sağlık

Cinselliğin temel taşları

Cinselliğin temel taşları 150 150 dolunay

Cinsellik ne zaman ayıp oldu? Normalliğini ne oldu da kaybetti? Bundan kimler ne kazandı? Neden sıkılır olduk bu konulardan? Soruların peşine düşelim ve cevaplara bakalım birlikte.

Cinsellikle ilgili sıkıntılı duygular yaşamamız, utanılacak bir durummuş gibi algılamamızın temel nedeni; doğduğumuz andan itibaren ailemiz ve yaşadığımız toplum tarafından bilinçaltımıza kaydedilen cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular, abartılı söylenceler, günahlar ve yasaklardır. Cinsellikle ilgili konuşmanın, davranışlarımızın yani iletişimdeki sorunların kökeni çok eskiye dayanır ve bulaşıcıdır. Cinsellikten konuşurken rahatsız olan bir kişi bu durumu karşısındakine de yansıtır. Bunun tam tersi de doğrudur, yani sizin rahatlığınız karşınızdakine ulaşır ve istenilen iletişim şekli budur. Cinselliği konuşmayı reddetmek, yok saymak, cinsellikle ilgili bilgilerdeki yetersizlik, ön yargılar, cinsellikten konuşurken kelime seçmek, ses tonunu ve yüzünün ifadesini değiştirmek, kızarmak etkili iletişim kurmayı güçleştiren unsurlardır. Bu durumun oluşmasının ana nedeni ise cinsellikle ilgili konuşmanın normal olmadığı düşünce ve inancıdır. Cinsellikle ilgili pek çok olay sorun odaklıdır, cinsellik dendiğinde bile çoğu bireyin aklına soruna ait düşünceler, yaşantılar, ayıplar ve yasaklar gelir. Cinselliğin normal olmadığı fikri de bu düşüncelerden kaynaklanır. Cinsellik büyük bir sorun, tabu mu acaba? Tabu olduğuna inanıldığı sürece tabu olmaya devam edecektir. Toplumsal olguları oluşturan tek şey; onlara yüklediğimiz değer ve inançlardır. Bunlar değiştiğinde her şey değişir.

Cinsellikte doğru ve rahat iletişim kurabilmek için kişide cinsel gelişimin temel taşlarının yerine oturmuş olması gerekir. Bu da kendi cinselliği ile barışık, benlik duygusu gelişmiş, empati kurabilen, sevgi temelli yetişmiş, ailesi tarafından dokunma duygusu doyarak büyümüş, güvenmeyi öğrenmiş, toplumsal becerilerin nasıl gelişeceğini bilen, kendi duygularını tartabilen, güç kontrolü olan ve kendini, bedenini, cinselliğini keşfetmeye izin veren bir birey demektir.

Cinsellikte doğru ve rahat iletişim kurmak için yukarıdaki cinsellikle ilgili değerleri, gerçekleri ve cinsel mitleri, doğrularını öğrenmek, bilgileri özümsemek, içselleştirmek, daha sonra sözlü ve sözsüz davranış olarak yansıtmaktır.

Üreme sağlığı ve cinsel sağlık konusunda doğru bilgilerimizi arttırdıkça, kendi cinselliğimizle barıştığımızda, cinsellikle ilgili iletişim kurmak çok daha kolay olacaktır. Bu bilgileri zamanında alan çocuklar, kendisini koruyabilen, haklarını bilen, dıştan gelen cinsel taciz tehditlerinde kendini koruyabilen bireyler olarak yetişirler ki aslında tüm anne-babaların istediği de budur.

Cinsellikle ilgili yasakların hiçbir işe yaramadığı, tam tersine merak ve istek uyandırdığı bir gerçektir. Bireylerin kendi cinsellikleriyle barışık, huzurlu ve dengeli olabilmeleri kendilerini istenmeyen gebeliklerden, HIV/AIDS ve CYBİ’lerden koruyabilmeleri için cinsel eğitiminin uygun yaşta, uygun şekilde verilmesi gerekmektedir. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmenin en etkili yolu; ne istediğini bilen, “evet” ve “hayır” diyebilen, öz güven sahibi çocuklar yetiştirmekten geçer.

