Posts By :

dolunay

Çocuktan sonra cinsel yaşam

Çocuktan sonra cinsel yaşam 150 150 dolunay

Gebelik döneminde farklılaşan ve seyrekleşen cinsel yaşamın doğumdan sonra eskisi gibi olacağını beklemek gerçekdışı bir beklentidir.

Doğumdan sonra kadını bekleyen lohusalık, fizyolojik ve psikolojik zorlukları beraberinde getirebilir. Kadının doğum sonrası bebeğine ve anne kimliğine erkeğinde baba kimliğine alışma süreci bazen aylarca sürer. Karı kocalık rafa kalkar ve aylarca rafta kalır.

Eşler arasında gerginlik yaşanabilir

Çoğu zaman erkekler bu dönemde cinsel hayata bir an önce dönmek isterler. Kadın ve erkek arasında istenmeyen gerginliklerin yaşanması kaçınılmaz olur.

Doğumdan sona ilk ayları geçip de cinsellik yavaş yavaş yaşanmaya başlandığında çok az çift bu durumdan memnudur. Eskiye, doğumdan, gebelikten önceye dair beklentiler, bir an önce eskisi gibi olalımlar vb. beklentiler iki tarafı da zorlar.

Kadınlarda cinsel istekte düşüş yaşanabilir

Kadının bedenindeki fiziksel ve hormonal değişimler, yorgunluk, uykusuzluk, çocuğun çok zamanını alması, erkeğin yeterince destek olamaması kadının cinsel isteğindeki düşüşlerin nedenlerindendir.

Lohusalık ve çocuğun ilk yılları geçtikten sonra ise cinsel hayat yavaş yavaş düzene girse de, çift bu kez de monotonluktan, görev gibi cinsellik yaşamaktan şikayet edebilir.

Cinsellik bir görev ya da lüksmüş gibi gelebilir

Evde artık çocuk ya da çocuklar vardır. Öncelikler değişmiştir ve bu alanda karı-kocalığa zaman ayırmak, cinselliğe zaman ayırmak lüksmüş gibi gelebilir ve bu da monotonluğun gelişini kaçınılmaz kılar.

Peki, doğumdan sonra ne yapmak gerekir?

  • Anne babalık kimliğinizi yatağa sokmayın.
  • Karı kocalık, sevgililik kimliklerinizin hep farkında olun.
  • Çocuğunuzun odası mutlaka ayrı olsun.
  • Gebelik ve doğumdan sonra ilişkide sorunlar olduysa, birbirinizi suçlamak yerine anlamayı seçin. Olmuyorsa mutlaka destek alın.
  • Çocuklardan sonra evlilik ve ilişki alanınızın eskisi gibi olmayacağını kabul edin, bu dönemin yeni ve kendine has bir evre olduğunu, kendine ait farklılıklar ve güzellikler getirdiğini kabul edin.
  • Beklentilerinizi bu döneme uygun olarak güncelleyin.
  • Çocuklardan sonra cinsel hayatın monotonluğu doğaldır ve canlandırmak sizin elinizdedir. Haftada bir gün baş başa bir şeyler yapın ama sadece ikiniz. Birlikte biz alanınızı besleyin.
  • Cinselliğin beden ve ruh sağlığı üzerindeki yaralarını hatırlayın ve cinselliği kendiniz ve birbiriniz için isteyin.
  • Uykuyu cinselliğe tercih etmeyi bırakın. Uyku ve cinsel hazzın beden ve ruh için faydası ayrı ayrıdır. Birbirinin yerine geçmez.
  • Fantazilerinizi paylaşabilir ve uygulamak için birlikte yol alabilirsiniz.

Fark etmek gerekir ki; gebelik ve doğum, çocuk büyütmek kolay evreler değildir.

Cinsel hayatını sekteye uğratırlar. Bu dönemin özeliklerini bilirseniz beklentinizi bu döneme uygun ayarlar ve birbirinize tolerans gösterebilir ve monotonluğu nasıl kırabileceğinizi birlikte araştırıp çözebilirsiniz.

Stresin cinsel hayata etkileri

Stresin cinsel hayata etkileri 150 150 dolunay

Son yılların en büyük sağlık sorunların stres kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Hayatın içindeki kronikleşen stres uzun vadede pek çok psikosomatik ve fiziksel hastalığa davetiye çıkarır. Cinsel istek azlığında, cinsel performans sorunları, erken boşalma vb.. stresin cinsel hayattaki etkilerinden sayılabilir.

Kronik stres cinsel istekte azalmaya neden olur

Stres anında vücudun kimyasal dengesi bozulur ve pek çok stres hormonu tetiklenir. En temel stres hormonu kortizoldur. Kızgınlık, korku, gerginlikler, öfke, saldırganlıklar, kaygı, üzülme, panik, umutsuzluk, depresyon, tükenmişlik , vb duygulanımlarda başta kortizol olmak üzere, adrenalin, noradrenalin yükselir, DHEA düşer. DHEA gençlik hormonu olarak da bilinir ve stresin azalmasında, cinsel istek ve üreme üzerinde etkili bir hormondur. Östrojen ve testesteron seviyeleri normal olsa bile kortizol yüksek salınıyorsa yani kronik stres yoğun yaşanıyorsa cinsel istekte düşme görülebilir.

