yaşam

Gölgeler

Gölgeler 150 150 dolunay

Çok derinde bir yerlerde acıyor içim, tarifsiz bir acı, düşünsene 20 yıldır evli olduğum adam çocuklarımın babası, ‘Ben aslında seni hiç sevmedim hep mış gibi yaptım, şimdi ise hayatımın aşkını buldum, senden boşanıyorum’ diyor. Sen ne hissederdin?

Soran kişi uzun yıllardır tanıdığım bir arkadaşım ve yaşadığı olayı algılamaya çalışırken bana yöneltiyor bu soruyu.

“Gerçekten ne hissederdim?” diye soruyorum kendime…

Onun hisleriyle birebir aynı olamaz benim hislerim çünkü o yaşayan, ben ise algılamaya ve kendimi onun yerine koymaya çalışanım. Bunu da belirterek cevap veriyorum: Kandırılmışlık, yalan bir hayatı yaşamışlık hissi, kızgınlık, öfke ve kendime acıma… İlk algılayabildiğim hisler oluyor.

Bu sohbetten sonra düşünmeye başladım ve yine sorular sormaya kendi kendime…

Yıllardır tanıdığınızı zannettiğimiz kişileri gerçekte ne kadar tanıyoruz? Her hallerini tanısak yine sever ve kabul eder miyiz onları?

Çok güvendiğiniz, kendinize örnek aldığınız ailelerin gerçekte rol yaptıklarını anlasanız ve aslında hiç de mutlu olmadıklarını, birbirlerini aldattıklarını bir gün birdenbire öğreniverseniz,

Evli ve çocuğu olan bir dostunuz size ‘Ben aslında eşcinselim ve bunu saklamak için evlendim ve çocuk yaptım’ dese,

Kocanızı bilgisayarına tesadüfen bakarken çocuk pornosuyla ilgili sitelere girdiğini ve bunu düzenli olarak yaptığını fark etseniz,

Uzun süredir tanıdığınız aile dostlarınız arasında gizli ilişkiler ve oyunlar olduğunu öğrenseniz,

Ya da bir tanıdığınız sizi eşiniz/sevgilinizle birlikte grup seks partisine davet etse ve bunu uzun yıllardır yaptıklarını söylese,

O kişi/kişilerle ilgili ne düşünür ve ne hissedersiniz? Onları algılamanızda ve kabulünüzde bir şeyler değişir mi?

İnsanın içinde ne kadar çok farklı yüzler, kimlikler var: İyi aile babası, iyi anne, örnek insan, güvenilir bir uzman, iyi bir yönetici, lider, aynı zamanda pedofili, yalancı, ikiyüzlü, iki kadını idare edebilen, korkak, içten pazarlıklı, bol maskeli biri…

Amacım sizi sevdiklerinize kuşkuyla baktırmak değil, insanın içinde aklımızın kabul etmekte zorlanacağı, yargılamadan duramayacağımız tarafların olabileceğini yani gölge taraflarımızı bir kez daha fark ettiğimi aktarmak.

Gölgesi olmayan insan yoktur da kendi gölgesini gören kaç kişi vardır acaba?

Bence asıl olan o gölge taraflarımızla birbirimizi kabul edip edemeyeceğimiz!

Gölgelerimiz bizi hep zorlar. İnsanın kendi gölgesini görmesi için arkasına bakması gerekir. İçindeki ruhsal boşlukları, girdapları, gölgeleri görmesi için de kendi içine bakabilmesi, uygun soruları sorabilmesi ya da kendini en yakınlarının, dostlarının gözünden tanıması gerekir.

