Hürriyet Aile

İnsan Nereye Saklandı?

İnsan Nereye Saklandı? 150 150 dolunay

Adam önce kaç yıllık karısını sokak ortasında, herkesin gözü önünde silahla vurarak öldürüyor, sonra da kendini… Ve bunu biz 10 yaşlarında gürbüz bir erkek çocuğun ağzından öğreniyoruz televizyon haberlerinden.

Sevgili muhabir arkadaşlar olayı anlatması için görgü tanığı olan bu çocuğu seçmişler… Çocuğun sesi kulaklarımda “Adam kadının kafasına sıktı…” Yüzü gözümün önünde “ sanki çok keyifli bir macera filmi izlemiş gibi, keyifli ve neşeli…”

Sokaklarda öldürülmesi, dövülmesi, aşağılanması normalleşen kadınlarımızın sorunlarını mı, eşine bu kadar insafsızca kıyabilen adamın nasıl bu hala geldiğini mi, bu vahşeti sanki film anlatır gibi anlatan çocuğun ruh sağlığını mı, bu haberi bu kadar sorumsuzca haber yapan gazeteci arkadaşların habercilik anlayışını mı yoksa tüm bunları izleyen ve yaşadığı çaresizlik hissiyle ne yapacağını bilemeyen ben ve benim gibi insanların durumunu mu düşünsek ?

Biz hangi ara insanlığımızı kaybettik diye düşündüm, net bir tarih bulamadım. Bir gün de olmadı, uzun bir sürecin sonucunda oldu. Pek çok Avrupa ülkesinde MEDYA da cinayet, kaza gibi trajik olayların görüntülerinin bu kadar açık açık yayınlanması yasaktır. Haberlerde haber değeri taşıyan şey olaya ait bilgilerdir sadece… Kanlı canlı görüntüleri, çığlık sesleri değil, çünkü bilinir ki bu tür haberlerin görüntülerinin yayınlanması ya da dizilerde bu kadar vahşetin olması çoluk çocuk herkesi olumsuz etkiler. Alt beyin şiddet görüntülerini gördükçe, olayları dinledikçe şiddeti normalleştirir, duyarsızlaşma, yabancılaşma başlar, önce topluma sonra kendine…

Bu ne mi demek? Eğer bizler çocuklarımıza şiddetin, insanlığın bitişi olduğunu öğretmezsek, eğer bizler çocuklara sevgiyi, merhameti, şefkati, paylaşımı öğretmezsek, eğer bizler çocuklarımıza kadın erkek hepimizin eşit olduğunu, Tanrının hepimizi tam ve eşit sevdiğini, Tanrının sevgi demek olduğunu öğretmezsek, pek çok kadın, genç kız, çocuk ölmeye devam edecek ve insan kaybedecek demektir.

Çözüm önerilerimden bazılarına gelince (ruhsal, toplumsal, ekonomik, siyasal pek çok açısı olan bu konuda birkaç temel noktaya değinebileceğim sadece);

  • Habercilik anlayışımızın sorgulanması ve gerçekten “HABER” nedir? Haber kimin için yapılır? Haberleri yaparken istediğimiz sonuç tablosu nedir?” gibi pek çok etik ve ahlaki değerin sorgulanması ve yeni değerlerin oluşturulması çalışmalarının yapılması (Lütfen beni yanlış anlamayın, gazeteci değilim bu tür eğitimleri bilemeyebilirim, psikoloji kökenli ve insan üzerine çalışan biri olarak görüşlerimi paylaşıyorum, ortada gördüğüm büyük bir yanlış var, yazma nedenim budur).
  • Ana haber bültenlerine, bazı sabah ve gündüz programlarına da 7 yaş üstü uyarılarının konması.
  • İnsanların kendi değerlerini sorguladıkları çalışmalar yapılması, İNSAN çalıştayları, değerlerimiz konulu paneller, programlar yapılması, okullarda İNSAN dersinin müfredata yerleşmesi ve sevgi, şefkat, merhamet, adalet, hoşgörü, paylaşım, barış, dostluk, çalışkanlık, güven…vb değerlerin interaktif tekniklerle çocuklarımıza öğretilmesi.
  • Din Kültür ve Ahlak dersleri gibi çocuklarımıza dini ve insani değerlerin anlatıldığı derslerin içeriklerinin gözden geçirilmesi, bu derslerin içeriklerinin oyunlarla çocuklara aktarılması ve korku ve ceza temelli değil sevgi temelli olmaları.

Çok şey mi istiyorum? Aklımdan geçirip de yer yokluğundan yazamadığım istediklerimi duymadınız henüz… Bu güzel ülke için daha çok şey diliyorum ve talep ediyorum.

Çocuklarımıza öğretmenin ilk adımı, önce bunları kendimizin fark etmesi ve uygulamasından geçer bence, biz büyükler birazcık kendimizi sorgulasak mı acaba?

Benim değerlerim ne? Ben kendimi kendime tanıtacak olsam nasıl tanıtırım? Sevgiyi, şefkati, merhameti, neşeyi, yaşadığımı nasıl bilirim? Özde mi yoksa Sözde mi seviyorum? Her şeyin bir karşılığı olmalı mı, karşılıksız vermeyi, koşulsuz sevmeyi, takdir etmeyi biliyor muyum?

Adalet deyince ne anlıyorum? Kime göre neye göre adalet? Bağışlamak deyince neyi anlıyorum? Kendimi bağışlamam gereken konular var mı? Bağışlamanın, insanları hoş görmenin iyileştirici gücünü biliyor muyum?

İNSAN her an değişen, gelişen, büyüyen, mayasında sevgi olan sonsuz bir varlık… Bence bir ülkeyi kalkındırmanın ilk koşulu insana yatırım yapmaktan ve onu maddi, manevi yetiştirmekten geçer. Umarım ki en kısa zamanda, aileler evlatlarına yatırımın sadece okul ve kurs masraflarını karşılamak, üst baş almak, araba almaktan ibaret olmadığını algılarlar…

İNSAN’ ın saklandığı kendi içinden en kısa zamanda çıkması dileğimle…

Sevgiyle…

Vajinismus

Vajinismus 150 150 dolunay

Evlilik sezonu açıldı. Son dönemde pek çok düğün haberi alıyoruz, seviniyoruz. Bu aylar düğün ayları ve yeni kurulan yuvalar var. Pek çok çift evlilik okulu için kayıtlarını yaptırıyorlar ve gönüllü olarak kaydoldukları bu okulda yaşayacaklarına “evet” diyor.

