Hürriyet Aile

Benimle oynasana!

Benimle oynasana! 150 150 dolunay

Bir pazar günü kahve içmek için girdiğim kafede dışarda bir masaya yerleşip kahvemi spariş ettiğimde içerideki masada bir adamla 3-4 yaşlarında bir erkek çocuk dikkatimi çekiyor. Adam elindeki cep telefonuna gömülmüş, çocuğun önünde masada tablet bilgisayar. İçeriye lavaboya giderken gözlerim yeniden takılıyor masaya… Sahne hala aynı ve kısa süre de olsa çocukla göz göze geliyorum, garip ama sanki düşünce ve duygusunu alıyorum. ‘Yalnızım benimle ilgilensene, oyun oynayalım mı?’

Ve yine garip ama yanlarından geçip giderken kalbimde derin bir acı hissediyorum. Zihnim senaryoyu yazıyor: ‘Masada yan yana oturuyorlar, 3. kişi yok ve adam çocukla hiç ilgilenmiyor, boşanmış bir ailede babanın çocuğunu aldığı bir hafta sonu…’Kanıtım var mı yok! Sadece senaryo ve sadece varsayım!

Kendi zihnime ‘kendine gel’ diyorum, varsayalım boşanmış değiller yine de bu sahne hiç hoş değil diyorum kendi kendime. Görmeye artık çok alıştığımız, herkesin elinde telefonla yürüdüğü, yemek masalarında bile aile üyelerinden bile daha öncelikli hale gelen ve bizi robotlaştıran mobiller, tabletler…

Birbirimizle gerçekten ilgileneceğimiz zamanlar acaba gerçekten ilgileniyor muyuz yoksa hipnotik bir şekilde mobil dünyalarda mı yaşıyoruz? Sanal hayatın bizleri ele geçiriyor olması sadece beni mi düşündürüyor merak ediyorum! Ve özellikle çocuklarımızla oyun oynamayı, sohbeti, sadece senin için burdayım demeyi ne kadar sıklıkla yapıyoruz?

Pek çok anne-babayı dinliyorum ve neredeyse hepsinin dileği, isteği aynı… “Çocuğumun iyi insan olması, düzgün davranışları olmasını, başarılı, kibar ve saygılı olmasını vb istiyorum.”

Ben de onlara soruyorum. “Bunun için sizler davranışlarınızla model olmak için farkındalıkla neler yapıyorsunuz? Örneğin; evde cep telefonlarınızı vb. araçları nerelerde ve ne kadar sıklıkla kullanırsınız? Cep telefonu kullanımı ya da internette zaman geçirmeyle ilgili aile prensipleriniz var mı?”

Aldığım cevaplar çoğunlukla pek de iç açıcı değil. Evebeylerin yapamadıkları şeyleri çocuklarına kural olarak koyup yaptırmaya çalışmaları kadar gerçek dışı bir beklenti yok kanımca!

Cep telefonlarının aynı zamanda sosyalleşme araçları olduğunun ve yeni neslin farklı olduğunun ve tabii ki hepimizin yeni döneme ayak uydurmamız gerektiğinin farkındayım. Ancak burada dengeler bozulduğunda İNSAN da bozuluyor! İletişim kopuyor, birbirimizden uzaklaşıyoruz, özellikle çocukluk döneminde çocuğu olan evebeyler için çocuklarının çocukluk döneminde hem onlarla yaşayacakları anlar ve hem de öğretmeleri gereken değerler, davranışlar, tutumlar için başka şansları yok. Yani bazı anların ikinci tekrar yok!

Diyeceğin şu ki; ellerinizdeki telefonları evinize girince girişe bırakın ve sevdiklerinizle, sadece onlarla vakit geçirin derim. Vakit geçiyor hem de su gibi!

Ve çocuklarınızın sizlere sizlerin onlara nasıl da iyi gelebileceğinizi farkedin… HADİ !

Biseksülellik nedir? Cinsel yönelim nasıl oluşur?

Biseksülellik nedir? Cinsel yönelim nasıl oluşur? 150 150 dolunay

Heteroseksüellik, homoseksüellik, biseksüellik gibi cinsel yönelime ait kavramlar sık karşımıza çıkmakta ve ne olduklarıyla ilgili merak ve sorular kafaları meşgul etmektedir. Dönem dönem ünlü isimlerinde kendi cinsel yönelimlerini açıklamaları konuyu daha dikkat çeker hale getirmektedir.

Aslına bakarsanız ‘Herkesin kendi özel hayatı bize ne canım kim ne yaparsa yapsın kime aşık olursa olsun, yaşı reşit ve kendi onayıyla oldukça ben karışmam’ diyebilecek toplumsal öz güven ve saygı boyutuna gelinceye kadar bu tür haberlere ilgilimiz hep çekilecek. Ve toplumsal saygıyı arttırmak için bizler o vakte kadar bilgi aktarmaya devam ediyor olacağız.

