Hürriyet Aile

Cep belası

Cep belası 150 150 dolunay

Cep belası başlığını koyduğumda hangi konuda yazacağımı anlamışsınızdır diye tahmin ediyorum. Eskiden 7’den 70 diye bir tanım vardı; küçükten büyüğe herkes anlamında kullanılan. Son yıllarda toplumdaki cep telefonu üzerinden sosyal medya, oyunlar vb. kullanım yaş dağılımını ve sıklığını düşündüğümüzde bu tanımı 2’den 92’ ye diye değiştirmemiz gerekiyor galiba!

1990’larda dünyada kullanımı yayılmaya başlayan internet, beraberinde pek çok artıyı ve aynı zamanda pek çok sorunu ve değişimi de beraberinde getirdi.

Yolda, sokakta, evde, işte, trafikte, tv karşısında, hem cep telefonuna bakan hem de başka işler yapan insanlar görmek normalimiz oldu ne yazık ki! Cep telefonundan sosyal medya kullanmayan ya da mesajlaşmayan kişileri garipsiyoruz ve çağ dışı olarak yorumlayabiliyoruz.

Neredeyse her yaş grubunun elinde görmeye alıştığımız cepler çoğunlukla da ergenler ve gençler arasında kullanılıyor, onlar için cep demek internet demek, internet demek; sosyalleşmek, arkadaşlar, iletişim, keyif, haz alma, öğrenme, kaçma, rahatlama, zaman geçirme demek.

Sanal dünyayı bazen hayatın ta kendisi sanıyorlar

Gençler İnternet vasıtasıyla dünyanın pek çok yerinde arkadaşlıklar edinmekte, dostlar kazanmakta, bilgi ve veri akışı sağlamakta, dünyayı tanımaktadırlar. Yüz yüze kurdukları ilişkilerin benzerlerini internet üzerinde kurmakta ve bu sanal dünyayı hayatın devamı hatta bazen hayatın kendisi olarak görmektedirler.

Günlük hayattaki alışkanlıkların bazılarını, sevgiyi, aşkı, hayranlığı internetteki sanal ilişkilerinde de yaşamaya devam etmektedirler. Filmlerdeki, dizilerdeki karakterlere karşı oluşabilen hayranlık, aşk ya da onların gerçekmiş gibi olduğu algısı, internet üzerinden tanıdığı, sanal ilişkilerde aynı şekilde, gerçekmiş gibi oluşabilmektedir. Sanal ortamda başlayan ve biten ilişkiler sadece ergenler için değil yetişkinler için bile normalleşmektedir.

Ayrıca İnternet kullanımındaki artış ve vazgeçememe ve sınırsızlık; bağımlılık sınırlarını zorlamaktadır. Alkol ya da kumar bağımlığı için ön görülen tanımlar internet kullanımı içinde geçerli kabul edilmektedir. Yani internetin şuursuzca yani kontrolsüzce kullanımı artık bağımlılık kabul edilmektedir. Ör: sosyal medyadaki hesaplarını kontrol edemeden duramama, huzursuz olma, bir şeyleri kaçırıyormuş hissi, şarj biterse diye kaygılanma, telefonunu yanından ayıramama vb.

Gerçek hayattaki ilişkilere zarar veriyor

Ergenlerin sanal ortamda çok fazla zaman geçirmeleri, sosyalleşme, bir gruba ait olma ihtiyaçlarını sadece internette doyurmaları, gerçek hayatta yüz yüze kurdukları ilişkilere zarar verebilmektedir. İnternetin aşırı kullanımı, gencin yalnızlaşmasına, içine kapanmasına ve bunların sonucunda da yüz yüze kurduğu ilişkileri yürütmekte zorlanmasına, çabuk pes etmesine, sanal ortamdaki arkadaşlık ya da flört ilişkisini gerçek olarak kabulüne, cinsel suistimale vb. pek çok şeye neden olabilmektedir.

Tamamen yasaklanamaz

İnternet çağında internet kullanımını tamamen yasaklanamaz, bununla beraber, gençlerin ruh ve beden sağlıkları için onları kontrollü kullanıma motive etmek, onlara model olmak önemlidir.

Sanal dünya-gerçek dünya dengesi

Ergen çocuklarınızın internette geçirdikleri zamanın çokluğu ya da azlığından daha önemli bir şey; sosyalleşmek için gerçek hayatta neler yaptığına dikkat edin. Spor yapması, bir hobisinin ve merakının olması, arkadaşlarıyla yaptığı sosyal etkinliklerin varlığı, sizlerle kurduğu iletişim ve sohbetin kalitesi… Sanal dünya ile gerçek dünyayı dengeyle yaşayabilmesi onu olumsuz süreçlerden koruyacaktır.

