yorum

Rüya tabircisi

Rüya tabircisi 150 150 dolunay

Geçmiş zamanlardan birinde, padişahın biri bir rüya görmüş ki vay anam vay! Kan ter içinde uyanmış, söylenmiş “bu rüya da nereden geldi buldu beni” diye. Rüyasında bile olsa tüm dişlerini dökülmüş görünce sinirden ne yapacağını bilememiş. Çağırmış hemen tabirci başını, saat de gecenin bir yarısı. Tabirci başı uyku sersemi, padişahsa rüyayı gelecekten haber saydığı için endişeli…

– Hele söyle bakalım tabirci başı, bu rüya hayır mıdır, şer midir?

Tabirci başı utanmış, sıkılmış, parmaklarını kıtır kıtır kıtlatmış, kaşlarını çatıp alnındaki çizgileri çıtır çıtır çıtlatmış da demiş ki:

– Şerdir, felaket haberidir, ne kadar üzülseniz yeridir! Uzun yaşayacaksınız yaşamasına ama ne fayda, tüm sevdiklerinizin birer birer ölüp gittiğini gördükten sonra… Ah ah yalnız kalmaktan beter acı var mı insana?

Padişahın gözbebekleri büyümüş, ateş dilli ejderhalar gibi kükreyip hükmünü vermiş:

-Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!

Padişah bu yorumu beğenmedi ya çağırmış bir yenisini. Bu yorumcu da pek yumuşak, pek güleryüzlü biri, baldan tatlı sesiyle demiş ki:

-Hayırdır padişahım, hem de çok hayırdır! Rüya diyor ki: Daha nice seneler halkınızı sizin gibi bir padişaha sahip olmakla mutlu edip onurlandıracaksınız. Bütün yakınlarınızdan daha uzun yaşayacaksızınız.

Padişah pek mutlu, kovayla altın verip göndermiş tabirciyi. Yolunu kesip sormuş bütün bunlara tanıklık eden biri:

-Yahu anlamadım gitti, ikiniz de aynı şeyi söylemediniz mi? Biriniz gitti zindana, birinizin kovayla altın kucağında.

Gülmüş tabirci:

– Eh doğruya doğru, ikimiz de aslında aynı şeyi söyledik. Ama kimileri için verdiğin haberden çok nasıl verdiğin önemlidir. Zindan da, altın da haberde değil: onu veren dilin kıvrımlarında gizlidir.(Masal Masal Matitas kitabından)

Bu masaldan neler öğrendik derseniz:

  1. Başımıza gelen bir olaya verdiğimiz anlam ya da onunla ilgili yaptığımız yorum bakış açımızı olumlu ya da olumsuz etkiler. Bakış açımızı değiştirdiğimizde pek çok şey değişir.
  2. Hepimiz dilimizden çıkan kelimelerin tutsaklığında ya da özgürlüğünde yaşarız. ‘Söz var kese savaşı söz var kestire başı’ diye boşuna söylememiş büyüklerimiz.
  3. Aslında hepimiz iletişimde en büyük sorunları, yalnış anlamaları duyduklarımız ya da duyamadıklarımız, söylediklerimiz ya da söyleyemeklerimiz yüzünden yaşıyoruz.
  4. ‘Söz büyüdür’ derler ya…Ne kadar da doğru! Çoğumuz küçükken bize söylenenlerin gerçek olduğunu hala inanıyor ve potansiyelimize uyumaya devam ediyoruz. Örneğin; ilkokul öğretmeni tarafından sesinin güzel olmadığı söylelen biri, 40 yaşına gelse bile buna inamaya devam edebiliyor ve toplum içinde konuşmaktan kaçınıyor ya da şarkı söylemiyor. Çoğumuz birbirimizi büyülemeye devam ediyoruz!
  5. Bu masaldan bir şey daha öğrendim: Rüyalar çoğu zaman kişiye özeldir. Ve çok sevdiğim bir söz der ki; rüyayı gören yormalıdır! Yani rüya alanı çok özeldir ve bilinçaltı rüyalarda semboller kullanarak (at, araba, köprü, yol….) rüyayı görene bir mesaj vermeye çalışır. Bu mesajı başkalarına sormak ya da rüya kitaplarına bakmak pek de doğru değildir. Bilinçaltı sembollerle kişiye ulaşarak ona kendisiyle ilgili olumlu mesajlar vermek ister. Bu nedenle rüyalarımızdaki sembollerin anlamını sadece kendimize sorup cevabın gelmesine izin vermeliyiz.

