Yazılar

Sevgi ne ola ki!

Sevgi ne ola ki! 150 150 dolunay

Sevgi, hepimizin dilindedir;
“seni çok seviyorum, lütfen beni bırakma” deriz,
“sana araba alayım lütfen beni sev “ deriz,
“sevdiğim için vurdum, öldürdüm” deriz,
“seven insan kıskanır” deriz,
“sigara içmeyi çok seviyorum” deriz,
“sevdiğimden dövdüm” deriz,
“dersini iyi çalış sınıfını geç, yoksa seni sevmem” deriz,
“beni seviyorsan değişirsin” deriz,
“onu çok sevdiğimden intihar ettim” deriz… deriz de deriz… Ağzımızdan çıkan sevgi söylevleri ateşlidir, tutkuludur, acı kokar biraz.
Bugünlerde yeniden düşünür oldum SEVGİ üzerine. Tanımlamakta zorlandım. Tanımını var ZANnettiğim ama net bir tanımı olmayan bir haldi Sevgi. İçimdeki sorular görünür oldu, sesi duyulur oldu; Sevgi koşul koyar mı? Sevgi acı verir mi? Sevgi sınır koyar mı? Sevgi yasaklar mı? Sevgi parayla satın alınır mı? Sevgi cana kıyar mı? Sevgi nedir? Koşulsuz sevgi var mıdır gerçekten? Sevgi ne ola ki? Sevgi, sevgi… kulağımda dönüyor biraz, özüm yine soruyor;
Gerçek sevgi nasıl yaşanır? Hangi haller sevgi halleridir? Tam olarak koşulsuz sevgiyi yaşamak nasıl ola ki? Sevginin duygu halleri nasıldır?
Sevgi pek çok duyguyla karıştırılır, şefkatle, merhametle, acımakla, kıskançlıkla, …
Sevgi ve korku ise asla karıştırılmaz, korkunun olduğu yerde sevgi yoktur, sevginin var olduğu yerde de korkudan zerre bile yoktur.
İnsan doğduğu zaman kalbinde sevgiyle doğar, koşulsuz saf sevgiyle, bundandır yeni doğan bebekleri, çocukları sevişimiz, bundandır hep onlarla zaman geçirmek isteyişimiz. Sevgiye özlemimizdendir.
Sevgi ‘varlığın’ kendisidir, Sevgiyi doğuştan kalbimize mühürlü getiririz. Sevgi kalbimizdeki elmastır. Yaşadıkça, hayatı deneyimledikçe, ailelerimizden, öğretmenlerimizden yani çevremizden diğer duyguları kaydederiz. Korkuyu, kuşkuyu, güvenmemeyi, alay etmeyi, ayrımcılığı, dünyanın tehlikeli ve zor bir yer olduğunu, çok ama çok çalışmamız gerektiğini, paranın çok zor kazanıldığını, hak edenin hakkını alamadığını… daha pek çok zehirli, çamurlu inanç ‘elmas’ın çevresini kaplamaya başlar. Çocuk büyüdükçe dünyaya o çamurlu, kirli yerden bakmaya başlar, özündeki saf elması hatırlamaksızın. Yani koşulsuz sevgiyi unutur, koşullar dünyasına ayak uydurur. Ama elmas elmastır, koşullar, korkular, kısıtlı inançlar kalktığında o orada bizi en güzel haliyle kapsar.
Sevgi bir hediyedir fiyat etiketi olmayan. Karşılıksız vermenin adıdır sevgi. Karşılıksız, koşulsuz, özgürce vermektir sevgi. Sevgiyi en çok doğada görür insan, çiçekte, yaprakta, toprakta, kuşta, … en çok kendine doğada yaklaşır insan. Doğa bize hep karşılıksız verir ondan olsa gerek. Aynı bir ağaç gibi, çiçek gibi… Bir ağaç gölgesini herkese verir, iyi kötü ayırt etmez, çiçek her durumda açar, kokusunu herkese verir, güneş her durumda doğar, bugün canım istemiyor demez.
Sevgi sadece verir, o geri almakla ilgili hiçbir fikre sahip değildir. Bu geri almaz demek değildir. Hiçbir şey elde etme niyeti olmadan verdiğinde, bu zihninden bile geçmediğinde verdiğinin kat be katını alır.
Sevgi, insanların zaaflarını, zayıf yönlerini kabul etmektir. İnsanları olduğu gibi görmek ve sevmektir. Sevmek çok duru, temiz, çok serin bir hal olsa gerek diyor içim. Sevgi özgürdür. “Sen bilirsin” der!
Sevgi, insanın kendisini sevmesiyle başlar, kendini sevmek, kendine değer vermek,
Kötü not alsam da, işimde başarısız olsam da, parasız pulsuz olsam da, kötü şeyler yapsam da, hesapsız kitapsız sevmeli insan kendini, koşulsuz… Kendini sevmeden başka birini sevmek mümkün müdür?
İçim diyor ki; korku bitiyor, her insan kendi elmasını keşfediyor, fark ediyor, sevginin kapılarını açıyor.
Sevginin her korkuyu, olayı dönüştürme, değiştirme gücünü, kudretini keşfediyor.
Hoş geldin Sevgi ne çok özlemişim seni, hoş geldin…

Cinsel Zeka Nedir?

