Posts By :

dolunay

Kadın

Kadın 150 150 dolunay

Yine geldi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bakalım bugün kaç kadın dayak yiyecek, kaç kadın tecavüze uğrayacak, kaç kadın ölecek diye söyleniyordum ki; Ankara’daki Kadınlar Günü kutlamaları için yola çıkmış olan otobüs kazasında 7 kadınımız hayatını yitirdi. Allah rahmet eylesin. Toplumsal süreçlerde, hareketlerinde öncü ve yol açıcı olan devrimci kadınlarımız, duyarlı, şefkatli, insanlık için çalışan güzel kadınlarımız ruhunuz şad olsun…

Kadın haklarının kazanılması ve hayatta geçirilmesi, uygulanması sürecinde; yol açıcılara, devrim yapanlara ve Kurtuluş Savaş’ının kahraman kadınlarına, bu uğurda canını verenlere, Cumhuriyet’in her aşamasında erkeklerle beraber çalışan kendini ülkesine, insanlığa adayan kadınlara şükran borcumuz var.

Kadınların bir toplumun yükselmesinde önemini ne güzel anlatmış Atamız:

“Toplum kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki yığının bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kitlenin bütünlüğü ilerleyebilsin; mümkün müdür bir cinsin yarısı zincirle toprağa bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin. Şüphe yoktur ki; ilerleme adımları kadın ve erkek iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmalı, yükselme ve ilerleme beraber olmalıdır…”

Bundan nerdeyse tam 100 yıl önce söylenmiş bilgelik dolu, kadına gerçek önemi veren, topluma yol gösteren sözler…

Kadınlarımıza tüm dünyadan önce seçme ve seçilme hakkı vermiş, bilimsel çalışmalarda, ilimde öncü olacaksınız demiş…

Ele ele vereceğiz demiş…

Kadınlar anne olarak kendilerini geliştirip çocuklarını devrimlere uygun, ilim irfan sahibi olarak yetiştirsinler demiş… Dünyadaki her şey kadının eseridir demiş… 100 yıl sonra ne yazık ki geldiğimiz yer; erkeğin, kadını ve dünyayı kontrol etmek için kullandığı tek şey; GÜÇ ve KUVVET! Şiddet!  Savaş! Sömürü!

Peki işe yarar mı?

Bence HAYIR.

Kadınlar, sanatta, bilimde, ilimde öncü kadınlar. Savaştan çok barışa hizmet eden, dünya için insanlık ailesi için barış ve sevgi için çalışan, dua eden şefkatli kadınlar.

Kadınların başarılarının, kadına uygulanan şiddetten daha çok gündem olduğu, kadın ve erkeğin rakip değil ortak olarak çalıştığı, hep birlikte yükseldiğimiz, hep birlikte güldüğümüz, hep birlikte insan olduğumuz, sevgi ve şefkat dolu olsun AN’ımız ve geleceğimiz…

Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu olsun…

Sevgi ve şefkatle…

Ya olursa…

Ya olursa… 150 150 dolunay

Kontrol edemediğimiz kaygılar

Son yıllarda en çok yaşanan ve hayatı kabusa çeviren sorunların başında, kontrol edemediğimiz kaygılarımız geliyor. Kontrolümüzün dışındaki olaylara, durumlara, aşırı anlam yükleyip düşünerek kontrol etmeye çalışıyoruz ki bedenlerimiz kaygıdan yanıyor. Yarınla ilgili endişeler, ya olursalar, nasıl dayanırızlar, kabul edemeyizler, yaşayamayızlar, kalp çarpıntıları, nefes alamamalar… Kaygı bozukluğu çocuklarda ve ergenlerde bile ruh ve beden sağlıklarını sallayacak kadar görülmeye başlandı.

Negatif senaryolar bedenimizin enerjisini sömürüyor

Ne olacak bu ülkenin haliyle başlayan kaygılı düşünceler, ne olacak bu dünyanın haline kadar uzanırken, anne babamı kaybedersem yaşayamlara, ya hiç çocuğum olmazsalara,…vb sonu gelmez karamsarlık ve negatif senaryolar aslında çoğumuzun içini karartmaktan, bedenimizin enerjisini sömürmekten başka bir işe yaramıyor.

Yaşanılan olaylara rahat ve sakin yaklaşabilenlere gamsız, duyarsız gibi eleştiriler gelebilirken, kaygılı olmak ve endişeli konuşmak, olayları hep şikayet ve kaygıyla olumsuz senaryoları anlatmak, ahlar vahlar ise pek moda bu aralar.