Homoseksüellik, aynı cinsiyetten kişilere aşık olmak ve cinsel birliktelik

Biseksüellik, kişinin her iki cinsiyetten olanlara cinsel ya da duygusal ilgi duyması

Heteroseksüellik, sadece karşı cinsiyete ilgi ve aşk duymak olarak tanımlanır.

‘Aaa nasıl biseksüel olduğunu anladın?’ diye soran meraklı bir heteroseksüele şöyle bir cevap verebilir biseksüel; ‘Sen nasıl heteroseksüel olduğu anladın?’

Cinsel yönelim nasıl oluşur?

Cinsel yönelimin nasıl oluştuğu bilinmemektedir. Bir heteroseksüel erkek neden bir kadından hoşlanır, sorusunun yanıtı tam bilinmediği gibi diğer cinsel yönelimlerinde nasıl oluştuğu tam bilinmemektedir.

Genel olarak kabul gören açıklamalar, karmaşık bir genetik/kimyasal zemin üzerinde çevresel etkenlerin rol oynadığından bahseder. Yani insanların heteroseksüel mi, biseksüel mi ya da homoseksüel olarak doğup doğmadıkları henüz bilinmemektedir. Fakat bilinen, kişilerin heteroseksüellik ya da diğer yönelimler arasında bir tercih yapmadıkları/ yapamadıklarıdır. (Yani kişi heteroseksüel olmak istediği için heteroseksüel olmadığı gibi eşcinsel ya da biseksüel olmaya karar verip de eşcinsel olmaz.) Cinsel yönelimi değiştirmeye yönelik girişimler bu nedenle başarısızlıkla sonuçlanmıştır; bir eşcinselin heteroseksüele dönmesi ile bir heteroseksüelin eşcinsele dönmesi arasında imkansızlık açısında fark yoktur.

Toplumumuzda cinsel yönelimler normal ve anormal olarak sınıflanır. Sanki tek normal cinsel kimlik heteroseksüellikmiş gibi kabul görür. Çoğunluk kabul edilen heteroseksüeller normali belirler ve ayrımcılık, dışlama, homofobik düşünce ve davranışlar onlara göre çok normalleşir. Oysaki eşcinsellik, biseksüellik bilimsel olarak anormal olarak değerlendirilmemekte sadece cinsel yönelimlerin birbirinden farklı olduğu kabul edilmektedir. Farklıkları kabul etmekte zorlandıkça ayrımcılık ve dışlama daha korkunç boyutlara gelmekte bazen cinayetler bile işlenebilmektedir.

Cinsellik bireylerin mahremleridir

Cinsellik bireylerin mahremleridir ve cinsiyeti ya da cinsel yönelimi ne olursa olsun cinselliklerini istedikleri şekilde yaşama özgürlükleri vardır. Cinselliği kendini en rahat ve özgür hissettiği şekilde yaşamak temel yaşam hakkıdır. Önemli olan; ister kadın ya da erkek, ister heteroseksüel ya da eşcinsel olsun kişileri bir insan olarak kabul etmektir..

Mitlerin cinselliğe etkisi

Mitlerin cinselliğe etkisi 150 150 dolunay

MİT demek, bilgi olarak doğru zannettiğimiz ancak bilimsel olarak yalnış olan bilgiler demektir. Mitler hayata dair her alanda olabilir, evlilik, ilişkiler, yemek, sağlık, çocuk büyütme vb. cinsellikle ilgili mitler ise cinsel hayatı, cinsel mutluluk ve cinsel sağlığı etkiler. Çünkü yanlış bilgiler, inançlara, inançlar davranışlara, davranışlar alışkanlıkların yerleşmesine neden olur.

Örneğin; bir çift düşünelim. Kadın ‘cinsellik esnasında kadın pasif, erkek aktif olmalıdır’ mitine inanıyor olsun. Eşi ise tam tersini talep etse, eşine daha girişken daha talepkar olması gerektiğini söyleyip dursa, bazen de onun başlatmasını istese… .Bu çiftin cinsel hayatlarında yaşayabilecekleri sorunlar neler olabilir?

Her şeyden önce cinsel birlikteliklerinde, sevişmelerinde kadın kendi isteklerine, nelerden keyif aldığına dair farkındalığı daha az olacağından, bunları söylemekte, talep etmekte sorun yaşayacaktır. Kendi inandığı ve eşinin taleplari arasında sıkışıp kalacaktır. Cinsel haz karşılıklı keşfedilen, fark edilen, dokunmaların karşılıklı olunca hazzın tetiklendiği ve paylaşıldıkça da canlı kalan bir alan olmasına rağmen kadın bunu yapmakta zorlanacağı için eşini çok aşırı istekli olmakla ya da onun beklentilerini karşılayamadığı için kendini suçlama eğiliminde olacaktır.