Sizin gölge tarafınız ne? Belki bugün bunu sorarsınız kendinize…

Bana bir masal anlat

Bana bir masal anlat 150 150 dolunay

Son yılların ‘çocuklarınıza masal okuyun, müzik dinletin’ modası henüz uğramadığı zamanlarda doğduğumdan olsa gerek masal anlatan pek olmadı bana ben küçükken… Okula gittikten sonra kendi masalımı kendime kendim okudum diyebilirim. Bu yüzden çocukken masal dinleyerek büyüyen çocuklara pek imrenirim hala…

Masal açığımı kapatmak için bu günlerde bol bol masal okuyorum ve hatta masal yazmayı deniyorum. Masallardan çok şey öğreniyorum, soru sormama, gülümsememe, düşünmeme, farklı bakış açılarından bakmama yardım ediyor masallar. Metoforik dilleri, kendilerine has mizah anlayışları ve ifadelerin içine yerleştirilmiş bilgelikleriyle masallar kaç yaşına gelirsem geleyim okumaya devam edeceğim eserler. Benden önce de vardılar benden sonra da varlıklarına devam edecekler.

Aşağıdaki masal ‘Masal Masal Matitas’ kitabından… Okuyun birlikte yorumlayalım.

“Zıssss zısss!

Anne sinek yavrularını eğitmek için ormanda gezintiye çıkarmış. Örümcek ağını görünce uyarmış yavrularını:

– İyi tanıyın bu amansız düşmanınızı. Eğer ağına yakalanırsanız, ne kadar çırpınırsanız boşuna, hatta ağa daha çok yapışırsınız. Gelir, önce sizi zehirler, sonra da yer.

Yavrular korkudan titreye titreye annelerinin peşinden uçmuşlar.

Zısss zısss sısss!

Oooov, aaaahhh!

Daha da korkunç bir canavar çıkmış karşılarına. Sinek yiyen bir kuş! Bizimkiler güç bela bir ağacın arkasına saklanıp paçayı sıyırmışlar.

Derken ormanın derinliklerinden yeri göğü sarsan bir kükreme ve ondan kaçan hayvanların çığlıkları gelmiş. Yavru sinekler onu da şu korkunç canavarlardan sanıp bir yaprağın altına saklanmış. Anne sinekse kahkahayı basmış:

Korkmayın yavrularım, o kükreyenin adı aslandır. Sesi ürkünçtür, kendisi de iricedir ama tümden zararsız bir hayvancağızdır.”

Farklı bakış açılarından bakmayı anlatan yukarıdaki masal; yaşadığımız olaylara, kendimizin ve birbirimizin sorunlarına, yaşadığı olaylara bakış açımıza gönderim yapar. Kimimize büyük gelen sorunlar kimimiz için çocuk oyuncağı gibi gelir. Kişinin kabı ne kadarsa o kadar anlar ya da yaşar. Bir karınca için bir simit ona simit fırını gibi gelirken, bir ineğin dişinin kovuğunu doldurmaz.

Karıncalar yuvalarına bir buğday tanesini taşırken ya da ekmek kırıntısını çekiştirirken kim bilir ne kadar yoruluyorlardır bununla birlikte yükleri taşımaya devam ediyorlardır. Bir kuş dalları tek tek taşıyarak yuvasının yaparken kim bilir ne kadar zaman geçiyordur.

‘Bırakacağım artık bu yuvayı yapmayı, bitmedi gitti’ demiyordur bana sorarsanız. Her varlık üzerine düşeni yapıyor.

İnsanlara baktığımızda da herkes farklı farklı deneyimler yaşıyor. Kiminin çocuğu olmuyor, yıllarca gebe kalmaya, kimi yıllarca aynı sınava girip terfi etmeye çalışıyor, kimi maddi sorunlarla boğuşuyor, kimi hapishaneden çıkacağı günü bekliyor, kimi sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, kimi de çocuğunun sorunlarıyla…

Bununla birlikte hayatın tadını ve keyfini de çıkaran insanlar var. Galiba önemli olan keyif için tüm sorunların bitmesini beklemeden, sorunların içinden geçerken de keyif almayı deneyimlemek.

İnsanların her biri küçük büyük farklı farklı sorunlarla büyümeyi, olgunlaşmayı deneyimliyor. Yaşadığınız sorun ne olursa olsun ona bakış açınız sorunu SORUN haline getirebildiği gibi farklı bakış açıları ÇÖZÜMÜ de gösterebiliyor. Her sorun kendi çözümünü içinde barındırır sözü buradan doğmuş olsa gerek. ‘Sorunlar oluştukları bakış açısıyla çözülemezler’. Galiba önemli olan şikayet etmek değil, yaşanılan durumu kabul edip çözüm noktasına odaklanmak ve keyfi ve neşeyi yanınızdan eksik etmemek.