Kaygıyı en üst düzeyde yaşamak yarardan çok zarar verir

Kaygılı olma modası ve yaşadığımız durumlarla ilgili olumsuz tespitler yapmak galiba kişilere bir şey yapıyor hissi veriyor! Yaşanılan sorunları çok ciddiye alan insanlar kaygılanmalı, paniklemeli gibi beklentiler var galiba! Eğer öyleyse açıkça söylemek lazım ki; yaşadığımız olaylarla ilgili hep olumsuz konuşmak, çözümsüz tartışmalar yapmak, kaygıyı en üst düzey yaşamak, kişiye de, duruma da yarardan çok zarar verir.

Yaşanılan ya da yaşanması ihtimal dahilinde olan olay ne kadar kabul edilemez görünse de tam olmadan ne yaşayacağını bilemezsin. Bu süreçte, ya şöyle olursa ya böyle olursa vb.düşünceler kişiyi AN’dan koparıp senaryonun, varsayımın göbeğine bırakır ve olay henüz başınıza gelmeden gelmiş gibi bedeniniz reaksiyon gösterir. Ör: Yeniden kriz geçirirsem, ya nefes alamazsam ne yaparım derken bile geçirilen krize dair sıkıntılar bedende hissedilmeye başlanır.

Geçmişte olanlar ve gelecekte olacaklar bizi sıkıştırır

Kaygıyı kontrol etmenin en temel yolu düşünceleri farketmek ve peşlerinden gitmemeye dayanıyor. Senoryaların dışında durabilmek, AN’da kalmak ve nefes almak ….Örneğin; Ya hasta olursam, kanser olursam bana kim bakar gibi düşünceleri farkettiğinde kendine ‘şu anda nasılsın?’ sorusunu sor. Cevap çoğunlukla ‘iyiyim’ olacaktır’. AN’da çoğunlukla pek bir sorunumuz yok, geçmişte olanlar ve gelecekte olacaklar yani senaryolar bizi sıkıştırır ve kaygıyı arttırır.

Bedenimize ve ruhumuza iyi gelen şeyleri yapalım

Düşünceleri, duyguları fark etmeyi ve kontrol etmeyi öğrenmek, bedenimize ve ruhumuza iyi gelen şeyleri yapmak, sağlıklı beslenmek, sağlıklı düşünmek, farkındalıklı nefes almayı deneyimlemek, kendimize, topluma katkı verebileceğimiz hedefler koyup onlara ulaşmak için çalışmak ve olaylar karşısında daha sakin olmaya çalışmak, kaygılarını kontrol etmenin en güzel yolları.

Ne yaşarsak yaşayalım bilmeliyiz ki; umut hep var, nefes aldıkça, çaba devam ettikçe, kendimizi keşfetmeye devam ettikçe, fark ettikçe…

Kuyu’daki Umut

Kuyu’daki Umut 150 150 dolunay

Yaklaşık 2 hafta sürdü düştüğü kuyudan çıkarılması KUYU köpeğin… İtfaiye çalışanlarının sadece yangına gitmediğini bir kez daha anladık. Varlıklarına bir kez daha teşekkür ettik. Çatıda, bacada sıkışan kedileri kurtarması için çağrılan itfaiye bu kez 70 metrelik bir çukurun içine düşen yavru bir köpeği kurtarması için çağrıldı mahalle sakinleri tarafından.

Yavru köpeğe KUYU ismi kondu düştüğü yerden esinlenilerek ve onu düştüğü kuyu gibi çukurdan çıkarmak tüm mahallenin derdi, tasası oldu ve medya sayesinde tüm ülkenin duası…

Pek çok kurtarma ekibi olay yerine geldi, fikir verdi, destek oldu ve genç bir öğrencinin tasarladığı robotik kol ile yavru köpek dışarı çıkarıldı. Bilimsel çalışmaları destekleyen bir eğitim kurumunun/sisteminin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettik.

