Bütünsel An Farkındalığı

İçimdeki çocuk

İçimdeki çocuk 150 150 dolunay

Bir çocuğun gözünden baktın mı hiç dünyaya? Onun bedeninde olduğunu, onun gözlerinden cisimleri incelediğini, onun yaşına inip o yaşın algılarına sahip olduğunda neleri farklı ve nasıl görürdün, düşündün mü?

Çocukların dünyasından çevreme baktığımda sadece oyun ve merak görüyorum. Saatlerce aynı oyunu, aynı oyuncağı oynayabilen; çevreden gelen bir sese, uyarana gözlerini sanki ilk kez duyuyor-görüyormuşcasına dikkat kesilebilen, heyecanlanan bir çocuk!

Bir çocuk başka çocuğu gördüğünde ya da bir oyuncağı, yargı yok, yorum yok sadece oyun ve oyun arkadaşı var. Sadece paylaşılan an ve oyuncaklar var.

Yaşımız kaç olursa olsun hepimizin içinde bir çocuk olduğuna inanırız. Çılgınlıklar yaptığımızda, merakımızın peşinden gittiğimizde, keşif ve yaratıcılık peşinde olduğumuz anlarda, canımız dondurma çektiğinde ve yerken kendimizden geçtiğimiz anlarda, dikkatimizi bir nesneye odakladığımız, onunla o olduğumuz anlarda çocuğumuzu deneyimlediğimiz anlardır bence.

İçindeki çocuğu en son ne zaman yokladın, diye sorsam?

Nasıl, bir ihtiyacı var mı? Yanına oturup gözlerine baktın mı, gülümsedin mi yoksa en ufacık hatada kızdın mı, azarladın mı ve küstün mü ona?

Ruhumuzun bir köşesinde oturan çocuğumuz, bedenimiz kaç yaşına gelirse gelsin farkedilmek, sevilmek, ilgilenilmek ister. İçimizdeki çocuğu unuttukça yetişkin halimiz gerginlik, memnuniyetsizlik, bol şikayet ve bol stres ile konuşur da konuşur. Hele ona küstüysek veya o bize ya da “aaaa bu yaşta ne çocuğu ne saçma” diyorsak vay halimize! Kaşlarımızın arasındaki çizgilerin derinleşmesine bayağı emek vermişiz demektir.

O çocuğun gözünden baktığında ve deneyimlediğinde hayatı, sadece AN ve AN da ne yapıyorsan O var! Yemek yiyorsan sadece yediğin yemeğin tadı, yemek yapıyorsan dokunduğun ve doğradığın sebzeler, kokuları, hisleri, kitap okuyorsan sadece satırlar, yüzüyorsan sadece attığın kulaçlar ve deniz, işteysen sadece yaptığın iş ve ona ait detaylar, dikkat ve konsantrasyon.

Çocuğun gözlerinden bakmayı unuttuğun anlarda, zihninin hapishesindesinden düşündüğünde ve davrandığında ise yemek yerken aklın dünde ya da yıllar öncede olan bitende ya da telefonda, yemek yapıyorsan bıçağın acısı parmağında, kitap okuyorsan, geçmişin ya da geleceğe ait kaygılar seni tırmalarken bulursun kendini! Tabi fark edersen!

Kendime ve size önerim şudur ki; bol bol dondurma yiyin. Kendinizden geçercesine ve o an en önemli iş oymuşcasına, bol bol kahkaha atın ortalığı inletircesine, bol bol dikkat kesilin çevrenize ve doğaya karşı hep nazik ve meraklı olun, benden de selam söyleyin içinizdeki çocuğa.

Yapabilirim

Yapabilirim 150 150 dolunay

Doğduğumuz an itibariyle bizi birbirimizden farklı kılan şeyler var ki farklı insanlar oluyoruz. Bedensel özelliklerimiz, görüntümüz, ses tonumuz, kişilik özelliklerimiz vb.

Bazılarımız daha atak ve kararlı, hayata karşı daha cesur olurken, bazılarımız daha çekingen, tembel ve uyuşuk olabiliyor. Bizi birbirimizden bu kadar uç noktalarda farklı yapan şeyler ne diye sorduğumuzda; aile, yetiştirilme, genetik, toplum, ekonomik yeterlilik ya da yetersizlikler vb. diyebiliriz.

Bunu bir meyve üzerinden örneklersek; varsayalım hepimiz bir elmayız desek, cinsimiz, tadımız, görüntümüz bin bir çeşit…

Çeşit çeşit, renk renk, farklı boy ve lezzette elma var … Aynı insanlarda olduğu gibi! Bu çeşitlilik ve farklılık da “İnsanlık Ailesi”ni oluşturuyor bence!