 

Bayram gelir mi?

Bayram gelir mi? 150 150 dolunay

Bayram yaklaştı. Yine güzel dilekler dinleyeceğiz TV’lerden, büyüklerimizden. Yine elimizden geldiğince kutlayacağız Ramazan Bayramını; Küsler barışsın diyeceğiz, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpeceğiz, akrabalarımıza ziyaretler yapacağız, bol tatlı yiyeceğiz, şekerleri toplayacağız, çocuklara harçlıklar vereceğiz, bol güleceğiz. Bayram ya, birbirimize iyi davranacağız, üzmeyeceğiz hoş tutacağız… Tutacağız da ya sonra?

Ülkemize gerçek bayram ne zaman gelir? Dünyada gerçek bayram ne zaman kutlanır? Ülkede bu kadar insan ölümlerden acı çekerken, şehitlerimiz her an aklımızdayken ve sonu gelmezken ölümlerin, acıların, BAYRAM gelir mi bize acaba!

Dünyanın neredeyse her yanında kaos varken, terör insanların canını acımasızca alırken, neden öldüler dediğimizde ‘kurgulanmış saçma ve acımasız örgütler’ yüzünden demek insanı en çok çaresiz ve öfkeli hissettiriyorken, Bayram ne demek diyor bir tarafım…

Kim daha güçlü diye soruyorum kendi kendime; İnsanın insana dair, yaşama dair sevgisi mi yoksa insanın GÜÇ’e dair sevgisi mi? Ülkeler arasında ki var olma savaşının DİN’ler üzerinden dini kullanarak yapılması, kendi bekalarını başka ülkelerdeki canları hiçe sayarak yapmaları bana hep sorgulanmaya muhtaç gelmiştir.

Dünyada oynadığımız oyunun adı birlik oyunu olsa ne güzel olur.

Ülkeler hep birlikte oturup ihtiyaçlarını saptasa ve dünya nimetlerini, madenleri, suları, gıdaları vb. nasıl eşit ve adil paylaşırızın yollarını arasa, bilimsel çalışmalar üzerine kafa yorsak hep beraber, İNSAN olmanın yollarını tartışsak, okullarda İNSAN ‘a dair DEĞER’lere dair, ERDEM’e dair dersler olsa, gerçekten İNSAN olmayı hedef edinsek, gerçek mücadele bu olsa, kültürler arası paylaşım çalışmaları yapsak mesela, tanısak her ülkeyi, tanısak her kültürü, tanısak birbirimizi, hikayelerimizi dinlesek, öldürmeye devam edebilir miyiz hala? Her yapılan şey, İNSAN’a yakışır bir şekilde nasıl yapılır diye sorsak, doğaya ve dünyaya duyarlı nasıl yaşarız temel kaygımız olsa… Savaşlar sürer mi yine de?

Daha iyi yaşamak, daha çok elektrik tüketmek, daha çok enerji için, daha çok eşya, daha çok daha çok… Kapitalist sistemin devamı için, daha çok tüketmek lazım, ‘DAHA ÇOK İÇİN’ daha çok insan ölecek, daha çok kan akacak ise her daha çok da başka insanın kanı canı varsa, insanın boğazından nasıl geçer yedikleri?

Dünya ne zaman yaşar BARIŞ’ı, insan ne zaman İNSAN olur?

Dünya, BARIŞI yaşadığında, İNSAN, GERÇEK İNSAN olduğunda, BAYRAM işte o zaman bayram!

O güne kadar şimdilik duamız olsun; Barış olsun, sevgi olsun, neşe olsun, adalet olsun, dürüstlük olsun, olsun…

Bayramınız kutlu olsun…

Oh be boşandım!

Oh be boşandım! 150 150 dolunay

Evlilik kurumunda; uyum, sevgi, kabul, saygı vb. değerler aile birliğinin sağlıkla devam edebilmesi için olmazsa olmaz değerlerdendir. Birbirinin varlığına saygı ve tolerans azalırsa, sevgi kuş gibi uçar giderse, tahakküm kurma talepleri coşarsa, sınırlar hapishane demirlerine dönerse, sanmayın ki bu kurum sağlıklı bir şekilde devam eder.

Evliliği zorlayan ve evin duvarlarını zedeleyen ya da yıkan en önemli konular; şiddet, aldatma, üçüncü şahıslar, kök aileler, özensizlik, kıskançlığın patolojik boyutu vb. olarak sıralayabiliriz.

