Hayata Dair

Benimle oynasana!

Benimle oynasana! 150 150 dolunay

Bir pazar günü kahve içmek için girdiğim kafede dışarda bir masaya yerleşip kahvemi spariş ettiğimde içerideki masada bir adamla 3-4 yaşlarında bir erkek çocuk dikkatimi çekiyor. Adam elindeki cep telefonuna gömülmüş, çocuğun önünde masada tablet bilgisayar. İçeriye lavaboya giderken gözlerim yeniden takılıyor masaya… Sahne hala aynı ve kısa süre de olsa çocukla göz göze geliyorum, garip ama sanki düşünce ve duygusunu alıyorum. ‘Yalnızım benimle ilgilensene, oyun oynayalım mı?’

Ve yine garip ama yanlarından geçip giderken kalbimde derin bir acı hissediyorum. Zihnim senaryoyu yazıyor: ‘Masada yan yana oturuyorlar, 3. kişi yok ve adam çocukla hiç ilgilenmiyor, boşanmış bir ailede babanın çocuğunu aldığı bir hafta sonu…’Kanıtım var mı yok! Sadece senaryo ve sadece varsayım!

Kendi zihnime ‘kendine gel’ diyorum, varsayalım boşanmış değiller yine de bu sahne hiç hoş değil diyorum kendi kendime. Görmeye artık çok alıştığımız, herkesin elinde telefonla yürüdüğü, yemek masalarında bile aile üyelerinden bile daha öncelikli hale gelen ve bizi robotlaştıran mobiller, tabletler…

Birbirimizle gerçekten ilgileneceğimiz zamanlar acaba gerçekten ilgileniyor muyuz yoksa hipnotik bir şekilde mobil dünyalarda mı yaşıyoruz? Sanal hayatın bizleri ele geçiriyor olması sadece beni mi düşündürüyor merak ediyorum! Ve özellikle çocuklarımızla oyun oynamayı, sohbeti, sadece senin için burdayım demeyi ne kadar sıklıkla yapıyoruz?

Pek çok anne-babayı dinliyorum ve neredeyse hepsinin dileği, isteği aynı… “Çocuğumun iyi insan olması, düzgün davranışları olmasını, başarılı, kibar ve saygılı olmasını vb istiyorum.”

Ben de onlara soruyorum. “Bunun için sizler davranışlarınızla model olmak için farkındalıkla neler yapıyorsunuz? Örneğin; evde cep telefonlarınızı vb. araçları nerelerde ve ne kadar sıklıkla kullanırsınız? Cep telefonu kullanımı ya da internette zaman geçirmeyle ilgili aile prensipleriniz var mı?”

Aldığım cevaplar çoğunlukla pek de iç açıcı değil. Evebeylerin yapamadıkları şeyleri çocuklarına kural olarak koyup yaptırmaya çalışmaları kadar gerçek dışı bir beklenti yok kanımca!

Cep telefonlarının aynı zamanda sosyalleşme araçları olduğunun ve yeni neslin farklı olduğunun ve tabii ki hepimizin yeni döneme ayak uydurmamız gerektiğinin farkındayım. Ancak burada dengeler bozulduğunda İNSAN da bozuluyor! İletişim kopuyor, birbirimizden uzaklaşıyoruz, özellikle çocukluk döneminde çocuğu olan evebeyler için çocuklarının çocukluk döneminde hem onlarla yaşayacakları anlar ve hem de öğretmeleri gereken değerler, davranışlar, tutumlar için başka şansları yok. Yani bazı anların ikinci tekrar yok!

Diyeceğin şu ki; ellerinizdeki telefonları evinize girince girişe bırakın ve sevdiklerinizle, sadece onlarla vakit geçirin derim. Vakit geçiyor hem de su gibi!

Ve çocuklarınızın sizlere sizlerin onlara nasıl da iyi gelebileceğinizi farkedin… HADİ !

Evlilik masalı

Evlilik masalı 150 150 dolunay

Geçenlerde hava alanında önümden yürüyen yaşları 25-28 civarı olduğunu tahmin ettiğim iki genç kadının konuşmasına mecburen kulak misafir oldum. Biri ‘Ben evlenmiş olmak için evlenmeyeceğim. Kendimi tanıyorum. Gerçekten seversem ve sevilirsem ve o kişiyle uyuşabilirsem bana kıymet veriyorsa ve kafalarımız tutuyorsa evlenebilirim. Değer türlü, yok annem istiyor, iyi çocukmuş, yok çocuk yapmalıymışım geç kalırmışım, yok koca şartmış, yok bilmeme ne…diye kendimi yakamam valla’ dedi… Diğer genç ise şöyle karşılık verdi: ’Ben muhteşem harika uyumlu olacağım bir kişinin olduğuna inanmıyorum. Hepsi birbirine benziyor erkeklerin. Mutlu evlilik zaten yok. Evlen gitsin işte çok düşünme. Uygun yaşa gelince ve de uygun bir koca bulunca evlenilmeli bence, çünkü toplumda koruyuculuğu var. Yüzüğü taktın mı kimse sana asılamaz, karışamaz, onun beyi var derler…. aman çok düşünüyorsun …’

