sevgi

Aşk olsun

Aşk olsun 150 150 dolunay

Zor günler geçiriyoruz, zor dönemler yaşıyoruz hep beraber… Ağır bir hava çökmüş ülkemin üzerine bir türlü gitmiyor. Dünya alev alev…İnsanlar ölüyor, öldürülüyor, aileler dağılıyor, yurtsuz kalıyor, çocuklar açı çekiyor. Her yerde acı her yerde kan var. Ölümler normalleşiyor, sayılar tuhaflaşıyor sanki… Bağırsak duyan yok, bu ölümler çok saçma desek, durun artık desek, neden desek, ne için bu kan desek, insandan kıymetli değil hiçbir şey desek, dünya malı, nimeti hepimize yeter, gelin canlar kardeş olalım desek hep beraber, duyan olur belki bizi !

Ünlü gitarist Jimi Hendrix’in “Aşkın gücü, güce duyulan aşkı yendiğinde dünya barışı tadacaktır” sözünü hatırlıyorum bunları düşününce…

Aşk…İmkansızı imkanlı yapan, olmazları olur yapan, korkuyu, cesarete dönüştüren AŞK!

Gözümüzü kör eden, sevdiğimizi kusursuz gördüren aşk, ayaklarımızı yerden kesen, tüm acıları unutturan aşk… Can acıtan ancak vazgeçilmeyecek kadar güçlü olan aşk…

Eğer her bir insana, sevgilime duyduğum aşkın, sevginin birazı kadar bile baksam, her insanın değerli olduğunu farketsem dünyada bir şeyler değişir belki.

Aşk sadece karşı/aynı cinse duyulmuyor aslında…İnsan yaptığı işe aşık olabilir, AŞK’la yapabilir işini, ör: yemeği aşkla yapan bir aşçının yaptığı yemeğin lezzeti tarifsizdir.

İnsan doğaya aşık olabilir, her bir ağaç, yaprak, kuş, su, toprak, onu kendine daha çok yaklaştırır, dinginliği ve huzuru verir doğa bizlere hemde hiçbir karşılık beklemeden…İnsanın içi yanar hem de nasıl yanar orman yangınlarında ya da rant uğruna kesilen ormanları gördükçe. Ağaçlara, doğaya hep saygı duyarım, onlardan daha güçlü ya da üstün olduğumu hiç düşünmedim. Sevdiğinde kıyas biter. Kim güçlü, kim daha güzel, kim daha zengin, kim daha… Aklına gelmez İNSANın!

İnsan Yaradan’a aşık olabilir.

Aşk; her şeyi senin için varettim diyen Rabbe, her şeyi senin için terkettim diyebilmektir” diyen Şems-i Tebrizi gibi…
‘…

“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni…
 ” diyen Yunus Emre gibi…

O’nun yolunda her şeyi vermek, o aşk ile yanmaktır.

Vatan aşkı da çok güçlü bir AŞK’tır. Kurtuluş Savaşı’nda bu aşkı hep beraber yaşamışız. Kadın-erkek, çolukçocuk, genç-yaşlı, Türk, Kürt, Laz, Çerkez…

AŞK’la kurmuşuz ülkemizi…

“İçinde sevgi olmayan GÜÇ, insanı zalim yapar” söyleyenini hatırlamadığım bir başka söz. İçinde sevgi olan güç ise işte o bence kudrettir, dönüştürür, değiştirir ancak gönül rızası ile, üzmeden, incitmeden, dinleyerek, anlayarak, uzlaşarak…

Aşk olsun desek hep beraber değişir belki pek çok şey… Aşk olsun durun artık!

Aşk olsun… Aşk olsun.

Kalp zoru sever

Kalp zoru sever 150 150 dolunay

Nasıl aşık oluruz , düşündük mü hiç?