Sevdiğimiz ya da birlikte olduğumuz kişiyle evlendiğimizde her şeyin iyi gitmesini umut ederiz ancak bazen ilk geceden sonra evlilik hayatının sürprizlerle dolu olduğunu fark ederiz. Vajinusmus çoğu kez ilk cinsel ilişki deneyiminde fark edilir ve çift için çoğunlukla beklenmedik bir durumdur.

Vajinismus sorunu yaşayan çiftlerde tam birleşmeyi deneyecekleri an kadında kontrol dışı kasılmalar, bacağı kapatma davranışı, kalçasını kaçırma gibi istenmeyen ve girişe izin vermeyen davranışlar görülür.

O ana kadar her şey çok iyidir ama o an sihir bozulur.

“Hadi deneyelim” dendiği anda ya da penis vajinaya yaklaştığında vajen girişindeki pelvik kaslar kontrol dışı kasılır ve cinsel girişe kişi izin veremez. Kadın, kasılmalar üzerinde hiçbir şekilde kontrol sağlayamadığını ve istese bile bacaklarını açamadığını düşünmektedir. Tamamen psikolojik bir sorundur. Ve tedavisi mutlaka bu konuda çalışan cinsel terapistler tarafından yapılmalıdır.

Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, penisin girişi anında “acı çekme”, “aşırı kanama” olacağına dair korkular vajinismus sorunun kökeninde yatar.

Vajinismus ülkemizde çok sık görülen ve çifti çaresiz bırakan bir cinsel işlev bozukluğudur. Özellikle kadın, hiçbir zaman bu sorunu aşamayacağını düşünür fakat eğer doğru terapi yöntemi uygulanır ise tedavisi en kolay olan cinsel işlev bozukluğu vajinismustur. Bunu yaşayan kadınlar buna pek inanmak istemezler ama gerçek budur, yeter ki çözmeye niyet etsinler.

Vajinismus bir erteleme sorunudur. Kişi kendini gün içinde cinsel birleşmeye hazırlar ve “Kesin bu akşam yapacağım” der, ancak o an geldiğinde “Hayır, sonra yaparım, şimdi değil” derken bulur kendini ve bu şekilde günler, aylar ve hatta yıllar geçer.

Aslında doğru adreslere gelindiğinde çözülebilecek bir sorundur vajinismus. Fakat ne yazık ki vajinismus sorununu yaşayan çift doğru adresi bulununcaya kadar çok acı deneyimler yaşayabilmektedir. Bekaret zarının alınması, vajen girişinin gerekmediği durumlarda dahi genişletilmesi, kas gevşetici giderici krem ya da ilaçlar, 1-2 seans da çözüm vaatleri, maddi sömürü…Tüm bunlar bilim adına yapılan ama bilimle hiç alakası olmayan ve en acısı tedavi sürecinde hiçbir yardımı olmadığı gibi tersine zararı olabilen ve insanların uzmanlara inancını azaltan uygulamalardır.

Vajinismus sorunu yaşayan çiftlerde genellikle eşler arasında iyi iletişim, uyum ve saygı gözlemlenir. Sevgileri tamdır, çoğunlukla cinsellikten keyif alırlar sadece birleşmeyi gerçekleştiremezler. Bence vajinismus çiftler, cinsel birleşmeyi gerçekleştirebilen ama sevginin saygının azaldığı, cinsel keyfin tek taraflı yaşandığı ya da rollerin yapıldığı ilişkilere göre çok daha mutlu ve şanslı çiftlerdir.

Eşler arasında şiddet, sevgi, uyum, iletişim, anlayış sorunları varsa vajinismusun tedavisi zorlaşır.

Birbirini seven ve yardım eden çiftler her sorunun üstesinden gelecekleri gibi vajinismusunun da üstesinden gelirler. Sizin sevginiz ve inancınız sorunun çözülmesinde çok önemlidir.

Vajinismus sorununu yaşayan çiftlere derim ki,

* Birbirinize karşı sabırlı ve anlayışlı olun.

* Birbirinizi sevdiğinizi her fırsatta söyleyin ve gösterin. Tedaviyi kolaylaştıran en önemli unsur karşılıklı sevgi ve saygısıdır.

* Olaya mizahi açıdan bakmaya ve gülme fırsatlarını değerlendirmeye çalışın.

* Eğer yeni evliyseniz (2–3 aya kadar evli olanlar) cinsel birleşmeyi denemeyi bırakıp, yatakta bol bol çıplak zaman geçirmeyi, birbirinizi keşfetmeyi ve keyif almayı deneyin.

* Daha uzun evlilik ya da birlikteliklerde mutlaka bir cinsel terapistten yardım isteyin.

* En önemlisi olumlu düşünün ve bu sorunu çözeceğinize inanın.

İnanmak çözümün anahtarıdır…

Sevgiyle…

 

Evlilik mi? Evcilik mi?

Evlilik mi? Evcilik mi? 150 150 dolunay

Scott Peck, Aşk’ı tanımlarken; “Bizi evlilik boyunduruğuna sokmak için genlerimizin oynadığı bir oyun” demiş. Mecnun ise Leyla’ya “Yüzbinlerce yarama şifasın, ama hastalığım da sensin” demiş.

Aklımız erdiğinden beri çevremiz tarafından bir gün evleneceğimiz ve çocuk sahibi olacağımız bize söylenir. Evcilik ile başlar evlilik hazırlıkları…

Evlenmek ve çocuk dünyaya getirmek değişmez bir kanundur sanki ama kimse bize evlilikle ilgili eş seçimiyle ilgili ya da çocuk büyütmenin yollarıyla ilgili nelere dikkat etmemiz gerektiğini söylemez. Aşık olmak, sevmek yeterli midir evlenmek için, yeterliyse neden boşanmalar oluyor? Ülkemizde her iki evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyorsa bir yerde bir şeyler yanlış gidiyor demektir.

Anne babalarımızın ya da anneannelerimizin evliliğe bakışlarıyla son dönemde evlenen çiftlerin evliliğe bakışları birbirine taban tabana zıt. Büyüklerimiz “iyi günde kötü günde birlikteyiz” ve “kol kırılır yen içinde kalır” derken yeni nesil daha evlenirken “olmazsa boşanırız” , “benden değerli ve önemli kimse yok” demektedirler. En ufak sorunlarda bile boşanmayı çözüm olarak görmektedirler. Bazıları evcilik oyunu zanneder evlilik okulunu!

Eğer niyetiniz kendinizi keşfetmekse, insan olma yolculuğunda ilerlemekse, olgunlaşmak ve büyümekse en iyi okul evliliktir…

Yaşadığınız sorunlar karşısında şikayet etmek yerine, bakış açınızı değiştirmek, “Bu sorun bana ne kazandırdı? Ne öğrendim?”, “Beni anlamıyor” yerine “Kendimi nasıl ifade edebilirim?” diye sormak, ilişkinizi olumlu yönde ilerletir. Öğrenecek ve kazanacak çok şey var aslında ilişkilerimizden.

