyük bir sorun, tabu mu acaba? Tabu olduğuna inanıldığı sürece tabu olmaya devam edecektir. Toplumsal olguları oluşturan tek şey; onlara yüklediğimiz değer ve inançlardır.
Cinsellikte iletişim kurarken de mizahtan yardım alabiliriz. Cinselliği mizahla karıştırmak hepimizi rahatlatır ve daha rahat paylaşmamızı sağlar. Ancak mizahla karışmış cinsel konuşmalarda ve bilgilendirmelerde mizahın dozu önemlidir. Mizahı dengede ve yerinde kullanmak, bilgilendirme, iletişim ve güven sağlama sürecimize yardım ederken, dengenin bozulması iletişimin, saygının ve güvenin sarsılmasına neden olur.
Çoğu bireyin keyifle ve neşeyle okuduğu mizah dergilerinde fazlasıyla cinsel içerikli karikatür vardır. Ancak bunlardan hiç rahatsız duyulmaz, eve, ofise rahatlıkla alınır ve dergideki espiriler rahatlıkla paylaşılır. Ancak, dergilerdeki karikatürler gerçek insan kullanılarak canlandırıldığında adı çok sert bir şekilde değişir; Porno. Çok ince bir çizgi…
Cinsellikte doğru ve rahat iletişim kurabilmek için kişide cinsel gelişimin temel taşlarının yerine oturmuş olması gerekir. Bu da; kendi cinselliği ile barışık, benlik duygusu gelişmiş, empati kurabilen, sevgi temelli yetişmiş, dokunularak büyümüş, güvenmeyi öğrenmiş, toplumsal becerilerin nasıl gelişeceğini bilen, kendi duygularını tartabilen, güç kontrolü olan ve kendini, bedenini ve cinselliğini keşfetmeye izin veren bir birey demektir.
Üreme sağlığı ve cinsel sağlık konusunda doğru bilgilerimizi arttırdıkça, kendi cinselliğimizle barıştığımızda, cinsellikle ilgili iletişim kurmak çok daha kolay olacaktır. Ve bu bilgileri zamanında alan çocuklar, kendisini koruyabilen, haklarını bilen, dıştan gelen cinsel taciz tehditlerinde kendini koruyabilen bireyler olarak yetişirler ki aslında tüm anne babaların istediği de budur.
Cinsellikle ilgili yasakların hiçbir işe yaramadığı, tam tersine merak ve istek uyandırdığı bir gerçektir. Bireylerin kendi cinsellikleriyle barışık, huzurlu ve dengeli olabilmeleri kendilerini istenmeyen gebeliklerden, HIV/AIDS ve CYBH’lardan koruyabilmeleri için cinsel eğitiminin uygun yaşta ve şekilde verilmesi gerekmektedir.
Bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmenin en etkili yolu; ne istediğini bilen, “evet” ve “hayır” diyebilen, öz güven sahibi çocuklar yetiştirmekten geçer.