Düşünerek, hesaplayarak kitaplayarak aşık olunabilir mi? Zamanlanabilir mi? Bahar gerçekten aşkın mevsimi mi yoksa ‘ben her bahar aşık olurum’ şarkısındaki gibi koşullandık mı?

Aşk her zaman iyi satar, ‘imkansız aşk’ ise tarihe yazılır neden?

Aşkı yaşamamışşa bir kalp, tatmamışsa aşk acısını, gerçekten insan olur mu?

Gönül ve kalp aynı yer midir?

Yıllardır okuduğum, dinlediğim aşk hikayelerinde neden hep zorluklar var?

Kalp kendini seveni neden sevemiyor?

Bir danışanımın sesi kulağıma geliyor:

Benim için her şeyi yapıyor, her istediğimi, o kadar kibar ve nazik ki anlatamam, çok iyi biri, eğer onu sevebilirsem tüm hayatım boyunca beni el üstünde taşır biliyorum, bana çok değer veriyor. Ama ben ona hiç heyecan hissetmiyorum. Sizce evlensem sevebilir miyim sonradan, alışır mıyım ona?

Siz ne dersiniz? Alışır mı, sever mi?

Ve devam ediyor anlatmaya…

Bir kez çok sevdim, fena tutuldum, kör kütük derler ya işte öyle! Hiç kimsenin onay vermediği biriydi. Ne ailem ne de arkadaşlarım bizi uygun bulmazdı. Zıt kutuplardık, beni çok kızdırırdı hatta çıldırttı. Ak dediğime kara, karaya ak derdi. Kendine çok güvenirdi, beni sevdiğini bilirdim ama ağzından çok az sevgi sözcükleri dökülürdü. Ama onun yanındayken sanki tamdım, oraya aittim… Baskılara dayanamadım ayrıldım, çok uzun süre çok acı çektim, şimdi korkuyorum yeniden açık olmaya…

Zıt kutuplar birbirini çeker! Bu fizik kuralı gönül ilişkilerinde de geçerli.

Gönül eşitlenmek için tamamlanmak için zıttı sever. Kendi içindeki koşullar dünyasına inat, kendini esnetebilmek için, olmazları olur yapmak için!

Doğduğumuzdan beri evlilikle ilgili bize öğretilenleri bir düşünün, hepsi koşullar dünyasına ait: evi, arabası olsun, paranın önemi yok insan olsun, karı kızı kumarı olmasın, ince ve nazik olsun, benim gibi düşünsün, inansın, bana benzesin, boyu buyuma huyu huyuma suyu suyuma uygun olsun, uyumlu olsun… Hep koşullar, beklentiler… Herkes kendince iyiyi ister!

Ve kalp, koşullar dünyasına isyan edercesine, koşullu sevgiye karşı çıkarcasına, kendini yakma pahasına da olsa zıttına çekilir fark etmeden. Aklın sözünün pek geçmediği sadece gönlün hüküm sürdüğü bir yere… Bir kişiyi olduğu gibi kabul deneyimini yaşamak için.

Kalp zoru sever! Kalbin gerçekten açılması için gönlün kendini ortaya çıkarabilmesi için yanmaya, acıya gerek vardır. Aşk yakar, acıtır, bununla beraber eğer cesursan yanmaya yeniden yanmaya razıysan kalbini yumşatır gönlünü açar.

Kendine benzemeyeni sever insan!

Koşullar dünyasını kırmak için,

Herkesin birbirinden farklı olduğunu deneyimlemek ve kabul etmek için

Ancak sana benzemeyen seni yumuşatır, değiştirir, farklılıkları sevdirir,

Kötüyü de, zıttı da sevmek için,

Sevdiğini olduğu gibi kabul deneyimi yaşamak için,

İnsanı sevmek için,

İnsanı kabul etmek için,

Kendini sevmek için,

Tanrıya yaklaştırdığı için,

İçinde şefkat, merhamet, tutku, sevgi, merak, keyif, adrelanin, serotonin, neşe, hüzün, acı olduğu için…

Zıtlıklarla, çelişkilerle yüzleşmek için,

Çoğu zaman tüm bunları far ketmeden bilinçsizce sever insan işte o zaman aşk aşk olur!