Konuşma buna benzer açıklama ve savunmalarla devam ediyordu ki yollarımız ayrıldı. Yüzümdeki gülümseme uzun bir süre yüzümde yer etti… Düşüncelerim ise zihnimde…

Gerçekten de evlenmiş olmak için, rütbe için, para için, çocuk için, birileri evlen dediği için ya da öyle öğretildi diye tam emin olmadığın, aşık olamadığın biriyle evlenmek, bile bile lades demekti bence.

Evlilik; sevdiğin ve çoğunlukla anlaştığın kişi ile bile zaman içinde emek vermezsen, beslemezsen, zarar gördüğünde onarmazsan dağılabilecek bir kurum. Senin ailen- benim ailem, benim dediğim olsun-hayır benim ki olsun, ev işleri, çocukların doğumu ve büyüme süreçleri, kıskançlıklar, maddi manevi sorunlar, aldatma vb … konular devreye girdiğinde ise ayakta kalmak da zorlanır ya da sağlıksız devam eder.

Ve en çok da ‘Evlen de olmazsa boşanırsın’ cümlesindeki farkındalıksızlık beni düşündürüyor. Elbette elinden geleni yapmak, evliliğe, ilişkiye emek vermek ve mutsuzluk devam ediyorsa, sevgi alanı zarar gördüyse boşanmak anlamlıdır. Ancak bunu henüz evlenmeden ciddi sinyaller veren bir ilişkiyi evliliğe götürmek için kendini evlenmeye motive eden bir kişinin yaptığı davranış, mağzadan bir kıyafeti alıp beğenmiyorsan geri iade edebileceğini ya da değiştirebileceğini düşünerek çok da içine sinmeyen bir kıyafeti alma davranışıyla aynıymış gibi geliyor bana.

Çocukluğumuzdan beri ‘evliliğin gerekliliğini’ anlattıkları masallardan olsa gerek evliliği evcilik sanışımız ve girilmesi ve çıkılması kolay çocuk oyunuymuş gibi algılayışımız.

Sözün özü şu ki; evlilik kurumunu, kurumsal yapının gereklilikleri yerine getirildiğinde yaşanası, keyifli, hayatı zenginleştiren, getirilmediğinde ise kaçılası hayatı ızdıraba çevirebilen bir kurum.

Yani evlenmiş olmak için evleneceksiniz hiç evlenmeyin derim ancak ben yine de evleneyim anne babamı, toplumu mutlu edeyim derseniz tabiki hayat sizin karar sizin!

Çok sıkışır da bir destek isterseniz evlilik öncesinde ya da evlendikten sonra bizilere gelebilir, destek alabilirsiniz.

İçimdeki çocuk

İçimdeki çocuk 150 150 dolunay

Bir çocuğun gözünden baktın mı hiç dünyaya? Onun bedeninde olduğunu, onun gözlerinden cisimleri incelediğini, onun yaşına inip o yaşın algılarına sahip olduğunda neleri farklı ve nasıl görürdün, düşündün mü?

Çocukların dünyasından çevreme baktığımda sadece oyun ve merak görüyorum. Saatlerce aynı oyunu, aynı oyuncağı oynayabilen; çevreden gelen bir sese, uyarana gözlerini sanki ilk kez duyuyor-görüyormuşcasına dikkat kesilebilen, heyecanlanan bir çocuk!

Bir çocuk başka çocuğu gördüğünde ya da bir oyuncağı, yargı yok, yorum yok sadece oyun ve oyun arkadaşı var. Sadece paylaşılan an ve oyuncaklar var.

Yaşımız kaç olursa olsun hepimizin içinde bir çocuk olduğuna inanırız. Çılgınlıklar yaptığımızda, merakımızın peşinden gittiğimizde, keşif ve yaratıcılık peşinde olduğumuz anlarda, canımız dondurma çektiğinde ve yerken kendimizden geçtiğimiz anlarda, dikkatimizi bir nesneye odakladığımız, onunla o olduğumuz anlarda çocuğumuzu deneyimlediğimiz anlardır bence.

İçindeki çocuğu en son ne zaman yokladın, diye sorsam?

Nasıl, bir ihtiyacı var mı? Yanına oturup gözlerine baktın mı, gülümsedin mi yoksa en ufacık hatada kızdın mı, azarladın mı ve küstün mü ona?