Evleneceğiniz kişiyle konuşabilmek, sohbet edebilmek, birbirinize saygı duymak çok önemlidir. Ortak zevklerinizin olması, birlikte zaman geçirmekten keyif almanız ama birbirinize yalnız kalmak içinde fırsatlar yaratmanız ilişkinizi rahatlatır, sağlamlaştırır. Ömürlük ilişkiler için eşlerin kendi keyif aldıkları şeyleri yapmaya devam etmeleri tavsiye edilir.

En önemli konulardan biri de ilk gecedir. Evlenmeden önce ilk gece ve aile planlaması yöntemleri hakkında bilgi sahibi olmak mutlu bir cinsel yaşam konusunda çiftleri destekleyecektir. İlk geceye gereğinden çok önem vermek, yanlış bilgilere sahip olmak, korkmak, endişelenmek olumsuz sonuçlara neden olabilir. Ör: Kadınlarda vajinismus, ağrılı cinsel ilişki, erkeklerde ereksiyon sorunları gibi…

Her iki taraf için de önemli olan ilk cinsel birliktelik, karşılıklı sevgi ve hoşgörüyle rahatça yaşanabilir. İletişimi doğru kurmak, kendimizi karşı tarafa doğru ifade edebilmek ve dinleyebilmek, kaygılarımızı, meraklarımızı paylaşabilmek, birbirimizi keşfederken sabırlı ve sakin olmak bu süreçte çiftlere yardımcı olur.

Evlilik pek çok yeni kimlik oluşumu demektir. Eş, gelin, damat, ev kadını… Tüm bu yeni kimlikler bir anda kişilerin hayatına girdiğinde dengeleri kurmakta zorlanmaları ve bocalamaları doğaldır. Çevremizden öğrendiklerimizle ve gördüklerimizle bu yeni rollere adapte olmaya çalışıyoruz.

Çiftlerin evlendikten sonra uymakta zorlandıkları ve en çok kavga ettikleri konulardan biri de ailelerdir. Bilmeniz gerekir ki evlendikten sonra ikinizin ailesi çekirdek ailenizdir ve bu aile içinde yaşananlar ikiniz arasında kalmalıdır, annelere babalara evinizle ilgili bilgi aktarmak, kavgalarınızı yansıtmak uzun vadede evliliğinize zarar verir. Ayrıca her ailenin kültür ve yapısı farklı olabilir, bu yüzden eşinizin ailesini kendi ailenizle kıyaslamamanız gerekir.

Evlililkte maddiyat da önemlidir tabii ki… Bütçeyi birlikte yapmanız her ay gelir gider dengenizi konuşmanız, birbirinize bu konuda açık olmanız ailenizin maddi refahını sağlar.

Evlilik uzun bir yolculuktur. Bu yolculukta çiftler her mevsimi yaşayabilir. Önemli olan bu mevsimleri birlikte sevgi ve saygıyla geçebilmektir.

“Sorunsuz çift sorunludur” demişti bir hocam. Farklı iki ailede yetişen farklı iki insan, farklı iki cinsiyet aynı eve girdiklerinde sorun çıkmaması imkansızdır. Önemli olan sorunun çıkması değil sorunun çözümünde doğru ve etkin yöntemler kullanmaktır.

Her sorun kendi çözümünü yaratır, bazen kolay bazen zordur çözümü bulmak. Ama mutlaka çözümü vardır. Evliliklerde yaşanılan zorluklar eşler görmeyi bilirlerse çok şey kazandırır. Eğer yardıma ihtiyaçları varsa da bunu dile getirebilmeli ve uzmanlardan destek alabilmelidirler.

Çiftler sorun yaşadıkları süreci lehlerine çevirmeyi bilirlerse birbirlerine sevgileri ve bağlılıkları artar. İnsanın değişmez olduğu çok eski bir hikaye, artık biliyoruz ki insan istedikten sonra değişebilir, ancak kendi isterse kendini değiştirebilir başka biri onu değiştiremez. Evcilik oyunundan Evlilik okuluna, “Ben”den “Biz”e giden yolda Sevgi, Neşe, Dostluk, Sağlık, Bolluk, Paylaşım ve Farkındalık hep Sizlerle olsun…

Sevgiyle Kalın…

Gelin Gerdeğe Girer, Şimdi Nereye Gider?

Gelin Gerdeğe Girer, Şimdi Nereye Gider? 150 150 dolunay

“Gelin gerdeğe girer, eşiyle tam ilişkiye gerecekken ağlamaya başlar.

Eşi şaşırır, ne olduğunu anlayamaz ve sorar; “Ne oldu, yanlış bir şey mi yaptım?”
Kadın ağlayarak kapının üstünde aslı duran baltayı gösterir ve der ki “Biz şimdi ilişkiye girersek, bu ilişkiden gebe kalırsam, çocuğumuz olursa ve bu kapının altından geçerken o balta çocuğumun kafasına düşerse ve ölürse, ben ne yaparım o zaman? Nasıl dayanırım bu acıya?” Yaşayamam o zaman.”
Biraz komik geldi hepimize değil mi? Kadın biraz abartmış dedik… Evet biraz fazla abartmış…
Peki sizin gelecekle ilgili kaygılandığınız ve hatta bu kaygıyı abarttığınız hiçbir konu yok mu?
Şimdi kısa bir süreliğine hayal edin lütfen…
Zihinlerimizi görüntüleyebilen bir makine olsaydı ve herkes birbirinin zihnini ve kendi zihninden geçenleri 5 dakikalığına ayna gibi görebilseydi… İş arkadaşlarımızla, patronumuzla, eşimizle ilgili düşünceleriniz, tanıdık tanımadık insanlarla ilgili yargılarımız, kaygılarımız, korkularımız…
Zihnimizden geçen tüm düşünceleri ve senaryoları film gibi izlediğimizi düşünün. Birazcık utandık ve kızardık, birazcık korktuk galiba…
Bir kısmı duygusal komedi, bir kısmı bilim kurgu, bir kısmı kırmızı noktalı, bir kısmı ise gerilim ve korku filmi gibi değil mi?
Zihnimizden geçenler çoğu zaman negatif oluyor, yargılarla ve yorumlarla dolu… Bilmediğimiz pek çok şeyle ilgili kaygılanıyoruz.
İşte senaryolarımızdan bazıları…