Deniz bilgesi

Deniz bilgesi 150 150 dolunay

Tatil için yeni yerlere gittiğinizde yeni yerlerle birlikte yeni insanlar tanıma şansınız oluyor. Bugün dünya tatlısı kendisi “koca bir dünya” olan bir insanla tanıştım, İzmir Karaburun’da… Erol Serçe, Serçe Erol, benim için Erol amca… 76 yaşında, balıkçı ama lafta değil özde balıkçı, has balıkçı, hayatı denizlerde geçmiş, ülkenin tüm denizlerini, balıklarını bilen, dünyada balıkçılık nasıl yapılıyor, bizim ülkemizde nasıl yapılıyor, sorgulayan, çözüm önerilerini her an üretebilen, Türkiye’de “Denizcilik Bakanlığı” şart diyen, doğaya, insana aşık, sevgi dolu, neşeli, mütevazi, alçakgönüllü, gönlü bol, gözü tok mu tok, hani parayla satın alınamayacak insanlar vardır ya onlardan, deneyimlerini paylaşmayı seven bir insan Erol amca.

O konuşuyor biz dinliyoruz daha çok anlatsın istiyoruz hayatını, deneyimlerini, hayata dair farkettiklerini… Erol amca gibi Ulu Çınarlar çok kolay karşınıza çıkmıyor. Çünkü o kadar sıradan o kadar kendilerini silip yaşıyorlar ki “ben burdayım” demiyorlar. Şanslıysanız bir gün gittiğiniz bir otelde, lokantada karşınıza çıkıyorlar, hayatınıza derinden dokunup, İnsan’a dair umudunuzu besliyorlar. Biliyorum ki ülkemde çokkkk Erol amca var! Ve bu ülke onlara çok şey borçlu! Ve bu ülke bu insan gibi İnsan’lar sayesinde ayakta kalıyor…

Zor bir hayatı olmuş Erol amcanın, 1936 doğumlu, Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşamış ve hemen hemen her yeri gezmiş özellikle denizle bağlantılı heryeri… Gençlik yıllarının bir kısmı İstanbul’da geçmiş, şimdiki İstanbul’u hiç ama hiç beğenmiyor… “Kabadayılık, delikanlılıktı eski İstanbul’da, şimdi öyle değil artık bozuldu” diyor. Tüm ailesini kaybetmiş, mal varlıkları yerindeyken sıfırı tüketmiş ailesi, Erol amcaya bir şey kalmamış ve hiç evlenmemiş… Yaşadığı olaylar çoğu insanın başından geçen olaylara çok benziyor, mal-mülk kavgaları, akraba sorunları, kuyu kazmalar ve entrikalar… Çok tanıdık ama onu farklı yapan yaşadığı olaylarla ilgili olaylara bakış açısı!

İşte burada Erol amcanın farkı ortaya çıkıyor ve ardı ardına bilgece sözlerini dökmeye başlıyor:

“Acılarımı yanımda taşımam ben diyor, benim yaşadıklarımı başka biri yaşasaydı dayanamazdı herhalde…” O konuştukça içimden diyorum ki, karşımda bir bilge var, yaşamış ve öğrenmiş şimdide paylaşıyor ve öğretiyor…

Tüm denizleri gezmiş, balıklarla ilgili bilgiler veriyor, hangi balık nerede olur, yumurta bırakmaya nereye hangi mevsimde gider, hangi balık ne zaman tutulur… bilmediğim pek çok balık ismi geçiyor, O konuştukça bir kez daha farkediyoruz ki; balık bilgimiz de, üç tarafı denizlerle çevrili bu ülkede denize dair bilgimiz de yetersiz.