Ruhumuzun bir köşesinde oturan çocuğumuz, bedenimiz kaç yaşına gelirse gelsin farkedilmek, sevilmek, ilgilenilmek ister. İçimizdeki çocuğu unuttukça yetişkin halimiz gerginlik, memnuniyetsizlik, bol şikayet ve bol stres ile konuşur da konuşur. Hele ona küstüysek veya o bize ya da “aaaa bu yaşta ne çocuğu ne saçma” diyorsak vay halimize! Kaşlarımızın arasındaki çizgilerin derinleşmesine bayağı emek vermişiz demektir.

O çocuğun gözünden baktığında ve deneyimlediğinde hayatı, sadece AN ve AN da ne yapıyorsan O var! Yemek yiyorsan sadece yediğin yemeğin tadı, yemek yapıyorsan dokunduğun ve doğradığın sebzeler, kokuları, hisleri, kitap okuyorsan sadece satırlar, yüzüyorsan sadece attığın kulaçlar ve deniz, işteysen sadece yaptığın iş ve ona ait detaylar, dikkat ve konsantrasyon.

Çocuğun gözlerinden bakmayı unuttuğun anlarda, zihninin hapishesindesinden düşündüğünde ve davrandığında ise yemek yerken aklın dünde ya da yıllar öncede olan bitende ya da telefonda, yemek yapıyorsan bıçağın acısı parmağında, kitap okuyorsan, geçmişin ya da geleceğe ait kaygılar seni tırmalarken bulursun kendini! Tabi fark edersen!

Kendime ve size önerim şudur ki; bol bol dondurma yiyin. Kendinizden geçercesine ve o an en önemli iş oymuşcasına, bol bol kahkaha atın ortalığı inletircesine, bol bol dikkat kesilin çevrenize ve doğaya karşı hep nazik ve meraklı olun, benden de selam söyleyin içinizdeki çocuğa.

Yapabilirim

Yapabilirim 150 150 dolunay

Doğduğumuz an itibariyle bizi birbirimizden farklı kılan şeyler var ki farklı insanlar oluyoruz. Bedensel özelliklerimiz, görüntümüz, ses tonumuz, kişilik özelliklerimiz vb.

Bazılarımız daha atak ve kararlı, hayata karşı daha cesur olurken, bazılarımız daha çekingen, tembel ve uyuşuk olabiliyor. Bizi birbirimizden bu kadar uç noktalarda farklı yapan şeyler ne diye sorduğumuzda; aile, yetiştirilme, genetik, toplum, ekonomik yeterlilik ya da yetersizlikler vb. diyebiliriz.

Bunu bir meyve üzerinden örneklersek; varsayalım hepimiz bir elmayız desek, cinsimiz, tadımız, görüntümüz bin bir çeşit…

Çeşit çeşit, renk renk, farklı boy ve lezzette elma var … Aynı insanlarda olduğu gibi! Bu çeşitlilik ve farklılık da “İnsanlık Ailesi”ni oluşturuyor bence!

Hepimizin tohumu aynı iken, aynı anne babadan doğsak bile farklı ve uç karakterler olarak yetişebiliyoruz. İnsanın içinde ve dışında pek çok dinamik, değişken bunu etkiliyor. Anne babanın davranışları, kullandığı kelimeler, eğitim modeli, yaşadığı travmalar, her çocuğun doğduğu zamanki ailenin ve çevrenin koşulları vb.

“Sen çocuksun bilmezsin, sen yapamazsın”

“O çocuk yapamaz, beceremez”

“Sen daha çocuksun!”

“Sen otur bir şeye karışma”

“Senin kafan basmaz, çirkinsin, kısasın, sesin karga gib,i sen sus bence” vb. hipnotik ve kişiliğin oluşum sürecinde kişiliği zedeleyen – etkileyen sözler ve davranışlarla büyüyen çocukların ileride daha çekingen, kaygılı ve kişilik bozukluklarına daha yatkın oldukları bilimsel bir gerçektir.

Bu tür hipnoza inanan çocuklar, ailelerine göre artık büyüdüklerinde, yani onlardan yapmaları, başarılı olmaları, ders çalışmaları, para kazanmaları, evlenmeleri, vb. beklendiğinde artık çok geçtir.

“Kilolu ve bakımsızım, aman boş ver kilo veremem ben, çabuk vazgeçerim, devamını getiremem, ısrar da yok bende, yapamam!”

“Hiç arkadaşım yok ve insanlara güvenmiyorum, ilişkileri yürütemem, çekingenim”

“Çalışıp ne yapacağım ki çok çabuk sıkılıyorum, bırakırım.”

“Erkek arkadaş mı, ben yapamam onunla, beğenmez ki beni!”