KUYU’nun kuyudan çıkışı bana pek çok şeyi yaşattı ve fark ettirdi işte bazıları;

  • Göçük altında kalan ve çıkamayan yüzlerce candan sonra, sonu güzel biten kurtuluş, hayatta kalış hikayelerini çok özlemişim.
  • Ülkemde çocuk istismarı, taciz, tecavüz, kadın cinayetlerine karşı savunmasız ve yetersiz kaldığımız bu dönemde, lütfen dedirtti bana lütfen; tüm canlıları koruma, kollama konusunda hassas olalım, el ele olalım, susmayalım, cesur ve kararlı olalım!
  • ‘Yaşam HAKKI’ en doğal haktır. İnsan, hayvan, ağaç… Her canlı için geçerlidir.
  • Umudumuzu canlı tuttuğumuzda, mutlaka bir yol olmalı, başka ne deneyebiliriz diye sormaya, araştırmaya, çaba sürecine devam ettiğimizde, ortak hedefe doğru birlikte ilerlendiğimizde istenilen sonucun alındığının kanıtı oldu KUYU!
  • Çok uzun yıllardır görmediğimiz çok eski bir dostla yıllar sonra kavuşma anı, uzun süredir beklediğimiz müjdeli bir haberin gelişiydi sanki Kuyu’nun kurtulduğu anki hal…
  • Kuyu köpek, körleşen vicdanımızın açılması, şefkatin hep beraber hissedilmesi, özlediğimiz mutlu sonu kutlamanın, coşkunun yaşanmasıydı sanki…
  • Kuyu’nun düştüğü yerden çıktığında insanların yaşadığı duygunun bendeki yansıması şu oldu: İnsan olarak bir canı kurtardık, İNSAN olduğumuzu fark ettik, şefkati ve merhameti deneyimledik… Mutlu ve gururluyuz!
  • Kuyu’nun kuyudan çıkabilmesi için hayvan hakları dernekleri, kurtarma ekipleri, itfaiye, mahalleli hep birlikte çalıştı. Çok uzun soluklu, kararlı ve CAN odaklı bir kurtarma operasyonuydu. Herkesin eline, yüreğine, robot kolu icat eden genç arkadaşımın beynine sağlık!

Umudum yeşerdi hayata dair, umudum artı İNSAN’a dair…

Umudum arttı hepimize dair…

Ergenlik, risklerin alındığı bir dönemdir

Ergenlik, risklerin alındığı bir dönemdir 150 150 dolunay

Özellikle ilk gençlik yıllarında yaşanılan AŞK; duygusal zekasının gelişmesini destekler. Aşık olmak, onu göreceği anları beklemek, sevdiğini hayal etmek, cinsel çekimi yaşamak, karşı cinsiyetle iletişim kurmak ve bu ilişkiyi yürütmek, aşkına karşılık bulmak ya da bulamamak, aşk acısı yaşamak vb, ergenin duygu alanını geliştirir, büyütür, onu yetişkinliğe hazırlar. İleride yaşayacağı ilişkileri yönetirken daha önce yaşadığı duygusal deneyimler onun ilişkisinde daha mutlu ve farkındalıklı olmasına destek olur.

Gerçek başarı için duygusal zekanın da beslenmesi gerekli

Evebeylerin ‘Derslerine çalışmalısın, sınavları başarmalısın ve iyi bir yerlere gelmek için dikkatini sadece derslerine vermelisin’ telkinlerinden etkilen ve aşktan, karşı cinsiyetten uzak durmaya karar veren pek çok genç var. Oysaki gerçek başarı; sözel, sayısal zeka kadar duygusal zekayı besleyerek hayattan keyif alabilmektir.

Yetersiz bilgi ile cinselliği yaşamak

İlk gençlik yılları bedensel ve ruhsal değişimin hızlı ve dengesiz olduğu dönemdir. Hormonlar dengesizce salınır, cinsellikle ilgili merak, deneyimlemek istemek, mastürbasyon süreci yaşanır. Cinsel eğitimin olmaması, ailelerin bu konuda konuşmaya kapalı olması ergeni yetersiz bilgiyle cinselliği yaşamaya itebilir. Bu da pek çok tehlikeyi beraberinde getirir. Cinsel suistimal, ergen gebelikleri ve bulaşıcı hastalıklar gibi…

Ergenlik, risklerin alındığı bir dönemdir

Bu riskler madde kullanımı, korunmasız cinsel ilişki olabileceği gibi sevdiğini kaybetmemek için yaşanan cinsel deneyimler ya da ailenin onaylamadığı ilişkileri yaşamak ya da intiharı düşünmek bile olabilir. Aşk acısı, terkedilmek bazen ergene dayanılmaz gelebilir, hayatın sonuymuş gibi algılayabilir. Bu dünyadan çekip gitmek bile isteyebilir. Ergenlik döneminde yaşanılan platonik aşklar, sevdiği tarafından reddedilme ya da terkedilme intiharla bile sonuçlanabilmektedir. Ergenlik doğası gereği duyguların yüksek yaşandığı bir dönemdir.