‘Ben imkansız aşklar için yaratılmışım
Ne kavuşmayı bilirim ne unutmayı’ şarkısı kulaklarımda…

Herkese aşk dolu günler dilerim…

Seven erkek evlenmeden dokunmaz

Seven erkek evlenmeden dokunmaz 150 150 dolunay

Her zamanki gibi bir sorudan yola çıkarak ‘Seven erkek’ yazısını kaleme aldım ya da o beni….

Geçenlerde yazar bir arkadaşım bir soru sordu:

– Seven erkek evlenmeden dokunmaz düşüncesi doğru mu?

‘Seven erkek’ diye tekrarladı zihnim, seven erkek ne yapmaz ki!

Seven erkeğin sevdiği için her şeyi yapabileceğini böyle bir hakkı ya da sorumluluğu olduğunu bize ne zaman öğrettiler?

Her şeyi ama her şeyi…

Seven erkek sever de döver de diyen,
Ya benimsin ya kara toprağın diyen,
Öldürebilecek kadar seven erkek,
Sevdiğinden kıyafete karışan, engelleyen erkek,
Kadınsın evinde oturucaksın çocuğumuzu büyüteceksin diyen erkek,
Kadını mülk, bekareti tapu zanneden erkek,

***

Aslı’sı için dağları delen Kerem,
Sevdiğine, kendine yakışanı sen bilirsin diyen,
Seni sevmek beni büyütüyor, çoğalıyorum seninle diyen,
Seninle birlikte tüm zorlukları aşarız diyen erkek,

‘Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.

Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın’ diyen Bedri Rahmi kadar kadını sahiplenen erkek…

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
Bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
Yani yürekte… diyerek aşkın birliğine atıfta bulan Nazım gibi erkek,

Hepsi erkek, hepsi insan… Şimdi buradan en baştaki soruya baktığımda ‘Seven erkek dokunmaz değil mi? sorusunun cevabı daha net geliyor bana.

Seven erkek bulunduğu bilince, yetiştiriliş tarzına, inancına, ihtiyacına göre; sevgiye, aşka, cinselliğe verdiği anlama göre kendine yakışan ne ise onu yapar. Bunun aynısı seven kadın için de geçerlidir.

‘Seven erkek evlenmeden dokunmaz’a inanırsak ya da beklentimiz bu olursa ‘sevmek dokunmaktır’ cümlesini nereye koyacağız? Sevmek karşılıklı dokunulunca,  hissedilince güzeldir. Galiba aslolan karşılıklı onayla, rızayla dokunmaktır.

Biz kadınlar ‘seven erkek dokunmaz’a inanır ve bu inancı beslersek ve ‘bana dokunmak istiyor, kendini tutamıyor, demek ki beni sevmiyor’ gibi genellemelere gidersek kendi tapumuzu kendi ellerimizle erkeklere vermiş oluruz gibi geliyor bana.

Sizce?

Mucize

Mucize 150 150 dolunay

OLmasının mümkün olmadığını düşündüğünüz ya da çok imkansız, akıl almaz gibi görünen olayların bir anda OLUvermesidir mucize!

Bu olayın bitmesi/olması için bir mucizeye ihtiyaç var dediğin her olayın, durumun dönüştüğü an mucizedir.