Anne babanın, konu komşunun, öğretmenin sesi yıllar sonra, ki çoğunlukla da genç yetişkinlikte ağızdan çıkmaya başlar. Davranışa yansır, kalbe oturur.

“Bizim kız/oğlan tembel, uyuşuk, ev işi yapmaz, odasını bile toplamaz, bana hiç yardımı yok, ben görevimi yapıyorum, ders çalış, kitap oku, spor yap diyorum yapmıyor, tembel bu tembel…” Kendini gerçekleştiren kehanet bu olsa gerek.

Tebrik ederim, haklı çıktınız anne babalar.

Ağaç yaşken eğilir diye atalarımız ne demek istedi acaba düşünürsek erken dönem çocuklukta çocuklarımızın geleceğini nasıl etkilediğimizi ve ne ekersek onu biçtiğimizi daha iyi anlarız.

Aklınızda olsun; yaşınız kaç olursa olsun, derinlerdeki inancınızı değiştirerek, kendinizi yeniden yapılandırabilirsiniz.

Yapamam dediğiniz pek çok şeyi YAPABİLİRSİNİZ.

 

Olsun öyle…

Olsun öyle… 150 150 dolunay

Çocuk doğurma isteği, bir evlat sahibi olma kararı çoğu çift için olmazsa olmazlardandır. İstenilen, beklenilen çocuğun istenilen zamanda dünyaya gelmemesi ise özellikle kadınlar için hayal kırıklığıdır.

Neredeyse doğduğu andan itibaren, oyuncak bebeklerle oynatılan, “Büyüyünce sen de anne olacaksın, kendi çocuklarını seveceksin, anne olunca anlayacaksın, bu en güzel duygu, çocuğun yoksa kadın değilsin” vb sözlerle büyüyen bir kız çocuğu için, gebe kalamamak çok zor bir deneyimdir.

Defalarca denenen aşılamalar, tüp bebekler sürecinde çiftin birbirine destek olmaları ve psikolojik olarak da güçlü olmaları gerekir ancak hiç destek almıyorlarsa uzun süren tedavi süreci kadının da erkeğin de ruh sağlığını yıpratır.

Kadınlar bir süre sonra evden çıkmak istememe, kabuğuna çekilme, devamlı tv izleme ya da ev işi yapma, gebe kadın ya da yeni doğmuş bebek görmeye tahammül edememe, arkadaşları ve çevresi bebek soruları sordukları için onlarla bağlantıyı koparmaya kadar giden bir durumun içinde bulurlar kendilerini.

Her şeyi ertelemeye başlarlar. Hayatı ertelerler.

Sporu ertelerler çünkü gebelikten sonra zayıflamak daha mantıklıdır onlara göre,

Kıyafet almayı ertelerler, gebelik ve doğumda olmayacaktır zaten aldıkları ve de yeni şeyleri haketmiyorlardır,

Eşleriyle başka konularda sohbeti bile azaltırlar çünkü bu konu çözülmelidir sonra diğerleri…

Yaz tatillerine gitmemek ya da dışarı çıkmamak için her şeyi yaparlar hem masraftır hem de ne gerek vardır.

Ve böyle böyle zaman geçer, stres gitgide artar, stresin artması üreme hormonlarını olumsuz etkiler, bu hormonların etkilenmesi ve stres hormonların yüksekliği tüp bebek denemelerini olumsuz etkiler.  Çift kendini nasıl çıkacağını bilemediği bir kısır döngüde bulur.

Oysaki hayatın akmasına izin verilse ve çocuk denemelerini yaparken hayata, işe, gezmeye ve çevreyle iletişime devam edilse, spor yapılsa, gıdalar farkındalıklı yense, tüp bebek sürecinde başarı şansı daha yüksek olur.

Ve tüm bu süreçlerde duygu kontrolü kalmıyorsa, istense bile hayata devam da zorlanılıyorsa psikolojik destek kaçınılmaz olmuştur. Ancak en iyisi bu aşamaya gelmeden süreci en başında destek almak ve güçlenmektir.

Dengeli, olumlu, farkındalıklı olarak bir bebeği beklemek ona giden yolda çifti her anlamda korur ve gebeliğe ve doğuma hazırlar.

Hayatı ertelemeden yaşamanız dileğiyle…

Cep belası

Cep belası 150 150 dolunay

Cep belası başlığını koyduğumda hangi konuda yazacağımı anlamışsınızdır diye tahmin ediyorum. Eskiden 7’den 70 diye bir tanım vardı; küçükten büyüğe herkes anlamında kullanılan. Son yıllarda toplumdaki cep telefonu üzerinden sosyal medya, oyunlar vb. kullanım yaş dağılımını ve sıklığını düşündüğümüzde bu tanımı 2’den 92’ ye diye değiştirmemiz gerekiyor galiba!