Evlendiğimde böyle değildi

“Evlendiğimde bu adam/kadın böyle değildi. Çok gülerdik, eğlenirdik, iyi anlaşırdık, biz farklı bir çift olacağız, bizim evliliğimiz diğerlerine benzemeyecek derdik” vb. sözler kötü giden bir evlilikte çok duyulan ifadelerdendir.

Evlendikten sonra erkeğin ya da kadının birbirini üzerinde tahakküm kurmaya çalışması, kıyafete karışmalar, görüşülen arkadaşları eleştiriler, yasaklamalar, ne kadar güzel gülüyorsunların, dışarda dikkatli güllere döndüğü, kişilerin benlik alanlarını zorlayan ve kişiyi var olduğu kişiden başka birine dönüştürmeye çalışan yönlendirmeler bir yerden sonra hayatın tadını tuzunu kaçırabilir.

Eğer zorbalığı yapan kişi durmazsa ya da çift beraber daha ılımlı ve pozitif tarafa yönelmezse çoğu çift için boşanma düşüncesi ve eylemi kapıya dayanır.

Zorbalığa uğrayan kişi için iki yol vardır; ya kendi olmayı tercih edecektir ve boşanacaktır ya da eşinin istediği kişi olarak kendinden vazgeçecektir.

Biz olmaya çalışmak kendinden vazgeçmek değildir

Elbette ki evliyken çift olarak hayatın önemli bir kısmını deneyimler insan ve elbette ki BİZ olmak için birbirine uyumlanmak önemlidir. Ancak bu kendinden vazgeçmek değildir. Kendi olabilen çiftler BİZ olurlar, uyumlanırlar.

Uyumlanamayan çiftler ise maddi ya da manevi kaygılar nedeniyle ya o şekilde yaşar ya da ayrılır. Eğer ilişki kangren olmuşsa tüm çabalara rağmen sevgi alanı beslenmiyorsa, boşanmak daha sağlıklıdır. “Boşanmak kötüdür, çocuklar var, bizim ailede kimse boşanmadı ya da annem babam çok üzülür” vb. kaygılarla evliliği sürdürmeye çalışarak çiftin birbirine eziyet etmesi, dünyadaki cehennem gibi bile tanımlanabilir çoğu zaman!

Oh be boşandım!

Baskı, zorbalık vb. nedenlerle boşanan ve kendini yeniden yapılandırmaya çalışan kişilerden çok duyarız: ‘OH BE BOŞANDIM ’ . Bu aslında özgürlüğün ne kadar güzel olduğu, gerçek özgürlüğün kendin olmak olduğuna dair farkındalıkları içeren bir ifadedir. Çok şükür demektir, hayat devam ediyor demektir, istediğimi giyerim, istediğimi yer içerim istediğimle görüşürüm, kendi namusumu kendim korurum, demektir.

Umarım evlilikler, ilişkiler; özgürlük, güven, sevgi, tolerans vb. değerler üzerine kurulur ve bu değerlerden beslenir. Ancak o zaman yaşanabilir olur, insana yakışır olur.

İlk gece sorunları

İlk gece sorunları 150 150 dolunay

Ya canım çok acırsa

Evliliğin ilk gecesine ya da ilk cinsel ilişkiye çok anlam yüklenir.İlk cinsel birleşmenin ya çok güzel ve keyifli olacağı ya da çok acılı, ağrılı ve kanlı olacağına kadar, bir uçtan diğer uca pek çok beklenti vardır ilk cinsel ilişkiyle ilgili. Bu kaygı ve beklentilerin çoğu kadınlara aittir diyebiliriz.

Acaba ereksiyon olabilecek miyim?

Erkeklerinde ilk geceyle ilgili kaygıları yok değildir tabii ki! Ereksiyon olabilecek miyim? Girişi gerçekleştirebilecek miyim? Ya tam o esnada ereksiyon giderse vb…

Aslına bakarsanız her iki taraf için de keyifli düşüncelere göre kaygılı düşünceler daha yoğunluktadır.

Bunun ana nedenleri; karşı cinsiyetin ve de kendi bedeninin cinsel organlarıyla ilgili abartılı, gerçekdışı bilgilere sahip olmak, cinselliğe dair bilimsel bilgilerden yoksun olmak sayılabilir.

Cinselliğin doğasında acı hissetmek yoktur

İlk cinsel ilişkide genellikle; yetersiz ön sevişme ile ereksiyon gerçekleştikten sonra ilişki denenir. Kadının cinsel organının ıslanmadığı fakat vajina kaslarının rahat olduğu durumlarda ilişki gerçekleşir ancak kadının canı acıyabilir belki biraz kan gelir. Oysaki cinselliğin doğasında -organik herhangi bir sorun yoksa- acı hissetmek söz konusu değildir. Bunların yaşanmasına cinsel bilgi, tutum ve davranış eksikliği, fiziksel ve duygusal hazırlıkların yeterince yapılmaması durumu neden olur.