Hayatımın kadını/erkeğini bulamayacığım galiba derken birden aşkla tanışmak mucizedir,

Ölümcül denilen bir hastalıktan hayata yeniden tutunmaktır mucize,

20 yıl bebek özlemi çekip de bebeğini kucağına aldığı andır mucize,

Bitmesi mümkün olmayan borçların bittiğini gördüğün andır mucize,

9 katlı binadan düşüp hayatta kalmaktır mucize,

10 yıllık vajinismusun sonunda cinsel ilişkiye girmektir mucize,

Yıllarca hapis yatıp çıktığın anda aldığın havanın farklı oluşudur mucize,

Dünyadaki en önemli şeyin huzurlu uyumak olduğunu fark etmektir mucize,

9 ayın sonunda dünyaya merhaba demektir mucize,

Karıncanın buğday tanesini metrelerce taşıyıp yuvasına taşımasıdır mucize,

Yaşanan tüm zorluklara rağmen ayakta kalmak ve gülümsemektir mucize,

Nefes alıp vermektir mucize,

Ve daha neler neler “bu bir mucize” dedirtir insana!

Mucizeyi algılayışımı paylaşmak istedim bugün sizlerle. Bence mucize her an her şeyde… Bazen çok büyük bazense küçücük olaylarda. Her an mucizeler olabilir . Mucizeler bazen çok görünür olurken bazen de bakış açısında gizli… Öyle ya da böyle görebilene her an mucize!

Boş-an-mak

Boş-an-mak 150 150 dolunay

Neden evleniriz? Mutlu olmak için, keyif için, sağlık için, çoğalmak için, kafamız rahat olsun diye, sevdiğimizi daha çok görmek için, ben de evlendim demek için, bu adam-kadın-bana ait demek için, toplum istediği için, adetten olduğu için, canımız sıkıldığı için…

Neden boşanırız? Mutlu olmak için, özgür olmak için, şiddetsiz geçinemediğimiz için, sorunları çözemediğimiz için, başkasına aşık olduğumuz için, aldatıldığımız için, aileler nedeniyle, kanunen boşanmak kolay olduğu için, BOŞ-ANlarımızı özlediğimiz için, toplumun dayatmalarına gıcık olduğumuz için…

İkisi arasında ortak tek cümle “Mutlu Olmak”. Mutlu olmak için evlenip yine mutlu olmak için boşanıyoruz.

Bana sorarsanız, ev-lenmek ve boş-an-mak çok önemli hayat deneyimleri… Farkedebilene!

Boşanmış bireylerle konuştuğumda sorarım; “Çok büyük bir deneyim yaşadınız, ne öğrendiniz? Neler kazandınız?”

Cevap çoğunlukla şöyle gelir; “Hiç bir şey kazanmadım hatta çok şey kaybettim, zaman kaybettim, para kaybettim, umudumu kaybettim ve erkeklere/kadınlara güvenilmeyeceğini öğrendim.”

Böyle bir deneyimden sonra neler neler farkedilir ve öğrenilir oysa ki!

Farklı bakış açılarından baktıkça, çalıştıkça, deneyimler, kazanımlar farkedilir ve yeniden sorduğumda; “Neler öğrendiniz, kazandınız eski evliliğinizden, bir daha evlenseniz nelere dikkat edersiniz?” cevap bir önceki cevaba göre biraz farklıdır.

“Eğer bir kez daha evlenirsem daha dikkatli ve özenli olacağım. Emek vereceğim konulara gelince; eşime karşı daha anlayışlı olurdum. Onun arkadaşlarıyla zaman geçirmesine müdahale etmezdim, kıskançlığımı azaltırdım. Düşünüyorum da ne çok gereksiz kavga etmişiz, şu anda bana pek komik geliyor.”

Ailelerimizi çok karıştırmışız. Aramızda olan sorunları onlarla paylaşmışız. Bir daha evlenirsem, mutlaka önce eşimle paylaşırdım onunla çözmeyi dener, olmazsa çok yakın bir arkadaşımızla ve belki bir uzmanla paylaşırdım.

Ev içinde işbirliğine çok önem verirdim, mutlaka ondan destek isterdim. Bu desteğin benim için ne kadar önemli olduğunu anlatırdım. Kendimi daha iyi ifade ederdim.