Dokunuşlar karşılıklı olmayacağı için her iki taraf için de kısır döngüsel bir sürecin başlaması yani monotonluğun ve cinsel istek azlığın oluşması muhtemel olacaktır.

Senaryoyu değiştirirsek; erkek , ‘cinsellik sırasında kadın pasif olmalıdır, aktif kadın kolay yoldan çıkar vb . düşüncelere inanıyorsa bu çiftin cinsel yaşamları nasıl olur? Kadın dokunma, aktif olma eğilimde olsa bile sık sık engellenecek, sınırlanacak hatta bazen hakarete maruz kalabileceği için bir süre sonra pasifize olacaktır. Ve haz döngüsü kırıldığından cinsellik sadece tek taraflı hale gelerek bir süre sonra erkek içinde keyifsiz olacaktır.

Çok mu iç kararttım bilmiyorum ancak cinsel mitler, bilgisayara giren virüsler gibidir. Sistemi çalışmaz hale getirebilir.

Bir başka örnek; erkeğin penisindeki sertleşme kaybı eşini çekici bulmadığı anlamına gelir mitine inanan bir kadın bir süre sonra cinsel isteksizlikle ya da eşine bunu sık ima ederse de eşinin ereksiyonunda yaşadığı sorunun tekrarlanmasına ve derinleşmesine neden olabilir.

Oysaki ereksiyon kaybının pek çok nedene bağlı olabileceğini (stress, hastalıklar, tesadüf, bebek denemeleri vb), kişisel algılanaması gerektiğini bilse yaşanılan durum derinleşmeden, cinsel işlev bozukluğuna dönmeden geçilecektir.

Çiftler birbirini severek evlense bile cinsellikte uyumlanmak ve ortak bir dil oluşturmak zaman, emek ve bol bol sevgi gerektir.

Cinsellikle ilgili doğru bilgilere sahip olmak, iletişimi doğru kurabilmek, istekleri konuşabilmek, yaşanabilecek sorunları en az hasarla atlatmaya yardımcı olacaktır.

Evlilik masalı

Evlilik masalı 150 150 dolunay

Geçenlerde hava alanında önümden yürüyen yaşları 25-28 civarı olduğunu tahmin ettiğim iki genç kadının konuşmasına mecburen kulak misafir oldum. Biri ‘Ben evlenmiş olmak için evlenmeyeceğim. Kendimi tanıyorum. Gerçekten seversem ve sevilirsem ve o kişiyle uyuşabilirsem bana kıymet veriyorsa ve kafalarımız tutuyorsa evlenebilirim. Değer türlü, yok annem istiyor, iyi çocukmuş, yok çocuk yapmalıymışım geç kalırmışım, yok koca şartmış, yok bilmeme ne…diye kendimi yakamam valla’ dedi… Diğer genç ise şöyle karşılık verdi: ’Ben muhteşem harika uyumlu olacağım bir kişinin olduğuna inanmıyorum. Hepsi birbirine benziyor erkeklerin. Mutlu evlilik zaten yok. Evlen gitsin işte çok düşünme. Uygun yaşa gelince ve de uygun bir koca bulunca evlenilmeli bence, çünkü toplumda koruyuculuğu var. Yüzüğü taktın mı kimse sana asılamaz, karışamaz, onun beyi var derler…. aman çok düşünüyorsun …’

Konuşma buna benzer açıklama ve savunmalarla devam ediyordu ki yollarımız ayrıldı. Yüzümdeki gülümseme uzun bir süre yüzümde yer etti… Düşüncelerim ise zihnimde…

Gerçekten de evlenmiş olmak için, rütbe için, para için, çocuk için, birileri evlen dediği için ya da öyle öğretildi diye tam emin olmadığın, aşık olamadığın biriyle evlenmek, bile bile lades demekti bence.

Evlilik; sevdiğin ve çoğunlukla anlaştığın kişi ile bile zaman içinde emek vermezsen, beslemezsen, zarar gördüğünde onarmazsan dağılabilecek bir kurum. Senin ailen- benim ailem, benim dediğim olsun-hayır benim ki olsun, ev işleri, çocukların doğumu ve büyüme süreçleri, kıskançlıklar, maddi manevi sorunlar, aldatma vb … konular devreye girdiğinde ise ayakta kalmak da zorlanır ya da sağlıksız devam eder.

