psikoloji

Terör travması

Terör travması 150 150 dolunay

İnsan hayatını, ruh sağlığını derinden etkileyen, yaşandıktan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, kişinin kendi kontrölü dışında yaşamak zorunda kaldığı olaylara travma diyebiliriz. Depremler, maddi manevi kayıplar, tecavüzler, ensest, zamansız kayıplar, kazalar, işkenceler ve terör, en büyük ve derin travma deneyimleri arasındadır.

Son yıllarda ülkemizde son bulmayan terör olayları ülkede yaşayan pek çok vatandaşın ruh ve beden bütünlüğünü tehdit etmektedir. İnsanın beden ve ruh bütünlüğüne gelebilecek darbeler hele ki aniden ve teröre bağlıysa, terör olaylarını birebir yaşadıysanız, sevdiklerinizi teröre kurban verdiyseniz travmanın derinliği artar. Birebir yaşamasanız bile terörün yoğun yaşandığı ülkelerde yaşamak, her an kendi başına, sevdiklerinin başına bir şeyin gelebileceğini düşünmek, hep temkinli olmaya çalışmak, ruh sağlığında ciddi hasarlara yol açar. Kaygı bozuklukları, anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları vb. Yaşadığın ülkenin vatandaşı olarak, canlı bombaların kurbanı olabileceğini düşünmek bile ciddi kaygı yaratır. Silahlı çatışmalara maruz kalmak, evini barkını, sevdiklerini, uzvunu kaybetmek ise telafisi çok zor hasarlar, izler bırakır.

Bu tür travmatik bir yaşam deneyiminden sonra kişilerin şok yaşaması, sonrasındaki isyanları, kabul edememesi, inkarları ve acı, doğal duygu ve tepki geçişleridir. Doğal olmayan terörün varlığıdır. Her insan güven içinde temel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamayı hakeder. Vatandaşı olduğu ülkenin bu ihtiyaçlarını karşılaması da temel insanlık haklarındandır.

Hayatta kalmak insanın en önemli, en temel ihtiyaçlarından biridir. Güvende olmak, yaşadığın ülkeye güvenmek, hayatının güvende olması ruh sağlığı açısından olmazsa olmazdır. Terör riski ve yaşantısı bu güvenlik alanına zarar verir. Kişinin kendi kontrolünde olmadan savunmasız bir şekilde kurban olma ihtimali, yaşanılan ana ve geleceğe olan inancını ve beklentisini azaltırken, umutsuzluğunu artırır.

Terörü yaşayan ya da yakını kaybeden vb. süreçlerde hissedilen duyguları dışarı çıkarmak, acıyı akıtmak, yası tutmak ve azalmasına izin vermek sağlıklıdır. Yaşanılan travmalarla hele ki terörle baş etmek kolay değildir ancak bilinmelidir ki travma yaşantısından belli bir süre sonra bu konu hakkında özellikle travma çalışan uzmanlarda psikolojik destek almak bu dönemin kalıcı izlerini azaltacaktır. Biliriz ki bazı acılar tarifsizdir, tahammülü zordur, akıl sağlığını zorlar ve yine biliriz ki acıları paylaşmak onların azalmasına, tedavisine yardım eder.

Terör olaylarında yakınlarını kaybedenlere sabır, yaşayanlara şifa, ülkemiz ve dünya insanları için barışın yaşanır olmasını diliyorum.

Gölgeler

Gölgeler 150 150 dolunay

Çok derinde bir yerlerde acıyor içim, tarifsiz bir acı, düşünsene 20 yıldır evli olduğum adam çocuklarımın babası, ‘Ben aslında seni hiç sevmedim hep mış gibi yaptım, şimdi ise hayatımın aşkını buldum, senden boşanıyorum’ diyor. Sen ne hissederdin?

Soran kişi uzun yıllardır tanıdığım bir arkadaşım ve yaşadığı olayı algılamaya çalışırken bana yöneltiyor bu soruyu.

“Gerçekten ne hissederdim?” diye soruyorum kendime…

Onun hisleriyle birebir aynı olamaz benim hislerim çünkü o yaşayan, ben ise algılamaya ve kendimi onun yerine koymaya çalışanım. Bunu da belirterek cevap veriyorum: Kandırılmışlık, yalan bir hayatı yaşamışlık hissi, kızgınlık, öfke ve kendime acıma… İlk algılayabildiğim hisler oluyor.

Bu sohbetten sonra düşünmeye başladım ve yine sorular sormaya kendi kendime…

Yıllardır tanıdığınızı zannettiğimiz kişileri gerçekte ne kadar tanıyoruz? Her hallerini tanısak yine sever ve kabul eder miyiz onları?

Çok güvendiğiniz, kendinize örnek aldığınız ailelerin gerçekte rol yaptıklarını anlasanız ve aslında hiç de mutlu olmadıklarını, birbirlerini aldattıklarını bir gün birdenbire öğreniverseniz,

Evli ve çocuğu olan bir dostunuz size ‘Ben aslında eşcinselim ve bunu saklamak için evlendim ve çocuk yaptım’ dese,

Kocanızı bilgisayarına tesadüfen bakarken çocuk pornosuyla ilgili sitelere girdiğini ve bunu düzenli olarak yaptığını fark etseniz,

Uzun süredir tanıdığınız aile dostlarınız arasında gizli ilişkiler ve oyunlar olduğunu öğrenseniz,

Ya da bir tanıdığınız sizi eşiniz/sevgilinizle birlikte grup seks partisine davet etse ve bunu uzun yıllardır yaptıklarını söylese,

O kişi/kişilerle ilgili ne düşünür ve ne hissedersiniz? Onları algılamanızda ve kabulünüzde bir şeyler değişir mi?