Sevginin emek istediğini anladım. Emek verilmeden yaşanan sevgi, bankadaki paraya benziyor harcadıkça azalıyor ve bir gün bir de bakıyorsunuz ki hesap bakiyesi eksiye düşmüş… Artır bakalım artırabiliyor musun?

Saygıyı korumaya çok önem verirdim. Galiba saygı sevgiden daha önemli. Saygıyı yitirdiğinde artık dönüşü yok gibi…

Sorunumuz ne olursa olsun- maddi, manevi, sağlık-birbirimize destek olarak çözmek isterim.

Onunla koşulsuzca iletişime geçerdim, hesap kitap yapmadan, sen değişirsen ben de değişirim, değişmezsen ben de değişmem demenin ne kadar yanlış olduğunu farkediyorum. Beni olduğum gibi kabul et, değişmeyeceğim demek büyük hataymış. Evlilik insanı zaten değiştiriyor, uyumlanmak durumunda kalıyor insan. Bir dahaki sefere birlikte ne yaparsak, nasıl davranırsak evliliğimiz daha iyiye, güzele gider? sorusunun cevabı önemli olacak benim için. Kendi kimliğimi de koruyarak, daha olumlu nasıl olabiliriz konusu yani…

Bir de neşe, keyif konusu var! Dilerim ki neşeli ve keyifli olsun bir sonraki eşim. Gülmek daha çok gülebilmek istiyorum, gezmeyi severse süper olur…Çok mu şey istiyorum?

Siz ne istediğinizi nasıl mutlu olacağınızı farkedip dileyin de … sonra hepbirlikte bakalım neler oluyor. !

Ne kadar büyük farkındalıklar ve idraklar değil mi? Görebilene ne büyük değişim ve gelişim fırsatları saklı boşanma deneyiminin içinde…

Boş bir An’ınızda kendinize zaman ayırarak sorun; zor bir sevgili ya da eş size ne öğretiyor, neyi deneyimletiyor?

Sevgiyle

 

Sevgi ne ola ki!