Stres arttıkça cinsel istek ve performans azalır

Yetişmesi gereken işler, maddi sorunlar, terör, kaygı bozuklukları, geçmişte olanları ya da gelecekte olacakları düşünerek yaşamak, düşüncelerin olumsuz olması vb. gibi stresi artıran etkenlerdir. Stres artıkça cinsel istek ve cinsel performansın azaldığı gözlemlenir.

Cinsellikte yaşadığımız olumsuzluklar da stresi tetikliyor

Stres altında yaşanılan cinsel deneyimlerde oluşabilecek tesadüfi başarısızlıklarda yeni bir stres alanında oluşabilir; yine olmazsa, yine erken boşalırsam, isteğim hiç mi gelmeyecek vb. gibi. Yani hayatın içinde yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlar, yorumlar stresi oluştururken aynı zamanda cinsellikte yaşadığımız hayal kırıklıkları ve olumsuzluklarda stresi tetiklemektedir.

Stresle dost olmak 

Stres hayatımızın bir parçası olduysa onunla dost olmak, farkındalıklı yönetebilmeyi öğrenmek ve kullanmak, beden ve ruh sağlığı ve cinsel sağlık için önemlidir.

Stresle dost olmanın en etkin yolu; farkındalıktır. Stres altındayken bedeninde olan değişimleri bilmek ve nasıl dengeleyeceğini öğrenmek önemlidir.

Stresi nasıl dengeleriz?

Mutluluk, neşe, sevgi, değer verme, takdir, hoşgörü, şefkat, dinginlik, kabul, affetmek, olaylara bakış açısını değiştirmek, doğru nefes… Tüm bunlar DHEA’yı yükseltir, kortizolü düşürür, yani stresi dengeler.

Siz de stres oluşturan bir olay ya da durumla karşı karşıya kaldığınızda, durun ve düşünün; bu olayda neler benim kontrolüm altında neler değil? Kontrol altına alabildiğiniz faktörler olacağı gibi kontrol dışı faktörler de olacaktır. Kontrol dışı faktörleri kabul etmek stresi azaltır.

Stresi azaltmanın yolları

  • Nefes en güzel ve sağlıklı stres kontrol yoludur. Stres anlarında nefesin ellerinden tutun. Dörde kadar sayarak burundan aldığınız nefesi 6 ya da 8′ e kadar sayarak burnunuzdan bırakın ve bunu en az 3 ile 5 dakika boyunca yapmaya çalışın. Daha uzun yaparsanız daha iyi.
  • Günde en az 20 dakika beden egzersizi yapın.
  • Yasadışı hiçbir maddeyi kullanmayın.
  • Alkolü sosyal içici olarak kullanın.
  • Farkındalıklı beslenin.
  • Sosyal ilişkilerinize, arkadaşlıklarınıza önem verin.

Stresi kontrol edebildiğiniz kadar beden ve ruh sağlığınızı ve cinsel sağlığınızı da kontrol edebilirsiniz.

Çocuksuzluk

Çocuksuzluk 150 150 dolunay

Çocuk sahibi olmak toplumdan topluma değişmekle birlikte bizim ülkemizde aile olmak için olmazsa olmaz kabul edilen KABULlerdendir.

Kız çocuğu doğar, büyür, evlenir ve doğurur!

Evlenmezse evde kalmış kız, doğuramazsa kısır kadın olur!

Evde kalan erkek kavramı yoktur ya da kısır adam!

Yüklerin çoğu kadının omzundadır bu ülkede, çocuk sahibi olamama nedeni erkekden bile kaynaklansa kadından bilinir ve çoğu kadın da bunu otamatik kabul eder.

Taşığını RAHİM, doğurmasa bile onu anne yapar, eşine, ailesine, topluma annelik yapar.

Çocuk sahibi olmakta yaşanan güçlük ve mücadele çiftin özellikle de kadının tüm kimlikleri arasındaki dengeyi bozar. İş yerinde bile kendini başarılı hissedemeyebilir, arkadaşlar ve aile arasında eziklik, değersizlik, duygusu yaşayabilir.

Çift eğer çocuk sahibi olmak için tüp bebek yöntemine karar verirse tedavinin pek çok aşaması kadın üzerinden yürütüldüğünden kadın psiko-sosyal etkilere daha çok maruz kalır.

İnfertillite tedavisine gelen çift tedaviye duygusal yüklerle başlar. İnfertilite tedavisindeki çoğu çift özellikle de kadınlar duygusal inişler ve çıkışlar yaşayabilir. İlaçların etkisi ve yaşanılan sorunun psikolojik yansımaları duygu dünyasındaki dengesizliklere neden olabilir ki bu da oldukça normal dalgalanmalardır.