Masallar masallar… Yaşamın her anı masallardan oluşuyor belki kim bilir?

Bildiğim bir şey varsa o da; masalların çocukların yaratıcılıklarının gelişmesinde, zihinsel ve bilişsel gelişimlerinde, empatiyi ve sağduyu öğrenmelerinde çok yardımcı olduğu! Ayrıca öğrenmenin ömür boyu olduğuna inanan biri olarak diyebilirim ki: yetişkinler için yazılan masallar da empati ve sağduyunun gelişmesi için çok ama çok önemli!

Haydi kendinize bir masal kitabı alın….

Sıradanlık hastalığı

Sıradanlık hastalığı 150 150 dolunay

Kent

“Başka diyarlara başka denizlere giderim dedin
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
Ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi nereye baksam burada
Gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
Yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın
Ne bir gemi var, nede bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte
Yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.”

Konstantin Kavafis’in Kent şiiri

Nereden mi çıktı bu şiir? Aslına bakarsanız sizlerden, belki de birazcık benden çıktı. Bugünlerde kimle konuşsam, kimi dinlesem ve gözlemlesem, yaşama dair, yaşadıkları dünyaya, kente dair feryatlar yükseliyor. 21 Aralık Kıyamet sendromu mu dersiniz, kış geldi ondan mı dersiniz, ülkenin durumu malum ondan mı dersiniz, bilemiyorum? Herkeste bir çekip gitme arzusu, bir şeyler değişse, barış gelse ama bir an önce gelse, bir değişiklik olsa, kıyamet mi kopacak, kopsun bir değişiklik olur diyen bile var. Bir şeyler değişsin de ne değişirse değişsin şu sıradanlık bir gitse üstümüzden.

Dün yazarlık dersinde hocamız Mehmet Eroğlu “Yüzyılın en tehlikeli hastalığı sıradanlıktır” dedi. Gerçekten de çoğunlukla birbirine benzer, sıradan hayatlar yaşıyoruz. Sabah kalkıp işlerimize gidiyoruz, sabahtan akşama çoğunlukla sevmediğimiz işlerde mecburen çalışıp para kazanıyoruz. Kazandığımız parayla, AVM’lere gidip temel ihtiyaçlarımızı karşılıyor, reklamlarla bilinçaltımıza kodlanan, kendi seçimimiz zannettiğimiz çok da ihtiyacımız olmayan ıvırı zıvırı alıyor, bizim olmayan plastik parayla fazla harcayıp, gerçek borçlanıyoruz. Sistem mutlu, siz borçlu!

Bilgisayar karşısında acılı soslu patates cipsini yutarken, nette gezinip sosyalleşiyoruz. Sanal beğeniler, dürtmeler, alkışlar… Beynimizden birkaç hücreyi daha öldürüyoruz!

İnsanların çığlıklarına kulak kabarttığımda anlıyorum ki sıradanlaşan yaşamlarından kaçmak istiyorlar. Bir kısmımız sıradanlığı kırmak için emekli olmayı bekliyoruz; “Emekli olunca gideceğim bu şehirden, küçük bir kasabaya yerleşeceğim, belki kitap bile yazarım, şimdi o kadar yoğun ve yorgunum ki üretemiyorum.”

Ya da başka bir ses; “Çocuklar bir büyüsün, okulları bitsin, kendime zaman ayıracağım. Spor yapacak, gezecek, hayatın tadını çıkaracağım.”

Yalan, hepsi yalan. Siz de ben de biliyoruz. İnsanoğlu en büyük yalanları kendine söylüyor ne yazık ki!

İtiraz edenleriniz vardır umarım ve umarım beni yalancı çıkarmak için bir şeyler yapanlarınız da…

Aslına bakarsanız sıradanlığı kırmak için yaşadığınız kenti terk etmeye gerek yok bence.

