vicdan

Kör vicdan

Kör vicdan 150 150 dolunay

“Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım.”

Mahatma Gandi

Son yıllarda, adalet, eğitim, sağlık sisteminde olanlara, ülkemizde yaşananlara ve verilen tepkilere, tepkisizliklere, yorumlara baktığımda vicdanımıza ne oldu diye düşünmeden, sorgulamadan duramıyorum. Çevremde gözlemlediklerimden kısa kısa örnekleri ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Eğrisi doğrusu şahsımındır.

* Sosyal medya (ağ) denen ‘canavağda’ canavağa üye olanlar tarafından paylaşılan bazı yorumlar, beğeniler, paylaşımlar hayli canımı ve vicdanımı sıkar hale geldi. Örneğin: Kendilerince sevilmeyen hatta nefret edilen kişilerin başına ya da onların yakınlarının başına bir şey geldiğinde (ölüm, hastalık…gibi), sevinme, bayram havası estirme durumu. Aslına bakarsanız bu sosyal canavağlar hepimizin içindeki canavarı ortaya çıkardı galiba. Bilgisayar başında kendi düşüncelerimiz zannettiğimiz metinler yazmak kolaydır ancak aynı yorumları kişilerin yüzüne söylemek zordur. Hatta çoğu zaman imkansızdır.

* Gazetelerde özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik akıl almaz şiddeti / tecavüzleri /vahşeti okudukça, duydukça insan nereye doğru gidiyor demeden edemiyorum.

* İş yerlerindeki yönetim kadroları değiştikçe işini iyi yapsın ya da yapmasın çalışanların toplu işten çıkarılmaları hangi vicdana sığıyor merak ediyorum. Ya da 15-20 yıl kurumuna emek vermiş çalışanların kanuni haklarını vermeden işten çıkarmak ya da katakulliye getirmeye, çok ağır sözleşmelere imza attırmaya çalışmak hangi kurumsal vicdanda yer bulur, bilemiyorum.

* Doğaya, hayvanlara yaptığımız işkenceler, saçma sapan nedenlerle yanan tarihi binalar, ormanlar hangi aklın sonucudur?

* Herkesin bir fiyatı var mıdır gerçekten yoksa bu hayatta parayla satın alınamayacak değerler, insanlar var mıdır? Paranın her şeyi satın alacağı yalanına bizi kim inandırdı? Ya da kendimizi adadığımız misyonlar/görevler için söylediğimiz yalanların, insanları kayırmanın vebali kimedir?

* Ve daha neler neler… İnsanların vicdanı kör olmuş dedirten durumlar.

Ve bunları gördükçe, yaşadıkça, vicdanı daha çok düşünür, sorgular oldum.

Vicdan nedir? Kişisel ve toplumsal vicdan nedir? Nasıl çalışır, vicdani tutulma neden olur? Kişileri, kurumları, ülkeleri vicdanı körlük boyutuna getirmenin yolları nelerdir? Ve vicdan yeniden nasıl etkin şekilde çalışmaya başlar?

Psikolojideki superego (üst benlik) kavramı vicdanla örtüşmektedir. Vicdan içimizde iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı ayırt etmemize yardım eden bir pusula gibidir. Pusulamız çalışıyorsa vicdanımızın onaylamadığı bir davranışı gerçekleştirmemiz zorlaşır ancak yinede onay dışı davranırsak pusulamız darbe alır ve yeniden ayarlamak gerekir tabi bozulduğunu algılayabilirsek!

İçimizde ‘bu davranışın iyi ve insani, bu davranışın kötü ve insani değil’ diyen bir mekanizmadır vicdan. Peki, neye göre iyi neye ve kime göre kötü, vicdan kuralarını kim koyar? Örneğin: Hiroşima’ya atom bombasını tek tuşla atan pilot Albay Paul Tibbets hayatının son günlerine kadar ‘yaptığı işten hiç suçluluk duymadığını, içinin rahat olduğunu ve rahat uyuduğunu’ belirtmiştir. 65 bin kişinin ölümüne neden olan, bir o kadarının da yaralanmasına ve sakat kalmasına ve yıllarca sürecek radyasyon etkisine neden olan bombanın ateşleme tuşuna basan pilot nasıl bu kadar rahattır? Acaba tüm bu insanları tek tek öldürmesi gerekseydi böyle konuşmaya devam edebilir miydi?

Aslında hepimizde doğumla getirdiğimiz, göğsümüze ekili bir tohumdur vicdan. Ailemizden, öğretmenlerimizden, toplumdan, dinden öğrendiklerimizle, tohum yeşerir ve büyür.

Ailemizden ihtiyacımız olan dozda sevgiyi, güveni, saygıyı görerek büyüyor, ahlaki değerleri öğrenerek superegomuz gelişiyor ve çoğunlukla vicdan sahibi bireyler oluyoruz. Bunun tam terside mümkün tabii ki! Ve ender olarak da yetiştiğimiz koşullardan bağımsız, vicdanımız şekillenebiliyor.

Vicdanın sesini duymak için akıl yani soru sorabilmek, sorgulayabilmek ve gönülle dengelemek gerekiyor anladığım. Vicdan içimizdeki adalet terazisi gibi de adaleti tecelli ettirirken hangi kuralları işleteceğiz sorusu geliyor insanın aklına!