Cinsellikle ilgili yasaklar koymayın

Bu dönemde evebeylerin çocuklarıyla iletişimi iyi kurmaları, destek ve sevgilerini göstermeleri, onlara saygı duymaları, cinsellikle ilgili yasaklar koymak yerine bedenlerini tanıma ve korumayla ilgili bilgi verebilmeleri, cinselliğin sadece cinsel birleşme olmadığını, cinsel birleşmeyi erteleyerek de cinselliğin yaşanabileceğini anlatmaları, gençlerin ruh ve beden sağlıkları için çok önemlidir.

Gençlerin gelgitlerine anlayışla yaklaşmayı deneyin ve çok zorlanıyorsanız da bir uzmandan destek almakta rahat olun.

Sınav canavarı

Sınav canavarı 150 150 dolunay

Geçen hafta 2016-2017 eğitim ve öğretim yılana ait TEOG sınavının 1.si yapıldı. 2. dönem 2. TEOG var ve üniversite sınavı var. Ne acı ki ülkemizdeki eğitim sistemi çocukları, gençleri sürekli yarışmaya mecbur bırakan, ezbere mahkum eden, yaratıcılık ve hayattan uzak bir sistem.

Stres denilen yüzyılımızın beden ve ruh imha sürecini, 12-13 yaşında çocuklar, ergenler deneyimliyorlar.

Çocukların kafasındaki yarışçı komutlara, bedenleri dayanmakta zorlanıyor.

Zihinleri ; “Kazanmalıyım, en iyi olmalıyım, annem babam benimle gurur duymalı, başardığımı herkes görmeli, bu sınav hayati önemde, istediğim telefonu almaları için çok iyi puan almalıyım, iyi bir liseye gitmeliyim, hızlı olan kazanır, hızlı olmalıyım” vb dedikçe hatta bağırdıkça, bedenlerinde; nefes alamama, kaygı, anksiyete, öfke nöbetleri, titreme, ağlama, kontrolsüz kilo alışı ya da verişi, uyku sorunları vb. ortaya çıkmakta.

Bu kadar kaygıyı bu kadar stresi bu çocuklar nereden öğreniyor?

Tabii ki hepimizden! Öncelikle anne babaların onları yetiştirme modellerinden, okulun eğitim modelinden, toplumun başarıya, sınavlara, hayata bakışından….

Çocuklar;

Anne babadan çok küçük yaştan itibaren “İyi çocuk olursan sana oyuncak alırım, iyi karne getir sana bisiklet, sınıf birincisi ol arkadaşlarını geç istediğin telefon, sen arkadaşına göre daha uzunsun vb cümleleri duyarak ve bunlara güdülenerek büyürse,

Okulda öğretmenlerinden “Kim kazanacak bakalım, kim en güzel, kim en iyi beslenme çantasını hazırlamış, kim daha başarılı, kim en hızlı testi çözecek” gibi cümleler duyarak eğitim alırsa,

Arkadaşlarından “Seni geçtim, ben yendim, sen başarısızsın, sen çirkinsin ben güzelim, sen mi yapacaksın, yapamazsın gibi cümleler duyarak iletişim kurarsa, bu çocuklardan rahat rahat sınava girmelerini, başarılı ve mutlu olmaları beklemek, piyango bileti almadan büyük ikramiyeyi kazanmayı beklemek gibidir.

Aileler çocuklarından daha hırslı ve yarışçı

Aileleri gözlemliyorum ve tedirgin oluyorum. Çoğunluğu çocuklarından daha hırslı ve yarışçı. Çocuklarını sınava hazırlamayı hayat misyonu yapmış, kendi hayallerini çocuklarına yüklemiş, çocuk yarış atı kendileri seyis olmuş!

Uzun yıllardır ergenlere eğitimler düzenleyen bir eğitimci ve psikolojik danışman olarak naçizane gözlem ve görüşlerimi yazıyorum ve diyorum ki;