“Bu adam beni gerçekten seviyor mu? Onu seviyorum, o da beni seviyor görünüyor da … Ya sonra, iki yıl sonra beni hala sevecek mi? Beni aldatırsa ne yaparım, hayatım biter. Şu kadın ona çok alıcı gözle bakıyor ya….”
“Çocuk istiyorum ya olmazsa, hiç çocuğumun olmamasından korkuyorum, aslında olursa da korkuyorum, onun hastalandığını ya da başına bir şey geldiğini düşünemiyorum bile, dayanamam” (Gerdeğe giren gelinin hikayesine benzer geldi mi size?)
“Anne-babamı kaybetmekten çok korkuyorum, onlar olmadan ben yaşayamam, şu anda genç sayılırlar ama ya sonra onlar benden önce ölecek. Bunu düşünmeye bile dayanamıyorum.”
“Ben çok salak ve geri zekalıyım bir işi başaramadım herkes terfi aldı, performansları çok iyi ben yapamadım, salak ben…Önümüzdeki ayda yapamayacağım.”
Dayanamayıp 5 dakika dolmadan kapatıyorum ekranı. Gördüğümüz gibi çoğumuzun zihni çok kirli.
Anda kalmayı ve zihnimizden geçenleri fark etmeyi, dönüştürmeyi öğrenmeyi hepimiz adına diliyorum.
Çünkü kendimize ne söylersek o oluruz. Zihnimizden geçen şeyler ekrana yansıdıkları gibi gerçek olmaya aday olaylar. Neye odaklanırsak ondan sonuç alırız. Odağımız olumlu ise sonucumuz olumlu olur. Diğer türlü ne mi olur? Hasta oluruz. Adını saymak istemediğim bir ton hastalıkla uğraşır dururuz. Zihnimizden geçen senaryoların gerçek olma ihtimalide cabası…
Kiminle konuşsanız ya geçmiş ya da gelecekte yaşıyor. Çoğunlukla da şikayet ediyoruz her şeyden…
– Araban çok güzelmiş!
– Sağol ama bir üst modelini almayı istiyordum o daha iyi!”
– Tahlil sonuçların iyi çıkmış gözün aydın!
– Evet ama 6 ay sonra yine yaptıracağım o kötü çıkabilir, o zaman ne yaparım”
– Eviniz hayırlı olsun!
-Sağol ama çok büyük, temizlemesi çok zor!”
Oysaki ANda yani şu anda çoğunlukla hiçbir sorunumuz yok! Yukardaki diyaloglara “Şu anda bir sorununuz var mı?” sorusunu eklersek cevap çoğunlukla “YOK” olacaktır.

Lütfen FARK EDELİM çoğunlukla şu ANda yani ŞİMDİde çok iyiyiz, çok şükür! VE tek bir gerçek var o da ŞİMDİ! Ne geçmiş var ne gelecek!

Ve bilelim ki ŞİMDİde ne ekersek gelecekte onu toplarız!

Derin bir nefes alın ve ŞİMDİ’yi hissedin.

ŞİMDİ, hemen ŞİMDİ…..

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu

Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com

Kadınlar Güneştir

Kadınlar Güneştir 150 150 dolunay

“Şuna inanmak gerekir ki, dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadının eseridir” Mustafa Kemal Atatürk
Bu hafta kadınla ilgili yazmaya devam etmek istedim, bence ülkemizin en acil konusu kadınlarımız, kadınlarımıza yönelik şiddet, cinayet, cinsel sömürü, istismar, mobing. Konu kadın olunca yazmaya nerden başlayacağımı bilemedim ve Atatürk’ün sözü ilk sözüm olsun istedim. Anlayana çok derin anlamları olan bir söz.
Kadınlarımız; pek çok şaire, ressama, yazara, ilham kaynağı olmuş, yaşama yaşam katmış kadınlarımız, çelik gibi yürekleriyle bu ülkenin kurtuluş ve diriliş mücadelesinde her safhada yer almış kadınlarımız, ülke nüfusu için, gelenek için, anne olmak için, doğumda canlarından olan kadınlarımız…
Kadınlar dünya çapında toplam iş gücü içinde yükün üçte ikisini üstlenirler.
Dünyanın toplam gıdasının yüzde ellisini üretirler.
Ancak dünya gelirinden onda bir oranında pay alıp dünyada ki tüm mal varlığının yalnızca yüzde birine sahip olabilirler.
‘En iyi meslek ev kadınlığıdır öğütleriyle yığınla işi yüklenen kadınların bulaşık, temizlik, ütü, yemek, çamaşır, evi toplamak, çocukları giydirmek, derslerinde yardımcı olmak, gibi bir dizi ev uğraşının sonrasında koşturdukları iş yerlerinde karşı cinsiyete oranla, daha düşük ücret almalarının evrensel bir eşitsizliktir’ Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)1992
Bu nasıl bir haksızlıktır çocukluğumdan beri kafa yoruyorum, “Biz kadınlar hakettiğimiz değeri görmemiz için nelerin değişmesi lazım, düşünce ve bilincimizde neleri farketmeliyiz, kimlerin neler yapması lazım?” diye… Nasıl insan oluruz!
Dünya da ve özellikle bizim ülkemizde kadınlarla ilgili yasalar var ama bu yasalar hükümetler tarafından konmuş ve devletin güvencesinde olan yasalar değil zaten onların pek hükmü de yok, takanda yok, bahsettiğim geleneksel yasalar yani örf, adet, töre…
Geleneksel yasalar (sözlü bildirişim yoluyla kanaatlerin, öğretilerin, uygulamaların, töre ve adetlerin kuşaktan kuşağa geçmesi) yazılmamış bir yasanın yerini tutan çok uzun zamanlardan beri yerleşmiş, alışkanlık ya da ikinci bir doğa haline gelmiş adet veya uygulama demektir. Örf ve adet; toplumsal ilişkileri düzenleyen yasalaşmamış kuralları dile getiriyor.
‘TÖRELER HER ŞEYİ DOĞRU VE HAKLI KILAR’ Acaba! Başka doğrular var mıdır ? İnsana yakışan hangisidir?
Sözcüğün kökeninde teslim olmak, hukuktan vazgeçmek, kendini bırakmak, kuşaktan kuşağa aktarmak, birinin kendini bir şeye adaması gibi anlam yükleri vardır.
Kanun yapanlarda, uygulayanlarda, yaşayanda, tanık olanda, bu törede yetişince işler biraz karışıyor ve can sıkıyor kanımca…
Akıl diyor ki insana yakışmayan çok şey var burada. Bunun bir çıkısı olsa gerek… Birde geleneksel olmayan olsa gerek; geleneksel olmayan; ön yargıları aydınlatıp onlardan kurtulmayı, sorgulayıp yeniden değerlendirmeyi, bağımlılıktan bağımsızlığa; edilgenlikten etkinliğe; boyun eğmişlikten özgürlüğe; teslim olmuş bir kimliksizlikten bağımsız kişiliğe ve özgür bireylere geçişi simgeler. İşte bu benim tanımımdaki insana yakın bir tanım, yol belli aslında, yaşadığımız olaylarda hep sormalıyız; bu davranışlar insana yakıştı mı? İçinde gerçek sevgi var mı? Barışçıl mı? Ben olmama izin veriyor mu? Kapsayıcı mı? Herkesin hayrına mı? Yani sorular sormalıyız, kendi özümüze ya da dışarıya sorular sormak, sorular. Sorulmuş bir sorunun cevabı mutlaka gelir ve yine sorular sormak, ben kimim, neleri hakediyorum, neden bana böyle davranıyorlar, her şeyin bir çözümü varsa mutlaka bununda vardır peki o çözümü görmek için neler yapmalıyım, kendimi nasıl tanırım, sevgi nedir, sevgi döver mi, sevgi neler yapar?
Ve en önemli olan nedir biliyor musunuz? Biz kadınlar önce kendi değerimizin farkına varmalıyız, kendimizi sevmeli, önemsemeliyiz, bu ülke için dünya için ne kadar vazgeçilmez olduğumuzu ve değerli olduğumuzu farketmeliyiz. Çünkü öyleyiz!
‘Şuna inanmak gerekir ki, dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadının eseridir.’ Mustafa Kemal Atatürk
İlk sözümde son sözüm de, hepimize…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com