Cinsel Zeka Nedir? 150 150 dolunay

Bu hafta sizlerle Dr.Sheree Conrad ve Dr. Michael Milburn’un yazdığı “Cinsel Zeka” kitabından çarpıcı bölümler paylaşmaya başlayacağım ve sonraki haftalarda bu konuya devam edeceğim. Malum konu uzun…
Zeka’nın cinseli olur mu demeyin olur hem de nasıl olur!
Cinsel yaşamda yaşanan pek çok sorunun kaynağı cinsel zeka ile ilgili aslında!
Cinsel zeka’nın ne olduğu kitapta şöyle tanımlanıyor; “Cinsel zekaya sahip olmak, sadece cinsel davranışlarımızı etkileyen bütün biyolojik faktörleri, beyni ateşleyen sinirleri ya da kanımızda dolaşan hormonları bilmek anlamına gelmiyor, cinsel zekanın anahtarı; kendimizitanımaktır. Partnerimizle gerçek kimliklerimizi paylaşmak ve mutlu bir cinsel yaşama sahip olma şansımızı arttırmak için, cinselliğimizi çarpıtan ve zarar veren kültürel hurafelerin ötesine geçmek, özgün cinsel arzularımızı ortaya çıkartmak, ihtiyacımız olan duygusal ve sosyal yetenekleri geliştirmek demektir.”
Aslında yukarıdaki tanımda çok şey saklı, örneğin, insanlar çoğunlukla cinselliği keşfederken geçmiş de yaşanan olumsuz deneyimlerinin üstünü kapatıyorlar ya da korkuları ve kaygılarıyla yüzleşmiyorlar yani kendilerini keşfetmek ve çözümlemek yerine kaçmayı tercih ediyorlar. Başkalarının ne düşündüğü ne istediği, neye ihtiyacı olduğu kendi ihtiyaçlarının önüne geçiyor. Ya da utangaçlığımız, kendimizi eşimize ifade edemememiz, cinsellikle ilgili bildiğimiz tonlarca yanlış bilgi, inanç, mit, cinsel yaşamda hayal kırıklıkları ve üzüntülere neden olabiliyor. Tüm bu sorunlar dönüştükçe cinsel zekamız da gelişiyor diyebiliriz.
Cinsel zeka, kişinin kendi gizli duygu ve kimliklerine karşı dürüst olması onların farkında ve barışık olması ve buna göre davranması demek aslında…
Cinsel zeka kavramından bahseden bu iki bilim insanı bu çalışmalara başlamadan önce durum tespiti yapmak için bir araştırma yapmışlar. Bulunan sonuçlar tüm dünyada cinsellikle ilgili hemen hemen aynı sorunların yaşandığını gösteriyor bu nedenle sonuçların bir kısmını paylaşmak istiyorum;
1. Katılımcıların yüzde yetmiş beşi seksin onlar için çok önemli olduğunu söyledi ama yüzde yirmi beşten azı son derece doyurucu bir seks yaşamına sahip olduğunu iddia etti. Konuştuğumuz insanların hemen hemen yarısı bazı cinsel davranışlardan ya da arzularından utandığını söyledi.
2. Şaşırtıcı derecede yüksek bir sayıda katılımcı, bir cinsel ilişkiye girmelerine bile engel olabilecek cinsel fonksiyon bozukluklarından yakındı.
· Katılımcıların yüzde kırk ikisi, cinsel isteksizlik deneyimlediğini bildirdi
· Yaklaşık üçte biri, seksi keyifli bulmadı zamanlar olduğunu söyledi.
· Yüzde elli yedisi orgazm olamadığını bildirdi.
· On dokuzla yirmi dokuz yaş arasındaki genç kadınların yarısı cinsel ilişkinin fiziksel acıya neden olduğunu söyledi.
· On sekizle yirmi dokuz yaş arasındaki erkelerin yüzde otuz üçü ereksiyon olma ya da ereksiyon halini devam ettirme problemi yaşadığını, yüzde elli üçü de erken boşaldığını bildirdi.

Örneklemlerin yaklaşık yarısı seks hayatlarının doyurucu olmadığından yakınmış, çoğu hayatlarında yaşadıkları cinsel deneyimleri, olumsuzluklarını ve izlerini anlatmış, çekingenliklerini, cinsel arzularından dolayı duydukları utanma duygusunu paylaşmış…
Ve biriyle paylaşmanın onları ne kadar rahatlattığını fark etmişler çalışmalarda buna ne kadar ihtiyaçları olduğunu idrak etmişler.
Belki size tanıdık gelecektir; çalışmaya katılanlar yaşadıkları cinsel sorunu çok az insanın yaşadığını ve insanların çoğunun cinsel hayatlarının çok iyi olduğunu zannediyorlar!
Aslına bakarsanız değişmeyen tek gerçek şu ki, hangi ülkeye gidersek gidelim cinsel yaşamla ilgili insana ait sorunlar aşağı yukarı hep aynı! Belki ülkelere göre artan ve azalan sorunlar var ama sorunlar hep var!
Çözüm için geldiğimiz nokta ise yine aynı; kişinin kendini tanıması, kendisiyle barışık olması…Basite indirmek gerekirse pek çok sorunun çözümüyle cinsel sorunların çözümü aynı aslında… Kendini tanı, kendini olduğun gibi kabul et, kendini sev…
Hadi hepimize kolay gelsin o zaman…
Haftaya devam etmek üzere
Sevgiyle…

Egomu kurban verdim

Egomu kurban verdim 150 150 dolunay

Bugün Bayram, Kurban Bayramı, Kurban Bayramı…
Beynimde yankılanıyor bir süre, çocukluğumda kurban bayramıyla ilgili anılarım canlanıyor birden… Film şeridi gibi gözümün önünden anılar geçiyor…
Hayvanlar kesilirken saklanışım, kulaklarımı ve gözlerimi kapatışım, sesleri, kesilmiş kurbanlıkların kafaları, bazı çocukların kesim anını dikkatli bir şekilde izleyişi, anne- babaların çocuklarına “Öğrenin, öğrenin, ileride siz de keseceksiniz, her erkek mutlaka kurban kesmeyi öğrenmeli” deyişleri… Hayır diyor içim Hayır, bu işi yapan insanlar ayrı olmalı, bu hayvana eziyet vermeden olmalı, herkes kurban kesemez, kesmemeli…
Çocukların bu süreci izlemeleri, öğrenmeye çalışmaları, çocuğun bilişsel ve davranışsal gelişim süreci için çok tehlikeli…Hele kurbanlığı günler öncesinden eve getirdiyseniz ve çocuğunuzun onunla iletişim kurmasını, beslemesini sevmesini sağladıysanız… Umarım aileler bunu farkederler.
Kurban Bayramı’nda sadece koyunlar, kuzular mı kurban edilir sizce? Kurban Bayramı’nda Yaradan’a karşı görevimiz sadece kan akıtmak değildir bence…
İnsan kendi EGO’sunu, olumsuzluklarını, nefretini, kızgınlığını, haseti, küslüğünü kurban etmeli, Kurban Bayramı’nda…
Bayramlar; paylaşmayı, şefkati, çok güçlü şekilde hatırladığımız günlerdir. Bayramlar; barışmalara vesile olur her zaman, barışmak, affetmek geleneğimizde var, insanın özünde, mayasında var…
Çok değerli büyüğüm, canım hocamın barışla ilgili sözünü hatırlıyorum, “Dünya bugüne kadar bencillik, nefret, kin, düşmanlık ve sevgisizliğin eyleme geçişini acı ve ıstıraplar içinde yaşadı. Artık iyilik, doğruluk, sevgi ve olgunluğun, eyleme geçmesi, egemen olmasının zamanı geldi. Bunun için el ele vererek durmadan çalışmak gerekir, M.G”
Gelin bu Kurban Bayramı’nda kendimizi, negatif duygularımızı kurban edelim, yerine, sevgiyi, şefkati, merhameti koyalım… Bu kurban en güzel kurban olsun…
Sevgiyle…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
09.11.2011