İlk ilişkide kanama yaşanır mı?

Eğer ilk cinsel birleşmede, iki taraf da rahatsa, iyi bir ön sevişme yapılıyorsa, ıslanma varsa, pelvik kaslar rahatsa, sakince giriş gerçekleştiriliyorsa kanamaya pek rastlanmaz, bazen biraz kahverengi ya da pembe lekelenme görülebilir.

Her iki taraf için de önemli olan ilk birliktelik, karşılıklı, sevgi ve hoşgörüyle rahat yaşanabilir. İletişimi doğru kurmak, kendimizi karşı taraf doğru ifade edebilmek ve dinleyebilmek, kaygılarımızı, meraklarımızı paylaşabilmek, birbirimizi keşfederken sabırlı ve sakin olmak bu süreçte çiftlere yardımcı olur.

İlk gece korkusu nasıl yenilir?

İlk gece korkusunu ortadan kaldırmak için evlenmeden önce ilk geceyle ilgili bilimsel destek alabileceğiniz uzmanlara başvurmanızı ve bilimsel kaynaklardan bilgi alması önerilir. Doğru bilgi bizi rahatlatırken abartılı ve yanlış bilgi bizi tedirgin eder.

Cinsel terapi uzmanından destek alınmalı

Eğer ilk gece de ve sonrasında da kadında kasılmalar oluyor ve ilişkiye izin vermiyorsa, erkek de ereksiyon sorunu ya da girişe dair korkular oluyorsa mutlaka bir cinsel terapi uzmanına başvurun.

Bir yastıkta kocamak

Bir yastıkta kocamak 150 150 dolunay

Büyüklerin yeni evlilere duasıdır; ‘Bir yastıkta kocayın’.

Büyüklerimiz için derin ve bayağı köklü bir duadır bu! Ancak yeni dönem evliler için kuru bir laf kalabalığı olarak gelebilir. Anlamını anlamak için birazcık düşüncede derinleşme birazcık da deneyim gerekir kanımca!

Bir yastıkta kocamak deyince gözümün önüne anneannemin evindeki büyük çift kişilik kocaman beyaz, kenarları kanaviçe işli yüksek yastıklar geliyor. Bu yastık, üzerinde düşünürken evlilik ve ilişkilerle ilgili farkındalıklar yaşatıyor bana!

Evlilik; iki farklı cinsiyetin ve karakterin aynı ev içinde uyumlanmaya çalıştığı hayat deneyimi ise, uyumlanmaya başlamak aynı yastık yüksekliğinde uyumaya adapte olmakla başlıyormuş eskiden diye düşünüyorum.

Evliliklerde BİZ olmak kadar BEN’leri korumak ve yaşamak da çok önemli olduğundan mıdır yoksa iki ayrı yastıktan kapitalist sistem daha çok kazandığından mıdır bilinmez şimdilerde yastıklar ayrı, herkes kendi boyun konforuna uygun yastık tercih ediyor. Hatta ayrı yataklarda uyumak ayrı odalarda uyumak bile söz konusu artık!

Aynı yatakta bir başkasıyla uyumak ki bu sevdiğin kişi bile olsa başta çok güzelmiş gibi gelse de pek kolay bir alan değil. Yanında başka birinin yatıyor olması çoğu insan için alışılması zor durumlardan. Uyku, bilincin olmadığı, bedenin dinlendiği bilinçdışı bir zaman dilimi. Uyku zamanında bedenin aldığı pozisyonlar, hareketler, çıkarılan sesler vb kontrolü pek de mümkün olmayan süreçler. Çiftlerin uyku döngüleri, uyku alışkanlıkları birbirinden farklı ise, seslere, hareketlere duyarlılık dozları farklı ise bayağı eğlenceli adaptasyon süreçleri çifti bekliyor demektir.