İnfertilite tedavisinin uzun süren, pahalı bir tedavi olması ve tedavinin nasıl sonuçlanacağının belirsiz olması, toplumsal baskılar, tedavi sürecini eşler için duygusal açıdan daha zor bir hale getirmektedir.

Tedavi sürecinde eşler kendilerini dönem dönem veya sürekli olarak kötü hissedebilirler. Sık ağlama ve umutsuzluk, yorgunluk, huzursuzluk ve aşırı kaygılı olma, suçluluk ve değersizlik duyguları, öfke ve kızgınlık duyguları, çevreden kopma, cinsel istek ve ilgi bozuklukları, uyku ve iştah bozuklukları, tedavinin başarısı konusuna aşırı yoğunlaşma ve bu konularda aşırı endişeli olma,…vb süreçler yaşayabilirler.

Tedavi dönemi öncesinde ve tedavi sürecinde psikolojk destek çiftin rahatlamasını sağlar ve tedavinin başarı oranını artır. Psikolojik danışmanlık sürecinde psikolojik danışman; tedavi sürecinin her adımında neler yaşanabileceği ve çözüm yollarıyla ilgili bilgileri paylaşır. Psikolojik destek sürecinde; stresle baş etmenin yolları, kaygıyı azaltma, tedaviyi, ilaçların bedensel ve ruhsal etkilerini fark etmelerini, dengenin yeniden sağlanması için yapılabilecekleri, depresyonu kontrol etme, tıbbi tedaviler sürecinde yaşanan hayal kırıklıklarını, suçluluk, değersizlik ve başarısızlık duygularının değiştirilmesi, eşlerin birbirlerini daha iyi anlamaları ve destek olmaları, olumlu düşünme, rahat ve huzurlu olmak için neler yapılabileceği gibi konularda psikolojik destek seanslarında çalışılan konulardandır.

Tedaviyi ve sonrasını rahat ve huzurlu geçiren çiftlerin tedaviyi gergin, stresli ve sorun yaşayan çiftlere göre tedaviden olumlu sonuç alma ihtimallerinin daha yüksek olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Çift ne kadar rahat ve dengedeyse, zihin, ruh ve beden de o kadar rahattır.

Tüp bebek tedavisinde kontrol edilebilir zihin, inanan kalp, kabul eden beden ve birbirine destek çift, tedavinin en güçlü yardımcılarıdır.

 

Zamanla düzelir demeyin!

Zamanla düzelir demeyin! 150 150 dolunay

Vajinismus; cinsel birleşmenin pelvik kaslardaki kontrol dışı kasılma kaynaklı gerçekleşemesi, kadının istem dışı kasılarak vajinal girişe izin verememesidir.

Vajinismus neden kaynaklanır?

Kız çocuklarının bedenlerini tanımadan büyümeleri, yasaklar, günahlar, tabular, korkular, ilk geceyle ilgili dinlelen olumsuz hikayeler, vb vajinismusun ana nedenlerindendir.

Tedavisi diğer cinsel işlev bozukluklarına göre daha kolaydır. Tedavide eşlerin tedaviye birlikte gelmesi önemlidir, cinsel terapide en etkin sonuç çift terapisi ile alınmaktadır. Çift eğer bir cinsel terapi uzmanına çok zaman kaybetmeden gelirse tedavi 4 ile 8 seans arasında biter. Erteleme vajinismusta çok sık gördüğümüz bir sorundur. “Bugün olur, yarın olur, zamanla olur, bu senin (benim) kafanda” vb ertelemelerle yıllar geçer.

Erteleme davranışı çoğu zaman kadın kaynaklıdır ancak bazen de kadınlar tedaviye gitmek isterken erkeğin “Zamanla çözeriz, bu senin kafanda kurduğun bir sorun, sen çözeceksin” gibi ifade ve davranışlarıyla tedaviyi geciktirdiklerini görürüz.

Sorunun çözümü ilk başlarda hayal gibi gelir

Vajinismusta kadın istem dışı kasılır yani biliç dışı…Bilinciyle yani farkındalığıyla kendi kendine yapabileceği çoğu zaman bir şey yoktur.
Cinsel terapide kasılmayı nasıl kontrol altına alınacağıyla ilgili yöntemler çifte öğretilir. Çiftler tedaviye başladıklarında sorunun çözümü onlara hayal gibi gelse de, tamamen psikolojk olan bu sorun yine psikolojk terapi teknikleriyle kısa sürede çözülür.

Tedavi edilmezse kendiliğinden düzelir mi?

Eğer yardım alınmazsa kasılma zamanla düzelmez daha çok katılaşır.

Erkeklerin yardımı reddetmeleri ya da türlü bahaneler bulmaları kadının kendini yalnız ve çaresiz hissetmesine neden olur.

Vajinismus, tedavi edilmediğinde kadının jinekolojik muayneleri, çocuk istediğinde normal yollardan gebe kalma süreçleri zorlaşır. Yani tedavi hem ruhsal hem de fizyolojik ve organik sağlık için de çok önemlidir.