Sevgi ne ola ki! 150 150 dolunay

Sevgi, hepimizin dilindedir;
“seni çok seviyorum, lütfen beni bırakma” deriz,
“sana araba alayım lütfen beni sev “ deriz,
“sevdiğim için vurdum, öldürdüm” deriz,
“seven insan kıskanır” deriz,
“sigara içmeyi çok seviyorum” deriz,
“sevdiğimden dövdüm” deriz,
“dersini iyi çalış sınıfını geç, yoksa seni sevmem” deriz,
“beni seviyorsan değişirsin” deriz,
“onu çok sevdiğimden intihar ettim” deriz… deriz de deriz… Ağzımızdan çıkan sevgi söylevleri ateşlidir, tutkuludur, acı kokar biraz.
Bugünlerde yeniden düşünür oldum SEVGİ üzerine. Tanımlamakta zorlandım. Tanımını var ZANnettiğim ama net bir tanımı olmayan bir haldi Sevgi. İçimdeki sorular görünür oldu, sesi duyulur oldu; Sevgi koşul koyar mı? Sevgi acı verir mi? Sevgi sınır koyar mı? Sevgi yasaklar mı? Sevgi parayla satın alınır mı? Sevgi cana kıyar mı? Sevgi nedir? Koşulsuz sevgi var mıdır gerçekten? Sevgi ne ola ki? Sevgi, sevgi… kulağımda dönüyor biraz, özüm yine soruyor;
Gerçek sevgi nasıl yaşanır? Hangi haller sevgi halleridir? Tam olarak koşulsuz sevgiyi yaşamak nasıl ola ki? Sevginin duygu halleri nasıldır?
Sevgi pek çok duyguyla karıştırılır, şefkatle, merhametle, acımakla, kıskançlıkla, …
Sevgi ve korku ise asla karıştırılmaz, korkunun olduğu yerde sevgi yoktur, sevginin var olduğu yerde de korkudan zerre bile yoktur.
İnsan doğduğu zaman kalbinde sevgiyle doğar, koşulsuz saf sevgiyle, bundandır yeni doğan bebekleri, çocukları sevişimiz, bundandır hep onlarla zaman geçirmek isteyişimiz. Sevgiye özlemimizdendir.
Sevgi ‘varlığın’ kendisidir, Sevgiyi doğuştan kalbimize mühürlü getiririz. Sevgi kalbimizdeki elmastır. Yaşadıkça, hayatı deneyimledikçe, ailelerimizden, öğretmenlerimizden yani çevremizden diğer duyguları kaydederiz. Korkuyu, kuşkuyu, güvenmemeyi, alay etmeyi, ayrımcılığı, dünyanın tehlikeli ve zor bir yer olduğunu, çok ama çok çalışmamız gerektiğini, paranın çok zor kazanıldığını, hak edenin hakkını alamadığını… daha pek çok zehirli, çamurlu inanç ‘elmas’ın çevresini kaplamaya başlar. Çocuk büyüdükçe dünyaya o çamurlu, kirli yerden bakmaya başlar, özündeki saf elması hatırlamaksızın. Yani koşulsuz sevgiyi unutur, koşullar dünyasına ayak uydurur. Ama elmas elmastır, koşullar, korkular, kısıtlı inançlar kalktığında o orada bizi en güzel haliyle kapsar.
Sevgi bir hediyedir fiyat etiketi olmayan. Karşılıksız vermenin adıdır sevgi. Karşılıksız, koşulsuz, özgürce vermektir sevgi. Sevgiyi en çok doğada görür insan, çiçekte, yaprakta, toprakta, kuşta, … en çok kendine doğada yaklaşır insan. Doğa bize hep karşılıksız verir ondan olsa gerek. Aynı bir ağaç gibi, çiçek gibi… Bir ağaç gölgesini herkese verir, iyi kötü ayırt etmez, çiçek her durumda açar, kokusunu herkese verir, güneş her durumda doğar, bugün canım istemiyor demez.
Sevgi sadece verir, o geri almakla ilgili hiçbir fikre sahip değildir. Bu geri almaz demek değildir. Hiçbir şey elde etme niyeti olmadan verdiğinde, bu zihninden bile geçmediğinde verdiğinin kat be katını alır.
Sevgi, insanların zaaflarını, zayıf yönlerini kabul etmektir. İnsanları olduğu gibi görmek ve sevmektir. Sevmek çok duru, temiz, çok serin bir hal olsa gerek diyor içim. Sevgi özgürdür. “Sen bilirsin” der!
Sevgi, insanın kendisini sevmesiyle başlar, kendini sevmek, kendine değer vermek,
Kötü not alsam da, işimde başarısız olsam da, parasız pulsuz olsam da, kötü şeyler yapsam da, hesapsız kitapsız sevmeli insan kendini, koşulsuz… Kendini sevmeden başka birini sevmek mümkün müdür?
İçim diyor ki; korku bitiyor, her insan kendi elmasını keşfediyor, fark ediyor, sevginin kapılarını açıyor.
Sevginin her korkuyu, olayı dönüştürme, değiştirme gücünü, kudretini keşfediyor.
Hoş geldin Sevgi ne çok özlemişim seni, hoş geldin…