Hepimizin tohumu aynı iken, aynı anne babadan doğsak bile farklı ve uç karakterler olarak yetişebiliyoruz. İnsanın içinde ve dışında pek çok dinamik, değişken bunu etkiliyor. Anne babanın davranışları, kullandığı kelimeler, eğitim modeli, yaşadığı travmalar, her çocuğun doğduğu zamanki ailenin ve çevrenin koşulları vb.

“Sen çocuksun bilmezsin, sen yapamazsın”

“O çocuk yapamaz, beceremez”

“Sen daha çocuksun!”

“Sen otur bir şeye karışma”

“Senin kafan basmaz, çirkinsin, kısasın, sesin karga gib,i sen sus bence” vb. hipnotik ve kişiliğin oluşum sürecinde kişiliği zedeleyen – etkileyen sözler ve davranışlarla büyüyen çocukların ileride daha çekingen, kaygılı ve kişilik bozukluklarına daha yatkın oldukları bilimsel bir gerçektir.

Bu tür hipnoza inanan çocuklar, ailelerine göre artık büyüdüklerinde, yani onlardan yapmaları, başarılı olmaları, ders çalışmaları, para kazanmaları, evlenmeleri, vb. beklendiğinde artık çok geçtir.

“Kilolu ve bakımsızım, aman boş ver kilo veremem ben, çabuk vazgeçerim, devamını getiremem, ısrar da yok bende, yapamam!”

“Hiç arkadaşım yok ve insanlara güvenmiyorum, ilişkileri yürütemem, çekingenim”

“Çalışıp ne yapacağım ki çok çabuk sıkılıyorum, bırakırım.”

“Erkek arkadaş mı, ben yapamam onunla, beğenmez ki beni!”

Anne babanın, konu komşunun, öğretmenin sesi yıllar sonra, ki çoğunlukla da genç yetişkinlikte ağızdan çıkmaya başlar. Davranışa yansır, kalbe oturur.

“Bizim kız/oğlan tembel, uyuşuk, ev işi yapmaz, odasını bile toplamaz, bana hiç yardımı yok, ben görevimi yapıyorum, ders çalış, kitap oku, spor yap diyorum yapmıyor, tembel bu tembel…” Kendini gerçekleştiren kehanet bu olsa gerek.

Tebrik ederim, haklı çıktınız anne babalar.

Ağaç yaşken eğilir diye atalarımız ne demek istedi acaba düşünürsek erken dönem çocuklukta çocuklarımızın geleceğini nasıl etkilediğimizi ve ne ekersek onu biçtiğimizi daha iyi anlarız.

Aklınızda olsun; yaşınız kaç olursa olsun, derinlerdeki inancınızı değiştirerek, kendinizi yeniden yapılandırabilirsiniz.

Yapamam dediğiniz pek çok şeyi YAPABİLİRSİNİZ.

 

Olsun öyle…

Olsun öyle… 150 150 dolunay

Çocuk doğurma isteği, bir evlat sahibi olma kararı çoğu çift için olmazsa olmazlardandır. İstenilen, beklenilen çocuğun istenilen zamanda dünyaya gelmemesi ise özellikle kadınlar için hayal kırıklığıdır.

Neredeyse doğduğu andan itibaren, oyuncak bebeklerle oynatılan, “Büyüyünce sen de anne olacaksın, kendi çocuklarını seveceksin, anne olunca anlayacaksın, bu en güzel duygu, çocuğun yoksa kadın değilsin” vb sözlerle büyüyen bir kız çocuğu için, gebe kalamamak çok zor bir deneyimdir.

Defalarca denenen aşılamalar, tüp bebekler sürecinde çiftin birbirine destek olmaları ve psikolojik olarak da güçlü olmaları gerekir ancak hiç destek almıyorlarsa uzun süren tedavi süreci kadının da erkeğin de ruh sağlığını yıpratır.

Kadınlar bir süre sonra evden çıkmak istememe, kabuğuna çekilme, devamlı tv izleme ya da ev işi yapma, gebe kadın ya da yeni doğmuş bebek görmeye tahammül edememe, arkadaşları ve çevresi bebek soruları sordukları için onlarla bağlantıyı koparmaya kadar giden bir durumun içinde bulurlar kendilerini.

Her şeyi ertelemeye başlarlar. Hayatı ertelerler.

Sporu ertelerler çünkü gebelikten sonra zayıflamak daha mantıklıdır onlara göre,

Kıyafet almayı ertelerler, gebelik ve doğumda olmayacaktır zaten aldıkları ve de yeni şeyleri haketmiyorlardır,

Eşleriyle başka konularda sohbeti bile azaltırlar çünkü bu konu çözülmelidir sonra diğerleri…

Yaz tatillerine gitmemek ya da dışarı çıkmamak için her şeyi yaparlar hem masraftır hem de ne gerek vardır.