Uyku alanında kendini güvende hissetmek uyku kalitesi için yatak, yastık konforu kadar önemli. Kaliteli uyku için güvendiğin kişiyle güvenli alanda uyumak ilişkinin huzuru için olmazsa olmazlardan kanımca! Güven olmayan ve birbiriyle pek de anlaşamayan huzursuz evlilikler için aynı yatakta uyumaya devam etmek en zor işlerden. En ufak tartışmada yataktan giden kişilerden misiniz yoksa yaşanan tüm zorluklara, kavgalara rağmen yatakta kalıp beraber uyumaya çalışanlardan mı? İlişkiler zor günler geçirir bazen iğne deliğinden geçer… Tüm zorluklara rağmen sevgi ve güven devam ediyorsa aynı yatakta uyuma deneyimi çifttin BİZ alanı için önemlidir. O yüzdendir belki büyükler ‘yatağı terk etme’ der çocuklarına, biz uzmanlar ise kavgalı bir çiftin durumunu anlamak için ‘Aynı yatakta mı yatıyorsunuz’ diye sorarız! Tüm zorluklara rağmen aynı yatağı paylaşmak bir ilişki için BİZ alanı için UMUDUN varlığıdır. Bunu istisnai yapan tek süreç aldatma durumlarıdır. Aldatma tamamen farklı dinamikleri beraberinde getirir ki bu konuya burada girmeyeceğim.

Büyük tek bir yastıkta uyumak mı çifti daha çok uyumlu kılar ya da ayrı iki yastıkta uyumak mı bunun cevabını bilemiyorum ancak ‘Bir yastıkta kocayın’ın anlamını kavrarsak ilişkilerde bize yardımı olur diye düşünüyorum.

Sözün özü ‘Bir yastıkta kocayın’ın bence kısaca anlamı;

Bir ömür boyu aynı yastığa baş koyun, iyi günde kötü günde birbirinize destek olun, mahremiyetinizi kendinizde tutun, birbirinize sadık olun, aşkın ve sevginin gücüne inanın, sevdiğini değiştirmeye çalışmadan pozitiflerine odaklanın ve bilin ki uyumlanmak süreç içinde olacaktır.

Şimdi gidin kocaman TEK bir yastık alın! Tabii ki bulursanız 🙂

Ailelere ve sınava girecek gençlere TEOG öncesi öneriler

Ailelere ve sınava girecek gençlere TEOG öncesi öneriler 150 150 dolunay

Temel eğitimden orta eğitime geçiş sınavı olan TEOG’un ikinci dönem sınavı bir kaç güne yapılıyor. 14-15 yaş grubu gençlerin geleceklerini, eğitim planlarını temelden etkileyen sınavlardan biri olan TEOG o yaş grubunun kaldırmakta zorlanacağı stresi de beraberinde getiriyor.

Sınava hazırlanma döneminde stres hormonunun yüksek salınımına maruz kalan ergenin ruh dünyası ve biyolojisi bundan olumsuz etkilenmekte, bir de ergenlik değişim özellikleri bu sürece eklenince aileler ve çocuklar için zorlayıcı olabilmektedir.

Ailelere ve sınava girecek gençlere sınavdan önce küçük öneriler;

Gençler;

  • Sınava girmeden bir gün önce ders çalışmayı bırakın.
  • Sınavdan bir gün önce bedenen rahatlayacağınız, hoşunuza giden etkinlikler yapın. Ör: açık havada kısa gezintiler, arkadaşlarla kısa buluşmalar, vb.
  • Sınavdan önceki gece hafif yemek yiyin, güzel bir duş alın ve güzel bir uyku çekin.
  • Sınava giderken rahat kıyafetler giyin ve kahvaltınızı güzel yapın.
  • Sınava girerken ve sınavda nefes almayı hatırlayın, dikkatli ve odaklı olmayı kendinize hatırlatın.
  • Sınavdan sonra sınav sorularının cevapları açıklanmadan arkadaşlarınızla pek de yorum yapmayın.
  • Ertesi gün bir sınav günü daha sizi bekliyor bu nedenle eve gidin ve dinlenmeye çalışın. Tüm yorumlar için bu iki sınavın bitmesini bekleyin.

Anne Babalar;

  • Çocuğunuzu arkadaşlarıyla kıyaslamayın. Bunun bir yarış olmadığını sadece kendi başarısına odaklanması gerektiğini hatırlatın.
  • Her fırsatta bu sınavda ne olursa olsun onu sevdiğinizi söyleyin.
  • Onu suçlayıcı, cezalandırıcı konuşmayın.
  • Çocuklarına güvenirseniz onlarda kendilerine güvenirler. Onlara güvenin ve bunu onlara söyleyin ve öyle davranın.
  • Ve bu sürecin sadece bir sınav süreci olduğunu hatırlayın. Çocuğunuz da siz de elinizden geleni yaptınız. Rahat ve sakin olun ki çocuğunuzda öyle olsun.

TEOG’a girecek tüm gençlere başarılar dilerim.