Cinsel eğitimin anne karnında başlaması, doğumla birlikte ailede devam etmesi, okul ve toplumsal süreçlerle de desteklenmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde cinselliği hayatımızda olması gereken yere, dengeli bir şekilde yerleştirebilir ve daha mutlu, sağlıklı bireyler olabiliriz.

 

HIV/AIDS Salgını

HIV/AIDS Salgını 150 150 dolunay

1-7 Aralık haftası HIVAIDS salgınına dikkat çekmek için çeşitli etkinliklerin, toplantıların düzenlendiği Dünya AIDS Haftasıdır.

Bu hafta nedeniyle HIV/AIDS konusunda Türkiye’nin en iyilerinden olan (benim de eğitimcileri arasında yer aldığım) Hacettepe HIV/AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi Koordinatörü Dr.Aygen Tümer’le yaptığım söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim. İşin doğrusunu, en güncel bilgileri ondan alıp aktarmak istedim.

Dolunay Kadıoğlu: Sevgili Aygen Hanım, HIV/AIDS’i artık çoğu insan en azından ne olduğunu biliyor ama yine de HIV/AIDS nedir bulaşma/korunma yolları neler, bilgi verebilir misiniz? Ayrıca HIV/AIDS sempozyumundan yeni geldiniz, güncel bilgileri de aktarırsanız sevinirim.

Dr. Aygen Tümer: HIV/AIDS sadece erişkinleri değil, bebek, çocuk, genç, yaşlı demeden herkesi etkileyebilen, henüz virüsün vücuttan atılmasını sağlayabilecek tam tedavisinin ve aşısının bulunamadığı bir hastalıktır. Tedavisi ekonomik olarak büyük yük getirmekle birlikte (aylık 2000-2500 TL), hastalıktan ölümü neredeyse ortadan kalkmıştır. HIV infeksiyonu ölümcül hastalık olmaktan çıkıp, yaşam boyu ilaç kullanımını gerektiren bir tür kronik hastalığa dönüşmüştür.

Hastalığın tanımlandığı ilk yıllarda HIV infekte vakalar az sayıda olması nedeni ile fazla ilgi çekmemişti. Ne zamanki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve infekte hamile kadınlardan da bebeklere geçmesi ile vakaların giderek artmaya başlaması ile tüm dünyanın odak noktası haline gelmiştir.

HIV bulaştıktan sonra kişi kendinden kuşkulanmaz ise 8-10 yıl hiçbir belirti vermez. HIV kanda çoğalmaya devam eder, bağışıklık sistemin çoğunluğunu ele geçirdikten sonra AIDS’in belirtileri ortaya çıkmaya başlar. KAN testi yapılmadan kişide HIV olup olmadığı asla bilinemez.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Aralık 2012 verilerine göre dünyada ortalama 34 milyon HIV infekte kişi yaşamakta olup, hastalığın tanımlandığı ilk günden beri 37.6 milyon kişi hayatını bu hastalık nedeni ile kaybetmiştir.

2011 yılı içinde 2.5 milyon yeni vaka bildirilmiş olup, bu sayılara günde 7000 yeni vaka ilave olmaktadır. Tüm HIV infekte vakaların %95’inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde, %84’ü de Sahra-altı Afrika, Güney ve Güney-doğu Asya’da görülmektedir. Günümüzde HIV/AIDS hastalığı Sahra-altı Afrika’da birinci, dünyada ise 4. ölüm nedeni olarak bildirilmektdir.

SSCB’nin parçalanması ile meydana gelen değişimlerle Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya’da HIV infeksiyonunun süratle yayıldığı görülmektedir. (Bu da Türkiye’yi çok etkiliyor).Dünya nüfusunun 1/5’inin yaşadığı Çin’de, özellikle damar içi uyuşturucu madde kullananlar arasında HIV pozitiflik oranının kısa sürede yükselerek %70’lere ulaştığı saptanmıştır.