Çocuğu cinsel istismardan korumak-2

Çocuğu cinsel istismardan korumak-2 150 150 dolunay

Geçen haftaki konuya devam edelim dilerseniz.
Ne demiştik? Çocukları cinsel istismardan korumak istiyorsak bilgilendirmemiz, iyi ve kötü dokunuşu öğretmemiz demiştik.
Çocuğunuzla konuşurken anne baba birlikte konuşabilir ama birinin daha aktif olması önerilir. Bu konuşmayı yaparken 3 konunun üzerinde durun;
1. Hiç kimsenin senin özel yerlerine dokunmaya hakkı yoktur
2. Hiç kimsenin seni kendi özel yerlerine dokundurtmaya hakkı yoktur
3. Birisinin senden özel yerlerine dokunmanı istemesi, ya da seninkilere dokunması saklayacağın bir SIR değildir.
“Her sır saklanmaz bu bize söylemen gereken bir konu! “ Biri bu tür davranışlarda bulunmak isterse “iç çamaşırının örttüğü özel bölgelere dokunmak isterse “Bunu yapamazsın” , “HAYIR” demelisin…gibi.
Tanıdık bile olsa istemediği hiç kimseye kendini öptürmesin ve dokundurmasın. Kendi isteği dışındaki tüm dokunmalara “HAYIR” demesini ve uzaklaşmasını öğretebilirsiniz. Lütfen bunları çocuğunuzla çalışırken sakin olun, çocuğu korkutmayın. Çocuğun oyun zamanlarında, başka konulardan konuşurken de ara ara tekrar ettirin.
Aşağıdaki belirtileri çocuğunuzda görürseniz de lütfen bir uzmandan destek alınız;
* Muayenede bir şey bulunmamasına rağmen cinsel organlarıyla ilgili kaşıntı, ağrı.
* Poposuna dokundurmama ve acıdığını söylemesi.
* Nedensiz karın ağrıları.
* Tuvalet eğitimine rağmen idrar tutamama, gece yatak ıslatmaları.
* Yemek ve uykuyla ilgili normal olmayan daha önceden görülmeyen düzensizlikler
* Bebeksi davranmak, huysuzluk yapmak, saldırganlık
* Ani ve aşırı banyo yapma isteği
* İçe kapanma
* Okul başarısında düşüş
* Evden kaçma ve intihar düşüncesi
* Yaşına uygun olmayan cinsel konuşmalar ve davranışlar
* Toplum içinde masturbasyon ve cinsel süreçlere yönelme
Yukarıdaki belirtilerin bazıları başka sorunlardan da kaynaklanabilir. Bu nedenle rahat ve sakin davranın ve gerek duyduğunuzda hemen bir uzmandan destek alın. Çocukları cinsel istismardan korurken kreşe ya da okula gidiyorsa oradaki öğretmeninin gözlemlerine ve desteğine ihtiyacınız olacaktır. Öğretmenleriyle iletişimi koruyun…
Ve hep söylediğim gibi, okuyun, araştırın ve sakinliğinizi koruyun.
Sevgiyle
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
23.11.2011