Düşlerinize Uyanın

Düşlerinize Uyanın 150 150 dolunay

Yaşam akıp giderken bizler yaşamın içinde hep bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyor ve çoğunlukla bir şeylerin hep eksik kaldığı duygusunu yaşıyoruz.
Bu koşuşturma içinde hayatımızı anlamlandırmayı, mutlu ve başarılı olmayı deniyoruz. Başarı, mutluluk koçluğun temel çalışma konularından… Mutluluğu her birimiz farklı şeylerde arıyoruz, bazen tatile çıkmak, bazen bir araba satın almak, bazen bir arkadaşımızla birlikte olmak…. İçsel mutluluğumuzu tam olarak nasıl yaşayacağımız ya da mutluluğu yaşamın her anına nasıl taşıyacağımız ve dengeli yaşama sanatını nasıl yaratacağımız konusunda kafamız karışıyor bazen. Başarıyı bazılarımız para kazanmak olarak, bazılarımız, sınavları geçmek olarak, bazılarımızsa dengede kalmak olarak tanımlıyoruz.

Çocuklarımızla, eşimizle, arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizde, sıkışıyoruz, çaresiz kalıyoruz, bazen bir adım önümüzü göremez oluyoruz. Yaşamda fırsatlar çıkıyor önümüze, aynı anda 2, 3 fırsat çıkıyor ve karar veremiyoruz hangi kapıyı seçeceğimize, bazen de hiç fırsat yokmuş gibi….Bazen bir şeyi hayatımıza getirmeyi çok isteriz çabalarız onun için, uğraşırız olmaz, yeniden deneriz, yeniden ve yeniden….Farklı bir şeyler yapsak olacaktır da nedir o farklı, denememiş yol….

Koçluk; tüm bu durumlarda etkili sorularla ve uygun tekniklerle göremediğimiz ya da farkında olmadığımız noktalarla ilgili cevap bulmamıza yardımcı olurken aynı zamanda dengeli bir yaşam oluşturmamıza, hayat yolculuğumuzu eğlenceli kılmamızı da destekler.

Tam olarak ne istiyorum?

İstediğimin gerçekleştiğine tam olarak nasıl emin olacağım?

Benim için değeri ne?

Amacıma ulaşırsam eğer;

Kimler bundan etkilenecek ve herkes için anlamı ne?
Bu hedefi gerçekleştirmek benim için neden önemli?
Bu hayal nasıl başarılabilir? Nasıl gerçekleşir?
Atılması gereken adımlar nelerdir?
Bu adımlar nerede ve nasıl atılmalıdır?

Koçluk, vizyon ve misyonumuzu fark etmemize, ne istediğimizi kendimize cesurca sormamıza, cevabını duymamız için içsel sesimizin volümünü açmamızı destekler. Bu süreçte, kendi potansiyelimize uyanırken, yaratıcılığımızın ortaya çıkmasına ve ona nasıl ulaşacağımızla ilgili eylem adımları oluşturmamıza, hedefler koymamıza yardımcı olan, tüm dünyada son dönemde etkin olarak kullanılan bir paylaşım ve yardım sürecidir. Bu konuda eğitim almış uzmanlar, Koçlar tarafından uygulanır.

.

Ve hayallerimiz….Çocukken ya da gençken rahatça kurabildiğimiz sanki yaşarmış gibi, dilediğimiz gibi…..
Bize ne yaptılar, ne oldu da hayallerimizi bıraktık? Ne zaman yerleşti hayal etme korkusu? Kim yaptı bunu bize….

Hayal kırıklığına uğramamak için bıraktık tüm hayallerimizi arkamızda….”hayal kurma hayal kırıklığına uğrarsın” “çok gülme ağlarsın” “kötüye hazırlan ki iyi olursa sevinirsin”…gibi gibi pek çok düşünce ve inanç virüsü yerleştirdik beynimize….

Koçluk sürecinde, hayal etmeyi, hedefler koymayı, kendimize dair bir yolculuğa çıkmayı deneyimleriz. Ve bu yolculuk kendimizle ilgili pek çok hediye sunar bize….

Düşlerinizi gerçekleştirmek istiyorsanız, uyanın!