  • Eğitim sistemimiz küçücük yaştan itibaren çocuklarımızı, gençlerimizi, tazecik beyinleri ve bedenleri yarışçı bir yaklaşımla stresin, depresyonun, mutsuzluğun kucağına atıyor.
  • Ekip ruhuna dayanan, hep beraber kazanalım felsefesini benimseyen, her çocuğun kendine özel olduğunun, yeteneklerinin, yönelimlerinin ayrı olacabileceğin bilincinde, başarının sadece not olmadığının farkında, yaratıcılık temelli çalışan, değerlere önem veren, insan odaklı, okullar ve eğitim sistemi mümkün. Bu sistemler başka ülkelerde kullanılmakta ise bizde de olması için savunuculuk yapılmalı ve politikalar oluşturmalıyız.
  • Erinlik ve ergenlik insan hayatında belki de en önemli büyüme dönemidir. Bu dönemin gelişim ihtiyaçlarını doyurabilecek bir eğitim yaklaşımı hem okulda hem de ailede olmazsa olmazdır.
  • Her birey özeldir, hedefler kişiye özeldir yani öğrencinin yeteneğine, odağına uygun hedef koymak mutluluğu ve başarıyı ömürlük yapar.
  • Ailelerin çocuklarına nasıl yaklaşmaları gerektiğiyle ilgili farkındalık kazanmaları çok ama çok önemlidir.
  • Çocuğunuzu her koşulda seveceğinizi, sevdiğinizi ve en önemli şeyinde bu olduğunu her aile aklında, dilinde ve davranışlarında sık sık bulundurmalı.

Rekabetçi anlayışın, yerini işbirliği, ekip ruhu, her çocuk farklıdır ve özeldir anlayışla yer değiştirdiği bir eğitim modeline özlemle…

Ağrılı cinsel ilişki

Ağrılı cinsel ilişki 150 150 dolunay

‘Ağrılı cinsel ilişki’ veya ‘Disparenü’kadınlarda sık karşılaşılan cinsel işlev bozukluklarındandır. Cinsel birleşme sırasında ağrı duyulması anlamına gelmektedir. Ağrı/acı girişte hissediliyorsa uyarılma eksikliğine bağlı kuruluktan, vajinal infeksiyonlardan, sıyrıklardan ya da kasılmalardan kaynaklanıyor olabilir. Ağrı daha derinde hissediliyorsa, endometriosis, over kisti ve pelvik infeksiyonlar gibi organik nedenlere bağlı olabilir. Disparenü çok detaylı bir jinekolojik inceleme gerektirir. Organik kökenli olabileceği gibi psikolojik kökenlide olabilir. Her ikisinin de olduğu durumlarda söz konusudur.

Ağrılı cinsel ilişkinin kaynağın organik olup olmadığı jinekologlar tarafından incelendikten sonra eğer herhangi bir organik bulgu bulunamazsa mutlaka psikolojik kökene bakmak ve cinsel terapi çalışmak gerekir. Ağrının kaynağı psikolojik olmasına rağmen defalarca jinekologlarda çözümü aramak zaman ve inanç kaybettirir.

Ağrılı cinsel ilişkide kadın ilişkiye izin verebilmekte ancak acı hissetmekte ve cinsel ilişkiyi devam ettirmekte duygusal olarak zorlanmaktadır. Ağrılı cinsel ilişki sorunu yaşayan çoğu kadın sorunun neden psikolojik olduğunu anlamakta ve kabul etmekte zorlanırlar.

Seanslar da şu sorularla ve itirazlarla karşılaşırız.

  • Acının varlığını nasıl ben oluşturabilirim ki?
  • Ben gerçekten acı hissediyorum ama bu nasıl olur da psikolojik olur?
  • Bana bu acının varlığına inandığımı ve bunu hep benim tetiklediğimi söylüyorsunuz ben neden ve nasıl bunu yapayım ki?

Tüm bunların cevapları terapide detaylı olarak çalışılır ama kısaca ağrılı cinsel ilişkinin nedenlerine bakalım:

  • Cinsel bilgilerin yetersiz olması,
  • Kadının kendi bedeniyle ve cinsel hazla tam olarak barışık olmaması,
  • Cinselliğe dair olumsuz inanç, beklenti ve yaşantılar,
  • Acının yaşanacağına dair inanışlar, takıntılar, beklentiler ve artmış duyumlar,
  • Ön sevişme sürecinin yeterli olmaması ve kadının bu sürece etkin katılmaması/katılamaması
  • Kadının ve erkeğin birbirlerinin keyif ve haz bölgelerini tam olarak bilememeleri,
  • Eşler arasındaki iletişimde ve ilişkide yaşanan sorunlar, şiddet…vb.

Disparenü’nün psikolojik kökenli olmasında ve tedavisinde, eşler arasındaki iletişim ve etkiletişim önemli rol oynar.

Tedavisinde cinsel terapi kullanılır ve eşler tedaviye uyum sağladığında ve birbirlerine destek olduklarında çok güzel sonuçlar alınır.

Rıza nasıl alınır?