Çocuğu cinsel istismardan korumak- 1

Çocuğu cinsel istismardan korumak- 1 150 150 dolunay

İki hafta önce çocuklara cinsel taciz, istismar ve tecavüzle ilgili yazmıştım. Bu haftada “Bu konuda aileler neler yapmalı, çocuklarını cinsel istismardan korumak için neler yapmalı?” bunları kısaca aktarmaya çalışacağım. Haftaya da tacize uğrayan çocuklarda neler gözlemlenir konularına değineceğim.
Cinsel istismar ne demektir?
Çocuğa (18 yaş altını çocuk kabul ettiğimizi hemen hatırlatıyorum) yetişkin biri tarafından cinsel niyetle yaklaşılmasına (cinsel içerikli konuşmak, uyarmak, dokunmak, göstermek, izlemek, izlemeye zorlamak, cinsel ilişkiye girmek) cinsel istismar denir. Yapılan çalışmalar cinsel istismarın daha çok ailede yaşandığını ve uygulayanların %70’inin 20-50 yaş arasında erkekler olduğunu ve istismara maruz kalanların çoğunun kız olduğunu göstermektedir.
Yine araştırmalar cinsel istismar ve tacizi uygulayan erkeklerin normal göründüğünü ve ayırt edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Bu durum çocuklarımızı korumayı daha da zorlaştırmaktadır. Ne erkekleri ne de çocukları bir yerlere kapatamayacağımıza göre çocuklarımızı korumanın en etkin yollarını öğrenip bunları uygulamaktan başka yol yok!
Çocuklarımızı, genç kızlarımızı; kadınlarımızı cinsel taciz, istismar ve tecavüzden korumak için çocukluktan başlanarak öğretmemiz gerekenleri şöyle sıralayabiliriz.
1. Cinsel organları yaralandığı ya da hastalandığında, yalnız doktorların veya ana babalarının dokunabileceği öğretilmelidir.
2. Kendilerinin istemediği davranışlarda bulunmak isteyen kişilere “hayır”demeleri öğretilmelidir.
3. Rahatsız olacakları herhangi bir biçimde, kendilerine dokundurtmama hakkına sahip oldukları öğretilmelidir.
4. Cinsel yönden kötüye kullanıma kalkışan biriyle karşılaştıklarında oradan hemen uzaklaşmaları öğretilmelidir.
– Cinsel yönden kötüye kullanıma uğramaları halinde, hiç bir zaman bunun kendi suçları olmadığı öğretilmelidir.
– Cinsel organlarına dokunan bir büyük ile ilgili “sır” saklamamaları öğretilmelidir.
5. Cinsel yönden kötüye kullanıma kalkışan birisi ile karşılaştıklarında “yüksek sesle bağırmaları” öğretilmelidir.
6. Cinsel kötüye kullanıma kalkışan biriyle mücadele etmede “vurma, tekme atma, kaçma” gibi davranışlar öğretilmelidir.
7. Cinsel yönden kötüye kullanıldıklarını kime (anne ve babaya) ve nasıl anlatacakları öğretilmelidir.
8. Cinsel organların anatomik isimleri doğru olarak öğretilmelidir.
9. Cinsel yönden kötüye kullanıldıklarını bildirdiklerinde bazen yetişkinlerin inanmadıkları anlatılmalıdır.
10. Bedenini korumayı ve sevmeyi öğrenmesi için, istemediği hiç kimseye kendini öptürmesi için kucağa gitmesi için zorlanmamalıdır.
11. Çocukların kararlarına ve Hayır’larına saygı duyulmalıdır.
Çocuğun kötüye kullanım sırasında yüksek sesle bağırmasının bazen de olumsuz etkileri olabileceği unutulmamalıdır. Kötüye kullanan, bağırma sırasında telaşlanıp kurbana zarar verme, hatta öldürme riski bulunabilmektedir.
Çocuğa cinsel ilişki tarif edilirken veya cinsel eğitim verilirken nasıl ve nereye kadar bir eğitimin verileceği dikkatle planlanmalıdır. Eğitim sırasında, yaşa uygun olmayan tarzda veya aşırı ayrıntılı bilgi verilmesinin, çocuğun cinselliğe merakında aşırı artışa neden olabileceği unutulmamalıdır.
Önleme programlarına çocuğa cinsel davranışların öğretilmesini içeren konular konulacaksa, anne babalara, çocuğun yaşa özgü cinsel davranış ve gelişim özelliklerinin de anlatılması gerekmektedir Cinsel kötüye kullanım çocuk tedavi için doktora getirildiğinde, eğer kötüye kullanım aile içerisinden birisi tarafından yapılmışsa mutlaka çocuğun aileden uzaklaştırıp tedavi edilmesi gereklidir.
Lütfen korkmayın! Bunların hepsini aynı anda yapmayacaksınız. Çocuğunuzla, ilk cinsel soruları sormaya başladığı andan başlayıp, cinsel konularda rahatça konuşursanız cinsellikle ilgili pek çok konuda sohbet ederken, oyun oynarken ona bilgi aktarabilirsiniz. Tüm bunları elinizden gelen en iyi şekilde yapabilirsiniz, mükemmeli hedeflemeyin. Bu konularda kitaplar okuyabilirsiniz, uzmanlardan destek alabilirsiniz, emin olun yapabilirsiniz.
Not: Yazıyı hazırlarken editörlüğünü ve bölüm yazarlığını yaptığım ”Ergenleri Bilgilendirme ve Farkındalık Kazandırma Eğitim Programı eğitici el kitabı”ndan yararlandım. Sizler de kaynaklardan ve kitaplardan yararlanabilirsiniz.
Haftaya devam etmek üzere…
Sevgiyle…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
16.11.2011