Psk.Danş.Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu

İnfertilite Tedavisinde Psikolojik Destek

İnfertilite Tedavisinde Psikolojik Destek 150 150 dolunay

“Ben gökyüzünü taşıyan kadınım
Gökkuşağı gözlerimden geçer
Güneş rahmime yol alır
Düşüncelerim bulutlara karışır
Ama söyleyeceklerimi henüz söylemedim………”
İstenilen, arzulanan bir şeyin olmaması insan hayatında stres yaratır, hele konu çocuksa….
İnfertilite yani kısırlık tedavisinde eşler arasında en çok kadında stres ve diğer olumsuz etkiler daha fazla görülüyor.
Kadın olmak pek çok rolü, kimliği ve toplumsal süreçleri beraberinde getirir. Yaşadığı yer dünyanın neresinde olursa olsun tüm toplumlarda bir kadının en önemli rolü “annelik”tir. Bu nedenle doğurmamış kadın “yarım kadın, eksik kadın, ezik kadın…” olarak hisseder kendini bu da çok ağır bir yüktür.
Türkiye de uzun yıllardır tüp bebek sürecindeki çiftlere psikolojik destek veren bir terapist olarak söyleyebilirim ki bizim kadınlarımız bu konuyla ilgili yükün çoğunu taşıyorlar.
Kadınlarımız, annelik kimliğini giyemediği için kendilerini asla tam bir kadın gibi hissedemiyorlar ve çocukluktan beri yüklenen tüm değerlerin altında kalmış hissediyorlar. Çocuk sahibi olmakta yaşanan güçlük ve mücadele tüm kimlikleri arasındaki dengeyi bozuyor ve zarar veriyor.
İş yerinde bile kendilerini başarılı hissedemeyebiliyor ya da arkadaşları arasında ve ailesinde eziklik duygusu yaşayabiliyorlar.
Tüm bu nedenlerle infertillite tedavisine gelen çift duygusal yüklerle başlar sürece. İnfertilite tedavisindeki herkes duygusal inişler ve çıkışlar yaşayabilir. İlaçların etkisi ve yaşanılan sorunun psikolojik yansımaları duygu dünyasındaki dengesizliklere neden olabilir ki bu da oldukça normal tepkilerdir.
İnfertilitenin nedeni fizyolojik olabileceği gibi psikolojik kökenli de olabilir ama nedeni ne olursa olsun, tedavinin bir ayağı da psikolojik destektir çünkü tedavide kullanılan ilaçlar ve süreç başlı başına stres faktörüdür.
İnfertilite tedavisinin uzun süren, pahalı bir tedavi olması ve tedavinin nasıl sonuçlanacağının belirsiz olması, toplumsal baskılar, tedavi sürecini eşler için duygusal açıdan daha zor bir hale getirmektedir.
Tedavi sürecinde eşler, kendilerini dönem dönem veya sürekli olarak kötü hissedebilirler. Sık ağlama ve umutsuzluk, yorgunluk, huzursuzluk ve aşırı kaygılı olma, suçluluk ve değersizlik duyguları, öfke ve kızgınlık duyguları, çevreden kopma, cinsel istek ve ilgi bozuklukları, uyku ve iştah bozuklukları, tedavinin başarısı konusuna aşırı yoğunlaşma ve bu konularda aşırı endişeli olma gibi süreçler yaşayabilirler.
Psikolojik danışmanlık sürecinde psikolojik danışman; tedavi sürecinizin her adımında neler yaşabileceğiniz ve çözüm yollarını ve duygularınızı sizlerle paylaşacaktır.
Tedaviyi ve sonrasını rahat ve huzurlu geçiren çiftlerin, sorun yaşayan çiftlere göre tedavide başarı şansının daha yüksek olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır.
Siz ne kadar rahatsanız bedeniniz de rahattır ve tüp bebek tedavisinde rahat bir ruh ve beden en güzel yardımcılarımızdır.
Dileklerinizin gerçekleşmesi dileğimle,
Sevgiyle,

Son mu?

Son mu? 150 150 dolunay

Son yıllarda filmlerin sonuna “Son” yazmıyorlar. Türk filmlerinde eskiden SON yazardı, yabancı filmlerde ise “THE END”… Ne zaman son verdiler buna hatırlamıyorum, bıçakla kesilir gibi kesildi bu son yazısı. Ne oldu da yazmadılar? Özellikle filmin sonunda kavuşan sevgililer varsa “mutlu son”du bu hepimiz için… Evlenen insanlarla ilgili de “Mutlu sona kavuştular” deriz.
İşte size bazı SON yanılsamaları;
Ne garip, evlendiğimizde her şeyin çok güzel olacağını, ömür boyu mutlu yaşayacağımızı, yalnızlığımızın sonu zannederiz…
Örneğin, bir çift flört evresini geçirip evlendiğinde mutluluğu en üst seviyedir, zirve duygular hisseder ve “mutlu sonu” yaşar. Ömür boyu süreceği zannedilir. Evlilik yeni bir başlangıçtır ve evliliklerin evreleri vardır.” Flört evresi, ilk iki yıl, çocuk olduktan sonraki evre” diye böyle devam eder. Evliliğin ilk iki yılı çoğunlukla zordur, bu nedenledir ki ülkemizde evliliklerin ilk yıllarında boşanma oranları daha çoktur. Her bir birey kendi değerlerini ve doğrularını tek doğru zanneder ve kıyametler kopar… Bununla birlikte ortak değerler oluşturabilen, sevgilerini her geçen gün artırıp çoğaltabilen, fırtınaları birbirlerine sarılarak atlatan, birlikte BİZ olabilen çiftler için evlilik, her gün yeni bir başlangıçtır!
Çok para kazandığımızda, her şeyi satın alabileceğimizi, imkansızın sonu ZANnederiz,
İnsanı gerçek insan yapan pek çok “değer” var. Sevgi, neşe, farkındalık, sağlık, paylaşım, denge, hizmet etmek, adalet, şefkat, merhamet ve daha pek çok değer! “Para” da önemli bir değer dünyada… “Dünya pulu” diye okumuştum bir yerde. Yokluğu biraz zor! Varlığında da dengeyle kullanıldığında insana yakışır oluyor. Parayla her şeyi satın alabileceğine inanmaksa, ne büyük bir yanılgı, ne egosal bir ZAN! Çok şükür ki parayla satın alınamayacak insanlar ve değerler var! Kardeşlik, sevgi, huzur, neşe, coşku, zeka, sağlık… Doğru ifade etmek isterim; para iyidir ve çok önemlidir, para insana yakışır şekilde kullandığında bir değer ifadesidir!
Sevgilimiz terk ettiğinde, hayatın sonu ZANnederiz,
İlişkiler biter, sevdiğimiz kişi şu ya da bu nedenden dolayı bizi terk ettiğinde, yaşayamayacağımızı, dünyanın sonunun geldiği zannederiz.
Nefes almak zorlaşır, yemek yemek ve uyumak neredeyse imkansızlaşır, mekanlar dar gelir. Buraya kadar aşk tanımına çok benziyor değil mi? Zihinsel konsantrasyon düşer, suçlamalar, keşkeler, yalvarmalar… Kişi bir olayı, SON’u yaşarken o an mantığı devre dışı kalır, bütünü göremez, bencilleşir, çocuklaşır.
Oysaki her acıdan, her olaydan, her sondan öğrenecek ne çok şey var, alınacak ne çok ders…
Yaşadığımız, o anda olumsuz gördüğümüz her olay aslında hazine gibidir. Zaman geçer… Hazineyi fark edebilenler “Bu deneyim bana ne kattı, neleri farkettim kendimle ilgili, ilişkilerle ilgili hangi deneyimlere sahip oldum?” diye sorarlar ve kazanımlarıyla yola devam ederler.
Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde dünyanın sonu ZANnederiz
Bazen de acı kayıplarımız olur, sevdiğimiz insanları zamanlı ya da zamansız kayıp ederiz, yolcu ederiz ve yuvaya geri göndeririz. Kaybettiğimiz kişi için dünyanın sonu, sonsuzluğun başıdır belki de ama bizim için dünyanın sonu zannederiz! Geri gelmeyeceğini bilmek, çaresizlik hissi, özlemek ve bilinmeyen bizi zorlar ama yine de nefes almaya, yemek yemeye, uyumaya, çalışmaya devam ederiz.
Zaman ilerledikçe ise geriye sadece özlem kalır. Ve aslında kaybettiğimiz sadece o kişinin bedenidir, ona dair hislerimiz, ondan kazandığımız şeyler, düşünceleri, şakaları, sesi, yüzü, sözleri, fikirleri ve daha niceleri hep bizimledir! Bedenler ölür ama ya diğerleri? ASIRLARca devam eder.
Şimdi kocaman bir teşekkür giden dostlara, büyüklere, düşünen insanlarına, eylem adamlarına, annelere, babalara, kardeşlere, eşlere, giden herkese… Bizi biz yapan herkese yürekten bir takdir, sonsuzluğa gönderdiğimiz bizi biz yapan herkese!
“Son dediğimiz şeyler, sadece birer başlangıçtır” demiş Emerson. Ne güzel demiş, görebilene ne büyük dersler vardır her sonda ve ne güzel deneyim fırsatları vardır yeni başlangıçlarda, 2012 umudun ve neşenin, bolluğun ve bereketin yılı olsun. Hepimize iyi yıllar.
Umut ve sevgiyle