 

Jinekolojik muayene korkusu

Jinekolojik muayene korkusu 150 150 dolunay

Jinekolojik muayene genellikle kadınlar için pek istenmeyen, utanılan, tedirgin olunan bir gerekliliktir. Pek çok kadın jinekolog kontrollerini sırf vajinal muayene olmaktan hoşlanmadığı için erteler, geciktirir ya da gitmez.

Sıklığına az rastlanmakla birlikte bazı insanlar içinse jinekolojik masaya yatmak ve muayene olma ihtimali imkansıza yakındır. Bu kadınlar vajinismus değildir. Eşleriyle cinsel ilişkiye girme sorunu olmayan bu kadınların, muayene olmaya dair fobik kaçınmaları vardır.

Jinekolojik muayene koltuğuna ve muayene olmaya dair yaşanan fobik kaçınma çoğu kadını ve doktoru çaresiz bırakır. Kadın muayene esnasında kasılır, titrer, vajinal ultrason ya da muayeneye izin vermez, bağırır veya tepki verir.

Jinekologların bir kısmı ‘Sen vajinismussun, eşinle ilişkiye girebildiğine emin misin?’ gibi kadının kafasını karıştıran soru ve yaklaşımlarda bulunurlar. Oysaki bu sorunu yaşayan kadınlar kesinlikle vajinismus değildirler.

Peki nereden gelir bu fobi? Neden kaynaklanır?

  • İlk gençlik yıllarında cinsellik ve jinekolojik muayene ile ilgili duyulan abartılı ve yalnış bilgiler, dinlenen olumsuz deneyimler
  • Doğum yapmak, kürtaj vb deneyimlere ait yaşa uygun olmayan dinlemelere ya da görüntülere maruz kalmak
  • İlk çocukluk ya da ergenlik yıllarında evebeynlerle ilgili yaşanan sorunlar/travmalar
  • Cinsel taciz, istirmar ya da küçük yaşlarda yaşanan bedene müdahaleyi gerektiren hastalıklar
  • Ergenlik yıllarında karından ulturason muayenesi yapmak yerine ergenin onayı olmadan makattan muayene yapmak, muayenede sert ve aşağılayıcı davranmak sonucu yaşanan duygusal travma.
  • İlk vajinal muayeneyin hastanın bilgilendirmesi yeterince yapılmadan ya da sert sözlerle/davranışlar, iletişim kurmadan yapılması sonucu yaşanan duygusal travma.

Jinekoloj muayenesinden korkan ya da çok kaygı duyan kadınların bilmesi ve yapması gerekenler;

  • Gittiğininiz doktorla bu tür kaygılarınız olduğunu paylaşın.
  • Muayene esnasında duygusal olarak çok zorlanırsanız doktorunuza aktarın.
  • Muayene hiç olamıyorsanız, muayene olma fikri ya da görüntüsü kaygınızı çok üst düzeye çıkarıyorsa, titreme, bayılma hissi, bağırma dürtüsü geliyorsa lütfen bir ruh sağlığı uzmanından destek alın.
  • Destek aldığınız uzmanın travma ve cinsel fobiler konusunda çalışan bir olduğundan emin olun.

Stresli ergenler

Stresli ergenler 150 150 dolunay

Stres artık çok küçük yaşlarda yaşanır oldu ne yazık ki… Daha ergenliğe gelmeden kreş döneminde bile arkadaş ve kardeş rekabetinin dozu arttığında stresin de dozunun çok arttığını ve çocukların bundan olumsuz etkilendiğini görüyoruz.

Sınavlar, yarışçı bir eğitim modeli çocuklar ve ergenler için stresin yaşanmasını kaçınılmaz kılan süreçler…

Bedeninin, dış güzelliğinin nasıl göründüğü, aile içi kavgalar, sınavlar, kardeş kavgaları, aşk/platonik aşk, çevre baskısı, büyüme evreleri ergenler için önemli stres faktörleridir.

Stresin dozu artarsa hayatı olumsuz etkiler

Stresin düşük dozunun başarıyı arttırıcı etkiye sahip olduğunu bilmek bununla beraber doz arttığında hayatı olumsuz etkileyebildiğinin farkında olmak önemlidir.

Stres; özellikle beden gelişimi, beyin gelişimi, bilişsel ve duygusal gelişimin hızla ve dengesizce devam ettiği ergenlik döneminde ergenleri çok ama çok zorlamaktadır.

Yetişkinler bile stresi tolere etmekte zorlanırken henüz yeni gelişmekte olan bir beyin, beden ve ruha sahip bir ergenin stresle başedememesi çok doğaldır.

Ergenlik; kimlik yapılandırmasının devam ettiği ve ben olma kavgasının verildiği, aileye, topluma karşı çıkılan bir dönemdir. Bu dönemi tanımak ve stres kaynaklarıyla nasıl başedebileceğini öğrenmesi, ergenin, hayata hazırlanmasına ve başarılı olmasına yardım edecektir.