Ve en çok da ‘Evlen de olmazsa boşanırsın’ cümlesindeki farkındalıksızlık beni düşündürüyor. Elbette elinden geleni yapmak, evliliğe, ilişkiye emek vermek ve mutsuzluk devam ediyorsa, sevgi alanı zarar gördüyse boşanmak anlamlıdır. Ancak bunu henüz evlenmeden ciddi sinyaller veren bir ilişkiyi evliliğe götürmek için kendini evlenmeye motive eden bir kişinin yaptığı davranış, mağzadan bir kıyafeti alıp beğenmiyorsan geri iade edebileceğini ya da değiştirebileceğini düşünerek çok da içine sinmeyen bir kıyafeti alma davranışıyla aynıymış gibi geliyor bana.

Çocukluğumuzdan beri ‘evliliğin gerekliliğini’ anlattıkları masallardan olsa gerek evliliği evcilik sanışımız ve girilmesi ve çıkılması kolay çocuk oyunuymuş gibi algılayışımız.

Sözün özü şu ki; evlilik kurumunu, kurumsal yapının gereklilikleri yerine getirildiğinde yaşanası, keyifli, hayatı zenginleştiren, getirilmediğinde ise kaçılası hayatı ızdıraba çevirebilen bir kurum.

Yani evlenmiş olmak için evleneceksiniz hiç evlenmeyin derim ancak ben yine de evleneyim anne babamı, toplumu mutlu edeyim derseniz tabiki hayat sizin karar sizin!

Çok sıkışır da bir destek isterseniz evlilik öncesinde ya da evlendikten sonra bizilere gelebilir, destek alabilirsiniz.

İçimdeki çocuk

İçimdeki çocuk 150 150 dolunay

Bir çocuğun gözünden baktın mı hiç dünyaya? Onun bedeninde olduğunu, onun gözlerinden cisimleri incelediğini, onun yaşına inip o yaşın algılarına sahip olduğunda neleri farklı ve nasıl görürdün, düşündün mü?

Çocukların dünyasından çevreme baktığımda sadece oyun ve merak görüyorum. Saatlerce aynı oyunu, aynı oyuncağı oynayabilen; çevreden gelen bir sese, uyarana gözlerini sanki ilk kez duyuyor-görüyormuşcasına dikkat kesilebilen, heyecanlanan bir çocuk!

Bir çocuk başka çocuğu gördüğünde ya da bir oyuncağı, yargı yok, yorum yok sadece oyun ve oyun arkadaşı var. Sadece paylaşılan an ve oyuncaklar var.

Yaşımız kaç olursa olsun hepimizin içinde bir çocuk olduğuna inanırız. Çılgınlıklar yaptığımızda, merakımızın peşinden gittiğimizde, keşif ve yaratıcılık peşinde olduğumuz anlarda, canımız dondurma çektiğinde ve yerken kendimizden geçtiğimiz anlarda, dikkatimizi bir nesneye odakladığımız, onunla o olduğumuz anlarda çocuğumuzu deneyimlediğimiz anlardır bence.

İçindeki çocuğu en son ne zaman yokladın, diye sorsam?

Nasıl, bir ihtiyacı var mı? Yanına oturup gözlerine baktın mı, gülümsedin mi yoksa en ufacık hatada kızdın mı, azarladın mı ve küstün mü ona?

Ruhumuzun bir köşesinde oturan çocuğumuz, bedenimiz kaç yaşına gelirse gelsin farkedilmek, sevilmek, ilgilenilmek ister. İçimizdeki çocuğu unuttukça yetişkin halimiz gerginlik, memnuniyetsizlik, bol şikayet ve bol stres ile konuşur da konuşur. Hele ona küstüysek veya o bize ya da “aaaa bu yaşta ne çocuğu ne saçma” diyorsak vay halimize! Kaşlarımızın arasındaki çizgilerin derinleşmesine bayağı emek vermişiz demektir.

O çocuğun gözünden baktığında ve deneyimlediğinde hayatı, sadece AN ve AN da ne yapıyorsan O var! Yemek yiyorsan sadece yediğin yemeğin tadı, yemek yapıyorsan dokunduğun ve doğradığın sebzeler, kokuları, hisleri, kitap okuyorsan sadece satırlar, yüzüyorsan sadece attığın kulaçlar ve deniz, işteysen sadece yaptığın iş ve ona ait detaylar, dikkat ve konsantrasyon.

Çocuğun gözlerinden bakmayı unuttuğun anlarda, zihninin hapishesindesinden düşündüğünde ve davrandığında ise yemek yerken aklın dünde ya da yıllar öncede olan bitende ya da telefonda, yemek yapıyorsan bıçağın acısı parmağında, kitap okuyorsan, geçmişin ya da geleceğe ait kaygılar seni tırmalarken bulursun kendini! Tabi fark edersen!