Çift birbirine destek oluyorsa, bu sorun ikimizin sorunu birlikte çözeceğiz diyorsa terapist çifte uygun tedavi metodlarını çalışır ve çözüm gelir. Diğer türlü tedavi süresi çok uzar.

Evlilik süresi 2 ayı geçtiyse ve cinsel birleşme halen olmadıysa; tedavi için mutlaka uygun bir uzman desteği almak gerekir.

Oksitosinin gücü

Oksitosinin gücü 150 150 dolunay

Oksitosin, sevgi ve şefkat hormonu diyebiliriz. Hipofiz bezinden salgılanır. Özellikle kadınlarda doğumdan sonra artış yaptığı bilinir.

Bağlanma, bağ kurma, acı ve ağrıyı dindirme de etkin rolü olan oksitosin hormonu aynı zamanda aşkın yoğun yaşandığı zamanlarda da bolca salgılanır.

Şefkatin yakınlık ve sevecenlik ile yakın ilgisi vardır ve bu duyguların insan olma, birbirimizi anlama, empati kurmada rolü büyüktür.

Sevgiyi hissederek, sağlıklı dokunuşlarla büyüyen çocukların empati yeteneklerinin iyi olduğunu, bağışıklılıklarının güçlü olduğunu biliriz.

Annesiyle sağlıklı bağlar kurabilen çocukların empati yetenekleri güçlü çalışır.

Bağışıklık düzeyini etkiliyor

Bir yetimhanede yapılan çalışmada, tüm gün boyunca karyolalarında kalan çocuklarla, düzenli olarak kucaklanan ve sevilen çocuklukların bağışıklık düzeyelerinde belirgin farklılıklar bulunmuş. Tüm gün karyolada kalan ve sadece alt değişim ve beslenme ihtiyaçları giderilen çocukların, düzenli olarak kucağa alınan ve sevilen çocuklara göre daha sık hasta oldukları ortaya konmuş. Sık sık kucaklanan ve ilgilenilen çocukların ise daha az hastalandıkları saptanmış. Bu çalışma, sarılmanın, güzel sözler söylenmenin, iyi dokunuşların insan gelişimindeki önemini kanıtlaması açısından güzel bir deney.

Şefkat, insanın empati kapasitesi ile doğru; nefret, haklılık duyguları ile ters orantılıdır. Yani olaylar karşısında haklılık ve nefret hisleriniz artıyorsa şefkat duygunuz azalıyor demektir. Haklılık ve nefret ise yaşanılan sorunlarda çözüme hizmet etmez. Aile içinde ya da insanlarla yaşadığımız sorunlarda dönem dönem haklılık, öfke hissedebiliriz. Önemli olan ortaya çıkan bu duygulara izin vermek ve sonrasında ‘Evet öfkeli hissediyorum ancak ne yaparsam nasıl hissedersem hem bana hem de karşımdakine iyi gelir diye sormak’ önemlidir. Ve çoğu zaman biraz sakinleşince, öfke nedenimizi sadece ifade etmek, duygularını bu olayı yaşadığın kişiyle paylaşmak, anlaşılmayı beklemek ve duygunun sakinleşmesine izin vermek sağlıklıdır. Ve yaşanılan o ana şefkat aktarmak, kapsamaktır.

Öfke içe atıldıkça hastalıklar ortaya çıkar

İfade edilmemiş ancak unutulmamış kızgınlıklar, öfkeler, içe atıldıkça pek çok hastalığın sebebi olur. Konuşmak, duygularımızı paylaşmak sağlıklıdır. Sonra da duygusal unutma dediğimiz affetmek yüklerimizin azalmasını sağlar. Oksitosinin bolca salgılandığı kişilerin yaşadıkları olaylar karşısında insanları affetmesi daha kolaydır diyebiliriz.

Daha çok insana sarılın

Dönem dönem zor anlardan, dönemlerden geçeriz. İşte bu dönemlerde yaşadığımız olaylara dayanma gücümüzü fiziksel ve duygusal bağışıklığımızı arttıracak hormon oksitosindir. Oksitosini arttıran davranış daha çok insana sarılmak, iyi ve güzel sözlere, müziğe odaklanmaktır. Yapılan bir çalışmada bir insan günde en az 8 farklı insana sıkı sıkı sarıldığında oksitosin miktarı artıyor ve duygu süreçleri olumluya gittiği ortaya konmuştur.

Şefkati arttırmaya ve yaymaya ne çok ihtiyaç var bu dönemde…

O vakit haydi sarılan kolları görelim:)

Lohusa sendromu ve depresyonu

Lohusa sendromu ve depresyonu 150 150 dolunay

Anne olmak, bir bebeğin olması, aileye gelen bir hediyedir. Bununla beraber doğum sonrası yaşanabilen duygusal değişimler pek çok aileyi zorlayabilmektedir.