Bakış açısını değiştirmeyi öğrenmeliler

Ergenin olumlu ya da olumsuz yapıda olması, ailesinin yaklaşımı ve olaylara bakış açıları, stresi kontrol edip edememesinde çok önemlidir. Ergenin bakış açısını nasıl değiştireceğini öğrenmesi ve bunu yönetebilmesi onu geleceğe hazırlayan çok olumlu bir davranıştır.

Stres altındayken kendini suçlama, cezalandırma, madde kullanımı, kontrolsüz cinsel yaşam ergen için geri dönüşü zor zararlara neden olabilir.

Stres altındayken ergenlerin daha duygusal oldukları ve çözümden çok duruma, soruna odaklandıkları bilinir. Dikkati, duygudan duyguyu doğru bir şekilde ifade etmeye ve sorundan çözüm odağına yönlendirmek önemli bir stres kontrolü sağlayacaktır. Yani duygularımızı bastırmadan ve çoşturmadan dışarı çıkarmayı deneyimlemek. Bu da önce kendimizle daha sonra da çevremizle iletişimi doğru kullanmamız anlamına gelir.

Stresi olumlu bir şekilde yönetmeyi öğrenmek

Spor ve egzersizler, grup etkinlikleri, bir müzik aleti çalmak ya da müzikle ilgilenmek, hobiler, problem çözme stratejilerini öğrenmek, ergenler için önemli ve etkili stres azaltma ve kontrol etme yöntemlerindendir. Ergen bu şekilde strese ayıracağı enerji kaçağını durdurmuş ve stresi olumlu bir şekilde yönetmiş olur.

Aileler ve ergenler stresle baş etme konusunda kendilerini çaresiz hissederlerse uzmanlardan destek alma konusunda rahat olmalıdırlar.

Kadın

Kadın 150 150 dolunay

Yine geldi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bakalım bugün kaç kadın dayak yiyecek, kaç kadın tecavüze uğrayacak, kaç kadın ölecek diye söyleniyordum ki; Ankara’daki Kadınlar Günü kutlamaları için yola çıkmış olan otobüs kazasında 7 kadınımız hayatını yitirdi. Allah rahmet eylesin. Toplumsal süreçlerde, hareketlerinde öncü ve yol açıcı olan devrimci kadınlarımız, duyarlı, şefkatli, insanlık için çalışan güzel kadınlarımız ruhunuz şad olsun…

Kadın haklarının kazanılması ve hayatta geçirilmesi, uygulanması sürecinde; yol açıcılara, devrim yapanlara ve Kurtuluş Savaş’ının kahraman kadınlarına, bu uğurda canını verenlere, Cumhuriyet’in her aşamasında erkeklerle beraber çalışan kendini ülkesine, insanlığa adayan kadınlara şükran borcumuz var.

Kadınların bir toplumun yükselmesinde önemini ne güzel anlatmış Atamız:

“Toplum kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki yığının bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kitlenin bütünlüğü ilerleyebilsin; mümkün müdür bir cinsin yarısı zincirle toprağa bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin. Şüphe yoktur ki; ilerleme adımları kadın ve erkek iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmalı, yükselme ve ilerleme beraber olmalıdır…”

Bundan nerdeyse tam 100 yıl önce söylenmiş bilgelik dolu, kadına gerçek önemi veren, topluma yol gösteren sözler…

Kadınlarımıza tüm dünyadan önce seçme ve seçilme hakkı vermiş, bilimsel çalışmalarda, ilimde öncü olacaksınız demiş…

Ele ele vereceğiz demiş…

Kadınlar anne olarak kendilerini geliştirip çocuklarını devrimlere uygun, ilim irfan sahibi olarak yetiştirsinler demiş… Dünyadaki her şey kadının eseridir demiş… 100 yıl sonra ne yazık ki geldiğimiz yer; erkeğin, kadını ve dünyayı kontrol etmek için kullandığı tek şey; GÜÇ ve KUVVET! Şiddet!  Savaş! Sömürü!

Peki işe yarar mı?

Bence HAYIR.

Kadınlar, sanatta, bilimde, ilimde öncü kadınlar. Savaştan çok barışa hizmet eden, dünya için insanlık ailesi için barış ve sevgi için çalışan, dua eden şefkatli kadınlar.