1990’larda dünyada kullanımı yayılmaya başlayan internet, beraberinde pek çok artıyı ve aynı zamanda pek çok sorunu ve değişimi de beraberinde getirdi.

Yolda, sokakta, evde, işte, trafikte, tv karşısında, hem cep telefonuna bakan hem de başka işler yapan insanlar görmek normalimiz oldu ne yazık ki! Cep telefonundan sosyal medya kullanmayan ya da mesajlaşmayan kişileri garipsiyoruz ve çağ dışı olarak yorumlayabiliyoruz.

Neredeyse her yaş grubunun elinde görmeye alıştığımız cepler çoğunlukla da ergenler ve gençler arasında kullanılıyor, onlar için cep demek internet demek, internet demek; sosyalleşmek, arkadaşlar, iletişim, keyif, haz alma, öğrenme, kaçma, rahatlama, zaman geçirme demek.

Sanal dünyayı bazen hayatın ta kendisi sanıyorlar

Gençler İnternet vasıtasıyla dünyanın pek çok yerinde arkadaşlıklar edinmekte, dostlar kazanmakta, bilgi ve veri akışı sağlamakta, dünyayı tanımaktadırlar. Yüz yüze kurdukları ilişkilerin benzerlerini internet üzerinde kurmakta ve bu sanal dünyayı hayatın devamı hatta bazen hayatın kendisi olarak görmektedirler.

Günlük hayattaki alışkanlıkların bazılarını, sevgiyi, aşkı, hayranlığı internetteki sanal ilişkilerinde de yaşamaya devam etmektedirler. Filmlerdeki, dizilerdeki karakterlere karşı oluşabilen hayranlık, aşk ya da onların gerçekmiş gibi olduğu algısı, internet üzerinden tanıdığı, sanal ilişkilerde aynı şekilde, gerçekmiş gibi oluşabilmektedir. Sanal ortamda başlayan ve biten ilişkiler sadece ergenler için değil yetişkinler için bile normalleşmektedir.

Ayrıca İnternet kullanımındaki artış ve vazgeçememe ve sınırsızlık; bağımlılık sınırlarını zorlamaktadır. Alkol ya da kumar bağımlığı için ön görülen tanımlar internet kullanımı içinde geçerli kabul edilmektedir. Yani internetin şuursuzca yani kontrolsüzce kullanımı artık bağımlılık kabul edilmektedir. Ör: sosyal medyadaki hesaplarını kontrol edemeden duramama, huzursuz olma, bir şeyleri kaçırıyormuş hissi, şarj biterse diye kaygılanma, telefonunu yanından ayıramama vb.

Gerçek hayattaki ilişkilere zarar veriyor

Ergenlerin sanal ortamda çok fazla zaman geçirmeleri, sosyalleşme, bir gruba ait olma ihtiyaçlarını sadece internette doyurmaları, gerçek hayatta yüz yüze kurdukları ilişkilere zarar verebilmektedir. İnternetin aşırı kullanımı, gencin yalnızlaşmasına, içine kapanmasına ve bunların sonucunda da yüz yüze kurduğu ilişkileri yürütmekte zorlanmasına, çabuk pes etmesine, sanal ortamdaki arkadaşlık ya da flört ilişkisini gerçek olarak kabulüne, cinsel suistimale vb. pek çok şeye neden olabilmektedir.

Tamamen yasaklanamaz

İnternet çağında internet kullanımını tamamen yasaklanamaz, bununla beraber, gençlerin ruh ve beden sağlıkları için onları kontrollü kullanıma motive etmek, onlara model olmak önemlidir.

Sanal dünya-gerçek dünya dengesi

Ergen çocuklarınızın internette geçirdikleri zamanın çokluğu ya da azlığından daha önemli bir şey; sosyalleşmek için gerçek hayatta neler yaptığına dikkat edin. Spor yapması, bir hobisinin ve merakının olması, arkadaşlarıyla yaptığı sosyal etkinliklerin varlığı, sizlerle kurduğu iletişim ve sohbetin kalitesi… Sanal dünya ile gerçek dünyayı dengeyle yaşayabilmesi onu olumsuz süreçlerden koruyacaktır.

 

Bayram gelir mi?

Bayram gelir mi? 150 150 dolunay

Bayram yaklaştı. Yine güzel dilekler dinleyeceğiz TV’lerden, büyüklerimizden. Yine elimizden geldiğince kutlayacağız Ramazan Bayramını; Küsler barışsın diyeceğiz, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpeceğiz, akrabalarımıza ziyaretler yapacağız, bol tatlı yiyeceğiz, şekerleri toplayacağız, çocuklara harçlıklar vereceğiz, bol güleceğiz. Bayram ya, birbirimize iyi davranacağız, üzmeyeceğiz hoş tutacağız… Tutacağız da ya sonra?