Ve böyle böyle zaman geçer, stres gitgide artar, stresin artması üreme hormonlarını olumsuz etkiler, bu hormonların etkilenmesi ve stres hormonların yüksekliği tüp bebek denemelerini olumsuz etkiler.  Çift kendini nasıl çıkacağını bilemediği bir kısır döngüde bulur.

Oysaki hayatın akmasına izin verilse ve çocuk denemelerini yaparken hayata, işe, gezmeye ve çevreyle iletişime devam edilse, spor yapılsa, gıdalar farkındalıklı yense, tüp bebek sürecinde başarı şansı daha yüksek olur.

Ve tüm bu süreçlerde duygu kontrolü kalmıyorsa, istense bile hayata devam da zorlanılıyorsa psikolojik destek kaçınılmaz olmuştur. Ancak en iyisi bu aşamaya gelmeden süreci en başında destek almak ve güçlenmektir.

Dengeli, olumlu, farkındalıklı olarak bir bebeği beklemek ona giden yolda çifti her anlamda korur ve gebeliğe ve doğuma hazırlar.

Hayatı ertelemeden yaşamanız dileğiyle…

İlk adım

İlk adım 150 150 dolunay

Gitmeyi istediğimiz ne çok yer, yapmayı planladığımız ne çok iş, bir ara bir kahve içelim dediğimiz nice dost, görmek istediğimiz sürüyle film, okumak istediğimiz yüzlerce kitap, yazmak istediğimiz en az bir roman, çekmek istediğimiz bir film, başlayacağımız spor, bir gün bırakacağımız sigara, sonra yaparımlar…

Tanıdık geldi mi bu ve benzeri cümleler? Ertelenen projeler sonra yaparımlar, bir gün mutlakalar…

Gerçekten istediğimiz şeyin önünde bir engel var mı bizi durdurabilecek yoksa istekler bize ait değil mi, yoksa istemiyor muyuz?

Gerçekten ne istediğini ne yaparsa mutlu olacağını kaç kişi biliyor? Yoksa istediğimizi zannettiğimiz şeyler başkalarının yaptığı bizimde taklit ettiğimiz şeyler mi? Özgün olan ne var acaba! Olsun, özgün olmazsa olmazsın, yeter ki istediğim beni mutlu edecek katkı verecek şey olsun diyorsanız o da super 🙂 Yapın yater ki!

Hem kendimizden hem de çevremizden ne çok duyarız; yaşadığım kenti değiştireceğim ama henüz koşullar uygun değil, çok güzel bir roman konusu var aklımda ama yazmak için bir yerlere kapanmalıyım ama zaman mı var, önümüzdeki pazartesi spora başlayacaktım ama kalkamadım….

Galiba çoğumuz bulunduğumuz yerden, durumdan memnun değiliz, bununla beraber adım da atmıyoruz değişim için!

Oysaki sorsak kendimize; yapmak istediğim şeyi yapacak olsam ilk adım ne olurdu?

İkinci adım da ne yapardım? İstediğim süreci gerçekleştirdiğimde ne hissederdim? Bunun benim için değeri ne olur?

Çoğu proje ve yaratıcı fikir ilk adım ne olur sorusu sorulmadığı ve o adıma dair tarih konmadığı, süreçler çizilmediği için sadece uçuşan fikirler olarak kalıyor.

Bir işe başlamadan önce bittiği ana dair görüntüler hayal ederim ve bittiği an ne hissedeceğimi düşünür ve hissetmeyi denerim.

Rahatlama, ferahlama, dinginlik vb. hisler olabilir bu… Ve buradan aldığım motivasyonla da ilk adımı atarım. Ve diğer adımları… Özelikle yapması bana zor gelen işlerde inanılmaz etkili olur bu method.

Yapmak istediğiniz işlere, projelere küçük ya da büyük fark etmez, ilk adım ne olur sorusundan sonra tarih koymak ve kendini o tarihte yaparken hayal etmek … Her iş bir ilk adımla başlar.

Düşünün uzun zamandır ertelediğiniz ve yaparsanız ohhh diyeceğiniz ne var? İlk adımı attığını hayal et, o ne olurdu ve o adıma tarih ve saat koy.

Bakın bakalım neler oluyor!

Bak şimdi merak ettim 🙂

Gülümse

Gülümse 150 150 dolunay

Gülümsemek kalbin kapılarını açar. Yürekten gülümseyen bir insan çeker bizi kendisine, gözlerinden girersiniz sanki yüreğindeki köşke. İki insan arasındaki en güçlü ve pozitif bağdır, gülümsemek!

Bir insan kapattıysa kalbin kapısını ne kadar gülümsese de giriş yok yazısı okunur kaç metre öteden… Gülümsemek için sevmek gerekir gönülden… İnsanı, doğayı, kuşu, böceği, havayı, suyu, taşı, toprağı..