İnsanın içinde ne kadar çok farklı yüzler, kimlikler var: İyi aile babası, iyi anne, örnek insan, güvenilir bir uzman, iyi bir yönetici, lider, aynı zamanda pedofili, yalancı, ikiyüzlü, iki kadını idare edebilen, korkak, içten pazarlıklı, bol maskeli biri…

Amacım sizi sevdiklerinize kuşkuyla baktırmak değil, insanın içinde aklımızın kabul etmekte zorlanacağı, yargılamadan duramayacağımız tarafların olabileceğini yani gölge taraflarımızı bir kez daha fark ettiğimi aktarmak.

Gölgesi olmayan insan yoktur da kendi gölgesini gören kaç kişi vardır acaba?

Bence asıl olan o gölge taraflarımızla birbirimizi kabul edip edemeyeceğimiz!

Gölgelerimiz bizi hep zorlar. İnsanın kendi gölgesini görmesi için arkasına bakması gerekir. İçindeki ruhsal boşlukları, girdapları, gölgeleri görmesi için de kendi içine bakabilmesi, uygun soruları sorabilmesi ya da kendini en yakınlarının, dostlarının gözünden tanıması gerekir.

Sizin gölge tarafınız ne? Belki bugün bunu sorarsınız kendinize…

Ergen intiharları

Ergen intiharları 150 150 dolunay

Ergenlik dönemi risklerin çok kolay alınabildiği, geleceğin pek düşünülemediği, gözün çok kolay kararabildiği, kanın deli aktığı bir dönem.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki son 20 yılda ergen intiharları çok artmıştır.

Her yıl ergen kızların %5’i erkek erkeklerin ise %2’i intihar girişiminde bulunmaktadırlar. Ergenlerin %10’u yaşamlarının herhangi bir döneminde intihar girişimimde bulunmaktadırlar. Bu girişimlerin %98 i başarısız olmaktadır yani ergenler hayatta kalmaktadırlar.

Ergenler intihar girişimlerinden önce ailelerinden, arkadaşlarından destek istemişler ama çoğunlukla istedikleri desteği görememişlerdir.

İntiharların nedeni hayat ya da okul stresi değildir. Çoğu ergen intihar girişiminden sonra uzmanlara onu intihara neyin götürdüğünü şöyle açıklarlar:

– Sevgilim beni terketti ve onsuz hayat çok anlamsız geldi
– Ailemle aramda dağlar var beni hiç anlamıyorlar, hep kısıtlıyorlar ve kurallar koyuyorlar, onlara kimin güçlü olduğunu göstermek ve onlara acı çektirmek istedim.
– Ne okulda ne evde beni anlayan yok
…..

Çok net anlaşılacağı gibi ergenlerin intihar nedenleri yetişkin intiharlarından daha farklıdır. ‘Yalnız olmak, sevgilinin terk etmesi, aile tarafından yargılanmak ve hiç anlaşılmamak, kurallar dünyasına isyan’ ergenlerin intihar girişimlerin altında yatan temel nedenlerdir. İntihar, hayata, ailelerine, topluma isyandır!

Ergenlerin intihar etme risk etkenlerine bakıldığında;

Ailede güçlü çatışmalar varsa, boşanmış aileyse, depresyon, madde kullanımı varsa, ailede daha önce intihar girişimleri varsa, ergenin üzerinde aşırı kısıtlamalar (özellikle cinsellikle ilgili ve başarı odağıyla ilgili) varsa, bu risklerden birine bile sahip olan ergenin diğer ergenlere oranla intihar etme riski daha yüksektir.

Bir kez intihar girişimde bulunan ergen, koşullar değişmemişse, cezalandırılmışsa, psikolojik destek almamışsa, yalnızlığı ve anlaşılmamamışlığı devam ediyorsa yeniden intiharı deneyebilir.

Eğer ergen çocuğunuz intihar hakkında konuşuyorsa ya da yukarıdaki risklerden bir ya da ikisine sahipse ve depresif davranışlar sergiliyorsa mutlaka bir uzmandan ailecek destek alın.

Bu yazının bilimsel verileri Laurence Steinberg’in Ergenlik kitabından alınmıştır.

 

Namus-lu/suz!

Namus-lu/suz! 150 150 dolunay

Çoğunlukla ezbere öğrendiğimiz ve uyguladığımız pek çok kavramdan biri de namustur.

Yetiştiğimiz ailede, toplumda, insanları gözlemleyerek, olaylar karşısındaki tepki ve yorumlarına bakarak, namus tanımının içeriğini diğer pek çok kavramın içeriğini doldurduğumuz gibi doldururuz. Çoğu zaman, namus nedir, hangi davranışlar namuslu hangileri namussuzdur tam olarak öğretilmez ya da kendi bildikleri kadar öğretirler. Üzerinde pek tartışmayız, bizden ezberlememiz ve uymamız istenir.

Pek çok değeri, kavramı nasıl öğreniyorsak bunu da öyle öğreniriz; yani kulaktan duyma/dolma. Eğer araştıran ve sorgulayan bir birey olarak yetişmenize şans tanındıysa ya da siz bu konuda sınırları zorladıysanız; William Shakespeare’in; ‘Namus gizli bir cevherdir; çoğu kere ona sahip olmayanlar sahipmiş gibi görünürler’ sözünün derinliğini, Hz. Muhammed’in; ‘Başkalarının kadınlarına karşı namuslu ve iffetli olun ki sizin kadınlarınızda namuslu ve iffetli olsunlar’ hadisindeki sorumluluğu ve Cicero’nun; ‘İnsanlar ne kadar namuslu olurlarsa başkalarının namuslarından o kadar zor şüphelenirler’ sözündeki bilgeliği de o kadar iyi kavrayabiliriz.