Ülkemize gerçek bayram ne zaman gelir? Dünyada gerçek bayram ne zaman kutlanır? Ülkede bu kadar insan ölümlerden acı çekerken, şehitlerimiz her an aklımızdayken ve sonu gelmezken ölümlerin, acıların, BAYRAM gelir mi bize acaba!

Dünyanın neredeyse her yanında kaos varken, terör insanların canını acımasızca alırken, neden öldüler dediğimizde ‘kurgulanmış saçma ve acımasız örgütler’ yüzünden demek insanı en çok çaresiz ve öfkeli hissettiriyorken, Bayram ne demek diyor bir tarafım…

Kim daha güçlü diye soruyorum kendi kendime; İnsanın insana dair, yaşama dair sevgisi mi yoksa insanın GÜÇ’e dair sevgisi mi? Ülkeler arasında ki var olma savaşının DİN’ler üzerinden dini kullanarak yapılması, kendi bekalarını başka ülkelerdeki canları hiçe sayarak yapmaları bana hep sorgulanmaya muhtaç gelmiştir.

Dünyada oynadığımız oyunun adı birlik oyunu olsa ne güzel olur.

Ülkeler hep birlikte oturup ihtiyaçlarını saptasa ve dünya nimetlerini, madenleri, suları, gıdaları vb. nasıl eşit ve adil paylaşırızın yollarını arasa, bilimsel çalışmalar üzerine kafa yorsak hep beraber, İNSAN olmanın yollarını tartışsak, okullarda İNSAN ‘a dair DEĞER’lere dair, ERDEM’e dair dersler olsa, gerçekten İNSAN olmayı hedef edinsek, gerçek mücadele bu olsa, kültürler arası paylaşım çalışmaları yapsak mesela, tanısak her ülkeyi, tanısak her kültürü, tanısak birbirimizi, hikayelerimizi dinlesek, öldürmeye devam edebilir miyiz hala? Her yapılan şey, İNSAN’a yakışır bir şekilde nasıl yapılır diye sorsak, doğaya ve dünyaya duyarlı nasıl yaşarız temel kaygımız olsa… Savaşlar sürer mi yine de?

Daha iyi yaşamak, daha çok elektrik tüketmek, daha çok enerji için, daha çok eşya, daha çok daha çok… Kapitalist sistemin devamı için, daha çok tüketmek lazım, ‘DAHA ÇOK İÇİN’ daha çok insan ölecek, daha çok kan akacak ise her daha çok da başka insanın kanı canı varsa, insanın boğazından nasıl geçer yedikleri?

Dünya ne zaman yaşar BARIŞ’ı, insan ne zaman İNSAN olur?

Dünya, BARIŞI yaşadığında, İNSAN, GERÇEK İNSAN olduğunda, BAYRAM işte o zaman bayram!

O güne kadar şimdilik duamız olsun; Barış olsun, sevgi olsun, neşe olsun, adalet olsun, dürüstlük olsun, olsun…

Bayramınız kutlu olsun…

Oh be boşandım!

Oh be boşandım! 150 150 dolunay

Evlilik kurumunda; uyum, sevgi, kabul, saygı vb. değerler aile birliğinin sağlıkla devam edebilmesi için olmazsa olmaz değerlerdendir. Birbirinin varlığına saygı ve tolerans azalırsa, sevgi kuş gibi uçar giderse, tahakküm kurma talepleri coşarsa, sınırlar hapishane demirlerine dönerse, sanmayın ki bu kurum sağlıklı bir şekilde devam eder.

Evliliği zorlayan ve evin duvarlarını zedeleyen ya da yıkan en önemli konular; şiddet, aldatma, üçüncü şahıslar, kök aileler, özensizlik, kıskançlığın patolojik boyutu vb. olarak sıralayabiliriz.

Evlendiğimde böyle değildi

“Evlendiğimde bu adam/kadın böyle değildi. Çok gülerdik, eğlenirdik, iyi anlaşırdık, biz farklı bir çift olacağız, bizim evliliğimiz diğerlerine benzemeyecek derdik” vb. sözler kötü giden bir evlilikte çok duyulan ifadelerdendir.

Evlendikten sonra erkeğin ya da kadının birbirini üzerinde tahakküm kurmaya çalışması, kıyafete karışmalar, görüşülen arkadaşları eleştiriler, yasaklamalar, ne kadar güzel gülüyorsunların, dışarda dikkatli güllere döndüğü, kişilerin benlik alanlarını zorlayan ve kişiyi var olduğu kişiden başka birine dönüştürmeye çalışan yönlendirmeler bir yerden sonra hayatın tadını tuzunu kaçırabilir.