HIV/AIDS hastalığı en sık korunmasız yapılan heteroseksüel cinsel temasla, ikinci sıklıkta damar içi madde kullananların ortak paylaştığı enjektörle, üçüncü sıklıkta ise korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temasla bulaşmaktadır.

Bulaşma yollarına kısaca bakacak olursak;

  • Cinsel yolla bulaşma:HIV’ın en önemli bulaşma yolu korunmasız yapılan (vajinal, oral, anal) cinsel temastır. Bu tür bulaşmaya bağışık kimse yoktur. Bulaşma için HIV pozitif kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterlidir, cinsel temas sayısı arttıkça bulaşma olasılığı artmaktadır.
  • Kan ve kan ürünleri ile bulaşma:Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeniyle, virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir.
  • Anneden bebeğe bulaşma:HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve emzirme ile bebeğe geçebilmektedir. Bu olasılık %20-30’dur. Ancak HIV pozitif anne gebeliği süresince tedavi alır, doğum 38. haftada sezaryen ile yapılır, bebek doğumdan sonra belli süre tedavi alır ve hekim kontrolü altında olursa ve anne bebeğini emzirmez ise bu oran %1-2’lere kadar düşebilmektedir.

    HIV birçok vücut sıvısında bulunmasına rağmen yoğun olarak bulunduğu kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları ile bulaşabilmektedir.

Dokunmak, el sıkışmak, sarılmak, aynı yerde oturmak, aynı saunayı, havuzu, banyoyu, tuvaleti paylaşmak, aynı tabağı, bardağı, çatalı, kaşığı kullanmak, aynı giysileri giymek, telefon kulaklığı, gözyaşı, ter, tükürük, sivrisinek, böcek, arı sokması ile HIV bulaşmamaktadır.

Ve tabii ki ülkemizde durum ne ona da bakalım.

Türkiye’de HIV/AIDS

Tüm dünyada HIV/AIDS vakalarının hızla arttığı gözlenirken Türkiye’nin bu salgının dışında kalması beklenmemektedir. Ülkemizde Aralık 2011 T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 5224 HIV/AIDS vakası vardır. Bunların 921’i AIDS basamağına ulaşmış, 4303 kişi ise HIV infektedir. Ancak özellikle cinsel yolla bulaşan infeksiyonlar konusunda kişilerin sağlık kurumlarına yeterli başvurularının olmamaları, kayıt sistemlerinin yeterli çalışmaması, bu sayının gerçekleri yansıtmadığını düşündürmektedir.

Günümüzde uygulanan tedavi, erken başlandığı zaman daha etkili olmakta ancak ekonomik olarak büyük yük getirmektedir. Hastaların tedavi giderleri Sağlık Kurulu raporu ile belgelenmesi halinde, Sosyal Güvenlik Kurumuna (657 sayılı yasaya bağlı memurlar, SSK kapsamındaki işçiler, Bağ-Kur’lular) bağlı olanların ve yeşil kart sahiplerinin karşılanmakta ise de, bu tip tedavi olanağı olmayan hastalar tedaviden yararlanamamaktadır. Özel sigorta şirketleri ise ödeme yapmamaktadır. Türkiye’de kısıtlı sayıdaki olgunun tedavisi konusunda yaşananlar, gelecek için alınacak önlemlere ışık tutmalıdır.

Korunma yolları’dan da bahsedelim kısaca;

HIV/AIDS hastalığında henüz virüsün vücuttan atılmasını sağlayabilecek tedavisinin olmayışı ve aşı çalışmalarının da devam ediyor olması nedeni ile hastalığın yayılmasının kontrolünün zor olabileceği düşünülmektedir. Tedavinin pahalı ve yan etkilerinin olabilmesi ayrı bir sorundur. Tüm bu nedenlerle HIV/AIDS’in yayılımını önleyici eğitim çalışmalarının yapılması çok önemlidir.

Korunma, virüsün cinsel yolla, kan yolu ile ve anneden bebeğe geçişi önleme esasına dayanmaktadır.