Soru sormadan ve derin derin düşünmeden, özümüzle konuşmadan, akıl gönül süzgecinden geçirmeden “Namus” kavramını anlamak bence imkansızdır.

“Namus nedir?” diye Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığımızda “bir toplumda ahlak kurallarına karşı beslenen bağlılık” ve “dürüstlük, doğruluk” olarak tanımlanmıştır.

Demek ki yazılı kuralları yok namusun… Hepimizin hücrelerine işleyen toplumsal kuralları var! Yaptırımları, cezaları bazen çok ağır! Bazen töre cinayetleriyle bazen genç kız intiharlarıyla bazense kadınların eşleri ya da kardeşleri tarafından öldürülmesiyle sonuçlanabilecek kadar ağır, akıl ve gönül almaz cezalar!

Namus deyince çoğumuzun aklına çoğu zaman iki bacak arası ve kadın geliyor. Neden?

Dürüstlük, doğruluk namus sadece cinsellikle mi sınırlanıyor kafamızda?

Toplum olarak neye doymadıysak, açsak, ne bize yasaklanmışsa oraya doğru hınçla, öfkeyle nefretle saldırıyoruz o tarafa doğru, insanlığımızı unutarak, 3. sayfa haberlerini okurken insanlığımızdan utanarak!

Kadın namusuna tek başına mı ‘halel getiriyor’, namusa sürülen leke erkeğin elinin kiriyken kadının neden can borcu/namus borcu oluyor?

Kim gerçekten namuslu davranıyor kim gerçekten namussuz davranıyor buna nasıl/kim karar veriyor?

Yıllar önce bunları sorguladığım bir zamanda -ergenlik çağlarımdı- annem bir hikaye anlatmıştı, paylaşmak isterim.

“Bir mahallede iki dul kadın yaşarmış. Biri namazında niyazında, dışarıyla pek karışmayan biri, diğeri ise daha sosyal, sık sık arkadaşlarını kadınlı erkekli evinde ağarlayan, gülmeyi, eğlenmeyi seven biriymiş. Hatta bu nedenden dolayı uygunsuz işler yaptığına dair komşular dedikodu yaparmış. Bu iki kadının evlerinin kapıları karşılıklıymış, giren çıkan görülürmüş. Namazında niyazında olan kadın sık sık karşı kapıyı kontrol edermiş; kim giriyor kim çıkıyor diye… Hatta namaz kılarken bile karşı kapıyı gözler ve eğer karşı eve birileri özellikle de erkek girerse, seccadenin yanında bu iş için oraya konmuş olan taş kümesinden birini alır, diğer tarafa koyar eve giren çıkanın hesabını tutarmış.”

Annem bu hikayeyi anlattıktan sonra sormuştu bana ‘kim daha namuslu?’

İçini bilgiyle, sevgiyle, aşka, heyecanla doldurmadan, şeklen yaptığımız pek çok ibadet/inanç bir yerden sonra ezbere olmaz mı? “Sevgisiz yaşanan din kişiyi bağnaz yapar” sözü yeniden kulağıma geldi!

Şimdi sorulara kendimce cevap verme zamanı:

  • Namus kişinin kendi öz sorumluluğunda olan ve hesabını kitabını yaradanla ve/veya kendiyle göreceği bir kavramdır.
  • İnsan, insanın kurdudur/aynasıdır derler. Yani insan başkasının davranışını tanımlarken kendini tarifler. Bundan ötürü birine namussuz derken iyi düşünmek lazım. Namus birilerinin tekelinde değildir!
  • Namus; düşüncelerin, davranışların temiz olmasıdır. Benim dışındakiler hakkındaki yorum/dedikodu yapmamak, zihnimi fitne fesattan arındırmaktır. Her bireyin farklı ve özel olduğunu bilmek ve saygı duymaktır.
  • Namus; hiç kimseye zarar vermemek, bütünün hayrına, kapsayarak sevgiyle çalışmak/davranmaktır.
  • Namus; parayla, korkutularak satın alınamamaktır.
  • Namus: işini elinden gelen en iyi şekilde yapmaktır.
  • Namus; özü, sözü, davranışı bir olmaktır.
  • Namus; İNSAN olmaktır.
  • Namus; iki bacak arasında değil, iki omzun üzerinde taşıdığındadır.

Şimdi soruyorum size, gerçekten kim namuslu?

Çocuk olsun sonra…

Çocuk olsun sonra… 150 150 dolunay

11 yılı aşkın süredir tüp bebek tedavisindeki çiftlere psikolojik destek veriyorum. Bize gelen çiftler 1-20 yıl arasında bebek sahibi olmaya çalışan bunun için maddi manevi emek veren çiftler.