İşte benden dökülen, sıradanlığı kıran altından kıymetli öneriler…

  • Her gün yaptığımız şeyleri farkındalıkla ve sevgiyle yapmak. Bugün farklı bir şey yapacak olsam ve bu yapacağım şey beni ve en az bir kişiyi daha mutlu etse, bu ne olur diye sormak.
  • Derin bir nefes almak, nefesin tüm hücrelerinize ulaştığını hissetmek, nefesin hayat olduğunu idrak etmek.
  • İçinden geçen güzel bir cümleyi not almak ve bir kişiyle paylaşmak.
  • Aynaya baktığında gördüğün varlığa teşekkür etmek.
  • İşe giderken kullandığınız yolu değiştirmek, belki daha uzak bir yolu denemek.
  • Her gün yaptığınız işleri, alışkanlıklarınızı fark etmek ve kısır döngüyü kırmak, alışkanlıklarınızı terk etmek.
  • Öfkelendiğin ama bir türlü öfkeni belli edemediğin bir kişiye öfkeni, düşüncelerini belli etmek/eğer zaten çok öfkeleniyor ve bunu hep aynı kişilere yansıtıyorsan sakin kalmayı deneyimlemek.
  • Hafta sonu AVM yerine parka, bahçeye, ormana gitmek, doğada zaman geçirmek.
  • Çok konuşkan biriysen bir gün boyunca susmayı, tam tersiysen bir gün boyunca konuşmayı deneyimlemek.
  • Hayatın boyunca okumadığın, tarzım değil dediğin bir gazeteyi, dergiyi ya da kitabı alarak okumak.
  • Emeklilik planınız varsaJ (kenti terk etmek haricinde) Örn: Kitap yazmak, resim yapmak, seramikle uğraşmak… Emekli olmadan öncede yapmayı denemek, “zamanım yok” demek hepimizin en büyük yalanıdır!
  • Sevdiklerinizin ve kendinizin kıymetini sağlıklıyken fark etmek.

Sıradanlık hastalığının tedavisine eklemek istedikleriniz var mı?

Sevgiyle ve farkındalıkla kalın

Pazarlıklı yaşamak

Pazarlıklı yaşamak 150 150 dolunay

Hayatla pazarlığım var, hesabım var bitmeyen, hep pazarlık yapıyorum kafamda. Çok çalışacağım, o da bana çok güzel imkanlar, maddi kazançlar verecek. Çok iyi koşullarda yaşarsam eğer “Hayatın beni sevdiğini anlayabilirim” diyeceğim, anne-babası olmayan bir çocuk için paranın anlamsızlığını unutarak ya da sevginin parayla satılamadığını fark etmeden!

İnsanlara iyilik yapacağım, onlar da bana yapacak ve tanrı beni ödüllendirecek, iyi bir insan olduğum için! “İyi iş, iyi eş, iyi evlatlar, iyi olanaklar verecek” diyeceğim, tanrının adaletinin bizim algılayabildiğimizden farklı olduğunu bilmeden.

Ben kimsenin arkasından konuşmayacağım ki onlar da benim arkamdan konuşmasın!Konuşanı duyunca da çok kızacağım, “Ben kimsenin arkasından konuşmuyorum, onlar niye konuşuyor?” diyeceğim. “Elin ağzı torba değil ki büzesin” sözünü unutarak, ben de konuşacağım onların arkasından, “Sustum da ne oldu!” diyerek.

Bu gün kaç kişiye yardım ettiğimi hesaplayacağım. Çok iyi ve yardımsever, melek gibi bir insan olduğumu düşüneceğim, bunun karşılığında hayatın bana neler neler vermesini isteyeceğim. Dedikodularımı ya da dedikodu yapmasam bile zihnimden geçen olumsuz düşünceleri ve diyalogları unutarak.

Ben eşim için çocuklarım için pek çok şey yapıyorum, kendimi feda ediyorum. “Onlar neden benim için hoşuma giden şeyleri yapmıyorlar, neden bana benim onlara davrandığım gibi davranmıyorlar, beni neden sevmiyorlar?” diyeceğim, kendini sevmeyene, kendine değer vermeyene, çocuğu bile olsa değer vermeyeceğini unutarak.