Zor günler geçirir insan, zor anlar, aylar belki de yıllar… Bazen atılan büyük bir dost kazığı, bazen ülkenin durumu, ekonomik zorluklar, sağlık sorunları, kadınlarının, genç kızların başına gelen insanlık dışı olaylar, bazen aşk acısı yüzümüzdeki gülümsemeyi donduracak gibi olsa da, kalbimizi kapatmak istesek de kendimizi korumak için, HAYIR her şeye rağmen her şeyle birlikte gülümsemektir HAYAT!

Sezen’in şarkısında dediği gibi;

Gülümse hadi gülümse
Bulutlar gitsin
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Hadi gülümse

Gülümseyecek ne var ki demeyin, gülümsemek için iyi şeyler olmasını beklemek, doymak için sadece kuş sütünün eksik olduğu mükellef sofranın kurulmasını beklemeye benzer!

Yaşadığımız ülke ya da dünya söz konusu olduğunda dersek ki gülümseyecek hiç bir şey yok işte o zaman geleceğimize ihanet ederiz bence!

Oysa ki şimdi de şu an da var olduğunu fark ettiğinde ve tek gerçeğin AN olduğunu hissettiğinde derin bir nefes al ve gülümse! Geçmiş çoktan bitti, gelecek ise bir hikaye! İstediğin hikayeyi yaşayabilmenin en güzel yolu ise zihnini şimdiye gülümsetebilmekte.

Gülümsemek sadece insandan insana değildir bence, bir ağaç da bir çiçek de, bir kedi, bir köpek de gülümser, açar kalbinin kapılarını her şeye… Bir çiçeğe, iş arkadaşına, eşine, bir köpeğe, bir yaprağa dokunduğun bir ağaca gülümse ve onun dünyasına gir o kapıdan… Ve aç kendi kalbinin kapısını ve bir sevgi köprüsü kur tüm bunlarla birlikte…

Gülümseyerek bir ağacın gövdesinden ya da dalından içeri girdiğini hayal et ve fark et ağacın dünyasını, neler hissediyor yapraklarını dökerken ya da yaprak ve çiçek açarken…

Bir köpeğin gözlerine bak gülümseyerek ve onun hayatı ol bir anlığına onun yüreğine misafir ol ve sana neler dediğini dinle…
Bir gülü bir leylağı kokla ya da bir kaktüsün dikeninden içeri gir gülümseyerek ve gir kalplerine ve hisset neler var o evrende…

Gülümse ve bil ki gülümsemek tüm kalpleri bir birine bağlar bu evrende…. Ve tüm kalpler bağlandığında bir kere bütünlük yaşanır olur evrende.

Gülümse…

Affetmek

Affetmek 150 150 dolunay

Kindar olmakla, kendisine yapılan kötülüğü unutmamakla övünen çok insanla tanıştım, sizler de mutlaka tanışmışsınızdır. Belki de çok yakından tanıyorsunuzdur!

Yaşanılan olaylar, aşk, aldatılma, kandırılma…vb olaylar kaynaklı kin tutmak, unutmamak ve ‘bir gün gelecek intikamımı alacağım, lafı yerine koyacağım ve yaptığından utanacak, içim soğuyacak..vb’ gibi düşünceleri, beklentileri yıllarca taşımak; yüklerin en ağırıdır bence! Unutmak ve yola devam etmek ise özgürlüktür.

Çoğu insan kendine verdiği ruhsal, fiziksel zararın farkında olmadan kin tutmaya devam eder. Unutayım da yanına mı kalsın, o affedilmeyi hak etmiyor gibi pek çok egosal düşünceyle, negatif duygu hamallığı yapmaya yıllarca bazen ömür boyu devam eder kişi kendi değerini ve hak ettiklerini unutarak.

Kin tutmak, unutmamak, affetmemek, nefret, öfke kişiyi hasta eder. İntikam alacağım diye bu olumsuz duygu ve düşünceleri beslemekten hasta olur insan. Mide hastalıkları, uyku sorunları, kas ağrıları, migren ve baş ağrıları, depresyon, kaygı bozukluğu ve daha pek çoğu, daha ağırları…

Affetmemek, unutmamak, asıl bu yükü taşıyana zarar verir ve çoğu zaman bu duygunun neden olduğu kişinin bundan haberi bile yoktur ya da bizim kadar önemsemiyordur.

İnsan kin beslediği kişi için değil, kendi için, kendi huzur ve mutluluğu için unutmalı, yükleri bırakmalı. Affetmek özgürlüktür, yükleri bırakmaktır.

Bir kişiyi affetmek, onunla yeniden samimi olmanız gerektiği anlamına gelmez. Yaşadığın deneyiminden öğrendiklerini fark etmek ve o kişiye dair nötr duygular beslemek anlamına gelir. Ona ait olumsuz taşıdığın duygulardan özgürleşmek ve yoluna öğrendiklerinle devam etmektir.