Danışmanlık sürecinin ilk seansında onlardan tabii ki çoğunlukla kadınlardan duyduklarımdan ‘çocuk olsun sonra’ ile ilgili olanların bazılarını paylaşmak isterim:

  • Yıllardır tatile gitmiyoruz, çocuk olsun sonra gideriz önce bunu bir halledelim!
  • Çok kilo aldım, sporu da bıraktım, çocuk hele bi olsun hemen kilolarla ilgileneceğim!
  • Eşimle aramızda sorunlar var; iletişimimiz az, çok çalışıyoruz az paylaşıyoruz, tek konuştuğumuz konu tüp bebek denemeleri ve planları. Çocuğumuz olduktan sonra sorunlarımız bitecek ve aile olacağız.
  • Yıllardır kitap okumuyorum. Eskiden yeni şeyler öğrenmeyi severdim, pek çok şeyi merak ederdim, değişik kurslara giderdim. Mesela origami kursuna gitmiştim. Denemeler başladıktan sonra ertelemeye başladım, merak ettiğim ve internette araştırdığım tek konu tüp bebek tedavisi, gittiğim tek yer ise tüp bebek merkezleri oldu. Tek düşündüğüm şey neden çocuğum olmuyor, ne zaman olacak, neden tutmadı, olacak mı olmayacak mı…Çıldıracağım!
  • Kendimi eksik ve en önemlisi BAŞARISIZ hissediyorum. İnsanlar bana neden çocuğun yok dediğinde, okulda tahtaya kalkmış bir öğrenci gibi hissediyorum…Hani hocanın sorduğu sorunun cevabını bilen ama dili kitlenen cevap veremeyen bunun için başı önünde…Çocuğum olunca bunların hepsi bitecek biliyorum.

***

Yukarıdaki yapılanlar, yaşananlar ve düşünülenler stresi daha çok arttırır ve ne yazık ki olaya gereğinden fazla odaklanmaya neden olan davranış ve düşünce modelleridir. Aslında bu da tüp bebek denemelerinde uzak durulmasını istediğimiz şeylerdir.

Eşlerin aralarındaki iletişime ve ilişki bağlarına da zarar verme ihtimali var tabii ki…

Seanslarda çok detaylı olarak nasıl olacağını ve eylem adımlarını çalıştığımız davranış ve düşünce modellerinin bazıları kısaca şöyle:

  • Çocuk sahibi olmakta güçlük çektiğinizi kabul edin, Türkiye’de 100 çiftten 15-20’si sizinle aynı durumda ve bu yüksek bir yüzde. Yani pek de yalnız sayılmazsınız! Kabul etmek hafifletir, hafiflikse acıyı alır!
  • Hayatınızda keyif aldığınız şeyleri yapmaya devam edin, çocuk olduktan sonra yaparım dediğiniz pek çok şeyin aslında çocuk olduktan sonra yapma ihtimalinizin düşük olduğunu fark edin. Siz hayatınıza devam edin, çocuk gelmek istediği zaman gelir.
  • Gerçekçi olun, çocuk sahibi olmak size ekstra başarılı yapmaz! Bu konuyu başarı ya da başarısızlıkla ölçmeyin, stresinizi ve kaygınız daha çok artar.
  • Çocuğunuz dünyaya geldiğinde tüm sorunlarınız çözüleceğine inanmak vejeteryan birine boğanın saldırmayacağına inanmak gibidir yani gerçek dışıdır. Eşler arasındaki sorunların ya da kendinizle ilgili sorunların sadece bir kısmı çocuğunuz olmadığından kaynaklanır. Tüm sorunların kaynağını çocuksuzluğa yüklemeyin .
  • Spor , egzersiz, yoga, plates, tatil, diğer kurslar… Size neyin iyi geldiğini biliyorsanız lütfen devam edin . Tüm bunlar hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelir, bu da tüp bebekte şansınızı arttırır. Rahat bir bedenin şansı her zaman daha yüksektir.
  • Eşinizle çocuk konusu haricinde de konularda paylaşımlarda bulunun, çocuk konusunda yeterince konuştuysanız ve hep konuşuyorsanız bu konuda konuşmayı azaltın, hiç konuşmuyorsanız yani konuyu yok sayıp üstünü kapatıyorsanızda konuşmaya çalışınki duygularınız rahatlasın.
  • Güvendiğiniz ve işinde iyi olduğunu bildiğiniz bir doktorunuz olsun. Stresi azaltmak ve bu konudaki bakış açınızı rahatlatmak için psikolojk destek alabilirsiniz.

Birbirine destek olan eşler, insan odaklı uzmanlar ekibi (kadın doğum uzmanı-infertilite konusunda uzman-, embriyolog, androlog, anestezi uzmanı, psikolojk danışman,….), içinizdeki inanç ve kararlılık tüp bebek sürecinde olmazsa olmazlardır.

Sıradanlık hastalığı

Sıradanlık hastalığı 150 150 dolunay

Kent

“Başka diyarlara başka denizlere giderim dedin
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
Ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi nereye baksam burada
Gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
Yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın
Ne bir gemi var, nede bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte
Yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.”

Konstantin Kavafis’in Kent şiiri

Nereden mi çıktı bu şiir? Aslına bakarsanız sizlerden, belki de birazcık benden çıktı. Bugünlerde kimle konuşsam, kimi dinlesem ve gözlemlesem, yaşama dair, yaşadıkları dünyaya, kente dair feryatlar yükseliyor. 21 Aralık Kıyamet sendromu mu dersiniz, kış geldi ondan mı dersiniz, ülkenin durumu malum ondan mı dersiniz, bilemiyorum? Herkeste bir çekip gitme arzusu, bir şeyler değişse, barış gelse ama bir an önce gelse, bir değişiklik olsa, kıyamet mi kopacak, kopsun bir değişiklik olur diyen bile var. Bir şeyler değişsin de ne değişirse değişsin şu sıradanlık bir gitse üstümüzden.