Rıza nasıl alınır? 150 150 dolunay

Cinsel istismarla ilgili ülkedeki gündemi, hukuki saçmalığı, toplumdan yükselen “ne var ki bunda” vb. söylemleri ne aklım ne de kalbim algılıyor!

Sosyal medya çalkalanıyor, konuyla ilgili gönüllü kuruluşlar ayakta, susanlar, konuşanlar, kim kimle evlenirse evlensin size ne diyenler, tecavüze idam diyenler… Herkes çıldırmış gibi… Bir bilene soralım, bu konuda ruh sağlığı uzmanları ne diyor, kanunu ona göre düzenleyelim diyen aklı- selim kimse yok!

Yıllarca emek verilip kazanılan çocuk hakları yerle bir!

Kafamda deli sorular; RIZA nedir? Rıza nasıl alınır? Kimler kaç yaşından sonra rıza verebilir?

Rıza; onay demektir.

Onay; yaptığım ya da bana yapılan bir olayın sorumluluğunu alıyorum. Bu olay esnasında ve sonrasında olabilecek tüm etkilerin farkındayım ve kabul ediyorum. Bu olayda olabilecek etki ve sonuçlara dair kendimi koruyabilirim, demektir.

Konu cinsel istismar olduğuna göre çocukların neye rızası varmış bakalım isterseniz;

“Bana yapılan cinsel istismarda bedenimde oluşacak tüm fiziksel yaralanmalara, ergen gebeliklerine, bulaşıcı hastalıklara, psikolojik hasarlara, travmalara, toplumsal dışlanmaya, aşağılanmaya, şiddete razıyım, onay veriyorum. Tüm bu ve benzeri olumsuzlukların farkındayım ve kendimi koruyabilirim.”

Rızası var demek bu demektir işte… Çok saçma geldi değil mi?

Cinsellik her insan için doğumdan ölüme vardır ancak cinsel birleşme yetişkin davranışıdır. Yukarıdaki riskleri içerir. Riskleri bilmek ve önlem almayı gerektirir. Bu nedenledir ki; bir kişinin cinsel ilişkiye karar verebilmesi için yetişkin olması gerekir.

Yetişkinlerin de çocukları koruması ve çocuk bedenlerden cinsel niyet ve isteklerini uzak tutmaları beklenir.

Yetişkinlerin bile cinsellikle ilgili yaşadıkları tonlarca sorun varken, yetişkinler bile tecavüz, taciz, şiddet, istenmeyen gebelikler, bulaşıcı hastalıklar konusunda bu kadar savunmasızken, “18 yaş altının rızası var demek” hangi yetişkin akla hangi vicdana sığar?

Cinsel ilişkiye rıza vermek, giyeceği kıyafete, yiyeceği yemeğe, okuyacağı kitaba onay vermekten çok daha farklı bir konudur. Cinsel ilişkiye rıza vermek için yetişkin beynine ve bedenine sahip olmak gerekir.

Yani bilişsel gelişim sürecini sağlıklı tamamlamış, sorgulayabilen, iyi ve kötüyü ayırt edebilen, HAYIR diyebilen ve bunun arkasında durabilen, sorumluluk alabilen istemediği şeylerin farkında bir beyin…

Akıl; olaylar olmadan da öngörebilmeyi, sorgulayabilmeyi, farklı açılardan bakabilmeyi,
Gönül; başka insanların yaşayabilecekleri, yaşadıkları acıları, üzüntüleri algılayabilmeyi, kendi başına gelmeden de başkasının deneyimini hissedebilmeye şefkat hissetmeye yarar. Bu ikisini dengeyle kullanmak ise bizi İNSAN yapar.

İNSANa yakışan şekilde çocuklarımızı koruyabildiğimiz onlara sevgi ve barış içinde bir dünya sunabilmemiz duası ve umuduyla…

 

İlk adım

İlk adım 150 150 dolunay

Gitmeyi istediğimiz ne çok yer, yapmayı planladığımız ne çok iş, bir ara bir kahve içelim dediğimiz nice dost, görmek istediğimiz sürüyle film, okumak istediğimiz yüzlerce kitap, yazmak istediğimiz en az bir roman, çekmek istediğimiz bir film, başlayacağımız spor, bir gün bırakacağımız sigara, sonra yaparımlar…

Tanıdık geldi mi bu ve benzeri cümleler? Ertelenen projeler sonra yaparımlar, bir gün mutlakalar…

Gerçekten istediğimiz şeyin önünde bir engel var mı bizi durdurabilecek yoksa istekler bize ait değil mi, yoksa istemiyor muyuz?