“İyilik yap iyilik bul, kötülük yap kötülük bul” diyeceğim ama ardından hemen “Bu dünyada iyilere yer yok, hep kötüler kazanıyor” diyeceğim kendimdeki çelişkiyi fark etmeden.

Çocuğuma “Beni seviyorsan ve seni sevmemi istiyorsan sınavda yüksek en yüksek notu alırsın” diyeceğim, kendi annemin babamın bana bunu yaptığında ne kadar üzüldüğümü unutarak.

Kendime “10 kilo verirsem kendimi seveceğim” diyeceğim, geçen yıllarda da zayıfladığımda kendimi sevmediğimi, zarar vermeye devam ettiğimi unutarak.

İnsanlar bana neden yalan söylüyor diye çok kızacağım hayata, insanlara, kendi yalancılıklarımı unutarak.

Koşullarım, kurallarım, dayatmalarım olacak hayata, hep pazarlık yapacağım onunla. “Bana şunu verirsen şunu yaparım” ya da Allah’la pazarlığa gireceğim “Çok dua ettim bana şunu ver” diyeceğim. İsteyip duracağım. İstediğim, talep ettiğim zamanda olmadığında duayı da keseceğim, kızacağım, “Dua ettim vermedin, ben de dua etmeyeceğim artık” diyeceğim. Kendimin gerçekten ne istediğini, benim için en iyinin ne olduğunu bilmeden.

Kaç yaşına gelirsem geleyim bazen 5 yaşındaki çocuk gibi davranacağım, isteklerim olmadığı zaman, sabredemediğimde köpüreceğim kendime, çevreme ve yukarıdakine. İnsan olduğumu unutarak, insanın İNSAN olmaya dair pek çok erdemi deneyimlemeye geldiğini unutarak. Hırsımın, “EGO”mun tuzaklarına düşerek. Huzuru alacağım eşyalarda ya da mevkilerde sanarak, hayatla pazarlık etmeye devam edeceğim.

Hoşgörüyü, sevgiyi, affetmeyi, koşulsuz vermeyi ve almayı öğreninceye kadar, koşullar dünyasında koşulsuzluğun, karşılıksızlığın kudretini görünceye kadar, koşullarla seveceğim ve yaşayacağım.

Peki, neyi, nasıl fark edersem, deneyimlersem koşulları bırakıp, koşulsuzluğun özgürlüğünü, bütünlüğü yaşayacağım?

Benim cevabım; hayatla, kendimle barışarak, kendimi severek, fark ederek, değiştirerek, dönüştürerek, İNSAN olmayı deneyimleyerek…

Sizlerin de cevapları vardır mutlaka…

Paylaşmak isteyenler varsa yazsın lütfen…

Her zamanki gibi,

Sevgiyle…

Sevgi ne ola ki!