Kadının doğumdan sonraki ilk bir hafta içinde yaşadığı hüzün, iç sıkıntısı, bazen ağlama hissi ve karamsar düşüncelere ‘lohusalık hüznü/sendromu’ denir. Bu sürenin 2 aydan 2 yıla kadar uzaması durumuna ise ‘Lohusalık Depresyonu’ olarak adlandırılır. Lohusalık hüznü bir iki hafta içinde kendiliğinden geçer. Uzadığı durumlar ya da doğum sonrasından itibaren depresyon belirtileri olarak orataya çıkabilir ve uzayabilir.

Doğum sonrası yaşanan duygusal sorunların nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte;

  • Gebelikte yüksek olan ostrojen ve progestonun doğumdan sonra dip yapması,
    • Geçmişten gelen depresyon vb ruhsal sorunların tam iyileşmemesi,
    • Strese yatkınlık,
    • Başkalarına bağımlı ya da bağ kurmakta zorlanan kimlik yapısı
    • Eşle ve kök ailerle yaşanan sorunlar,
    • Gebelik, doğum, lohusalık, bebek bakımı, doğum sonrası çevreyle ilişkiler konusunda bilginin, farkındalığın eksikliği vb…ana nedenler olarak sayılabilir.

Lohusalık depresyonunda annede neler olur?

  •  Bebekle bağ kurmakta zorlanır.
    •  Bebeğine zarar vereceğini düşünür.
    •  Bakamayacağını, dokunamayacağını, bezini değiştiremeyeceğini, emziremeyeceği düşünür ve bunları ya yapamaz ya da çok zorlanır.
    •  Bedeninin yeni görüntüsü duygusal olarak onu çok zorlar. Kendini hiç beğenmez ve kabul etmez.
    •  Eşinin ve çevresinin kendisinden beklenenleri karşılayamadığını, iyi bir anne ve eş olmadığını düşünür.
    •  Eski günlere özlem duyar. Bebeğinin olmadığı günlere geri dönmek ister.
    •  Ağlama, uykusuzluk, iştahsızlık, konstrasyon sorunları eşlik eder.
    •  Çaresizlik ve mutsuzluk sık gözlemlenir.

Destek ve tedavi için neler fark edilmeli ve yapılmalı?

  •  Doğumdan sonraki ilk hafta yaşanan hüznün, durgunluğun normal olduğunu bilin.
    •  Bu süre uzar ve yukardaki belirtiler başlarsa bir ruh sağlığı uzmanından destek alın.
    •  Ruhsal destek kadına yönelik verilir ancak mutlaka eşlerin katıldığı ve erkeğe ve ailelere düşen sorumlulukların paylaşıldığı danışmanlık seansları da yapılmalıdır.
    •  Çevre tarafından, anneye sanki her kadın doğuştan anneliği bilirmiş gibi davranmak ve aşırı beklentide olmak doğru değildir.
    •  Annelik içgüdüsel olabilir ancak bebek bakımı öğrenilebilir bir süreçtir.
    •  Yeni annelerin bebek bakımı ile kaygı duymaları çok doğaldır ve doğum öncesi ve sonrası bu konuda destek almaları önerilir.
    •  Gün içinde mutlaka yarım saatte olsa dışarı çıkın, yürüyüş yapın, bakım yaptırın, nefes alın.

15 Temmuz gecesi

15 Temmuz gecesi 150 150 dolunay

Güzel bir yaz gecesi, Ankara, güzel bir bahçede, arkadaş sofrasında, keyifli bir sohbet sürerken saat 22.00 civarı tepemizden geçmeye başlayan uçaklarla garip bir şeyler olduğunu algılamaya başlıyoruz. Çok yakın geçen ve devamlı geçmeye devam eden uçakların F16 savaş uçaklarımız olduğunu anlamamız kısa sürüyor da nedenini anlamak için biraz zaman geçiyor.

Sosyal medyada ve TV’lerden doğru-yanlış bilgiler hızlı ve kaotik bir şekilde geliyor. Darbe oldu, oluyor, kalkışma, vb…

Düşünüyorum darbe olursa neler olur? En son 7 yaşındaydım darbe ortamını yaşadığımda, gözümün önüne Kenan Evren geliyor ve siyah beyaz TRT ekranı… Hayal meyal başka şeyler… Ülkem için zor günler diyorum. Umarım değildir. Ancak anormal bir durum olduğu kesin diyor herkes.