Eğer zorbalığı yapan kişi durmazsa ya da çift beraber daha ılımlı ve pozitif tarafa yönelmezse çoğu çift için boşanma düşüncesi ve eylemi kapıya dayanır.

Zorbalığa uğrayan kişi için iki yol vardır; ya kendi olmayı tercih edecektir ve boşanacaktır ya da eşinin istediği kişi olarak kendinden vazgeçecektir.

Biz olmaya çalışmak kendinden vazgeçmek değildir

Elbette ki evliyken çift olarak hayatın önemli bir kısmını deneyimler insan ve elbette ki BİZ olmak için birbirine uyumlanmak önemlidir. Ancak bu kendinden vazgeçmek değildir. Kendi olabilen çiftler BİZ olurlar, uyumlanırlar.

Uyumlanamayan çiftler ise maddi ya da manevi kaygılar nedeniyle ya o şekilde yaşar ya da ayrılır. Eğer ilişki kangren olmuşsa tüm çabalara rağmen sevgi alanı beslenmiyorsa, boşanmak daha sağlıklıdır. “Boşanmak kötüdür, çocuklar var, bizim ailede kimse boşanmadı ya da annem babam çok üzülür” vb. kaygılarla evliliği sürdürmeye çalışarak çiftin birbirine eziyet etmesi, dünyadaki cehennem gibi bile tanımlanabilir çoğu zaman!

Oh be boşandım!

Baskı, zorbalık vb. nedenlerle boşanan ve kendini yeniden yapılandırmaya çalışan kişilerden çok duyarız: ‘OH BE BOŞANDIM ’ . Bu aslında özgürlüğün ne kadar güzel olduğu, gerçek özgürlüğün kendin olmak olduğuna dair farkındalıkları içeren bir ifadedir. Çok şükür demektir, hayat devam ediyor demektir, istediğimi giyerim, istediğimi yer içerim istediğimle görüşürüm, kendi namusumu kendim korurum, demektir.

Umarım evlilikler, ilişkiler; özgürlük, güven, sevgi, tolerans vb. değerler üzerine kurulur ve bu değerlerden beslenir. Ancak o zaman yaşanabilir olur, insana yakışır olur.

Bir yastıkta kocamak

Bir yastıkta kocamak 150 150 dolunay

Büyüklerin yeni evlilere duasıdır; ‘Bir yastıkta kocayın’.

Büyüklerimiz için derin ve bayağı köklü bir duadır bu! Ancak yeni dönem evliler için kuru bir laf kalabalığı olarak gelebilir. Anlamını anlamak için birazcık düşüncede derinleşme birazcık da deneyim gerekir kanımca!

Bir yastıkta kocamak deyince gözümün önüne anneannemin evindeki büyük çift kişilik kocaman beyaz, kenarları kanaviçe işli yüksek yastıklar geliyor. Bu yastık, üzerinde düşünürken evlilik ve ilişkilerle ilgili farkındalıklar yaşatıyor bana!

Evlilik; iki farklı cinsiyetin ve karakterin aynı ev içinde uyumlanmaya çalıştığı hayat deneyimi ise, uyumlanmaya başlamak aynı yastık yüksekliğinde uyumaya adapte olmakla başlıyormuş eskiden diye düşünüyorum.

Evliliklerde BİZ olmak kadar BEN’leri korumak ve yaşamak da çok önemli olduğundan mıdır yoksa iki ayrı yastıktan kapitalist sistem daha çok kazandığından mıdır bilinmez şimdilerde yastıklar ayrı, herkes kendi boyun konforuna uygun yastık tercih ediyor. Hatta ayrı yataklarda uyumak ayrı odalarda uyumak bile söz konusu artık!

Aynı yatakta bir başkasıyla uyumak ki bu sevdiğin kişi bile olsa başta çok güzelmiş gibi gelse de pek kolay bir alan değil. Yanında başka birinin yatıyor olması çoğu insan için alışılması zor durumlardan. Uyku, bilincin olmadığı, bedenin dinlendiği bilinçdışı bir zaman dilimi. Uyku zamanında bedenin aldığı pozisyonlar, hareketler, çıkarılan sesler vb kontrolü pek de mümkün olmayan süreçler. Çiftlerin uyku döngüleri, uyku alışkanlıkları birbirinden farklı ise, seslere, hareketlere duyarlılık dozları farklı ise bayağı eğlenceli adaptasyon süreçleri çifti bekliyor demektir.