Sevgi ne ola ki! 150 150 dolunay

Sevgi, hepimizin dilindedir;
“seni çok seviyorum, lütfen beni bırakma” deriz,
“sana araba alayım lütfen beni sev “ deriz,
“sevdiğim için vurdum, öldürdüm” deriz,
“seven insan kıskanır” deriz,
“sigara içmeyi çok seviyorum” deriz,
“sevdiğimden dövdüm” deriz,
“dersini iyi çalış sınıfını geç, yoksa seni sevmem” deriz,
“beni seviyorsan değişirsin” deriz,
“onu çok sevdiğimden intihar ettim” deriz… deriz de deriz… Ağzımızdan çıkan sevgi söylevleri ateşlidir, tutkuludur, acı kokar biraz.
Bugünlerde yeniden düşünür oldum SEVGİ üzerine. Tanımlamakta zorlandım. Tanımını var ZANnettiğim ama net bir tanımı olmayan bir haldi Sevgi. İçimdeki sorular görünür oldu, sesi duyulur oldu; Sevgi koşul koyar mı? Sevgi acı verir mi? Sevgi sınır koyar mı? Sevgi yasaklar mı? Sevgi parayla satın alınır mı? Sevgi cana kıyar mı? Sevgi nedir? Koşulsuz sevgi var mıdır gerçekten? Sevgi ne ola ki? Sevgi, sevgi… kulağımda dönüyor biraz, özüm yine soruyor;
Gerçek sevgi nasıl yaşanır? Hangi haller sevgi halleridir? Tam olarak koşulsuz sevgiyi yaşamak nasıl ola ki? Sevginin duygu halleri nasıldır?
Sevgi pek çok duyguyla karıştırılır, şefkatle, merhametle, acımakla, kıskançlıkla, …
Sevgi ve korku ise asla karıştırılmaz, korkunun olduğu yerde sevgi yoktur, sevginin var olduğu yerde de korkudan zerre bile yoktur.
İnsan doğduğu zaman kalbinde sevgiyle doğar, koşulsuz saf sevgiyle, bundandır yeni doğan bebekleri, çocukları sevişimiz, bundandır hep onlarla zaman geçirmek isteyişimiz. Sevgiye özlemimizdendir.
Sevgi ‘varlığın’ kendisidir, Sevgiyi doğuştan kalbimize mühürlü getiririz. Sevgi kalbimizdeki elmastır. Yaşadıkça, hayatı deneyimledikçe, ailelerimizden, öğretmenlerimizden yani çevremizden diğer duyguları kaydederiz. Korkuyu, kuşkuyu, güvenmemeyi, alay etmeyi, ayrımcılığı, dünyanın tehlikeli ve zor bir yer olduğunu, çok ama çok çalışmamız gerektiğini, paranın çok zor kazanıldığını, hak edenin hakkını alamadığını… daha pek çok zehirli, çamurlu inanç ‘elmas’ın çevresini kaplamaya başlar. Çocuk büyüdükçe dünyaya o çamurlu, kirli yerden bakmaya başlar, özündeki saf elması hatırlamaksızın. Yani koşulsuz sevgiyi unutur, koşullar dünyasına ayak uydurur. Ama elmas elmastır, koşullar, korkular, kısıtlı inançlar kalktığında o orada bizi en güzel haliyle kapsar.
Sevgi bir hediyedir fiyat etiketi olmayan. Karşılıksız vermenin adıdır sevgi. Karşılıksız, koşulsuz, özgürce vermektir sevgi. Sevgiyi en çok doğada görür insan, çiçekte, yaprakta, toprakta, kuşta, … en çok kendine doğada yaklaşır insan. Doğa bize hep karşılıksız verir ondan olsa gerek. Aynı bir ağaç gibi, çiçek gibi… Bir ağaç gölgesini herkese verir, iyi kötü ayırt etmez, çiçek her durumda açar, kokusunu herkese verir, güneş her durumda doğar, bugün canım istemiyor demez.
Sevgi sadece verir, o geri almakla ilgili hiçbir fikre sahip değildir. Bu geri almaz demek değildir. Hiçbir şey elde etme niyeti olmadan verdiğinde, bu zihninden bile geçmediğinde verdiğinin kat be katını alır.
Sevgi, insanların zaaflarını, zayıf yönlerini kabul etmektir. İnsanları olduğu gibi görmek ve sevmektir. Sevmek çok duru, temiz, çok serin bir hal olsa gerek diyor içim. Sevgi özgürdür. “Sen bilirsin” der!
Sevgi, insanın kendisini sevmesiyle başlar, kendini sevmek, kendine değer vermek,
Kötü not alsam da, işimde başarısız olsam da, parasız pulsuz olsam da, kötü şeyler yapsam da, hesapsız kitapsız sevmeli insan kendini, koşulsuz… Kendini sevmeden başka birini sevmek mümkün müdür?
İçim diyor ki; korku bitiyor, her insan kendi elmasını keşfediyor, fark ediyor, sevginin kapılarını açıyor.
Sevginin her korkuyu, olayı dönüştürme, değiştirme gücünü, kudretini keşfediyor.
Hoş geldin Sevgi ne çok özlemişim seni, hoş geldin…