Dün yazarlık dersinde hocamız Mehmet Eroğlu “Yüzyılın en tehlikeli hastalığı sıradanlıktır” dedi. Gerçekten de çoğunlukla birbirine benzer, sıradan hayatlar yaşıyoruz. Sabah kalkıp işlerimize gidiyoruz, sabahtan akşama çoğunlukla sevmediğimiz işlerde mecburen çalışıp para kazanıyoruz. Kazandığımız parayla, AVM’lere gidip temel ihtiyaçlarımızı karşılıyor, reklamlarla bilinçaltımıza kodlanan, kendi seçimimiz zannettiğimiz çok da ihtiyacımız olmayan ıvırı zıvırı alıyor, bizim olmayan plastik parayla fazla harcayıp, gerçek borçlanıyoruz. Sistem mutlu, siz borçlu!

Bilgisayar karşısında acılı soslu patates cipsini yutarken, nette gezinip sosyalleşiyoruz. Sanal beğeniler, dürtmeler, alkışlar… Beynimizden birkaç hücreyi daha öldürüyoruz!

İnsanların çığlıklarına kulak kabarttığımda anlıyorum ki sıradanlaşan yaşamlarından kaçmak istiyorlar. Bir kısmımız sıradanlığı kırmak için emekli olmayı bekliyoruz; “Emekli olunca gideceğim bu şehirden, küçük bir kasabaya yerleşeceğim, belki kitap bile yazarım, şimdi o kadar yoğun ve yorgunum ki üretemiyorum.”

Ya da başka bir ses; “Çocuklar bir büyüsün, okulları bitsin, kendime zaman ayıracağım. Spor yapacak, gezecek, hayatın tadını çıkaracağım.”

Yalan, hepsi yalan. Siz de ben de biliyoruz. İnsanoğlu en büyük yalanları kendine söylüyor ne yazık ki!

İtiraz edenleriniz vardır umarım ve umarım beni yalancı çıkarmak için bir şeyler yapanlarınız da…

Aslına bakarsanız sıradanlığı kırmak için yaşadığınız kenti terk etmeye gerek yok bence.

İşte benden dökülen, sıradanlığı kıran altından kıymetli öneriler…

  • Her gün yaptığımız şeyleri farkındalıkla ve sevgiyle yapmak. Bugün farklı bir şey yapacak olsam ve bu yapacağım şey beni ve en az bir kişiyi daha mutlu etse, bu ne olur diye sormak.
  • Derin bir nefes almak, nefesin tüm hücrelerinize ulaştığını hissetmek, nefesin hayat olduğunu idrak etmek.
  • İçinden geçen güzel bir cümleyi not almak ve bir kişiyle paylaşmak.
  • Aynaya baktığında gördüğün varlığa teşekkür etmek.
  • İşe giderken kullandığınız yolu değiştirmek, belki daha uzak bir yolu denemek.
  • Her gün yaptığınız işleri, alışkanlıklarınızı fark etmek ve kısır döngüyü kırmak, alışkanlıklarınızı terk etmek.
  • Öfkelendiğin ama bir türlü öfkeni belli edemediğin bir kişiye öfkeni, düşüncelerini belli etmek/eğer zaten çok öfkeleniyor ve bunu hep aynı kişilere yansıtıyorsan sakin kalmayı deneyimlemek.
  • Hafta sonu AVM yerine parka, bahçeye, ormana gitmek, doğada zaman geçirmek.
  • Çok konuşkan biriysen bir gün boyunca susmayı, tam tersiysen bir gün boyunca konuşmayı deneyimlemek.
  • Hayatın boyunca okumadığın, tarzım değil dediğin bir gazeteyi, dergiyi ya da kitabı alarak okumak.
  • Emeklilik planınız varsaJ (kenti terk etmek haricinde) Örn: Kitap yazmak, resim yapmak, seramikle uğraşmak… Emekli olmadan öncede yapmayı denemek, “zamanım yok” demek hepimizin en büyük yalanıdır!
  • Sevdiklerinizin ve kendinizin kıymetini sağlıklıyken fark etmek.

Sıradanlık hastalığının tedavisine eklemek istedikleriniz var mı?

Sevgiyle ve farkındalıkla kalın

Hoş geldin bahar

Hoş geldin bahar 150 150 dolunay

Çok yoğun ve bol kar yağışlı bir kış geçirdik. Kış, kış gibi geçti yani. Kar hiç bitmeyecek zannettik. Kışın ilk aylarında bize huzur veren beyaz, 3-4 ay sonra sıkıntı vermeye başladı ve “Ne zaman gidecek bu kar, ne zaman gelecek bahar?” diye sorar olduk.

Baharın ilk belirtilerini gördüğümüz bu günlerde ise içimiz kıpır kıpır olmaya başladı. Güneş tam yüzünü göstermese bile, nisan yağmurları yağsa bile içimizde yeni umutlar, hisler yeşermeye başladı. Baharla birlikte doğdaki yenilenme, tazelenme izlemeye değerdir doğrusu.

Tüm kış kupkuru olan meyve ağaçlarının dallarında patlamaya hazırlanan yaprakların, çiçeklerin tomurcukları, bebeğini kucağına almaya hazılanan ve o günü iple çeken anne adaylarına benzer; sabırsız, heyecanlı, kıpır kıpır, meraklı…

Bahar her zaman olumlu duygularla gelmez aslında! Bahar yorgunluğu ve bazen de depresif haller çok sık görülen durumlardır. Mart sonu Nisan başı ve belki de tüm ay boyunca süren garip bir yorgunluktur, insanı deli eden. Yataktan çıkmak istemezsiniz, iş motivasyonunuz düşer, sinirli ve gergin olursunuz, stres artar. Bedeninizle ilgili en çok söylediğiniz cümleler “Sanki üstümden tır geçti ya da dayak yemiş gibiyim” veya “Kafam kazan gibi”dir. Bu şikayetlerimizi duyan dostlarımız “Enerjilerdendir, takma, göz vardır üstünde” der bazen, güleriz…

Tüm bu değişimlerin nedeni, yeni gelen mevsime bedeninizin ve ruhunuzun uyumlamaya çalışmasından başka bir şey değildir aslında. Kışa ve yaza girerken bu tür uyumlanma süreçlerini çoğunlukla hepimiz yaşarız.