Kendime ve size önerim şudur ki; bol bol dondurma yiyin. Kendinizden geçercesine ve o an en önemli iş oymuşcasına, bol bol kahkaha atın ortalığı inletircesine, bol bol dikkat kesilin çevrenize ve doğaya karşı hep nazik ve meraklı olun, benden de selam söyleyin içinizdeki çocuğa.

Cinsel ilişkisiz evlilikler

Cinsel ilişkisiz evlilikler 150 150 dolunay

Son yıllarda çok duymaya ve çalışmaya başladığımız konulardan biri de; cinsel hayatları hiç olmayan ya da yok denecek kadar az olan evli çiftler.

En son ne zaman birlikte oldunuz?

“En son ne zaman birlikte oldunuz?” sorusuna çoğunlukla birbirlerinden apayrı cevaplar verebilecek kadar hatırlıyorlar ya da hatırlamıyorlar.

Bir kısmı evliliklerinde sorun var olduğu için cinsel hayatlarından vazgeçmişler bir kısmı, ki çoğunluk bu grupta evliliğin diğer alanlarında pek sorun yaşamıyor ancak cinsel yaşamları yok!

Eşlerin ikisi de bu durumu sorun etmiyorsa biz uzmanlara laf düşmüyor tabii ki ancak taraflardan biri bunu sorun kabul edip eşiyle uzmanlara geldiğinde değerlendirebiliyoruz.

Ne oluyor da cinsel hayatlar yok denecek kadar azalıyor?

Bu sorun, bu çağın evlilikleri için kaçınılmaz son mu? Cinselliği birlikte yaşamayı bırakan çiftler cinsel yaşamlarına nasıl devam ediyorlar? vb. sorular aklınızdan geçiyor olabilir.

Bulabildiğimiz kadar cevaplara beraber bakalım isterseniz

  • Evlenmek ve evli olma kimliği bir hedefse ve hedefe ulaştıktan sonra ve deneyimlendikten sonra ortak amaçlar konulmazsa evlilik hayatı ve cinsel hayat tehlikeye girer. Yani Mutlu son! İstek biter, çekim azalır, merak kaybolur. Yani evliliğin ve cinselliğin uzun soluklu olması için ortak paylaşım alanlarının olması ve cinselliğin her iki kişi için de evliliğe enerji veren önemli bir kaynak olduğunu farketmek gerekir.
  • Yoğun iş temposu, büyük şehrin kaosu, çocuklar, bedensel ve zihinsel yorgunluklarla ertelenen, üşenilen cinsel yaşamlar süreç ilerledikçe hiç yaşanmaz hale gelebilir ya da sıklığı çok azalır. Bu cinselliğin yaşanmadığı anlamına gelmez. Mastürbasyon yapmak bireysel olarak cinsel ihtiyacı gidermenin kaçınılmaz yolu olur. Bu da karnınız açken karnınızı hızlıca doyurmak adına fast food gıdalarla beslenmek gibidir. Oysaki eşinizle yaşayacağınız cinsellik hem sevginin paylaşılıp çoğalmasına hem de bedensel gevşemeye ve stresin azalmasına destek olacaktır.
  • Uzun süredir devam eden sağlık sorunları, ruhsal sorunlar, kullanılan ilaçların bir kısmı, cinsel isteğin azalmasına neden olabilir. Çift birbirinden uzaklaştıkça da cinsellikten soğuma ve kaçınma yaşanabilir.
  • Evlilik sürecinde yaşanan maddi, manevi sorunlar, aldatmalar, evliliğin içinde sorunlar cinsel uzaklaşmayı doğurabilir.
  • Gebelik, doğum , çocuk sahibi olmakla ilgili sorun varsa buna bağlı tedaviler de cinsel uzaklaşmanın bir diğer nedenlerindendir. Ayrıca cinsel işlev bozukluğu sorunlarının bazıları da bu sürece neden olabilr.

Peki neler yapılabilir?

Eğer sorunları çözmek isterseniz önce sorunun varlığını kabul etmek, birlikte paylaşmak ve çözemiyorsanız bir uzmandan destek almak anlamlı olacaktır.

Keşke evlenmeden önce…

Keşke evlenmeden önce… 150 150 dolunay

Evlilik denen ve çoğu genç arkadaşım tarafından evcilik zannedilen ve pembe panjurlu ev hayali kurulan düzenin, kendine has hoşluk ve has zorluk alanları barındırdığını evli olanlar ve bu alanda çalışanlar çok iyi bilir.