Şevkat Zamanı

Şevkat Zamanı 150 150 dolunay

Yaşam oyununda bazı anlar, bazı sahneler vardır her şeyin önemini yitirdiği, nefes almanın zorlaştığı, aldığın nefes için her an şükrederken bir an gelir şükredemediğin, yazının, sözün anlamını yitirdiği… Söz biter, yazı biter, elin kaleme gitmez ama yazmak gerekir, zorla yazarız.
Bu yazıyı yazarken hissettiğim duygu! Bir tarafım derki “Elinden gelen tek şey bu mu yazı yazmak, pehpehpeh ne kolay, yaz, oturduğun yerden yaz, sıcacık odanda yaz bakalım!” Diğer tarafımda der ki “Yazmaya devam et, asıl bugünlerde yaz, yazmak paylaşmaktır, yazı düşüncenin harflerle ifadesidir, etkisi güçlüdür, yaz, konuş, dua et, …”
Deprem ve terör, bir ülkenin yaşayabileceği en büyük travmalardandır. Bizde hepsi var, dahası da var… İnsan ruhunun yaşamaya kolay kolay dayanamayacağı, her babayiğidin taşıyamayacağı acılardan. Bir anda hayatımızı altüst eden, kontrol dışı, insan aklının almakta zorlandığı olaylar…Trafik kazaları, depremler, terör, ani kayıplar…
Bu tür zamanlar her aile için zordur. Bazı aileler dağılır, yok olur, aile üyeleri hayattan zamansız göç eder! Bazı ailelerise, aile olduklarını ilk kez fark ederler, zor günlerde birbirlerine kenetlenirler!
Bu tür zamanlar her ülke için zordur. Acının kolayı olmaz! Bazı ülkeler kenetlenir birbirine, “Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için” derler. Kimi çok kimi az, ama mutlaka bir dayanışma olur!
Türkiye hep kenetlenir birbirine, kim ne derse desin, acıyı paylaşmayı, yardımı biliriz. Başka bir ülkenin kolay kolay dayanamayacağı acıları, biz metanetle, birbirimize sarılarak atlatmaya çalışırız.
Geçen haftaki terör ve bu haftaki deprem olaylarında çok riskli bir sinyal aldım. Ayrışma…
Bence bir ülke için terörden, depremden daha tehlikeli bir durum bu. Bir ülkeyi bölmek, dağıtmak, yok etmek için yürütülen çok etkin bir psikolojik terör!
Sen, ben, onlar, bizler… Öteki.
Bu gün ben birine “öteki” diyorsam, yarın ben de “öteki” olabilirim. Hatta olmuşumdur bile, öteki olmak karşılıklıdır çünkü! Öteki dediğin aynadaki yansımandır oysa ki!
Bu tür anlar İNSANlık sınavı veririz. Bugünlerde “İnsan olmak demek ne demektir diye?”soruyor içim. Bu günlerde nasıl anlarım bunu, bir ölçek var mı? Cevap geliyor yine içimden: Merhamet, şevkat, sevgi ölçeğin olsun.
Neydi bunlar, nasıl duygulardı?
“Merhamet, şevkat, acımak değildir” diyor içim, her ikisi de kapsayıcı duygulardır.”Başka birinin başına gelen acı bir olayı, felaketi içinde hissetmek ve onun önünde eğilmektir, kapsamaktır, sarmalamaktır. Bunu karşılık beklemeden, koşulsuzca yapmaktır. Sevgi ise tüm acıları sarabilecek, hepimizin tek, bir olduğunu aynı Tanrının evlatları olduğumuzu ispat eden tek duygudur” diyor içim! Dili, dini, ırkı, ülkesi yoktur!
Zordur; deprem çok zordur. Terör çok zordur. Çok zordur ani kayıplar…
Tüm bunların farkındalığıyla birbirimizi anlayalım. Bu olayları birebir yaşayan insanlardan, ülkelerden normal davranışlar beklemek anormaldir. Bu nedenle “Hoşgörü Gözlükleri” takalım birbirimize…
Kızmak, kahretmek, öfkelenmek, suçlamak kolaydır. Zor olan sakin kalmak, aklıselim kalmaktır. Birbirimizi, yapılan ya da yapılmayanları, kurum ve kuruluşları, hataları daha iyisini yapmak adına sonra konuşuruz, tartışırız, şimdi kenetlenme zamanı.
Sevgi, merhamet, şevkat duygularını hatırlamak ve hatırlanmasını dilemek, ülkemizin bu zor günlerinde doğu- batı- kuzey- güney her bir köşesi için dua etmek… En güçlü silahtan daha güçlü bir kuvvet hatta kudret!
Allah hepimize sabır versin!
Sevgiyle
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu

Fantaziler

Fantaziler 150 150 dolunay

Günümüzde insan cinselliği konusunda önemli gelişmeler var. Bununla birlikte az sayıda insan cinsellik hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip. Cinsellik, insanların hemen tümünde farklı duygu ve algılara yol açar. Bazı insanlarda aşkı, sevgiyi, yakınlığı, keyif ve hazzı bazı insanlarda ise başarısızlığı, acıyı, nefreti, kaçınmayı hatırlatır.
Kişinin, cinsellikle ilgili doğru olduğunu düşündüğü, çoğu zaman abartılı, yanlı ve bilimsel değeri bulunmayan inanç ve yargılar cinsel mitler olarak tanımlanmaktadır. Cinsel mitler toplumda yaygın olarak kabul görmekte, kişide “gerçek” erkeğin ya da kadının nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğiyle ilgili bir kalıp oluşturmaktadır. Cinsel yaşamda yaşanan sorunların çoğunlukla temelinde bu yanlış bilgi ve inançlar yani cinsel mitler yatar.
Cinsel mitlerden en kafa karıştırıcı olanlardan biri fantaziyle ilgili olanıdır. “Sevişme esnasında fantezi kurmak yanlıştır, Fantezileri olan erkekler eşcinsel olmaya eğilimlidirler” cinsel miti eşler ve kişiler arasında tartışmalara neden olmaktadır.

Eşcinsellik konusu apayrı bir konu ama diyebilirim ki erkeklerin en büyük gizli korkusu ve aslında bu korku nedeniyle her farklı davranışı eşcinsellikle birleştirip ayıplamayı yasaklamayı bir şey zannetmişiz. Ne yazık!

İnsanların kendilerini rahat hissettikleri cinsel davranış biçimleri birbirinden çok farklı olduğu gibi fantazileride bir diğerinden farklı olabilir. Bu durumda cinsel anlamda neyin normal neyin anormal olduğunu nasıl söyleyeceğiz, normali ya da anormali nasıl saptayacağız? Kriterlerimiz ne olacak? ‘Normallik’ kültür ve toplum tarafından empoze edilen bir kavram ve toplumdan topluma dönemden döneme değişebiliyor. Yani değişebilen bir kavram. Neye, kime hangi döneme göre normal ?

Bu konuda sorulacak en temel sorular bence şudur: Yapılan keyifli bir eylem mi? Bundan birlikte keyif alıyorlar mı? Birbirlerinin kişisel özgürlüğüne saygı duyuyorlar mı?

Kişinin aklından geçenler sevişme konsantrasyonunu bozmuyorsa, paylaşılmak istenilen fantezi cinsel eşe de çekici geliyorsa ve onaylanıyorsa bir sorun yoktur. Ancak bir kişinin kurduğu fantaziye diğeri istemeye istemeye eşlik ediyorsa ve zorlanıyorsa burada bir sorun vardır. Yani cinsellik esnasında kullanılacak fantaziyi, normalleri ve anormalleri çiftler belirler. Çift tarafından uygun görülen her fantezi kullanılabilir.
İki yetişkin bireyin kendi özgür iradeleriyle kurduğu ve yaşattığı fantazilere kimsenin söyleyecek sözü olmasa gerek diye düşünüyorum. Söyleyecek sözü olan varsa da Allah’tan henüz beynimizden geçen düşünceleri görebilen bir sistem yok, yani hala özgür sayılırız…