Bahar her ne kadar içimizi kıpır kıpır yapsa da, güneşin o gül yüzünü yeni yeni gösterdiği, yağmurların hakim olduğu bu günler bedenimiz ve ruhumuz için biracık zor geçer. Bedenimiz bahara ait havanın içindeki iyonlara yavaş yavaş uyumlanır. Kışın isli puslu havasına alışan insan bedeni bu kez de bol bol temiz havaya alışmaya çalışır.

Bu geçişi kolaylaştırmak için yapılanacak şeyler çok açık aslında,

Beslenmemize dikkat etmek ve detoks yapmak için uygun bir dönem, vücudumuzdaki tüm biriken toksinleri atarak yenilenebiliriz. Daha hafif beslenebiliriz, kafein içeren içecekleri azaltabilir, alkol ve sigaradan uzak durabiliriz. Tabii ki egzersiz ve spor bu önerilerde olmazsa olmazlardan. Kapalı spor alanlarından çıkıp kendimizi doğaya bırakmanın tam zamanı. Doğadaki uyanışı, yenilenişi izledikçe kişi kendine dönüyor ve sormadan edemiyor: “Geçtiğimiz kışı nasıl geçirdim, olumlu neler yaptım, olumsuz deneyimlerden neler öğrendim? Önümüzdeki dönemden beklentilerim, hayallerim ve planlarım neler? Koca bir kış daha geçti. Neler kazandım bu kıştan? Ağzımda hangi lezzetler kaldı?…”

Bu niyetle bu sabah mahallede yürüdüm biraz. Baharın gelişini tüm hücrelerimde hissettim. Ankara’da yağmur vardı… Çok güzel bir Nisan yağmuru… Tertemiz havayı çiğerlerime çektim. Başımı, saçlarımı, ellerimi, parmaklarımı, ayaklarımı hissettim yağmurun altında…Yüzüme düşen yağmur damlalarını hissettim, seslerini duydum…Yeni Türkü’nün şarkısı kulaklarıma geldi. Eşlik etti bana bu yürüyüşte… Ve sizler de dizeleri okuduğunuzda şarkıyı duyarsınız kulaklarınızda…

Küçüçük bir bakışın, çözer beni kolayca
Kenetlenmiş parmaklar gibi sımsıkı kapanmış olsa…
Yaprak yaprak açtırırsın, ilk yaz nasıl açtırırsa,
İlk gülünü gizemli, hünerli bir dokunuşla…

Hiç kimkesin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur,
Bütün güllerden derin bir sesi var gözlerinin…

İçimde dingin bir çoşku, yüzümde keyifli bir gülümsemeyle “Merhaba, hoş geldin” dedim İlkbahar’a,

Hoş geldin!

Ergenlikte cinsellik 1

Ergenlikte cinsellik 1 150 150 dolunay

Ergenlik dönemi, sorunları ve özellikle de cinselliği pek çok bireyi, aileyi ilgilendirir diye düşünerek, değerli hocam Prof.Dr.Hakan Şatıroğlu ile birlikte yazdığımız makalenin bazı bölümlerini bu hafta ve önümüzdeki hafta sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ergenlik, insanın anne karnındaki ve doğduktan sonraki iki yıllık büyüme ve değişim sürecinden sonraki en hızlı büyüme ve değişim dönemidir ve toplumsal rollerin denendiği, amaçların, hedeflerin oluştuğu, toplumsal ve kişilerarası ilişkilerin geliştiği, bağımsız davranışların ortaya konduğu psikososyal gelişimi de barındıran, bireyin fiziksel ve ruhsal gelişim dönemleri arasında en zor ve karmaşık olanıdır.

Cinsellik bireyin psiko-sosyal ve fizyolojik gelişiminin olmazsa olmaz bir parçasıdır. İşte insan yaşamının hemen her döneminde var olan ve her döneminde gelişmeye devam eden bu parça yani cinsellik, üreme yeteneğinin kazanıldığı ergenlik döneminde ayrı bir önem kazanır. Vücudunda olan değişimler, duygularındaki inişler ve çıkışlar ergenler için alışılması zor olmakla birlikte, “erişkin olmanın mecburi hizmetidir”.

Ergen, bu dönemi yaşarken pek çok şeyi denemek ister. Para kazanmak, özgür yaşamak ve sevgili olmak… “Sevgili olmak, sevgilisinin olması” çok önemlidir, çünkü “sevgili olmak” demek ergen için statü, saygınlık, özgürlük, sevgi aktarımı, aşkın kavurucu tadı, cinsel keyif, merakını gidermek, farklı olmak demektir.

Ergenlikte cinsellik konusu çoğunlukla bu dönemin risklerini, risklerin sonuçlarını, ergenlerin olumsuz davranışlarını ve ergenlik döneminde cinsellik yaşamanın normal olmadığını akıllara getirmektedir.

Ergenlikte riskli cinsel davranışların istenmeyen sonuçları arasında, HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, ergen gebelikleri ve doğumları, kürtaj gibi önemli ve çoğu kere beden sağlığını daha çok etkileyen durumlar ortaya çıkmaktadır… Toplumlarda ortalama ilk evlilik yaşı ileri yaşlara kaysa bile, cinsel etkinlik günümüzde artık daha erken yaşlarda başlamakta ve cinsel partner sayısı giderek artmaktadır. Doğal olarak CYBE (cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar) ve planlanmamış gebeliklerde de bir artış gözlenmektedir.

DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) tahminlerine göre her yıl her 20 gençten biri CYBE’lere yakalanmaktadırlar. Bunların arasında sıklıkla HIV/AIDS, gonore, sifiliz, klamidya enfeksiyonu ve herpes yer almaktadır.

Ergen gebelikleri ve sonuçları hala birçok ülkede pek çok kurumun ve bilim insanının kafasını meşgul eden sorunlardandır. Gerçek cinsel eğitimin olmadığı ABD’de “teenage” dediğimiz yaş grubunda sık olarak erkek ya da kız ergenler cinsel taciz ya da kötü kullanıma uğramakta, ortalama her 6 saatte bir kız ergenlerde gebelik oluşmakta, önemli bir kısmı doğum yapmak zorunda kalmakta. Sonuçta CYBE, HIV/AIDS ve uyuşturucu kullanımı ve pazarlaması özellikle 15-24 yaş grubunda artmaktadır.

Oysa yaş grupları, gelişim dönemleri gözetilerek okullarda “Cinsellik Eğitimin” verildiği Kuzey Avrupa ülkelerinde riskli cinsel davranışlar, enfeksiyonlar ve madde kullanımı giderek azalmaktadır. Cinsel eğitimin örgün eğitim içinde yer bulamadığı ülkemizde de durum özellikle yakın gelecekte ABD’ den farklı olmayacaktır. Şimdilik önleyici tek etken hiç de sağlıklı olmayan ailevi ve toplumsal baskılar olarak öne çıkmakta ancak giderek “globalleşen ve bireyselleşen” toplumumuzda bu baskı unsurlarının da yakın zamanda ortadan kalkacağı beklenmektedir. Gerçekten de bir yanlışı, başka bir yanlışla düzeltmek olası değildir.

Ergen gebeliklerini, doğumlarını, HIV/AIDS ve CYBE’leri azaltabilecek en etkin yolun cinsellik eğitimi olduğu artık tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçektir. İlk başlarda cinsel eğitim diye çıkılan yola son yıllarda “cinsellik eğitimi” başlığı altında devam edilmektedir. Cinselliğin sadece fizyolojisinin ve doğum kontrol yöntemlerin anlatıldığı cinsel eğitimin, yeterli olmadığı ve gençlerin korunmasız cinsel davranışlarını azaltmadığı ortaya konmuştur. “Yalnızca Hayır De!” cümlesi ile ifade edebileceğimiz cinsel eğitim programında ise gençlere cinsel ilişki ilgili sorumluluk almaları öğretilmeye çalışılmış ancak yine istenilen sonuçlar alınamamış, daha sonra tamamen cinsel birleşmeyi yasaklayan bir eğitim modeli kullanılmış, ancak bu model de etkili olmamıştır. Yani bilinenin tersine, gelişmiş ülkelerin pek çoğu doğru ve etkin cinsel eğitimi bulmakta zorlanmaktadırlar.

Günümüzde kullanılan, cinselliğin sadece fizyolojik bir olay olmadığının altını çizen, cinselliğin fizyolojik boyutuyla birlikte psikolojik boyutuna da değinerek, güzel taraflarını da, risklerini de aktarmaktadır “Cinsellik Eğitimi” adı verilen eğitim programının sonuçları, öncekilere göre çok daha olumludur. Programın içerisinde karar verme yolları, hayır diyebilme yöntemleri, mastürbasyon, bedenini sevmek, saygı duymak ve ona iyi bakmak, toplumsal kimlikler, eşcinsellik, toplumsal değerler, sağlıklı olmak, HIV/AIDS, güvenli cinsel yaşam, doğum kontrol yöntemleri gibi pek çok konuyu kapsamaktadır.

Ergene pek çok konuyu anlattığınızda, merak ettiği her şeye cevap verdiğinizde ve “kendini sev ve koru” dediğinizde en etkin sonuç elde edilmektedir. Aklın yolu bir!

Sevgiyle

 

Egomu kurban verdim

Egomu kurban verdim 150 150 dolunay

Bugün Bayram, Kurban Bayramı, Kurban Bayramı…
Beynimde yankılanıyor bir süre, çocukluğumda kurban bayramıyla ilgili anılarım canlanıyor birden… Film şeridi gibi gözümün önünden anılar geçiyor…
Hayvanlar kesilirken saklanışım, kulaklarımı ve gözlerimi kapatışım, sesleri, kesilmiş kurbanlıkların kafaları, bazı çocukların kesim anını dikkatli bir şekilde izleyişi, anne- babaların çocuklarına “Öğrenin, öğrenin, ileride siz de keseceksiniz, her erkek mutlaka kurban kesmeyi öğrenmeli” deyişleri… Hayır diyor içim Hayır, bu işi yapan insanlar ayrı olmalı, bu hayvana eziyet vermeden olmalı, herkes kurban kesemez, kesmemeli…
Çocukların bu süreci izlemeleri, öğrenmeye çalışmaları, çocuğun bilişsel ve davranışsal gelişim süreci için çok tehlikeli…Hele kurbanlığı günler öncesinden eve getirdiyseniz ve çocuğunuzun onunla iletişim kurmasını, beslemesini sevmesini sağladıysanız… Umarım aileler bunu farkederler.
Kurban Bayramı’nda sadece koyunlar, kuzular mı kurban edilir sizce? Kurban Bayramı’nda Yaradan’a karşı görevimiz sadece kan akıtmak değildir bence…
İnsan kendi EGO’sunu, olumsuzluklarını, nefretini, kızgınlığını, haseti, küslüğünü kurban etmeli, Kurban Bayramı’nda…
Bayramlar; paylaşmayı, şefkati, çok güçlü şekilde hatırladığımız günlerdir. Bayramlar; barışmalara vesile olur her zaman, barışmak, affetmek geleneğimizde var, insanın özünde, mayasında var…
Çok değerli büyüğüm, canım hocamın barışla ilgili sözünü hatırlıyorum, “Dünya bugüne kadar bencillik, nefret, kin, düşmanlık ve sevgisizliğin eyleme geçişini acı ve ıstıraplar içinde yaşadı. Artık iyilik, doğruluk, sevgi ve olgunluğun, eyleme geçmesi, egemen olmasının zamanı geldi. Bunun için el ele vererek durmadan çalışmak gerekir, M.G”
Gelin bu Kurban Bayramı’nda kendimizi, negatif duygularımızı kurban edelim, yerine, sevgiyi, şefkati, merhameti koyalım… Bu kurban en güzel kurban olsun…
Sevgiyle…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
09.11.2011