Egomu kurban verdim

Egomu kurban verdim 150 150 dolunay

Bugün Bayram, Kurban Bayramı, Kurban Bayramı…
Beynimde yankılanıyor bir süre, çocukluğumda kurban bayramıyla ilgili anılarım canlanıyor birden… Film şeridi gibi gözümün önünden anılar geçiyor…
Hayvanlar kesilirken saklanışım, kulaklarımı ve gözlerimi kapatışım, sesleri, kesilmiş kurbanlıkların kafaları, bazı çocukların kesim anını dikkatli bir şekilde izleyişi, anne- babaların çocuklarına “Öğrenin, öğrenin, ileride siz de keseceksiniz, her erkek mutlaka kurban kesmeyi öğrenmeli” deyişleri… Hayır diyor içim Hayır, bu işi yapan insanlar ayrı olmalı, bu hayvana eziyet vermeden olmalı, herkes kurban kesemez, kesmemeli…
Çocukların bu süreci izlemeleri, öğrenmeye çalışmaları, çocuğun bilişsel ve davranışsal gelişim süreci için çok tehlikeli…Hele kurbanlığı günler öncesinden eve getirdiyseniz ve çocuğunuzun onunla iletişim kurmasını, beslemesini sevmesini sağladıysanız… Umarım aileler bunu farkederler.
Kurban Bayramı’nda sadece koyunlar, kuzular mı kurban edilir sizce? Kurban Bayramı’nda Yaradan’a karşı görevimiz sadece kan akıtmak değildir bence…
İnsan kendi EGO’sunu, olumsuzluklarını, nefretini, kızgınlığını, haseti, küslüğünü kurban etmeli, Kurban Bayramı’nda…
Bayramlar; paylaşmayı, şefkati, çok güçlü şekilde hatırladığımız günlerdir. Bayramlar; barışmalara vesile olur her zaman, barışmak, affetmek geleneğimizde var, insanın özünde, mayasında var…
Çok değerli büyüğüm, canım hocamın barışla ilgili sözünü hatırlıyorum, “Dünya bugüne kadar bencillik, nefret, kin, düşmanlık ve sevgisizliğin eyleme geçişini acı ve ıstıraplar içinde yaşadı. Artık iyilik, doğruluk, sevgi ve olgunluğun, eyleme geçmesi, egemen olmasının zamanı geldi. Bunun için el ele vererek durmadan çalışmak gerekir, M.G”
Gelin bu Kurban Bayramı’nda kendimizi, negatif duygularımızı kurban edelim, yerine, sevgiyi, şefkati, merhameti koyalım… Bu kurban en güzel kurban olsun…
Sevgiyle…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
09.11.2011

Son mu?