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
25.08.2011

Kondomun Tarihçesi

Kondomun Tarihçesi 150 150 dolunay

Kondomla ilgili yazı da nereden çıktı?” demeyin, bence çok önemli.
HIV/AIDS ülkemizde hızla yayılmaya devam ederken, cinsel eğitim henüz müfredatta yokken, genç bir nüfusa sahipken, cinselliği yaşama yaşı ergenliğin ilk yıllarına kadar düşmüşken, siz de bu konuya önem verseniz iyi edersiniz derim…
Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonların (CYBE ) ve HIV/AIDS’in cinsel yolla bulaşmasını önlemenin birkaç yolu var; ya hiç ilişkiye girmeyeceksiniz ya cinsel eşinize/ eşinize sadık kalacaksınız ya da kondom kullanımına önem vereceksiniz. Hayatınızı seviyorsanız seveceksiniz kondomu, çünkü hayat kurtarıyor!
Erkek ve kadın kondomu olmak üzere iki çeşit kondom var. Kadın kondomunun tarihçesi erkek kondomunun yanında çok çok yeni, bu yazıda daha çok erkek kondomunu anlatacağım, başka bir yazıda kadın kondomunu detaylı anlatırım.
Erkek KONDOM’u; ülkemizde “kılıf”, “kaput” olarak da adlandırılan, dünyadaki ortak adlandırılmasıyla “prezervatif” ya da “kondom” olarak bilinen ve Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlardan (CYBE) ve HIV’den korunmada kullanılan cinsel bariyerdir.
Tarihçesi Eski Mısır’a kadar uzanmaktadır. MÖ 1200’lü yıllarda Eski Mısır’da kondomların suda ıslatılmış papürüs kağıtlardan yapıldığı bilinmektedir. Çin’de yağlanmış ipek kağıtlardan, MS 200’lü yıllarda Avrupa da ise balığın idrar torbasından yapılmıştır.
15. yüzyılda sifiliz salgınının Avrupa’yı etkilemesiyle birlikte keten kumaş kullanılarak kondom üretilmiştir. Bu kondomların erkekleri sifilize karşı koruduğu ancak kadınları gebelikten korumada yetersiz kaldığı bilinmektedir. 15. yüzyılın ikinci yarısında keten kumaştan üretilen kondomlar bazı kimyasallarda ıslatılarak kurumaya bırakılmış ve kuruduktan sonra kullanılmıştır. Bu kimyasallar kullanılan ilk spermisitlerdir.
1706 yılına ait bir şiirde “condum” kelimesine rastlanmaktadır. Kondom isminin II. Charles döneminde bir doktora ait olduğu ve kondom ismini bu doktordan aldığı tahmin edilmektedir.
Ünlü Aşık Kazanova’nın enfeksiyonlardan ve gebelikten korunmak için kondom kullandığı, kondomun tarihçesiyle ilgili kayıtlardan edinilen çarpıcı bilgilerdendir. 17. yüzyılın ikinci yarısında el yapımı kondomların yapılması ve bazı dükkanlarda satılması, reklamının yapılması sağlanabilmiştir.
17. ve 18. yy’lara gelindiğinde ise kondomlar kuzu bağırsağından yapılmaya başlanmıştır. Ancak bunların hem enfeksiyona karşı hem de gebeliğe karşı koruyuculuğunun düşük olduğu saptanmıştır. 1800’lü yılların ikinci yarısından sonra Goodyear firması tarafından plastiğin işlenip dayanıklı elastik materyal haline getirilmesiyle (vulkanizasyon) daha güvenilir kondomlar üretilmeye başlanmıştır.1900’lerin ortalarına doğru ise sıvı lateks üretimine başlanmış ve bugün kullanılan kondomların temeli atılmıştır. 1957’de ise ilk kayganlaştırıcılı kondom İngiltere de üretilmiştir.
1980’lerden sonra HIV/AIDS salgının ortaya çıkmasıyla birlikte kondom kullanımı artmıştır. 1990’lardan sonra farklı renkte ve çeşitte kondomlar üretilmeye başlanmıştır.
Geçmişi bu kadar eski olan kondomlar günümüzde yüksek teknoloji ile üretilmekte ve pek çok çeşitte ve markada hizmete sunulmaktadır.
Üretiminde pek çok dayanıklılık testinden geçirilen kondomların yırtılma oranlarının %1 olduğu, doğru kullanımla bu oranın daha da azaltabileceği bilinmektedir.
Cinsel hayatı hem renklendirmek hem de HIV/AIDS/CYBE ve istenmeyen gebeliklerden korunmak için tırtıllı, meyveli, düz, spermisidli, renkli, kayganlaştırıcılı..vb, kondom çeşitleri bireylerin kullanımına ve beğenisine sunulmuştur.
Bir erkek kondomunun ortalama kalınlığı 0.06 mm’dir.
Şimdi asıl soru şu: 0.06mm inceliğinde olan kondomları genellikle erkekler neden takmayı sevmezler? Ve neden bile bile LADES derler?
Önümüzdeki hafta bunun cevaplarını bulabildiğim kadarıyla paylaşmaya çalışacağım….
Güvenli, sağlıklı, keyifli bir hafta olsun.
Sevgiyle
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
05.10.2011
twitter.com/dolunaykadioglu

Anne Ben Nasıl Oldum?