Cinsel yolla bulaşmaya karşı korunma: Cinsel aktiviteden tamamen kaçınarak veya cinsel partnerle karşılıklı olarak tek eşli yaşayarak kesin olarak HIV infeksiyonunun bulaşması önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında prezervatif (kondom, kılıf, kaput) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve devamlı kullanılması, yırtık veya delik olmaması koşuluyla ispatlanmıştır. Kadınlar için özel olarak hazırlanmış kondomlar da doğru ve devamlı kullanımda etkili olmaktadırlar.

Kan ve kan ürünleri ile bulaşmaya karşı korunma: 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile kan ve kan ürünleri hastaya verilmeden önce HIV yönünden taranmaya başlamıştır. Bu bir yasal zorunluluk olup, 1987 yılından beri de ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV yönünden test edilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaşma riskini azaltmaktadır.

Anneden bebeğe geçiş için korunma: Eğer kadın HIV pozitif ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen gebe kalan ya da gebe kaldıktan sona HIV taşıdığını öğrenen HIV pozitif kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmakta ısrarlı ise gebeliğin belli ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe tedavi başlanmakta ve hasta yakın takibe alınmaktadır.

Anne sütü ile virüsün geçişi gösterildiğinden annenin bebeği emzirmemesi önerilmektedir.

Ülkemizde henüz sayıları binlerle ifade edilen HIV infekte vakalar için, hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak hepimizin görevi olmalıdır. En önemlisi de HIV pozitif kişileri toplumdan dışlamadan hep beraber elele vererek yaşamalıyız ki, bu hastalığa karşı mücadele edebilelim.”

Aygen Hanım’a değerli katkılarından dolayı çok teşekkür ediyoruz. Onun çalışmaları ve bilgileri hepimiz için çok kıymetli.

NOT: Aygen Hanım’la bağlantı kurmak isteyenler için mail adresini paylaşıyorum. Belki daha detaylı sormak istedikleriniz olur.

Dr. Aygen Tümer
Hacettepe Üniversitesi HIV/AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi
(HATAM)
e-posta: atumer@hacettepe.edu.tr

Sevgilerimle

Öfke denen ateş

Öfke denen ateş 150 150 dolunay

Öfke, istemediğimiz sonuçlar karşısında verilen son derece doğal ve insani bir tepkidir. İnsanlar istediğimiz şeyleri yapmadığında ya da istediğimiz şeyler istediğimiz zamanda olmadığında, iş yerinde haksızlığa uğradığımızda, haketmediğimize inandığımız davranışlarla karşılaştığımızda, çocuklarımız sözümüzü dinlemediğinde, trafikte, maçta, sokakta, TV izlerken özellikle haberlerde, güçlü öfke hissedebiliriz.

Bilindiğinin tersine öfkemizi ifade etmememiz, içimize atmamız ya da uygun olmayan şekilde dışarı çıkarmamız yani saldırgan ve sözlü ve davranışsal şiddete başvurmak daha büyük sorunlara yol açar. İnsan öfkelenebilen bir varlık, bunu uygun şekilde gerçek adresine iletmek önemli.

Öfke uygun ifade edildiğinde sağlıklı bir duygudur. Aristo’nun dediği gibi; “herhangi bir kimse öfkelenebilir. Bu kolaydır.

Ne var ki;
Doğru İnsana
Doğru Derecede
Doğru Zamanda
Doğru Maksatla ve
Doğru Biçimde Öfkelenmek
İşte Bu Zordur…. ”

Öfke, kontrolden çıkıp yıkıcı hale dönüştüğünde kişinin yaşamında son derece önemli sorunlara yol açabilmektedir. Öfkenin sağlıklı ve işe yarar olabilmesi için bastırılmaması, tanınması, kabul edilmesi ve kontrollü bir biçimde ifade edilebilmesi gerekmektedir. Öfke bir problem çözme aracı, intikam yolu, suçlama biçimi veya başkalarını kontrol etme yolu değildir. Aşağıdaki durumlarda kaç evetiniz var bakın bakalım!

* Öfke anlarında kontrolü kaybettiğiniz olur mu?