Affetmek, kırgınlığın, acının, kinin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır. Bundan daha güzel ne olabilir? Kızdığın kişiyi kafanda kalbinde kızgınlıkla her an taşıyacağına, onun sende yarattığı hapishaneden özgürleşmek ne kadar güzeldir, ne kadar ferahtır ve ne kadar insana yakışandır.

Affetmekle ilgili en çok sevdiğim tanım: ‘Affetmek, duygusal unutma’dır.
Onunla yaşadıklarını, neler deneyimlediğini ve öğrendiğini, sana kazandırdıklarını değil, bu yaşadığın olayın sende yük oluşturan duygusunu unutmak.

Hayata devam etmek için, daha esnek, neşeli, keyifli, sağlıklı ve başarılı olmak için, yeniden sevmek için, yeni arkadaşlıklar için, yeni şanslar için, mutlu olmayı hak ettiğin için affetmeye ve unutma izni ver kendine.

Gölgeler

Gölgeler 150 150 dolunay

Çok derinde bir yerlerde acıyor içim, tarifsiz bir acı, düşünsene 20 yıldır evli olduğum adam çocuklarımın babası, ‘Ben aslında seni hiç sevmedim hep mış gibi yaptım, şimdi ise hayatımın aşkını buldum, senden boşanıyorum’ diyor. Sen ne hissederdin?

Soran kişi uzun yıllardır tanıdığım bir arkadaşım ve yaşadığı olayı algılamaya çalışırken bana yöneltiyor bu soruyu.

“Gerçekten ne hissederdim?” diye soruyorum kendime…

Onun hisleriyle birebir aynı olamaz benim hislerim çünkü o yaşayan, ben ise algılamaya ve kendimi onun yerine koymaya çalışanım. Bunu da belirterek cevap veriyorum: Kandırılmışlık, yalan bir hayatı yaşamışlık hissi, kızgınlık, öfke ve kendime acıma… İlk algılayabildiğim hisler oluyor.

Bu sohbetten sonra düşünmeye başladım ve yine sorular sormaya kendi kendime…

Yıllardır tanıdığınızı zannettiğimiz kişileri gerçekte ne kadar tanıyoruz? Her hallerini tanısak yine sever ve kabul eder miyiz onları?

Çok güvendiğiniz, kendinize örnek aldığınız ailelerin gerçekte rol yaptıklarını anlasanız ve aslında hiç de mutlu olmadıklarını, birbirlerini aldattıklarını bir gün birdenbire öğreniverseniz,

Evli ve çocuğu olan bir dostunuz size ‘Ben aslında eşcinselim ve bunu saklamak için evlendim ve çocuk yaptım’ dese,

Kocanızı bilgisayarına tesadüfen bakarken çocuk pornosuyla ilgili sitelere girdiğini ve bunu düzenli olarak yaptığını fark etseniz,

Uzun süredir tanıdığınız aile dostlarınız arasında gizli ilişkiler ve oyunlar olduğunu öğrenseniz,

Ya da bir tanıdığınız sizi eşiniz/sevgilinizle birlikte grup seks partisine davet etse ve bunu uzun yıllardır yaptıklarını söylese,

O kişi/kişilerle ilgili ne düşünür ve ne hissedersiniz? Onları algılamanızda ve kabulünüzde bir şeyler değişir mi?

İnsanın içinde ne kadar çok farklı yüzler, kimlikler var: İyi aile babası, iyi anne, örnek insan, güvenilir bir uzman, iyi bir yönetici, lider, aynı zamanda pedofili, yalancı, ikiyüzlü, iki kadını idare edebilen, korkak, içten pazarlıklı, bol maskeli biri…

Amacım sizi sevdiklerinize kuşkuyla baktırmak değil, insanın içinde aklımızın kabul etmekte zorlanacağı, yargılamadan duramayacağımız tarafların olabileceğini yani gölge taraflarımızı bir kez daha fark ettiğimi aktarmak.

Gölgesi olmayan insan yoktur da kendi gölgesini gören kaç kişi vardır acaba?

Bence asıl olan o gölge taraflarımızla birbirimizi kabul edip edemeyeceğimiz!

Gölgelerimiz bizi hep zorlar. İnsanın kendi gölgesini görmesi için arkasına bakması gerekir. İçindeki ruhsal boşlukları, girdapları, gölgeleri görmesi için de kendi içine bakabilmesi, uygun soruları sorabilmesi ya da kendini en yakınlarının, dostlarının gözünden tanıması gerekir.

Sizin gölge tarafınız ne? Belki bugün bunu sorarsınız kendinize…

Üç heykel

Üç heykel 150 150 dolunay

‘İki komşu ülkenin hükümdarı birbiriyle savaşmaz ama her fırsatta atışırlarmış. Doğum günlerinde, bayramlarda birbirinden ilginç armağanlarla zeka gösterisi yaparlarmış birbirlerine.