Vicdan ya da superego çağdan çağa, toplumdan topluma, kişiden kişiye değişebildiği gibi bireylerin yaşamaları boyunca kendilerindeki gelişim, değişim süreçlerine göre değişebilir. İnsanların değer yargılarının izdüşümüdür vicdan. Değer yargılarımız değiştiğinde vicdanın yorumları, yargılarıda değişecektir. Değişecektir de bu işin insana en çok yakışanı nasıl olur bu durumda?

Tüm bunları düşünürken Montaigne’in bir sözü bana ışık oluyor:

‘İnsan olmayı bilen, kitaplar yazmış ya da savaşlar kazanmış ve ülkeler fethetmiş bir kişinin yaptıklarından daha önemli bir şeyi başarmış demektir. Bunun dışında her şey – hükmetmek, kesemizi doldurmak, mal mülk edinmek- içi boş bir dekordan ibarettir. İnsanın hayatta en önemli eseri, doğru ve düzgün yaşamayı becermiş olmasıdır’

Montaigne bu sözüyle vicdana bir ölçü belirlemiş: İnsan olmak!

Hadi şimdi hepberaber düşünelim, insan olmak nedir?

Nasıl İNSAN olunur?

İnsan bedeninde olmak yeter mi İNSAN olmaya?

Tüm kör vicdanların açılması dileğimle…

Sevgiyle ve vicdanlı kalın.

 

Acı

Acı 150 150 dolunay

İnsan başkasının acısını kendinden bilir çoğunlukla. Kendi acılarından kendi yaşanmışlığından bilir. Aynısı değildir ama kendine göre taşıyabildiğidir, gönlünü kavuran taraftan bilir…

Yetişkinler empati ve sempati kurabildiğinde algılar bir diğerinin duygusunu, bunun için akıllarının ve gönüllerinin açık olması gerekir. Çocuklar, biz yetişkinlerden farklı olarak gönülden algılarlar ve hissederler yüreklerinde bir diğerinin acısı.

Çocukluktan yetişkinliğe geçerken ve yetişkinlikte ise, “ama o da böyle yapmasaydı bu başına gelmezdi, ama bu onun başına geldiyse hak etmiştir, büyüklerim ne diyorsa odur bu konuda düşünmek ya da sorgulamak beni bozar…” vb. pek çok zihin sesi ses vermeye başlar.

Büyüdükçe birbirimizi algılamak ve hissetmek, söylenenin ötesini görmek, oyunları idrak etmek için hep farkındalıklı olmaya ihtiyacımız vardır. Çünkü artık çocukluk dönemi bitmiş ve yetişkine ait oyunlar başlamıştır.

İnsan çocukluktan yetişkinliğe geçtikçe egosu devleşir çoğu zaman. Büyüdükçe zihnimizin oyunları devreye girer. İnandığımız şeylere körü körüne inanmak isteriz. İnançlarımız, düşüncelerimiz bizim güvenli limanlarımız olur çoğu zaman. Güvenli limanlarımızdan çıkmak içinse hep sorgulayan ve soru soran bir akla ve gönlüne yatmayanı kabul etmeyen bir vicdana ihtiyaç vardır.

Akıl bize bütünlük bilincinden bakıp soru sorabilmek için, gönül ise vicdanımızın sesini hep duyabilmek için verilmiş bence. Akıl ve gönlün birlikte çalışması da çok önemlidir. Doğru ve yanlışı bu şekilde ayırt eder ve adımlarımızı buna göre atarız. Örneğin; tüm dünya karşımızda olsa bile ya da “deli misin bu parayı nasıl geri çevirsin altı üstü bir imza” dese bile… Akıl ve gönül işbirliği yapan insanlar aklına ve gönlüne yatmayan hiçbir şeye evet demez. Güvenli limanını terk edip azgın sularla boğuşmak pahasına bile olsa…

Güvenli limanlardan çıkmayı severim ben, hep sorular sormayı severim, kendi iç meclisimle konuşmayı, onu eleştirmeyi ve aklıma ve gönlüme yatanı yapmayı severim ben! Acılar yaşayan insanlar gördüğümde ise susarım ve saygıyla acısını paylaşırım taşıyabilme kapasitem yettikçe. Bununla birlikte aklım hep soru sorar sessizce:

Bu acı yaşanmayabilir miydi?

Yaşayanın payı ne kadar bu olayda ve başka kimlere paylar düşüyor?

Pay sahiplerine bakarım tek tek, kendim de dahil.

Benim üzerime düşen bir sorumluluk var mı?

Kendimde neyi değiştirir ya da iyileştirsem bu tür olayların yaşanmasını azaltırım?

Çünkü bilirim ki dünyada yaşanan hiçbir olay benden ayrı değil, benim de payım var. Bilirim ki dünyada olan tüm olumsuz görünen olaylardan (trafik kazaları, depremler, felaketler, hastalıklar) hepimiz sorumluyuz, büyüğünden küçüğüne…. Daha aydın daha insana yakışan daha insan odaklı bir ülke için dünya için “Ben kendimde neyi değiştirmeliyim?” sorusunu sormak ve aldığım cevabı uygulamaya başlamak benim yapabileceğim ilk şey.

Soma’da hayatını yitiren cesur insanlar, hakkınızı helal edin, umarım biz geride kalanlar sizlerin bizlere yaşattığı bu acı deneyimle daha büyür, daha olgunlaşır daha “insan” oluruz!