* Öfkeli anında verdiğiniz tepkilerden dolayı öfke geçtikten sonra pişmanlık duyar mısınız?

* Öfke ve sinir halindeyken birilerine karşı fiziksel saldırıda bulunuyor musunuz?

* Öfke anında eşyalara zarar verme (fırlatma, kırma, parçalama…gibi) eğiliminiz var mı?

* Öfke anında kendinize fiziksel zarar verme eğiliminiz var mı?

* Öfkelendiğinizde verdiğiniz tepki ilişkilerinize veya iş hayatınıza zarar verir mi?

* Öfkelendiğiniz zaman işlerinize konsantrasyonunuzda sorun yaşar mısınız?

* Öfkenizi kontrol etmek için ilaç, alkol ya da madde kullanıyor musunuz?

* Öfkeniz sonucunda tutuklandığınız veya yasal zorluklarla karşılaştığınız oldu mu? 

Bir evetiniz bile varsa “Öfke kontrolü”yle ilgili çalışmaya başlamalısınız. Peki öfke kontrolü nasıl sağlanır?

* Öfke anında bedeninizde meydana gelecek değişimlerin bilincinde olun (kan basıncında artma, nefessiz kalma hissi, kalpte sıkışma, tansiyonda oynama, titreme, gözlerinizden alev çıkma….gibi).

* Kendi kendinize “sakin ol, gevşe, rahatla” deyin ve eğer mümkünse nefes alabileceğiniz temiz havaya çıkın. Diyaframdan derin nefes almayı deneyin. Nefes alıp verdiğinizde göğsünüz değil mideniz şişmelidir. Bir süre sonra kaslarınız rahatlamaya başlar.

*Öfkenizi ve sonuçlarını kontrol edebilmeniz için düşüncelerinizi farketmeyi ve kontrol etmeyi öğrenin. Öfke sürecinden önce aklımdan hangi düşünceler geçiyordu? Düşünce kalıplarınızı farkedin, başkalarını etiketleyip etiketlemediğiniz, suçlayıp suçlamadığını, olaylar ve kişilerle ilgili gerçekdışı fikirlerinizin (ailem bana değil kardeşime daha çok değer veriyor, onun her istediği yapılıyor benim yapılmıyor, beni hiçbir konuda desteklemiyorlar hep onu destekliyorlar…gibi) farkında olun.

* Suçlamalarınızı farkedin; yaşadığınız olaylarda başka insanları ne kadar sorumlu tutuyorsunuz ne kadar suçluyorsunuz? Yani yaşadığınız olayların sorumluluğunu alabiliyor musunuz yoksa topu taca mı atıyorsunuz? (Onun yüzünden terfi alamadım, senin yüzünden istediğim yeri kazanamadım….)

* Farkettiğiniz tüm çarpık düşüncelerinizi doğrularıyla yer değiştirme pratikleri yapın. (Aslında ailem benim istediklerime saygı duyuyor galiba kendi isteklerimi onlara daha net ve kararlı söylemeliyim.)

* Resmin bir parçasını değil hepsini görmeye çalışın, olaylarla ilgili bakış açınızı değiştirmeyi deneyin.

* Öfkenizi göstermenin uygun yollarını arayın. İletişim becerilerinizi ve kendinize güveninizi arttırmayı deneyin. Yani öfkenizi biriktirmeden uygun dille karşınızdakine ifade edin. Öfkenin, duygu ve düşüncenin adres değiştirmesine izin vermeyin. Önce sakinleşin, duygu ve düşüncelerinizi farkedin ve kontrol altına alın sonra konuşun.

* Öfke kontrolünde bedensel egzersizler yapmak, nefes çalışmaları, olaylar farklı bakış açılarından bakmayı öğrenmek, insanlarla ilgili beklentinizi azaltmak, olaylara ve yorumlara birazcık mizah tozu atmak, iletişim becerimizi iyileştirmek işe yarayacaktır.

* Günlerinizin sakin, öfkenizin ve nefs’inizin terbiyeli geçmesi dileğimle…