Evlendikten sonra içinden başka biri çıktı

Evlilik terapisi için gelen çoğu evli çiftten duymuşumdur. “Keşke evlenmeden önce gelip evlilikle ilgili bilgi alsaymışız ancak o zamanlar aklımıza bile gelmedi. Komik bile gelirdi belki… Evlenmeden önce en çok istediğimiz şey; biran önce aynı eve girmek, beraber uzun saatler geçirmek, evlenmeden önce kısıtlı ve yasak yaptığımız şeyleri doya doya yapmaktı. Neden böyle oldu anlamıyorum, neden devamlı kavga ediyoruz, neden her hafta en az bir kez annemlere gidelim diyor ve zorluyor, neden artık beraber zaman geçirmek keyif değil eziyete dönüyor? Evlendikten sonra sanki içinden başka bir çıktı!

Eğer evliliğin evreleri, kişilerin evlilikten beklentileri, evliliği nasıl yürüteceklerine dair bilgi ve farkındalıkları yoksa, çoğu çifti zorlayan, boşanmanın eşiğine getiren süreçler yaşanır evliliğin ilerleyen zamanlarında…

Evlilik öncesi danışmanlık ne işe yarar?

Aslında tüm üste yazdıklarımız nedeniyle, evlilik öncesi danışmanlık; daha farkındalıklı evlilik alanına girmenize ve olabilecek sorun alanlarını henüz oluşmadan ya da çok büyümeden atlatmanıza yardım edecektir. Evlilik öncesi danışmanlığın alanını neler çalıştığını merak edenler için genel olarak;

  • İlişki danışmanlığı
  • Biz olurken benlere ne olur?
  • Aile değerleri, prensipleri nasıl oluşturulur?
  • Evlilik evre bilgisi
  • İlk gece kaygısı
  • Aile planlaması
  • Kök Aileler
  • Evdeki sorumluluk alanları
  • Bütçe…vb

Scott Peck, Aşk’ı tanımlarken; “bizi evlilik boyunduruğuna sokmak için genlerimizin oynadığı bir oyun” demiş. Mecnunsa Leyla’ya “Yüzbinlerce yarama şifasın, ama hastalığım da sensin” demiş. Kim ne derse desin aşkı seviyoruz ve evleniyoruz. Bu süreci daha özgür, daha güvenli, daha değerli, daha farkındalıklı yaşamak için ihtiyacınız olursa ki bence evlilik hazırlığındaki her çiftin vardır, evlilik öncesi danışmanlık alın derim.

Yapabilirim

Yapabilirim 150 150 dolunay

Doğduğumuz an itibariyle bizi birbirimizden farklı kılan şeyler var ki farklı insanlar oluyoruz. Bedensel özelliklerimiz, görüntümüz, ses tonumuz, kişilik özelliklerimiz vb.

Bazılarımız daha atak ve kararlı, hayata karşı daha cesur olurken, bazılarımız daha çekingen, tembel ve uyuşuk olabiliyor. Bizi birbirimizden bu kadar uç noktalarda farklı yapan şeyler ne diye sorduğumuzda; aile, yetiştirilme, genetik, toplum, ekonomik yeterlilik ya da yetersizlikler vb. diyebiliriz.

Bunu bir meyve üzerinden örneklersek; varsayalım hepimiz bir elmayız desek, cinsimiz, tadımız, görüntümüz bin bir çeşit…

Çeşit çeşit, renk renk, farklı boy ve lezzette elma var … Aynı insanlarda olduğu gibi! Bu çeşitlilik ve farklılık da “İnsanlık Ailesi”ni oluşturuyor bence!

Hepimizin tohumu aynı iken, aynı anne babadan doğsak bile farklı ve uç karakterler olarak yetişebiliyoruz. İnsanın içinde ve dışında pek çok dinamik, değişken bunu etkiliyor. Anne babanın davranışları, kullandığı kelimeler, eğitim modeli, yaşadığı travmalar, her çocuğun doğduğu zamanki ailenin ve çevrenin koşulları vb.

“Sen çocuksun bilmezsin, sen yapamazsın”

“O çocuk yapamaz, beceremez”

“Sen daha çocuksun!”

“Sen otur bir şeye karışma”

“Senin kafan basmaz, çirkinsin, kısasın, sesin karga gib,i sen sus bence” vb. hipnotik ve kişiliğin oluşum sürecinde kişiliği zedeleyen – etkileyen sözler ve davranışlarla büyüyen çocukların ileride daha çekingen, kaygılı ve kişilik bozukluklarına daha yatkın oldukları bilimsel bir gerçektir.

Bu tür hipnoza inanan çocuklar, ailelerine göre artık büyüdüklerinde, yani onlardan yapmaları, başarılı olmaları, ders çalışmaları, para kazanmaları, evlenmeleri, vb. beklendiğinde artık çok geçtir.