Anne Ben Nasıl Oldum? 150 150 dolunay

Cinsellikle ilgili konular anne- babaların çocuklarıyla konuşmaya en çok çekindikleri konuların başında gelir.
Kendimizle, eşimizle bile konuşmaktan çekindiğimiz, yok saydığımız konuları henüz 3 yaşındaki 5 yaşındaki çocuğumuza anlatmak iyice zorlaşır. Çekinir kızarırız, sesimiz titrer, konu değiştiririz, “Git babana(annene) sor” deriz, kaçarız, atarız başımızdan.
Peki ne yapmalı, nasıl başlamalı çocuğumuzla cinsel konularda konuşmaya?
İlk önce şunu bilmeliyiz; çocuklar cinselliği keşfetmek için, büyükler keyif almak, haz duymak için yaşarlar.
Bunu neden mi belirttim?
Çocuklar cinsel organlarıyla ilgi sorular sorduklarında ve cinsel bölgelerine dokunduklarında “Ayıp, çek elini” demenize, utanmanıza gerek yok. Onlar “ayıp” bilmezler ama böyle böyle ne yazık ki öğrenirler.
Çocukluğun ilk yılları ilk kayıtların yapıldığı ve kimliğin temellerinin oluşturduğu yıllardır. Çocuklara, iyi, kötü, kaka, ayıp, günah dediğimiz tüm durumlar onların cinsellikle ilgili duygularını ve davranışlarını eşleştirmelerine neden olabilir.
Cinsel eğitim, çocuk ilk cinsel soruyu sorduğunda başlar. “Anne bu ne?”, “Babam-annem çişini nasıl yapıyor?”, “Ben karnına nasıl girdim, nasıl yemek yedim orada?” gibi…
Çocuğunuz size soru sorduğunda doğal bir şekilde, soruyu onun anlayacağı şekilde, basit, yalın ve tamamen bilimsel bir şekilde cevaplamalısınız.
Örneğin; kendi cinsel organının adını sorduğunda, vajina, penis demek, çocuğun cinsel gelişimi için önemlidir. Bunu doğal bir ses tonu ve yüz ifadesiyle söylerseniz, çocuğunuz cinselliği doğallaştıracak ve dengeli yaşayacaktır. Cinsel organları lakaplarla, kısaltmalarla ifade etmek, çocuğun bilinçaltında “bu normal ve doğal değil, ayıp” kavramlarını yerleştirir.
Çocuklar ilk soruyu sorarlar ve beklerler, eğer doyurucu bir cevap almışlarsa ikinci soruyu sorarlar, sonra üçüncüyü…Eğer soruya kaçamak cevaplar verdiyseniz ya da vermediyseniz belki ikinci şansı da verirler ama ondan sonra soru sormayı bırakırlar. Daha doğrusu size sormayı bırakırlar!
Her çocuk cinselliği merak eder, keşfetmek ister. Çocuklar bunun için ilk olarak anne-babalarına sormayı tercih ederler. Anne- babalar sabırla ve rahat bir şekilde sorulara cevap verirse onlardan öğrenmeye devam ederler, diğer türlü ise meraklarını giderecek, öğrenecek bir kanal mutlaka bulurlar.
Çocuklar soru sorduğunda “Bana merak ettiklerini sorabilirsin, ne zaman istersen sor” demeniz, kapılarınızı açmanız anlamına gelir. Çocuklar o kapıdan girerler çünkü onlar için bu çok doğal bir konu, siz de doğal davranırsanız onu kazanır ve korursunuz. Çocukları cinsel istismardan korumak, ‘hayır’ demeyi öğretebilmek için onlarla iletişimi koruyun.Çocuklarıyla konuşan, onları dinleyen anne babalar kendilerini dinletebilirler!
Çocuğunuzla cinselliği konuşmak ondaki cinsel duyguları arttırmaz ya da onu sapık yapmaz, tam tersine onu istismardan korur.
Onlara mahremiyeti de öğretmek anne babaların görev ve sorumluluk alanındadır. Kendi bedenini tanıyan, bilen ve seven bir çocuk, “HAYIR” diyebilir. Eğer çocuğunuzun kendini korumasını istiyorsanız koruyacağı organları, neden ve nasıl koruyacaklarını, “iyi ve kötü dokunuşu tanımayı onlara öğretmelisiniz.
Tüm bunları nasıl yapacağınızı öğrenmek için, kitaplardan ve uzmanlardan destek alabilirsiniz.

Çocuklarımızın mutlu ve sağlıklı ilişkileri olsun istiyorsak; kız ve erkek çocuk ayırt etmeden bilgilendirmeliyiz. Nedense çocuklara cinsel eğitim ya da istismar dediğimizde akıllara hep kız çocuklar geliyor. Erkek çocuklara hiçbir şey olmuyormuş gibi ya da kız çocuklarımıza bir şey yapan başkalarının erkek çocuklarıymış gibi!
Çocuklara bilgi verirken annenin ve babanın tutarlı konuşması, aynı bilgi doğrultusunda konuşmaları önemlidir. Anne babalar bu konuda konuşulanlarla ilgili birbirlerine bilgi vermelidir. Kız çocuklar babayla, erkek çocuklar anneyle konuşabilir ya da bunun tam tersi de olabilir. Çocuğunuz karşı cinsiyetle ilgili bilgi sorarsa lütfen cevap verin, bu seni ilgilendirmez demeyin, ilgilendirir, karşı cinsiyeti tanıyan bir erkek ya da kız çocuk daha kolay empati kurabilir.
Bir ilköğretim okulunda 8. Sınıflara verdiğim bir cinsel sağlık eğitiminde erkek öğrencilerden şöyle bir şey istemiştim; “ Hayal edin, her ay iç çamaşırınızın içinde bir pedle en az 5 gün dolaşıyorsunuz ve bu ped ıslak, ve çoğunlukla karnınız, beliniz ağrıyor, ve bunu 12-13 yaşlarından başlayıp her ay 50’li yaşlarınıza kadar yaşıyorsunuz…. Nasıl bir duygu?
Pek çok erkek öğrenci ayağa kalkıp “Hayır, çok iğrenç, dayanamam” gibi şeyler söylemişlerdi…
“Kadınlar bunu hep yapıyor ama hem de sizler için, kendileri için, çocuk dünyaya getirebilmek için…”dediğimde ise derin bir sessizlik olmuştu sınıfta…
Çocuklarımıza bunları öğretmeliyiz, mutlu olmaları için, kadın ve erkek birbirini daha iyi tanısın, sevsin, kabul etsin diye…
Peki nasıl mı? Okuyarak, araştırarak, soru sorarak, belki de ilk önce kendi cinselliğimizle, kendimizle barışarak…
Başka yol yok!
Sevgiye Kalın!
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
28.09.2011

Heidi’den Geriye Ne Kalır?