Kadınların başarılarının, kadına uygulanan şiddetten daha çok gündem olduğu, kadın ve erkeğin rakip değil ortak olarak çalıştığı, hep birlikte yükseldiğimiz, hep birlikte güldüğümüz, hep birlikte insan olduğumuz, sevgi ve şefkat dolu olsun AN’ımız ve geleceğimiz…

Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu olsun…

Sevgi ve şefkatle…

Ya olursa…

Ya olursa… 150 150 dolunay

Kontrol edemediğimiz kaygılar

Son yıllarda en çok yaşanan ve hayatı kabusa çeviren sorunların başında, kontrol edemediğimiz kaygılarımız geliyor. Kontrolümüzün dışındaki olaylara, durumlara, aşırı anlam yükleyip düşünerek kontrol etmeye çalışıyoruz ki bedenlerimiz kaygıdan yanıyor. Yarınla ilgili endişeler, ya olursalar, nasıl dayanırızlar, kabul edemeyizler, yaşayamayızlar, kalp çarpıntıları, nefes alamamalar… Kaygı bozukluğu çocuklarda ve ergenlerde bile ruh ve beden sağlıklarını sallayacak kadar görülmeye başlandı.

Negatif senaryolar bedenimizin enerjisini sömürüyor

Ne olacak bu ülkenin haliyle başlayan kaygılı düşünceler, ne olacak bu dünyanın haline kadar uzanırken, anne babamı kaybedersem yaşayamlara, ya hiç çocuğum olmazsalara,…vb sonu gelmez karamsarlık ve negatif senaryolar aslında çoğumuzun içini karartmaktan, bedenimizin enerjisini sömürmekten başka bir işe yaramıyor.

Yaşanılan olaylara rahat ve sakin yaklaşabilenlere gamsız, duyarsız gibi eleştiriler gelebilirken, kaygılı olmak ve endişeli konuşmak, olayları hep şikayet ve kaygıyla olumsuz senaryoları anlatmak, ahlar vahlar ise pek moda bu aralar.

Kaygıyı en üst düzeyde yaşamak yarardan çok zarar verir

Kaygılı olma modası ve yaşadığımız durumlarla ilgili olumsuz tespitler yapmak galiba kişilere bir şey yapıyor hissi veriyor! Yaşanılan sorunları çok ciddiye alan insanlar kaygılanmalı, paniklemeli gibi beklentiler var galiba! Eğer öyleyse açıkça söylemek lazım ki; yaşadığımız olaylarla ilgili hep olumsuz konuşmak, çözümsüz tartışmalar yapmak, kaygıyı en üst düzey yaşamak, kişiye de, duruma da yarardan çok zarar verir.

Yaşanılan ya da yaşanması ihtimal dahilinde olan olay ne kadar kabul edilemez görünse de tam olmadan ne yaşayacağını bilemezsin. Bu süreçte, ya şöyle olursa ya böyle olursa vb.düşünceler kişiyi AN’dan koparıp senaryonun, varsayımın göbeğine bırakır ve olay henüz başınıza gelmeden gelmiş gibi bedeniniz reaksiyon gösterir. Ör: Yeniden kriz geçirirsem, ya nefes alamazsam ne yaparım derken bile geçirilen krize dair sıkıntılar bedende hissedilmeye başlanır.

Geçmişte olanlar ve gelecekte olacaklar bizi sıkıştırır

Kaygıyı kontrol etmenin en temel yolu düşünceleri farketmek ve peşlerinden gitmemeye dayanıyor. Senoryaların dışında durabilmek, AN’da kalmak ve nefes almak ….Örneğin; Ya hasta olursam, kanser olursam bana kim bakar gibi düşünceleri farkettiğinde kendine ‘şu anda nasılsın?’ sorusunu sor. Cevap çoğunlukla ‘iyiyim’ olacaktır’. AN’da çoğunlukla pek bir sorunumuz yok, geçmişte olanlar ve gelecekte olacaklar yani senaryolar bizi sıkıştırır ve kaygıyı arttırır.

Bedenimize ve ruhumuza iyi gelen şeyleri yapalım

Düşünceleri, duyguları fark etmeyi ve kontrol etmeyi öğrenmek, bedenimize ve ruhumuza iyi gelen şeyleri yapmak, sağlıklı beslenmek, sağlıklı düşünmek, farkındalıklı nefes almayı deneyimlemek, kendimize, topluma katkı verebileceğimiz hedefler koyup onlara ulaşmak için çalışmak ve olaylar karşısında daha sakin olmaya çalışmak, kaygılarını kontrol etmenin en güzel yolları.

Ne yaşarsak yaşayalım bilmeliyiz ki; umut hep var, nefes aldıkça, çaba devam ettikçe, kendimizi keşfetmeye devam ettikçe, fark ettikçe…