Uyku alanında kendini güvende hissetmek uyku kalitesi için yatak, yastık konforu kadar önemli. Kaliteli uyku için güvendiğin kişiyle güvenli alanda uyumak ilişkinin huzuru için olmazsa olmazlardan kanımca! Güven olmayan ve birbiriyle pek de anlaşamayan huzursuz evlilikler için aynı yatakta uyumaya devam etmek en zor işlerden. En ufak tartışmada yataktan giden kişilerden misiniz yoksa yaşanan tüm zorluklara, kavgalara rağmen yatakta kalıp beraber uyumaya çalışanlardan mı? İlişkiler zor günler geçirir bazen iğne deliğinden geçer… Tüm zorluklara rağmen sevgi ve güven devam ediyorsa aynı yatakta uyuma deneyimi çifttin BİZ alanı için önemlidir. O yüzdendir belki büyükler ‘yatağı terk etme’ der çocuklarına, biz uzmanlar ise kavgalı bir çiftin durumunu anlamak için ‘Aynı yatakta mı yatıyorsunuz’ diye sorarız! Tüm zorluklara rağmen aynı yatağı paylaşmak bir ilişki için BİZ alanı için UMUDUN varlığıdır. Bunu istisnai yapan tek süreç aldatma durumlarıdır. Aldatma tamamen farklı dinamikleri beraberinde getirir ki bu konuya burada girmeyeceğim.

Büyük tek bir yastıkta uyumak mı çifti daha çok uyumlu kılar ya da ayrı iki yastıkta uyumak mı bunun cevabını bilemiyorum ancak ‘Bir yastıkta kocayın’ın anlamını kavrarsak ilişkilerde bize yardımı olur diye düşünüyorum.

Sözün özü ‘Bir yastıkta kocayın’ın bence kısaca anlamı;

Bir ömür boyu aynı yastığa baş koyun, iyi günde kötü günde birbirinize destek olun, mahremiyetinizi kendinizde tutun, birbirinize sadık olun, aşkın ve sevginin gücüne inanın, sevdiğini değiştirmeye çalışmadan pozitiflerine odaklanın ve bilin ki uyumlanmak süreç içinde olacaktır.

Şimdi gidin kocaman TEK bir yastık alın! Tabii ki bulursanız 🙂

Ailelere ve sınava girecek gençlere TEOG öncesi öneriler

Ailelere ve sınava girecek gençlere TEOG öncesi öneriler 150 150 dolunay

Temel eğitimden orta eğitime geçiş sınavı olan TEOG’un ikinci dönem sınavı bir kaç güne yapılıyor. 14-15 yaş grubu gençlerin geleceklerini, eğitim planlarını temelden etkileyen sınavlardan biri olan TEOG o yaş grubunun kaldırmakta zorlanacağı stresi de beraberinde getiriyor.

Sınava hazırlanma döneminde stres hormonunun yüksek salınımına maruz kalan ergenin ruh dünyası ve biyolojisi bundan olumsuz etkilenmekte, bir de ergenlik değişim özellikleri bu sürece eklenince aileler ve çocuklar için zorlayıcı olabilmektedir.

Ailelere ve sınava girecek gençlere sınavdan önce küçük öneriler;

Gençler;

  • Sınava girmeden bir gün önce ders çalışmayı bırakın.
  • Sınavdan bir gün önce bedenen rahatlayacağınız, hoşunuza giden etkinlikler yapın. Ör: açık havada kısa gezintiler, arkadaşlarla kısa buluşmalar, vb.
  • Sınavdan önceki gece hafif yemek yiyin, güzel bir duş alın ve güzel bir uyku çekin.
  • Sınava giderken rahat kıyafetler giyin ve kahvaltınızı güzel yapın.
  • Sınava girerken ve sınavda nefes almayı hatırlayın, dikkatli ve odaklı olmayı kendinize hatırlatın.
  • Sınavdan sonra sınav sorularının cevapları açıklanmadan arkadaşlarınızla pek de yorum yapmayın.
  • Ertesi gün bir sınav günü daha sizi bekliyor bu nedenle eve gidin ve dinlenmeye çalışın. Tüm yorumlar için bu iki sınavın bitmesini bekleyin.

Anne Babalar;

  • Çocuğunuzu arkadaşlarıyla kıyaslamayın. Bunun bir yarış olmadığını sadece kendi başarısına odaklanması gerektiğini hatırlatın.
  • Her fırsatta bu sınavda ne olursa olsun onu sevdiğinizi söyleyin.
  • Onu suçlayıcı, cezalandırıcı konuşmayın.
  • Çocuklarına güvenirseniz onlarda kendilerine güvenirler. Onlara güvenin ve bunu onlara söyleyin ve öyle davranın.
  • Ve bu sürecin sadece bir sınav süreci olduğunu hatırlayın. Çocuğunuz da siz de elinizden geleni yaptınız. Rahat ve sakin olun ki çocuğunuzda öyle olsun.

TEOG’a girecek tüm gençlere başarılar dilerim.