Eve gidebilecek miyiz, yollar nasıldır vb sorularla yola çıkıp eve geldiğimizde jetlerin sesleri kulakları, gönülleri çok rahatsız eder hale geliyor. Bir süre sonra bomba sesleri, silah ve ateş sesleri başlıyor ve zamansız selalar… İnsan bağırtıları…

TRT’de güya askeri açıklama, sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı, an be an çatışmaları ve bombalamaları hem tvden hem de evden izleme süreçleri, her jetin geçişinde sallanan pencereler, camlar…

İnsan zihni makineli tüfek gibi çalışıyor o anlarda: “Bu jet kamikaze yaparsa ve bizim binaların olduğu yeri seçerse, geliyor, ses artıyor ve geçti… Bomba… Bizim binada sığınak da yok, atmden para mı çeksek, yok ya para en son dert aç mı kalacağız, kalsak ne olur, ülkeden gitmeyi düşünmüyorum ki, doyarız bir şekilde, off bu ses çok kötü, sanki jet binanın içine girecek çok yakından geçiyor ve geçti, evi bombalanan insanlar neler yaşadı kim bilir doğuda, ülkemde, daha önceleri de çok üzülür dua ederdim onlar için, hepimiz için, artık empatiden sempatiye doğru gidiyor iş, whats up hiç durmuyor, sakin olmalı, evet sakinim, ancak öfkeliyim de, çok karışık bu duygular , of bitsin bu gece, bu saçmalık….’

Saatler geçiyor, haberler geliyor, savaş devam ediyor, F16lar tam tepemizden geçiyor, hiç durmuyorlar, evin ışıklarını söndürüyoruz ve bu saçmalığın bir an önce bitmesi ve sokağa çıkan insanların zarar görmemesi için dua etmek elimizden gelen tek şey oluyor. Sabah 04.00, jetler geçmeye devam ediyor ancak daha az geçiyorlar artık ancak daha yakınlar, çerçeveler sallanıyor… Dingin kal ve dua et. Selalar devam ediyor, dışardan silah sesleri, Ve sabah ezanı… Bahçeden gelen otomatik sulama sisteminin sesi… Garip ama gülümsüyorum, bir şeylerin normalleştiğin işareti oluyor sanki sulama sesi…

Gerçekten çok zor bir gece geçirdik tüm Ankara ve Türkiye olarak… Evet hepimize geçmiş olsun. Kayıplarımız var. Başımız sağ olsun. Sosyal medyayı takip ediyorum, çok acı, çok acımasız yorumlar görüyorum, herkese karşı, birbirimize dair, bir uçtan bir uca dalgalanıyor herkes, herkes bir tarafı tutuyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyor, sanki çoğu anlamış analiz yapıyor, okumaya yüreğim dayanmıyor, ve işin acısı yorumu yazanların çoğu tepesinden jet geçmeyen ya da sokağa çıkmayanlar, üzülüyorum, tam bir kaos var, üzülüyorum insanlık adına, ülkem adına… Emin olun ki bomba sesi duyduğunda ne siyasi parti kalıyor ne haklılık ne de benzeri bir şey kalıyor insanın aklında… Size garip gelecek belki, belki de gelmeyecek korku pek hissetmedim o gece… Kızgınlık, öfke, kaygı hissettim dönem dönem… emin olun o an hayatta kalmayı da pek düşünmedim neler düşündüm neler için dua ettim, neler fark ettim o gece ve sonrasın da biraz öncekilere ek:

Barış ve huzur içinde yaşamanın, kafanı yastığa huzurla koymanın, her şeyden daha önde olduğunu bir kez daha anladım.

Dualarımın çoğu barış ve birlik için, hepimizin özgürce ve huzurlu, kendi olarak, içine sinerek yaşayabileceği bir ülke içindi.

Güvende olmanın en temel ihtiyaç olduğunu bir kez daha deneyimledim. Ocu -bucu –şucu, onlar vb tanımlarının, BİZ’le yer değiştirmesi diledim.

Bir olmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettim.

Bitsin ve bu son olsun çokça dedim hala da demeye devam ediyorum. Siyasi tüm kimliklerin ötesinde, tek derdimiz VATAN ve vatan sevgisi olmalı, akan kanlar dursun sonsuza kadar dedim. Vatanını sevmek hepimizin ortak değeri olsun daha sonra diğer değerler gelsin dedim, barış, birlik, bütünlük, inanç, çalışkanlık, vb. Ama önce vatan!

Ve kendi adıma ötekileştirdiğim kim varsa herkesi sevgiyle ve şefkatle kabul etmeye ve kapsamaya, İNSAN sevgimi çoğaltmaya bir kez daha niyet ettim.

Sevgiyle ve şefkatle…

Terör travması

Terör travması 150 150 dolunay

İnsan hayatını, ruh sağlığını derinden etkileyen, yaşandıktan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, kişinin kendi kontrölü dışında yaşamak zorunda kaldığı olaylara travma diyebiliriz. Depremler, maddi manevi kayıplar, tecavüzler, ensest, zamansız kayıplar, kazalar, işkenceler ve terör, en büyük ve derin travma deneyimleri arasındadır.

Son yıllarda ülkemizde son bulmayan terör olayları ülkede yaşayan pek çok vatandaşın ruh ve beden bütünlüğünü tehdit etmektedir. İnsanın beden ve ruh bütünlüğüne gelebilecek darbeler hele ki aniden ve teröre bağlıysa, terör olaylarını birebir yaşadıysanız, sevdiklerinizi teröre kurban verdiyseniz travmanın derinliği artar. Birebir yaşamasanız bile terörün yoğun yaşandığı ülkelerde yaşamak, her an kendi başına, sevdiklerinin başına bir şeyin gelebileceğini düşünmek, hep temkinli olmaya çalışmak, ruh sağlığında ciddi hasarlara yol açar. Kaygı bozuklukları, anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları vb. Yaşadığın ülkenin vatandaşı olarak, canlı bombaların kurbanı olabileceğini düşünmek bile ciddi kaygı yaratır. Silahlı çatışmalara maruz kalmak, evini barkını, sevdiklerini, uzvunu kaybetmek ise telafisi çok zor hasarlar, izler bırakır.