Hükümdarlardan birisi bir gün muzip zekalı heykeltıraşını huzuruna çağırmış. Birer karış yüksekliğinde, birbirinin tıpatıp aynısı altından üç insan heykeli yap demiş. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı da sadece ikisi bilecekmiş. Heykelller hazırlanmış ve şu mektupla birlikte diğer krala gönderilmiş:

‘Doğum gününü üç altın insan heykeliyle kutluyorum. Heykeller birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.’

Hediyeyi alan diğer hükümdar önce heykelleri tarttırmış. Gramına kadar eşitlermiş. Ülkesindeki sanattan anlayan kim varsa çağırtmış. Hepsi de heykelleri incelemiş, incelemiş, incelemiş ama heykellerin arasında hiçbir fark bulamamışlar.

Günler geçmiş ancak koca ülkede heykellerin sırrını çözecek bir akıllı çıkmamış. Bunun üzerine hükümdar, isyankar ve asi bulduğu için zindana attırdığı bir genci çağırmaya karar vermiş. Heykelleri inceleyen genç çok ince bir tel istemiş. Teli birinci heykelin kulağından sokmuş, tel heykelin ağzından çıkmış. İkinci heykelininde kulağından sokmuş, tel bu kez diğer kulağından çıkmış. Üçüncü heykelde tel kulaktan girmiş, ancak bir yerden çıkmamış. Telin sığabileceği incelikte bir kanal kalp hizasına kadar inmiş ve öteye gitmemiş.

Bunu gören Hükümdar heykellerin sırrını, komşu hükümdarın vermek istediği mesajı anlamış ve cevabını yazmış:

“Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu anlamlı hediyen için teşekkür ederim.”

Artık özgür olan isyankar gençse hızlı adımlarla saraydan uzaklaşıyor ve zindana girmeden önce söylediği sözleri tekrar ediyormuş: ‘ADALET İÇİN AĞZI, KULAĞI, BEYNİ BİR OLMAYIP DA SÖZÜNÜ SAKINANA YAZIKLAR OLSUN’

Bu masal, en çok hoşuma giden, pek çok mesajı veren masallardan biri bence.

Ben neler anladım bu masaldan:

  1. Bir olaydan ya da durumdan herkes neye ihtiyacı varsa onu anlar ve ders çıkarır.

    2. Adaletli davranmak çok ama çok önemlidir. Gerçek adalet için özün, sözün, eylemin bir olması gerekir.

    3. Vicdanı olmayan ya da vicdanı çalışmayan birinden adalet beklemek doğru olmaz.

    4. Dedikodu yapmak, duyduğu bir şeyi başka yerlere aktarmak ilişkilere ve insanların güvenirliliğine zarar verir.

    5. Başkalarının yaşadıklarından, deneyimlerinden ders almak, duyduğu değerli bilgileri hayatına geçirebilmek önemli bir erdemdir.

    6. Ağzından çıkanı kulağın duysun sözü her yüzyılda geçerliliğini korur.

    7. Ağzından çıkanı kulağı duyan, duyduğunu kalbine gömebilen insan güvenilirdir.

    8. Sıra dışı ve isyankar olmak kötü bir şey değildir. Sorguyan, farklı görüş ve fikirleri olan, olaylara farklı bakış açılarından bakabilmek, ezberlerin dışına çıkabilmek, soru sorabilmek, insan olmanın en büyük zenginliklerindendir.

Sizler de farklı farklı dersler ve mesajlar alabilirsiniz bu masaldan….

Sevgilerimle…

 

Heidi’den Geriye Ne Kalır?

Heidi’den Geriye Ne Kalır? 150 150 dolunay

Polyanna, Heidi, Küçük Kadınlar, Oliver Twist, Kibritçi Kız, Pinokyo, Kemalettin Tuğcu kitapları … Ve daha niceleri … Aklıma ilk gelen çocuk romanları. Belki de beni en çok etkileyenler oldukları için ilk bunları yazdım. Tüm bu romanlarda verilmek istenen mesaj; yaşam ne kadar zor olursa olsun, iyimserliğinizi koruyun, sevgiye inanın, dürüstlük ve iyilik hep kazanır.

Polyanna; 10 yaşlarındadır, öksüzdür, huysuz ve mutsuz teyzesinin yanına yaşamaya gider, yaşadığı her olumsuzluk da mutlaka olumlu, mutlu olacak bir yön bulur. İnsanlara da bunu öğretmeye çalışır.

Heidi; 10 yaşlarındadır, o da öksüzdür, o da çocukları sevmeyen dedesinin yanına dağlara gider, dedesi huysuz ve mutsuzdur ama Heidi dedesine ve insanlara hayatı ve kendini sevdirir.