Heidi’den Geriye Ne Kalır? 150 150 dolunay

Polyanna, Heidi, Küçük Kadınlar, Oliver Twist, Kibritçi Kız, Pinokyo, Kemalettin Tuğcu kitapları … Ve daha niceleri … Aklıma ilk gelen çocuk romanları. Belki de beni en çok etkileyenler oldukları için ilk bunları yazdım. Tüm bu romanlarda verilmek istenen mesaj; yaşam ne kadar zor olursa olsun, iyimserliğinizi koruyun, sevgiye inanın, dürüstlük ve iyilik hep kazanır.

Polyanna; 10 yaşlarındadır, öksüzdür, huysuz ve mutsuz teyzesinin yanına yaşamaya gider, yaşadığı her olumsuzluk da mutlaka olumlu, mutlu olacak bir yön bulur. İnsanlara da bunu öğretmeye çalışır.

Heidi; 10 yaşlarındadır, o da öksüzdür, o da çocukları sevmeyen dedesinin yanına dağlara gider, dedesi huysuz ve mutsuzdur ama Heidi dedesine ve insanlara hayatı ve kendini sevdirir.

Oliver Twist; Oliver yetimhanede dünyaya gelir. Annesi doğum esnasında ölmüştür. Çocukluğunu yetimhanede geçirir. 11 yaşına geldiğinde cenaze işleriyle uğraşan Bay Sowerbery adındaki adama evlatlık olarak verilir. Oliver orada bazı kişilerden kötü muamele görür ve evden kaçar. Uzun ve acı olaylar dizisinden sonra Oliver’ın zengin ve asil birinin oğlu olduğu ortaya çıkar.

Kibritçi Kız‘ın hikayesini hatırlamamak için yazmayacağım ….

Hele Kemalettin Tuğcu kitaplarına hiç girmeyeceğim…Hatırladıkça fena oluyorum.

Tüm bu hikayelerin sonu çoğunlukla mutlu sonla biter, Polyanna, Heidi, Oliver hikayenin sonunda mutlu olurlar. Çocuk kitaplarının sonları güzel bitmesine güzel biter ama tüm kitap boyunca başlarına o kadar çok iş gelmiş, o kadar üzülmüş ve acı çekmişlerdir ki son paragrafın içine sıkıştırılmış mutlu son pek hafızalarımız da hak ettiği yeri almaz.

Çocuklara uykudan önce okunan masalların da sonu hep iyidir, iyiler hep kazanır ama çocuklar masalların sonunu çoğunlukla dinleyemeden uyurlar, başka sefere sonunu belki duyarlar belki duyamazlar. Ama masal kahramanın başına gelenleri yaşayarak dinler çocuklar. O kahraman o olur!

Mutlu olmayı hak etmek için çok acı çekmeli, bedel ödemeliyiz, başımıza gelmeyen kalmamalı, mutlu olmak için zengin olmalıyız, başarılı olmalıyız, güzel, bakımlı, başarılı olursak, seviliriz ve takdir ediliriz, istediğimiz telefonu alabilirsek kendimizi değerli hissederiz. İyi notlar alırsak ailemiz bizi sever ve kabul eder. Çok küçükken öğreniriz; mutluğumuzu, sevgimizi koşullara bağlamayı. Bize okunan masallarda, izlediğimiz çizgi filmlerde, anne babalarımızın konuşmalarında, sözlerinde öğreniriz koşullu mutluluğu, koşullu sevgiyi… Öğrendiğimizi fark etmeden hipnoz olmuşçasına…

“İstediğim okulu kazanınca her şey süper olacak! Ailem beni çok sevecek ve gurur duyacak.” Kazanırız ama mutluluk bir hedef öteye gitmiştir.

“Çok para kazanmam lazım mutlu olmak için, mezun olunca iyi bir işe gireceğim ve istediğim her şeyi yapacağım”. Acaba bilir miyiz tam olarak ne istediğimizi? Mezun oluruz iyi bir işe gireriz ama yine mutluluk hedef değiştirir, ‘evlenince, çocuğum olunca, ev alınca…’

Koşullar, koşullar, gereklilikler, zaman, bana şöyle davranırsan seni severim, bana tek taş yüzük alırsan beni sevdiğini ve bana değer verdiğini anlarım…

Koşullar, koşullar, mutlu olmaktır aslında istediğimiz.

Belki de küçükken bilinçaltına ekilen negatif tohumlar, senaryolar nedeniyle bu kadar negatif düşünmemiz ve acı beklentimiz, koşullarımız var.

Başımıza olumsuz olayların gelebilme ihtimalini olumlu şeyler gelme ihtimalinden daha çok düşünüyoruz.

Söylenecek çok şey, sorulacak çok soru var…

Tüm koşulları kaldırdığımızda senden geriye kim kalır?

Koşulsuz sevmek, vermek nasıl bir duygudur? Adı nedir?

Koşulların olduğu yerde sözü edilen duygunun adı nedir?

Maddi sıkıntıları olan insanlar mutlu olabilirler mi? Dünya da maddi sıkıntı çeken ve mutlu olan bir insan bile yok mu?

Ana-babalar, insanı, insan beynini, çocukların dünyasını, onları büyütürken nelerin önemli olduğunu hiç bilmeden bu cesareti nereden alır?

Ciddi hastalıkları olan kişiler mutluluğu hangi kaynaktan alır?

Çok kilolu insanlar nasıl beğenilir ve onlar da aşık olurlar mı?

Eğer iyi bir yer kazanamazsam ailem kendine sevecek yeni evlat mı bulur?

Yüzükler, mücevherler, evler arabalar, çocuklar, eşimi bana, beni eşime ne kadar bağlar?

Tüm mücevherlerimi, marka kıyafetlerimi, son model telefonumu, TV’yi, internet’i ve dizileri bıraktığımda benden geriye kim kalır, ne kalır?

HEİDİ’den geriye sizde ne kalır?

Kim Kalır? Geriye ne kalır? Tüm kalıpları çıkardığımızda …..

Soruların size göre cevaplarını paylaşırsanız beni çok mutlu edersiniz…. (beni mutlu etmenin koşulu)

Sevgiyle

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
21.09.2011