Bu tür travmatik bir yaşam deneyiminden sonra kişilerin şok yaşaması, sonrasındaki isyanları, kabul edememesi, inkarları ve acı, doğal duygu ve tepki geçişleridir. Doğal olmayan terörün varlığıdır. Her insan güven içinde temel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamayı hakeder. Vatandaşı olduğu ülkenin bu ihtiyaçlarını karşılaması da temel insanlık haklarındandır.

Hayatta kalmak insanın en önemli, en temel ihtiyaçlarından biridir. Güvende olmak, yaşadığın ülkeye güvenmek, hayatının güvende olması ruh sağlığı açısından olmazsa olmazdır. Terör riski ve yaşantısı bu güvenlik alanına zarar verir. Kişinin kendi kontrolünde olmadan savunmasız bir şekilde kurban olma ihtimali, yaşanılan ana ve geleceğe olan inancını ve beklentisini azaltırken, umutsuzluğunu artırır.

Terörü yaşayan ya da yakını kaybeden vb. süreçlerde hissedilen duyguları dışarı çıkarmak, acıyı akıtmak, yası tutmak ve azalmasına izin vermek sağlıklıdır. Yaşanılan travmalarla hele ki terörle baş etmek kolay değildir ancak bilinmelidir ki travma yaşantısından belli bir süre sonra bu konu hakkında özellikle travma çalışan uzmanlarda psikolojik destek almak bu dönemin kalıcı izlerini azaltacaktır. Biliriz ki bazı acılar tarifsizdir, tahammülü zordur, akıl sağlığını zorlar ve yine biliriz ki acıları paylaşmak onların azalmasına, tedavisine yardım eder.

Terör olaylarında yakınlarını kaybedenlere sabır, yaşayanlara şifa, ülkemiz ve dünya insanları için barışın yaşanır olmasını diliyorum.

Yas

Yas 150 150 dolunay

Bir dostu, bir yakını, kardeşi, anne, baba, eşi, evladı… Sevdiklerimizi zamanlı ya da zamansız kaybetmek, insanı derinden sarsar… Hayatı, dini, varoluşu, yaşamı, ölümü sorgulatır çoğu zaman.

Zamansız, ani, hele ki genç ölümleri dayanmayı daha da zorlar.

Daha çok küçük yaşlarda tanışırız ölümle, bazen komşu teyze, bazen aileden biri, bazen anne, bazen baba, bazen de elimizde hareketsiz duran bir kuşla donakalırız.

Ölümü anlamanın o yaşlar için anlaşılır tarafı yoktur, büyüyünce de ölümün varlığını biliriz, kabul ise zaman alır biraz! Her şey gibi ölümün varlığı da öğretilir.

Küçükken bir canlı öldüğünde sorduğumuz sorular ve düşünceler; mezarda nefes alabiliyor mu, orada yemek yiyebilir mi, orası karanlık ve soğuk mu, hiç gelmeyecek mi, beni görebilir mi, duyabilir mi, geri gelsin istiyorum, nerede vb. sorulardır.

Gariptir ama sevdiğimiz birini aniden kaybettiğimizde yaşımız kaç olursa olsun sorduğumuz sorular küçüklük sorularımıza benzer. Bu sorulara ekler yapılır; “Ben bu kadar acı çekerken bu insanlar nasıl gülüyor, hayat nasıl devam edecek, yemek mi o ne, nasıl yiyebiliyorlar, gittiği yer nasıl bir yer, bizi unutacak mı, acım biter ve onu unutursam?” sorularına isyan ve öfke eklenir hele ki ölümle ilk kez karşılaşıyorsak…

Ölüm karşısında hepimiz ayrı tepkiler veririz, yakını kaybetmiş birine başsağlığı dilemek ve orada neler yaptığımız hayat dersi gibidir.
Başın sağ olsun demek zordur çoğu zaman, yürekten söylemek için biraz acı yaşamak ya da algılamak ve empati gerekir. Acıyı sadece yaşayan bilir evet ama acıyı algılayabilir ve anlayabiliriz. Ve en çok ihtiyaç olan da budur; anlamak ve beklemek.

Vefatlarda bir an önce hayata geri dönmemizi isteyen konu komşuya ve hayat çarkına isyan etmek ne kadar doğalsa hayatın devamı için yapılan tüm saçmalıklar ve ritüeller de o kadar doğaldır aslında… Her şeyin saçmalığı ve boşluğu, anlamını yitirmişliği… Hayatın o anda donup kalması!