Oliver Twist; Oliver yetimhanede dünyaya gelir. Annesi doğum esnasında ölmüştür. Çocukluğunu yetimhanede geçirir. 11 yaşına geldiğinde cenaze işleriyle uğraşan Bay Sowerbery adındaki adama evlatlık olarak verilir. Oliver orada bazı kişilerden kötü muamele görür ve evden kaçar. Uzun ve acı olaylar dizisinden sonra Oliver’ın zengin ve asil birinin oğlu olduğu ortaya çıkar.

Kibritçi Kız‘ın hikayesini hatırlamamak için yazmayacağım ….

Hele Kemalettin Tuğcu kitaplarına hiç girmeyeceğim…Hatırladıkça fena oluyorum.

Tüm bu hikayelerin sonu çoğunlukla mutlu sonla biter, Polyanna, Heidi, Oliver hikayenin sonunda mutlu olurlar. Çocuk kitaplarının sonları güzel bitmesine güzel biter ama tüm kitap boyunca başlarına o kadar çok iş gelmiş, o kadar üzülmüş ve acı çekmişlerdir ki son paragrafın içine sıkıştırılmış mutlu son pek hafızalarımız da hak ettiği yeri almaz.

Çocuklara uykudan önce okunan masalların da sonu hep iyidir, iyiler hep kazanır ama çocuklar masalların sonunu çoğunlukla dinleyemeden uyurlar, başka sefere sonunu belki duyarlar belki duyamazlar. Ama masal kahramanın başına gelenleri yaşayarak dinler çocuklar. O kahraman o olur!

Mutlu olmayı hak etmek için çok acı çekmeli, bedel ödemeliyiz, başımıza gelmeyen kalmamalı, mutlu olmak için zengin olmalıyız, başarılı olmalıyız, güzel, bakımlı, başarılı olursak, seviliriz ve takdir ediliriz, istediğimiz telefonu alabilirsek kendimizi değerli hissederiz. İyi notlar alırsak ailemiz bizi sever ve kabul eder. Çok küçükken öğreniriz; mutluğumuzu, sevgimizi koşullara bağlamayı. Bize okunan masallarda, izlediğimiz çizgi filmlerde, anne babalarımızın konuşmalarında, sözlerinde öğreniriz koşullu mutluluğu, koşullu sevgiyi… Öğrendiğimizi fark etmeden hipnoz olmuşçasına…

“İstediğim okulu kazanınca her şey süper olacak! Ailem beni çok sevecek ve gurur duyacak.” Kazanırız ama mutluluk bir hedef öteye gitmiştir.

“Çok para kazanmam lazım mutlu olmak için, mezun olunca iyi bir işe gireceğim ve istediğim her şeyi yapacağım”. Acaba bilir miyiz tam olarak ne istediğimizi? Mezun oluruz iyi bir işe gireriz ama yine mutluluk hedef değiştirir, ‘evlenince, çocuğum olunca, ev alınca…’

Koşullar, koşullar, gereklilikler, zaman, bana şöyle davranırsan seni severim, bana tek taş yüzük alırsan beni sevdiğini ve bana değer verdiğini anlarım…

Koşullar, koşullar, mutlu olmaktır aslında istediğimiz.

Belki de küçükken bilinçaltına ekilen negatif tohumlar, senaryolar nedeniyle bu kadar negatif düşünmemiz ve acı beklentimiz, koşullarımız var.

Başımıza olumsuz olayların gelebilme ihtimalini olumlu şeyler gelme ihtimalinden daha çok düşünüyoruz.

Söylenecek çok şey, sorulacak çok soru var…

Tüm koşulları kaldırdığımızda senden geriye kim kalır?

Koşulsuz sevmek, vermek nasıl bir duygudur? Adı nedir?

Koşulların olduğu yerde sözü edilen duygunun adı nedir?

Maddi sıkıntıları olan insanlar mutlu olabilirler mi? Dünya da maddi sıkıntı çeken ve mutlu olan bir insan bile yok mu?

Ana-babalar, insanı, insan beynini, çocukların dünyasını, onları büyütürken nelerin önemli olduğunu hiç bilmeden bu cesareti nereden alır?

Ciddi hastalıkları olan kişiler mutluluğu hangi kaynaktan alır?

Çok kilolu insanlar nasıl beğenilir ve onlar da aşık olurlar mı?

Eğer iyi bir yer kazanamazsam ailem kendine sevecek yeni evlat mı bulur?

Yüzükler, mücevherler, evler arabalar, çocuklar, eşimi bana, beni eşime ne kadar bağlar?

Tüm mücevherlerimi, marka kıyafetlerimi, son model telefonumu, TV’yi, internet’i ve dizileri bıraktığımda benden geriye kim kalır, ne kalır?

HEİDİ’den geriye sizde ne kalır?

Kim Kalır? Geriye ne kalır? Tüm kalıpları çıkardığımızda …..

Soruların size göre cevaplarını paylaşırsanız beni çok mutlu edersiniz…. (beni mutlu etmenin koşulu)

Sevgiyle

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
21.09.2011

Stresi Kim Yönetir?