“Kilolu ve bakımsızım, aman boş ver kilo veremem ben, çabuk vazgeçerim, devamını getiremem, ısrar da yok bende, yapamam!”

“Hiç arkadaşım yok ve insanlara güvenmiyorum, ilişkileri yürütemem, çekingenim”

“Çalışıp ne yapacağım ki çok çabuk sıkılıyorum, bırakırım.”

“Erkek arkadaş mı, ben yapamam onunla, beğenmez ki beni!”

Anne babanın, konu komşunun, öğretmenin sesi yıllar sonra, ki çoğunlukla da genç yetişkinlikte ağızdan çıkmaya başlar. Davranışa yansır, kalbe oturur.

“Bizim kız/oğlan tembel, uyuşuk, ev işi yapmaz, odasını bile toplamaz, bana hiç yardımı yok, ben görevimi yapıyorum, ders çalış, kitap oku, spor yap diyorum yapmıyor, tembel bu tembel…” Kendini gerçekleştiren kehanet bu olsa gerek.

Tebrik ederim, haklı çıktınız anne babalar.

Ağaç yaşken eğilir diye atalarımız ne demek istedi acaba düşünürsek erken dönem çocuklukta çocuklarımızın geleceğini nasıl etkilediğimizi ve ne ekersek onu biçtiğimizi daha iyi anlarız.

Aklınızda olsun; yaşınız kaç olursa olsun, derinlerdeki inancınızı değiştirerek, kendinizi yeniden yapılandırabilirsiniz.

Yapamam dediğiniz pek çok şeyi YAPABİLİRSİNİZ.

 

Olsun öyle…

Olsun öyle… 150 150 dolunay

Çocuk doğurma isteği, bir evlat sahibi olma kararı çoğu çift için olmazsa olmazlardandır. İstenilen, beklenilen çocuğun istenilen zamanda dünyaya gelmemesi ise özellikle kadınlar için hayal kırıklığıdır.

Neredeyse doğduğu andan itibaren, oyuncak bebeklerle oynatılan, “Büyüyünce sen de anne olacaksın, kendi çocuklarını seveceksin, anne olunca anlayacaksın, bu en güzel duygu, çocuğun yoksa kadın değilsin” vb sözlerle büyüyen bir kız çocuğu için, gebe kalamamak çok zor bir deneyimdir.

Defalarca denenen aşılamalar, tüp bebekler sürecinde çiftin birbirine destek olmaları ve psikolojik olarak da güçlü olmaları gerekir ancak hiç destek almıyorlarsa uzun süren tedavi süreci kadının da erkeğin de ruh sağlığını yıpratır.

Kadınlar bir süre sonra evden çıkmak istememe, kabuğuna çekilme, devamlı tv izleme ya da ev işi yapma, gebe kadın ya da yeni doğmuş bebek görmeye tahammül edememe, arkadaşları ve çevresi bebek soruları sordukları için onlarla bağlantıyı koparmaya kadar giden bir durumun içinde bulurlar kendilerini.

Her şeyi ertelemeye başlarlar. Hayatı ertelerler.

Sporu ertelerler çünkü gebelikten sonra zayıflamak daha mantıklıdır onlara göre,

Kıyafet almayı ertelerler, gebelik ve doğumda olmayacaktır zaten aldıkları ve de yeni şeyleri haketmiyorlardır,

Eşleriyle başka konularda sohbeti bile azaltırlar çünkü bu konu çözülmelidir sonra diğerleri…

Yaz tatillerine gitmemek ya da dışarı çıkmamak için her şeyi yaparlar hem masraftır hem de ne gerek vardır.

Ve böyle böyle zaman geçer, stres gitgide artar, stresin artması üreme hormonlarını olumsuz etkiler, bu hormonların etkilenmesi ve stres hormonların yüksekliği tüp bebek denemelerini olumsuz etkiler.  Çift kendini nasıl çıkacağını bilemediği bir kısır döngüde bulur.

Oysaki hayatın akmasına izin verilse ve çocuk denemelerini yaparken hayata, işe, gezmeye ve çevreyle iletişime devam edilse, spor yapılsa, gıdalar farkındalıklı yense, tüp bebek sürecinde başarı şansı daha yüksek olur.

Ve tüm bu süreçlerde duygu kontrolü kalmıyorsa, istense bile hayata devam da zorlanılıyorsa psikolojik destek kaçınılmaz olmuştur. Ancak en iyisi bu aşamaya gelmeden süreci en başında destek almak ve güçlenmektir.

Dengeli, olumlu, farkındalıklı olarak bir bebeği beklemek ona giden yolda çifti her anlamda korur ve gebeliğe ve doğuma hazırlar.

Hayatı ertelemeden yaşamanız dileğiyle…

HIV’in farkında mısınız?