Gerçekten ne istediğini ne yaparsa mutlu olacağını kaç kişi biliyor? Yoksa istediğimizi zannettiğimiz şeyler başkalarının yaptığı bizimde taklit ettiğimiz şeyler mi? Özgün olan ne var acaba! Olsun, özgün olmazsa olmazsın, yeter ki istediğim beni mutlu edecek katkı verecek şey olsun diyorsanız o da super 🙂 Yapın yater ki!

Hem kendimizden hem de çevremizden ne çok duyarız; yaşadığım kenti değiştireceğim ama henüz koşullar uygun değil, çok güzel bir roman konusu var aklımda ama yazmak için bir yerlere kapanmalıyım ama zaman mı var, önümüzdeki pazartesi spora başlayacaktım ama kalkamadım….

Galiba çoğumuz bulunduğumuz yerden, durumdan memnun değiliz, bununla beraber adım da atmıyoruz değişim için!

Oysaki sorsak kendimize; yapmak istediğim şeyi yapacak olsam ilk adım ne olurdu?

İkinci adım da ne yapardım? İstediğim süreci gerçekleştirdiğimde ne hissederdim? Bunun benim için değeri ne olur?

Çoğu proje ve yaratıcı fikir ilk adım ne olur sorusu sorulmadığı ve o adıma dair tarih konmadığı, süreçler çizilmediği için sadece uçuşan fikirler olarak kalıyor.

Bir işe başlamadan önce bittiği ana dair görüntüler hayal ederim ve bittiği an ne hissedeceğimi düşünür ve hissetmeyi denerim.

Rahatlama, ferahlama, dinginlik vb. hisler olabilir bu… Ve buradan aldığım motivasyonla da ilk adımı atarım. Ve diğer adımları… Özelikle yapması bana zor gelen işlerde inanılmaz etkili olur bu method.

Yapmak istediğiniz işlere, projelere küçük ya da büyük fark etmez, ilk adım ne olur sorusundan sonra tarih koymak ve kendini o tarihte yaparken hayal etmek … Her iş bir ilk adımla başlar.

Düşünün uzun zamandır ertelediğiniz ve yaparsanız ohhh diyeceğiniz ne var? İlk adımı attığını hayal et, o ne olurdu ve o adıma tarih ve saat koy.

Bakın bakalım neler oluyor!

Bak şimdi merak ettim 🙂

Cinsel ilişkide kilitlenme

Cinsel ilişkide kilitlenme 150 150 dolunay

İlk cinsel ilişkiye girmekten tedirgin olanlar (daha çok kadınlar ancak erkeklerde de oran azımsanmayacak kadar çoktur), vajinismus ve bazen de ereksiyon sorunu yaşayanların en sık sorduğu sorulardan biri; ” Penis vajinaya girerse ve kitlenirse ne olur?” sorusudur.

Penis vajinaya girince kilitlenirse!

Vajinanın kitleneceğine dair korkular kulaktan kulağa yayılan, “Bir arkadaşımın arkadaşının başına gelmiş, o şekilde hastaneye götürülmüşler, hatta gazeteler gelmiş, haber olmuşlar, çok utanç verici” gibi kulaktan dolma bilgilerle şehir efsanesi diyebileceğimiz ve gerçekleşme imkanı olmayan, yanlış inanış ya da bilgidir.

Cinsel ilişkide kitlenme neden mümkün değildir?

  • Vajinanın penisi içine alması ve kasılarak dışarı çıkışını engellemesi fizyolojik olarak mümkün değildir.
  • Vajina kasları olan pelvik kaslar kontrol dışı kasılarak penis girişine izin vermeyebilir ancak içeri aldıktan sonra bırakmayacak kadar güçlü değildir.
  • Vajinanın yapısı, kasılma olmadığı sürece penisi rahatlıkla içeri alabilecek şekildedir, keyifle desteklendiğinde ise kayganlık fazlasıyla vardır ve penis giriş çıkışını kolaylaştır.

Penis içerde kalırsa, kitlenirsek, bizi kim kurtarır gibi korkuların ana nedenleri şunlardır:

  • Cinsel organların anatomi ve fizyolojine dair bilgi sahibi olmamaktır.
  • Eğitim sistemimizde, biyoloji eğitimlerinde diğer organlar anlatılırken cinsel organlar yok sayılmakta ve anlatılmamaktadır.
  • Cinsel organlarla ilgili bilginin verilmemesi ve cinsel birleşmeyle ilgili abartılı ve korkulu hikayeler, kadınların cinsel organlarından uzak ve kapalı, yokmuş gibi büyütülmeleri bu tür yanlış ve saçma inançların nedenlerindendir.