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
11.01.2012

Tecavüzün kirli yüzü

Tecavüzün kirli yüzü 150 150 dolunay

“13 yaşındaki N.Ç.’ye tecavüz davasının son aşaması da bitti. Yargıtay ‘rızasıyla birlikte oldu’ diyen mahkeme kararını onadı… 12 yaşında K.M’ ye tecavüz davası ‘çocuklar oyun oynamışlar’ kararıyla kapatıldı”…
Neredeyse her gün bu ve buna benzer davalar ve akıl almaz kararlarla karşılaşıyoruz medyada…
Dünya Sağlık Örgütüne ve evrensel tüm yasalara göre “18 yaşın altındaki tüm bireyler çocuktur.” Çocuk, yani yetişkinler tarafından korunması, kollanması, sevilmesi gereken varlıklar. Çocuk; yani reşit olmayan, kendi kendine karar vermesine izin verilmeyen, kendi rızasına pek inanılmayan, “Sen bilmezsin daha küçüksün” denilen…
Aklımdan ve ruhumdan sorular geçiyor;
Ne oluyor sonra bu kız çocuklarına? Bir kısmı 18 yaşına kadar SHEÇEK’in (Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu) korumasına alınıyor, diğerleri ne yapıyor? Aileler bu çocuklara ne yapıyor, nasıl davranıyor? Nasıl yaşıyorlar? Nasıl nefes alıyorlar? Ruh sağlıkları ne yönde değişiyor? İleride nasıl evleniyorlar, ne hissediyorlar?
Taciz ve tecavüz, yetişkin için bile tamiri çok zor olan bedensel ve ruhsal travmalar oluşturuyorsa bir çocukta neler yapar! Cinsel saldırıya, taciz ve tecavüze maruz kalan çocuklarda/ergenlerde olaydan sonra bir ömre yayılabilecek kalıntılar, hasarlar oluşur…

• İnsanlara, topluma güven oluşturamama,

• Düşük öz güven,
• Okul başarısında düşüş,
• Yoğun korkular, kaygılar,
• Kendini suçlama, kendinden tiksinme,
• Kendini yaralama, kendine zarar vermek,
• Bedenine karşı öke duygusu (kendini kesme, yakma, et kopartma, tırnak yeme, kafaya ya da bedenin başka bölgelerine vurma, saç yolma-koparma…)
• Yeme bozuklukları,
• Depresyon, anksiyete,
• Travma sonrası stres bozukluğu,
• Takıntılar, panik bozukluklar, intihara yatkınlık ve cinsel işlev bozuklukları,
• HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar, istenmeyen gebelikler.

Yapılan çalışmalar; taciz ve tecavüz öyküsü olan ergenlerin büyük olasılıkla riskli cinsel davranışlarda bulunabilecekleri, cinsel tacize ve sömürüye daha açık hale geldikleri, istenmeyen gebeliklerin ve hastalıkların daha sıklıkla görüldüğünü ortaya koyuyor.

Ailelerin ve toplumun olayın üstünü örtmeye çalışmaları, olayı yok saymaları ya da çocuğu suçlamaları ergenin içindeki yaranın iyice derinleşmesine yol açar.

Cinsel istismara, taciz ve tecavüze uğramış bir ergenin; aile desteğine, aile tarafından koşulsuz kabulüne, adalet sistemleri tarafından desteklenmeye, etkin psikolojik destek almaya, bol bol sevgi ve şefkate ihtiyacı vardır. Bedenleri biraz büyümüş olsa bile ruhlarının henüz çocuk olduğunu hep aklımızda tutmalıyız.

Yazacak, anlatacak çok şey var bu konuyla ilgili, aileler neler yapmalı, çocukları nasıl yetiştirmeli, çocuklara hayır demeyi nasıl öğretebiliriz, bedeni korumak ne demek?…

Haftaya da onlardan bahsederiz…

“Dünya da şefkat, merhamet ve adalet duygusu çoğaldıkça, yoğunlaştıkça, taciz, tecavüz, ensest azalır” diyor içim…
Birkaç dakikalığına gözlerimi kapatırken, şefkat, merhamet ve adalet değerlerini hissediyorum içimde…Pembe, mavi, beyaz renkleri olan melek kanatları gibiler…Her kanat çırpışta çoğalıyor, her kanat vuruşta artıyorlar… Ve yavaşça çevremdeki herkese, hayal edebildiğim, tanıdığım, tanımadığım tüm insanlara gönderiyorum kanatları… Çoğaldıkça çoğalsın diye…
Sizin kanatlarınız ne renk, merak ediyorum…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
02.11.2011

Carpe Diem’den Merhaba

Carpe Diem’den Merhaba 150 150 dolunay

Merhaba,

Hürriyet Aile’deki ilk yazımda sizlere “Merhaba” demenin mutluluğunu yaşıyorum. İçimde farklı bir heyecan, çoşku ve merak var. Yeni bir yere gitmek gibi, yola çıkmak gibi, hiç bilmediğim, görmediğim bir sonraki adımı merakla attığım bir yolculuk gibi…

Zor günler yaşıyoruz her kimle konuşsanız dert yakınıyor, kimi eşinden, kimi çocuğundan, kimi kaynanasından, kimi patronundan, kimi siyasetten, kimi çevre sorunlarından, kimi maddi zorluklardan, kimi ise kendinden şikayetçi. Dünyadaki olaylar, ülkemizdeki olaylar, hepimizi sarsıyor, düşündürüyor, “Neler oluyor bu insanlara? Dünya nereye gidiyor?” dedirtiyor.