Stresi Kim Yönetir? 150 150 dolunay

Stres; insanın dengesini bozan ya da dengesini tehdit eden her türlü etkenin bilişsel, duygusal, bedensel ve davranışsal etkilerinin bütünü olarak tanımlanabilir.

Günümüz dünyasında en çok konuşulan ve yaşanan sorunlarından biridir. Çoğu zaman pek çok hastalığın nedeni olarak gösterilir. Sanki stres bizim dışımızdadır, kontrol edemediğimiz, gönderemediğimiz bir varlık gibidir. Ona karşı çaresiz hissederiz kendimizi. Oysaki en çok bizi strese sokan durumları ve kendimizi tanıdıkça stres yönetiminin nasıl olacağını öğrendikçe hayat daha da kolaylaşır.

Hayatımızın her alanında stres vardır. Hayatta kalmak için belli bir doz strese vücudumuz ihtiyaç duyar. Buna olumlu stres denir ve iş/okul/ilişki başarısını olumlu etkilediği bilinmektedir. Motive olabilmek ve konsantrasyonu arttırmak için olumlu stres işe yarar.
Fizyolojik, psikolojik, zihinsel, sosyal sorunlara yol açan ise olumsuz stresdir.

Strese Neler Yol Açar?

Dış etkenler; İş hayatı, yaşamdaki ani değişimler, ilişkilerdeki sorunlar, finansal sorunlar, trafik, aşırı meşguliyet, aile ve çocuklar ve tabii ki maddi sorunlar.
İçsel etkenler; karamsarlık, gerçek dışı beklentiler, mükemmeliyetçi kişilik yapısı, negatif iç sesler ve karasızlık.

Fiziksel Belirtiler

Baş ağrısı, uyku sorunları (az ya da çok uyumak), eklem ağrıları, diş gıcırdatmak, çene sıkmak, uykuda sayıklamak, cinsel yaşamda sorunlar, kabızlık, ishal, deride döküntü, tansiyon, aşırı yemek ya da yememek, yorgunluk, mide hastalıkları, saç dökülmeleri, kanser, alerjiler ve daha pek çok hastalık.

Duygusal Belirtiler

Aşağıdaki belirtiler sizde de varsa bir psikolojik danışmandan yardım almanız önerilir.
Kaygı ve endişe, depresyon, ruhsal durumdaki dengesizlikler, gerginlik, isteksizlik, özgüvende azalma, kırılganlık, öfke patlamaları, saldırganlık, tükenmişlik hissi.

Zihinsel Belirtiler

Konsantrasyon güçlüğü, kararsızlık, unutkanlık, zihin bulanıklığı, hafıza zayıflığı, mizah anlayışı kaybı, sık hata yapmak, iş verimsizliği, sabit fikirler, kıyaslama yapamama.

Sosyal Belirtiler

İnsanlara güvensizlik, başkalarını suçlamak, randevulara gitmemek ve kısa süre kala iptal etmek, savunucu olmak, insan ilişkilerinde sorunlar yaşamak,
Yukarıdaki belirtilerden sizde ne kadar varsa stres düzeyiniz o kadar yüksektir.

Stresle Baş Etmenin Yolları

Stresle baş etmenin en etkin yolu nefes almayı öğrenmek ve nefes egzersizleri yapmaktır. Çoğu insan stres altındayken nefes almayı unutur ve bedenine büyük zarar verir. Oysaki nefes vücudumuzun ve ruhumuzun en temel ihtiyacıdır. Gevşeme egzersizleri, yoga, meditasyon ve spor yapmak en etkili yollardandır. İş yerinde, masa başında bile günde birkaç kez nefes ve vücut egzersizleri yapılabilir.

– Dengeli beslenin ve yeterince uyuyun.
– Alkol ve sigaradan uzak durun.
– Gerektiğinde yardım istemeyi ve hayır demeyi öğrenin.
– Keyif aldığınız uğraşlarınızı yapmak için kendinize zaman ayırın.
– Stres yaratan olay ve duruma karşı düşünce ve inanç şeklimizi değiştirmemiz yeni bakış açıları kazanmamız, duygularımız üzerinde olumlu etki yapacaktır. Düşünce değişince duygu, duygu değişince davranış değişir.

Zaman kontrolünü öğrenmek, iletişim becerilerini geliştirmek, olaylara gülümsemeyi öğrenmek ve mizah duygunuzu geliştirmek, gerektiğinde uzmanlardan yardım almak, dostlarınızla paylaşmak, konuşmak, çözüme odaklanmak, davranışlarımız üzerinde olumlu etki yapacaktır.
Siz değişirseniz HER ŞEY değişir!

Çok sevdiğim bir sözü paylaşmak istiyorum sizlerle.

Melekler uçarlar, çünkü her şeyi hafife alırlar…

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
31.08.2011