Son mu? 150 150 dolunay

Son yıllarda filmlerin sonuna “Son” yazmıyorlar. Türk filmlerinde eskiden SON yazardı, yabancı filmlerde ise “THE END”… Ne zaman son verdiler buna hatırlamıyorum, bıçakla kesilir gibi kesildi bu son yazısı. Ne oldu da yazmadılar? Özellikle filmin sonunda kavuşan sevgililer varsa “mutlu son”du bu hepimiz için… Evlenen insanlarla ilgili de “Mutlu sona kavuştular” deriz.
İşte size bazı SON yanılsamaları;
Ne garip, evlendiğimizde her şeyin çok güzel olacağını, ömür boyu mutlu yaşayacağımızı, yalnızlığımızın sonu zannederiz…
Örneğin, bir çift flört evresini geçirip evlendiğinde mutluluğu en üst seviyedir, zirve duygular hisseder ve “mutlu sonu” yaşar. Ömür boyu süreceği zannedilir. Evlilik yeni bir başlangıçtır ve evliliklerin evreleri vardır.” Flört evresi, ilk iki yıl, çocuk olduktan sonraki evre” diye böyle devam eder. Evliliğin ilk iki yılı çoğunlukla zordur, bu nedenledir ki ülkemizde evliliklerin ilk yıllarında boşanma oranları daha çoktur. Her bir birey kendi değerlerini ve doğrularını tek doğru zanneder ve kıyametler kopar… Bununla birlikte ortak değerler oluşturabilen, sevgilerini her geçen gün artırıp çoğaltabilen, fırtınaları birbirlerine sarılarak atlatan, birlikte BİZ olabilen çiftler için evlilik, her gün yeni bir başlangıçtır!
Çok para kazandığımızda, her şeyi satın alabileceğimizi, imkansızın sonu ZANnederiz,
İnsanı gerçek insan yapan pek çok “değer” var. Sevgi, neşe, farkındalık, sağlık, paylaşım, denge, hizmet etmek, adalet, şefkat, merhamet ve daha pek çok değer! “Para” da önemli bir değer dünyada… “Dünya pulu” diye okumuştum bir yerde. Yokluğu biraz zor! Varlığında da dengeyle kullanıldığında insana yakışır oluyor. Parayla her şeyi satın alabileceğine inanmaksa, ne büyük bir yanılgı, ne egosal bir ZAN! Çok şükür ki parayla satın alınamayacak insanlar ve değerler var! Kardeşlik, sevgi, huzur, neşe, coşku, zeka, sağlık… Doğru ifade etmek isterim; para iyidir ve çok önemlidir, para insana yakışır şekilde kullandığında bir değer ifadesidir!
Sevgilimiz terk ettiğinde, hayatın sonu ZANnederiz,
İlişkiler biter, sevdiğimiz kişi şu ya da bu nedenden dolayı bizi terk ettiğinde, yaşayamayacağımızı, dünyanın sonunun geldiği zannederiz.
Nefes almak zorlaşır, yemek yemek ve uyumak neredeyse imkansızlaşır, mekanlar dar gelir. Buraya kadar aşk tanımına çok benziyor değil mi? Zihinsel konsantrasyon düşer, suçlamalar, keşkeler, yalvarmalar… Kişi bir olayı, SON’u yaşarken o an mantığı devre dışı kalır, bütünü göremez, bencilleşir, çocuklaşır.
Oysaki her acıdan, her olaydan, her sondan öğrenecek ne çok şey var, alınacak ne çok ders…
Yaşadığımız, o anda olumsuz gördüğümüz her olay aslında hazine gibidir. Zaman geçer… Hazineyi fark edebilenler “Bu deneyim bana ne kattı, neleri farkettim kendimle ilgili, ilişkilerle ilgili hangi deneyimlere sahip oldum?” diye sorarlar ve kazanımlarıyla yola devam ederler.
Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde dünyanın sonu ZANnederiz
Bazen de acı kayıplarımız olur, sevdiğimiz insanları zamanlı ya da zamansız kayıp ederiz, yolcu ederiz ve yuvaya geri göndeririz. Kaybettiğimiz kişi için dünyanın sonu, sonsuzluğun başıdır belki de ama bizim için dünyanın sonu zannederiz! Geri gelmeyeceğini bilmek, çaresizlik hissi, özlemek ve bilinmeyen bizi zorlar ama yine de nefes almaya, yemek yemeye, uyumaya, çalışmaya devam ederiz.
Zaman ilerledikçe ise geriye sadece özlem kalır. Ve aslında kaybettiğimiz sadece o kişinin bedenidir, ona dair hislerimiz, ondan kazandığımız şeyler, düşünceleri, şakaları, sesi, yüzü, sözleri, fikirleri ve daha niceleri hep bizimledir! Bedenler ölür ama ya diğerleri? ASIRLARca devam eder.
Şimdi kocaman bir teşekkür giden dostlara, büyüklere, düşünen insanlarına, eylem adamlarına, annelere, babalara, kardeşlere, eşlere, giden herkese… Bizi biz yapan herkese yürekten bir takdir, sonsuzluğa gönderdiğimiz bizi biz yapan herkese!
“Son dediğimiz şeyler, sadece birer başlangıçtır” demiş Emerson. Ne güzel demiş, görebilene ne büyük dersler vardır her sonda ve ne güzel deneyim fırsatları vardır yeni başlangıçlarda, 2012 umudun ve neşenin, bolluğun ve bereketin yılı olsun. Hepimize iyi yıllar.
Umut ve sevgiyle

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
11.01.2012