Online Psikolojik Danışmanlık

Online Psikolojik Danışmanlık 150 150 dolunay

Dünya hızla değişiyor ve biz isteyelim ya da istemeyelim, kabul edelim ya da etmeyelim teknoloji hayatımızın pek çok alanına girdi.
Uzaktan eğitim 10 yılı aşkın süredir kullanıyor ve kullanımı giderek de artacağa benziyor.
Peki psikolojik danışmalığı uzaktan alabilir miyiz dersiniz?
Evet mümkün, neden olmasın. Hele bir de ışınlanma ya da benzer teknikler bulunur ve aktif olarak kullanılmaya başlanırsa ki bence çok da uzun bir zaman kalmadı o günlere, o zaman birbirimize yardım kanallarımız artacak. Değişim umarım gelişimle birlikte olur.
Online Terapi ya da danışmanlık dünyada uzun yıllardır kullanılıyor, ülkemizde ise çok yeni bir konu. Online danışmanlık; profesyonel bir danışmanın internet üzerinden sizinle soru ve sorunlarınız üzerinde çalışması, psikolojik destek ve yardım iletmesi sürecidir.
Online psikolojik danışmanlık pek çok farklı konuda ve alanda olabilir fakat depreyon, kaygı bozuklukları, bireysel danışmanlık çalışmaları, koçluk, cinsel terapi gibi ağır psikiyatrik konular için uygun değildir.
Benim ilgimi online cinsel terapi çekiyor, çünkü bu ülkede henüz her ile bir tane bile cinsel terapist düşmüyor. İnsanlar bu konuda çalışan uzman bulmakta ve ona ulaşmakda zorlanıyorlar.
Yurt dışında yaşayan pek çok vatandaşımız var ve kendilerini anlayacak terapist bulmakta zorlanıyorlar . Vajinismus, erken boşalma ya da başka bir cinsel işlev bozukluğu sorunu yaşıyor ve çözüm istiyorsanız işe yarayacaktır.
Online danışmanlık için bilgisayar kamerası ve kulaklığı olması yeterli ki artık ülkemizde bilgisayar ve ve internet kullanımı çok arttı.
Diyeceksiniz ki “Nasıl olur danışmanlığın online’ı olur mu? Oluyor işte, çok da güzel çalışıyor ve işe yarıyor.
Şunun altını da ısrarla çizmek isterim: Online danışmanlık yüz yüze danışmanlığa alternatif değildir. Ama yüz yüze psikolojik destek alma şansınız yoksa yardım almanın en pratik ve etkin yolu. Online‘ ın avantajları ve dezavantajları var.
Online danışmanlık aşağıdaki durumlarda uygun avantajlı olabiliyor ve hayat kurtarıyor;
– Zaman sorunu varsa,
– Yaşanan ilde ya da ülkede yardım alabileceği uzman yoksa,
– Çalışma saatleri içinde işten izin alınamıyorsa,
– Eğer konu cinsellikse, cinsel konularla ilgili yüz yüze yardım almaktan çekiniliyorsa,
– Evinizde veya ofisinizde bu hizmetten yararlanılabilir.
– Evden çıkılmasına engel olan bedensel bir sorununuz varsa bile psikolojik destek alınmasını sağlar.
– Yurtdışında yaşıyorsanız ve sizi anlayan, kültürünüzü bilen ve bunu önemseyen bir uzman bulamadıysanız online psikolojik destek tam size göre.
– Her nerede olursanız olun, psikolojk hizmet almaya devam edebilirsiniz.
– Sizi trafik derdinden ve bekleme odalarında seans zamanını bekleme derdinden kurtarır.

Dezavantajları ise,
– Yüz yüze olmanın hissi pek kalmayabilir.
– Teknolojik sorunlar yaşanabilir.
– Her sorun konusu için uygun değildir.

Tüm bunlar göz önüne alındığında bile Online danışmanlık yine de iyi bir yardım süreci çalıştırabilir. Tedavilerde kullanılan tekniklerin pek çoğu (tabi ki her sorun ve yardım modeli için geçerli değil) online üzerinden de kullanılabilir. Online danışmanlığa başlayan bir birey, gerekirse yüz yüze terapi için de yönlendirilebilir. Bu şekilde yardıma ve yönlendirmeye ihtiyacı olan bireyler için de destekleyici olacaktır.
Teknolojiyi insan yararına kullanmak dileğiyle…
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
14.09.2011