Aslında yapılması gereken acıyı yaşayıp hafiflemesine izin vermektir. Yas’ı YAS gibi tumak, ağlamak, isyan etmek, pişmanlıkları fark etmek, hesaplaşmaları yapmak, insanlara kızmak, kalmak vb. İyi olmaya çalışmadan duygularımızı dışarı çıkarmak ve akmasına izin vermek.

Yasına tutan insanlara karşı saygılı olmak, sadece yanlarında olduğumuzu hissettirmek en büyük destektir. Yürekten sarmak, sarmalamak, ağlarken beklemek, sakince onunla kalmak…

Zaman her şeyin ilacıdır derler… Öyledir mutlaka… Her şeyi zamanında yaşarsak akıp gider her şey, acıyı baskılamadan gitmesine izin verirsek, acının azalması kaçınılmazdır. Acının azalması sevdiğimiz, kaybettiğimiz kişiyi unutacağımız anlamına gelmez, onunla yaşanan tüm anılar bizimle beraberdir. En güzel hazinedir onlar, dilediğimiz an hatırlarız, hayat devam üzerine kurgulanmış bir sistem, hayatta kalmak ve mutlu olmak üzerine… Acıyı yaşayıp geçmesine izin vermek de hayatta kalmanın bir yoludur aslında. Acıdan sonra kabul hafifletir insanı.

Son dönemde çok acı var ülkemizde, çok genç kaybımız var, pek çok evde yas ve acı…

Sevdiklerinizin yaslarına şahitlik ediyorsanız ya da siz yaşıyorsanız;

Acının çıkmasına izin verin ve eğer süreç çok uzarsa ki ortalama bir buçuk iki ayı geçerse lütfen bir ruh sağlığı uzmanından travma tedavisi için destek almak konusunda farkındalıklı olun.

Benzer ve benzemez

Benzer ve benzemez 150 150 dolunay

İnsan neden kendine benzeri isterken, kendine benzemez olanı çeker hayatına düşündünüz mü hiç?

İlişki terapilerinde en çok karşımıza çıkan bir soru ve sorundur bu!

“Ben bana çok benzeyen beni zorlamayacak, evdeki özellikleri bana benzeyecek birini istemiştim ama eşimin bana benzemeyen ve beni çok kızdıran huyları var. Bence boşanmalı ve birbirine benzer huylarda birileriyle evlenmeliyiz.”

‘Peki, boşanınca kendinize benzer birini tam olarak hangi yöntemle bulmayı düşünüyorsunuz?’ soruna sessizlik cevap verir çoğu zaman.

“Huyu huyuma suyu suyuma” sözü evlilikten önce mi sonra mı söylenmiş acaba?

“Huyu huyuma uyuyor zannettim” ya da “Evlenmeden önce böyle değildi” vb. cümleleri çok duyarız çevremizden değil mi?

İnsanoğlu illaki kendine benzer ister, kendine uyanı ister. Farklı olanı, değişik olanı kötü bilir, kınar, eleştirir. Evlilik kişileri değişime, dönüşüme iter. Sana benzemeyenle evlendiysen ve seviyorsan eğer uyumlanmak durumundasındır. Zorda olsa tüm kaslarını, beynini ve kalbini gerse de seve seve uyumlanır her iki taraf. Uzlaşmayı ve değişmeyi gerektirir evlikler. “Evlendikten sonra ben hiç değişmedim” diyen ya yalan söylüyordur ya da aynaya hiç bakmıyordur, kendinin pek de farkında değildir, ben değişmem hikayesine inanmaya devam ediyordur!

Evililik, ikili ilşkiler öyle ya da böyle değiştirir insanı ancak önemli olan hangi yöne doğru değiştiğinizdir.

Çok kıskanç biriyseniz; kendinize, eşinize, ilişkinize güvenmeyi öğrenirseniz,

Çok titiz çok temiz biriyseniz; ikimizinde orta düzeyde rahat edeceği derecede temiz olalım, önemli olan mutlu olmamız derseniz,

Ya da siz çok sosyalseniz ve gezmeyi çok seviyorsanız; eşinizde ev kuşu ise, biraz gezer biraz evde kalırız derseniz sorun yok derseniz, pozitif yönde dönüşürsünüz. Birbirinizin varlık alanlarına saygı duyarak…

İkili ilişkilerde farklılıklar zenginliktir, değiştirir, dönüştürür

İlişkilerde en önemli özellik bence esneyebilmektir. Esneyen cisimler ya da insanlar kolay kırılmazlar.

Esnemenin sınırını sorarsanız eğer; iki insanın esneme kapasitesi ve uyumu esnemenin nasıl olacağını belirler!

Tüm bunlarla beraber kişilik sorunları, psikiyatrik sorunlar yaşayan bireyler ya da nasıl uyumlanacağını bilemeyenler esnemekte ve uyumlanmakta zorlabilirler. Her durumda zorlanırsanız ve esneyemiyorsanız destek almak belki de esnemenin ilk adımı olur.