Evet herkesin sorunu ve derdi var, bununla birlikte çevremizde mutlu olan, hayattaki tüm yüklerine inat gülümseyebilen, kahkaha atabilen insanlar da var. Ya da her olayda pozitif bir taraf görebilen, olaylardaki bütünü farkedebilen insanlar var. Bu insanların sorunları belki de sizden benden çok ancak mutlu ve huzurlular.

Dünyada büyük bir değişim-dönüşüm var diyorlar. Dünyanın ve insanların şu anki durumlarıyla ilgili “Güneş doğmadan önceki zifiri karanlık” diyorlar. Nedir onları farklı kılan? En zor anda bile “Gün doğmadan neler doğar? Bir yol mutlaka açılır, her inişin çıkışı vardır” dedirten?

Bence bu ender insanların diğerlerinden farkı, düşünce- inanç sistemleri ve değerleri. Hayata baktıkları nokta farklı onların.

Yaşadıkları olumsuzluklarda öğrenecek bir şeyler bulurlar ve her olumsuz görünen olayın, onlara kazandırdığı olumlu tarafı görürler. Çünkü başımıza gelen her olay bizi biz yapan yapı taşlarından biridir. İnsan olma yolculuğumuzda her bir deneyim yeni bir şey kazandırır bize.

Yaşadıkları olumsuzluklara rağmen yaşamdan keyif almaya devam eden bu kahraman insanlar bilirler ki; sorunlar oluştukları bakış açılarıyla çözülemezler. Sorunların içinden geçerken farklı bakış açıları kazanmak çözümün en etkin parçasıdır. Ve aslında dünyada bir kişi bile bunu yapabiliyorsa herkes yapabilir.

Bu köşede de bazen ruhsal olarak yaşadığımız sorunları, bazen de bilgi birikimimi sizlerle paylaşmayı umut ediyorum. Ve yeri gelmişken kendimden de bahsetmek isterim.

Kendini keşif yolculuğu yapan, bu yolculuğun her anından keyif almaya niyet eden, meraklı, sorgulayan, araştıran, kendiyle ilgili yeni şeyler fark ettiğinde bundan heyecan duyan, farkındalığı, sevgiyi, neşeyi, güven ve güvenilirliği her an yaşamaya niyet eden biriyim. 14 yıldır da insanların kendileriyle tanışma ve barışma sürecince onlara destek olmak, kendi yollarında yürürlerken dönem dönem eşlik etmeye çalışan bilimin ve bilincin ışığında çalışan bir Psikolojik Danışmanım.

İnsanın sonsuz bir varlık olduğuna ve hayat yolculuğuna gönüllü çıktığına, bu yolculuğun rotasının kendini keşfetmek olduğuna, temel yakıtının sevgi olduğuna inanıyorum.

Aile ve ilişki koçluğu, cinsel terapiler, infertilitede psikolojik destek, koçluk ve ergenlik, çalıştığım alanlardan bazıları… Ayrıca keyifle yürüttüğüm başka bir alan da eğitim. Ergenlere yönelik üreme sağlığı, cinsel sağlık, yetişkinlere yönelik de cinsellikte rahat iletişim, güvenli cinsel yaşam, değişim ve dönüşüm, iletişim ve daha pek çok konuda eğitimler veriyorum. Sadece eğitim vermek değil eğitim almak da beni çok mutlu ediyor ve çoğaltıyor. İnsanın devinen, gelişen, dönüşen sonsuz bir varlık olduğuna inanıyorum. Elbette “Oldum, öğrenecek ne varsa bitti” diye bir şey yok. Yol ne kadarsa öğrencilik de o kadar…

Sorunların paylaşıldıkça azalacağını, sevginin, neşenin, bolluk ve bereketin paylaştıkça çoğalacağını biliyorum.

Bu köşeden her hafta sizlere yazacağım ve sizlerden de yorum, destek, soru ve sorun paylaşımı bekleyeceğim, paylaştıkça azalsın sorunlarımız, çoğalsın sevgimiz ve bilgimiz diye…

Carpe Diem, anda olmak, anı hissetmek ve yaşamak demek.

Hayatın şifresi, anda gizli aslında. Bu nedenle köşenin adını “Carpe Diem” koydum. En kıymetli an şu an çünkü, ne geçmiş var ne gelecek…

Tek gerçek nefes aldığın an. Zihnimizin sesini (geçmiş olaylar, gelecek planları, o bana şunu neden dedi, ben neden öyle davrandım gibi) bir an için susturup, yaşadığımız anı hissettiğimizde nefes alıp verdiğimizde, başımızı kaldırıp gökyüzüne baktığımız işte o an…

Bu köşede sizlerle yaşama dair pek çok şeyi paylaşacağız.

İşimiz, evimiz, cinsel yaşamımız, öfkelerimiz, kızgınlıklarımız, çocuklarımızın sorunları ve hep çözüme dair eylem adımlarını paylaşacağız ve andaki mutluluklarımızı, duygularımızı da…

Tüm bunları yazmakta ve aktarmaktaki amacımsa çok basit; paylaşmak ve mutlu olmak…

Her günümüz dolu dolu geçsin diye kocaman bir nefes çekelim içimize ve “Çok şükür” diyelim bu nefes için…

“Baştan yaşama şansım olsaydı daha çok dinlenirdim. Bu yolculukta olduğumdan daha çocukça davranırdım. Daha çok dağa çıkar, daha çok nehre girer ve daha çok günbatımı izlerdim. Daha çok hakiki ve daha az hayali sorunum olurdu. Ah evet iyi anlarım da oldu ve her şeye yeniden başlayabilseydim daha çok iyi anım olmasını sağlardım. Hatta yalnızca birbiri ardına gelen iyi anlardan daha başka bir şey elde etmeye çalışmazdım. Ve daha çok papatya toplardım.”

Nadide Stair, 89 yaşında