O konuşurken aklımdan o an farkettiğim şeyler geçiyor; Bir konudan bahsederken “derya deniz” deriz ya… Yani ucu bucağı yok, sonsuz…

”Deniz” böyle bir konu aslında… Ucu bucağı olmayan , kenarında yaşayan insanları bile korkutmuş ürkütmüş, sonsuzluk hissi uyandırmış! Ancak denize aşık insanlar onu tanımaya, onda maceralar yaşamaya denizde ömürlerini geçirmeye cesaret etmişler… Ona aşık ona sevdalı insanlar…

Erol amca gibiler… Eski denizciler, denize saygılı, denize sevdalı ve deniz bilgesi insanlar…

Erol amca anlatıyor biz huşu içinde dinliyoruz onu; “45’lerde İzmir’e geldim, 85 yılında Karaburun’a, balıkçılık yaptım,… 96’da Ata’yı buldum, kaldım burada. Ata’yı anlatıyor uzun uzun…(Ata’nın Yeri: Karaburun’da bir pansiyon ve Ata da işletmecisi. Ata’ya ve ailesine olan sevgisi gözlerinden belli ve çok kıymetli onun için) Ata’lar benim ailem oldu. Benim kimsem yok ama sizler varsınız, çok geniş bir ailem var.”

Kışın okullarda öğrencilere gönüllü olarak balıkçılık eğitimleri veriyormuş. Olta nasıl tutulur, balıkçılıkta nelere dikkat etmek gerekir…Yeni nesile bilgisini aktarmak istiyor bu Koca Çınar deniz bilgesi. Belinde disk kayması olmuş ve gözünde de görmeyle ilgili sorunu var ama çok az konuşuyor bu konudan… Şikayeti kendi bedeniyle ilgili değil Erol amcanın… Şikayeti, trol balıkçığı yapan denizin dibini kazan ve balıkların yaşama alanlarını bozan, denizden çok kendilerini düşünen balıkçılarla ilgili… Bunlar geldi buraya, balık neredeyse bitti burada…

Şikayet ediyor etmesine ama hemen çözümler üretiyor ülkenin denizcilik politikalarıyla ilgili, balık çiftlikleriyle ilgili, sorundan çok çözüme odaklı konuşuyor… Hayatın içinde öğrenmiş tüm bunları, çözüme odaklılık/kişisel gelişim/takım olma… gibi eğitimleri almamış yani… yaşamın içinde öğrenmiş O!

“Ben 1 TL’yle de günümü geçirebilirim 1 triyonla da, ikisini de yapmayı bilirim, ikisiyle de mutlu olmayı da… Stresi, nefreti, kini aklıma getirecek olsam yaşayamam, beynimle gönlüm arasında değerlendiririm ve içime almam” diyor ve bilgece bir söz ediveriyor bu bilge çınar;

“ Zenginlik dediğin gönül zenginliğindir,
en büyük zenginlik ise erdemi taksim etmesini bilmektir,
yarin yanağından gayrisi de ortağımdır.” diyor.

Sevgili Erol amca seni tanımak ne büyük bir zenginlik benim için sözle anlatamam ve senin gibi Bilgeler ne büyük zenginlik ülkem için… Umarım ki trollerle ilgili, denizden çok kendilerini düşünen balıkçılıkla ilgili yani 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde denizcilikle ilgili dilediğin çalışmalar yapılır. Denizin kıymetini bilen, yaşadığı, ekmek yediği ve koşulsuzca veren bu denizi seven ve koruyan denizciler, balıkçılar yetişir.

Dilerim ki; bu deniz daha çok Erol amcalar yetiştirir… Erol amcayla ilgili anlatacak ne çok şey var daha, o anlatıyor devam ediyor ve her bir cümlesi ayrı bir değer. Onunla sohbet etmek isteyenlere gönül kapısı hep açık… ve onun dediği gibi “yine gelin gönlümün üstünde yeriniz var”…

Belki sizin de karşınıza çıkar bir gün Erol amca’lardan biri, belki bir tarlada, belki bir köy kahvesinde, belki bir otobüste yan koltukta… Kim bilir?