HIV’in farkında mısınız? 150 150 dolunay

 

HIV/AIDS konusu bundan 10 yıl öncesine göre daha az haber değeri taşıyor sanki medya açısından… İlgili bakanlıkların yaptıkları çalışmalarda da gözle görülür azalmalar var. Ya HIV’in yayılımı yavaşladı ya da medyanın bu konudaki merakı azaldı ya da cinsel eğitim tüm okullara yerleşti ve gençlerimize korunmayı öğrettik ya da korunmasız cinsel ilişkide kontrol sağlandı. Belki bunlar oldu ve ben haberdar olamadım!

15 yaş altı risk altında

Ancak 11 Temmuz tarihli Hürriyet Gazetesi’nin yaptığı haber HIV yayılımının hızla devam ettiğini ve artık 15 yaş altınında ciddi risk altında olduğu uyarısını yaparak riskin eskiye göre çok daha fazla olduğunu gösteriyor.

Cinsel eğitimin, korunma yollarına dair farkındalığın yeterince olmadığı ülkemizde, ergenliğin coşkusu ve merakıyla yaşanan korunmasız, kontrolsüz cinsel ilişkiler HIV/AIDS ve pek çok cinsel yolla bulaşan hastalıkla sonuçlanabildiği gerçeğini bir kez daha yüzümüze vuruyor.

Farkında olmadan onlarca kişiye bulaşabilir

HIV/AIDS ülkemizde hızla artan, kan yoluyla, anneden bebeğe, korunmasız cinsel ilişkiyle bulaşan bir salgın. Kişi taşıyıcı olduktan sonra yani HIV virüsünü bedenine aldıktan sonra yaşadığı korunmasız cinsel ilişkilerle başkalarına da bulaştırmaya başlar. Kişi kendinden kuşku duymaz ise HIV, 8 ile 10 yıl hemen hemen hiç belirti vermez ve en tehlikeli kısımda bence burasıdır; 14 yaşında korunmasız cinsel ilişki ile virüsü kapan bir genç eğer bir sebepten dolayı HIV testi yaptırmadıysa ve korunmasız cinsel ilişkilere devam ederse, 22 yaşına geldiğinde onlarca kişiye HIV bulaştırmış olabilir.

Son yıllardaki artış endişelendiriyor

Dünyada sınırların kalmadığı, vizelerin kalktığı, ülkelerin birbiriyle kaynaştığı, evlendiği dönemlerdeyiz. Avantajlar mutlaka var. Bu yazıda dezavantajlar beni daha çok ilgilendiriyor açıkçası. Dezavantajları düşününce de; korunmasız yaşanan cinsel ilişkilerin bedelini kimler öder diye düşünmeden edemiyorum. Verilere baktığımızda ülkemizde son yıllardaki artış, yıllardır bu konuya emek veren eğitimciler ve uzmanlar olarak hepimize endişe veriyor.

Gelecek nesilleri korumak adına hepimizin bir şeyler yapması gerekiyor. Yanlış bilgileri düzeltmek yapılacak eylem adımlarının temelini oluşturur bence.

HIV/AIDS homoseksüel hastalığı değildir, heteroseksüellerde daha yaygındır.
En çok korunmasız cinsel ilişkiyle bulaşır.
Herkesin başına gelebilir, zengin, yoksul, evli, bekar, çoluk-çocuk, ünlü-ünsüz…
HIV/AIDS kronik hastalıklar sınıfındadır. Yani ömür boyu uygun tedaviyi alarak yaşayabilirsiniz. Erken tanı önemlidir.
HIV virüsün adıdır, AIDS hastalık basamağıdır. Virüs bulaştıktan sonra 8/10 yıl belirti vermez.
Ağzınızda açık yara, diş eti kanaması yoksa sevgilinizle/eşinizle dilediğiniz kadar öpüşebilirsiniz. Kondom kullanarak cinsel ilişkiye girebilirsiniz.
Eğer HIV taşıyıcıysanız ve tedavi alıyorsanız size ait bilgiler şifreli bir şekilde saklanır, gizlilik ilkesi bu ülkedeki her hasta için olduğu gibi HIV(+)‘ler içinde geçerlidir. Her dert paylaştıkça azalır, HIV(+) gruplarla haberleşebilirsiniz ve yardım alabilirsiniz.

Daha detaylı bilgi için HATAM’ın ya da Pozitif Yaşam Derneği’nin web sitelerini ve HIV taşıyıcıysanız kendilerini ziyaret edebilirsiniz.

hıv,hiv,aids,homoseksüel,heteroseksüel,cinsel ilişki,korunmasız cinsel ilişki,cinsel yolla bulaşan hastalıklar