Lütfen;

  • Cinsel organlara dair doğru ve bilimsel bilgiyi öğrenin.
  • Doğru bilgi size olumsuz deneyimlerden korur.
  • Evlilik öncesi bu tür korku ve kaygılarınız varsa araştırın, öğrenin ve destek alın.

Etiketler

Etiketler 150 150 dolunay

Dünyada ayrımcılık olmasın, herkes eşit olsun, tüm insanlar kardeş olsun, torpil yapılmasın ne sınavlarda ne de iş yerinde diyoruz ya… İsyan ediyoruz ya bazen hayata, düzene…

Peki, acaba biz kimlere ne zaman ayrımcılık yapıyoruz? İnsanlara eşit bakıyor muyuz yoksa hep etiketliyerek, kıyaslayarak mı bakıyor ve davranıyoruz?

Şişman ama iyi,

Uzun boylu ama akıllı,

Akıllı fakat çirkin,

Çirkin ama şanslı,

Yakışıklı ama salak,

Çirkin ama çok zengin,

Müdürün kızı, kaymakamın çocuğu,

Saçı uzun aklı kısa,

Mini etek giydiğine göre ….vb

Ayrımcılık, torpil bizlerin zihninden, dilinden, güzünden o kadar doğal dökülüveriyor ki fark etmiyoruz bile yaptığımız bölücülüğün, ayrımcılığın!

İnsanların giydikleri kıyafetler, taktıkları takılar, bindikleri arabalara göre tavrımız tarsımız değişiyor bazen, Nasrettin Hoca’nın ‘ye kürküm ye’ fıkrasında olduğu gibi…

Çöp toplayan kişilere baktığımız gözlerimizi, bedenimizi dışardan görsek ve izlesek neleri farkederiz acaba?

Şişman bir insanın yanında aklınızdan neler geçer ya da çok zayıf ya da çok kısa ya da uzun?

Nereden geliyor bu, nasıl alıştık ve normalleştirdik bu şekilde ayrımcı düşünmeyi ve davranmayı?

Çizgi filmleri hatırlıyorum, örneğin; Dantonlar! Avarel en uzun ve en salak, Joe Dalton ise en kısa ve en zeki, agresif ve lider konumda olan. Ara boylarda olan Jack ve William rolleri daha silik sanki aklımda!

Gözümün önüne arkadaşımın annesinin hanginiz daha uzun diye boylarımızı ölçtüğü an geliyor. O zamanda anlamamıştım bunu neden yaptığını şimdi de anlamıyorum çıkan sonuçla ne yapacağını !

Görünümümüz daha ötesine bakabilsek, gözlerimize baksak birbirimizin, oradan kalplerimizi görebilsek neler değişir acaba düşüncelerimizde hislerimizde?

Her insanın giydiğinden, mesleğinden, rütbesinden, makamından, kimin çocuğu olduğundan öte bir yol olsa birbirimizi tanımaya, sevmeye giden!

Hiç düşündünüz mü ilk tanıştığımız insanlara neden hep ne iş yaptığımıza dair bilgiyi veriyoruz? Çoğu zaman yaptığımız iş nasıl biri olduğumuzun, İNSAN olmamızın bile önüne geçiyor. Ne iş yaptığını öğrendiğimiz anda zihnimizde etiketler ardı ardına gelmeye başlıyor? Hımmm doktor muş, nezih bir insandır, okumuş, aydın bir insandır, iyi de para kazanıyordur…vb.

Ve unutuyoruz İNSAN olmanın meslekten bağımsız bir süreç olduğunu ve unutuyoruz cahaletin okumaktan bağımsız olabileceğini, nice aydının, bilgenin diplomasız, sıradan insanlar olduğunu…

Aklımıza ne zaman gelir acaba gerçek aydınlığın gönül aydınlığı olduğu… Nice okumuş, zengin, iyi mevkilerdeki insanın gönlünün cahil kaldığı…

Hangi mesleği yaparsak yapalım ya da ne olursak olalım gönlümüze dürüstük, sevgi, paylaşım, hoşgörü gibi temel insani değerleri yerleştirip davranışa geçirmediğimiz sürece hep eksiğiz, hep yarımız!

Birbirimize ne zaman ki mesleklerimiz, kıyafetlerimiz, boyumuz, kilomuz, cüzdanımızdan bakmayı bırakırız o zaman gerçek insana dair bir adım atarız.