Düşlerinize Uyanın

Düşlerinize Uyanın 150 150 dolunay

Yaşam akıp giderken bizler yaşamın içinde hep bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyor ve çoğunlukla bir şeylerin hep eksik kaldığı duygusunu yaşıyoruz.
Bu koşuşturma içinde hayatımızı anlamlandırmayı, mutlu ve başarılı olmayı deniyoruz. Başarı, mutluluk koçluğun temel çalışma konularından… Mutluluğu her birimiz farklı şeylerde arıyoruz, bazen tatile çıkmak, bazen bir araba satın almak, bazen bir arkadaşımızla birlikte olmak…. İçsel mutluluğumuzu tam olarak nasıl yaşayacağımız ya da mutluluğu yaşamın her anına nasıl taşıyacağımız ve dengeli yaşama sanatını nasıl yaratacağımız konusunda kafamız karışıyor bazen. Başarıyı bazılarımız para kazanmak olarak, bazılarımız, sınavları geçmek olarak, bazılarımızsa dengede kalmak olarak tanımlıyoruz.

Çocuklarımızla, eşimizle, arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizde, sıkışıyoruz, çaresiz kalıyoruz, bazen bir adım önümüzü göremez oluyoruz. Yaşamda fırsatlar çıkıyor önümüze, aynı anda 2, 3 fırsat çıkıyor ve karar veremiyoruz hangi kapıyı seçeceğimize, bazen de hiç fırsat yokmuş gibi….Bazen bir şeyi hayatımıza getirmeyi çok isteriz çabalarız onun için, uğraşırız olmaz, yeniden deneriz, yeniden ve yeniden….Farklı bir şeyler yapsak olacaktır da nedir o farklı, denememiş yol….

Koçluk; tüm bu durumlarda etkili sorularla ve uygun tekniklerle göremediğimiz ya da farkında olmadığımız noktalarla ilgili cevap bulmamıza yardımcı olurken aynı zamanda dengeli bir yaşam oluşturmamıza, hayat yolculuğumuzu eğlenceli kılmamızı da destekler.

Tam olarak ne istiyorum?

İstediğimin gerçekleştiğine tam olarak nasıl emin olacağım?

Benim için değeri ne?

Amacıma ulaşırsam eğer;

Kimler bundan etkilenecek ve herkes için anlamı ne?
Bu hedefi gerçekleştirmek benim için neden önemli?
Bu hayal nasıl başarılabilir? Nasıl gerçekleşir?
Atılması gereken adımlar nelerdir?
Bu adımlar nerede ve nasıl atılmalıdır?

Koçluk, vizyon ve misyonumuzu fark etmemize, ne istediğimizi kendimize cesurca sormamıza, cevabını duymamız için içsel sesimizin volümünü açmamızı destekler. Bu süreçte, kendi potansiyelimize uyanırken, yaratıcılığımızın ortaya çıkmasına ve ona nasıl ulaşacağımızla ilgili eylem adımları oluşturmamıza, hedefler koymamıza yardımcı olan, tüm dünyada son dönemde etkin olarak kullanılan bir paylaşım ve yardım sürecidir. Bu konuda eğitim almış uzmanlar, Koçlar tarafından uygulanır.

.

Ve hayallerimiz….Çocukken ya da gençken rahatça kurabildiğimiz sanki yaşarmış gibi, dilediğimiz gibi…..
Bize ne yaptılar, ne oldu da hayallerimizi bıraktık? Ne zaman yerleşti hayal etme korkusu? Kim yaptı bunu bize….

Hayal kırıklığına uğramamak için bıraktık tüm hayallerimizi arkamızda….”hayal kurma hayal kırıklığına uğrarsın” “çok gülme ağlarsın” “kötüye hazırlan ki iyi olursa sevinirsin”…gibi gibi pek çok düşünce ve inanç virüsü yerleştirdik beynimize….

Koçluk sürecinde, hayal etmeyi, hedefler koymayı, kendimize dair bir yolculuğa çıkmayı deneyimleriz. Ve bu yolculuk kendimizle ilgili pek çok hediye sunar bize….

Düşlerinizi gerçekleştirmek istiyorsanız, uyanın!

Psk.Danş.Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu