özgür

Köleyiz hepimiz

Köleyiz hepimiz 150 150 dolunay

‘Köleliğin bittiğini zannedenler yanılıyor, prangalar ses yapıyordu çıkardılar.’ Prof Dr. Ayhan Aydın’ın söyleşisinde kullandığı bir cümle… Hepimize tanıdık gelecek kapılar açtı bende.

Kölelik nedir? Ayaklarımızdan prangalarla bağlı değilsek bu köle olmadığımız anlamına mı gelir?

Bedenin özgürse ama düşüncelerinden suçluysan ya da korkuyorsan ne kadar özgürsün?

İnandığımız ve uğruna savaştığımız inançlarımızın ve fikirlerimizin hangisi gerçekten bize ait? Hangi fikrin sentezlenerek bile olsa senden bu dünyaya armağan?

Sana iyi yaşam, güzel bir ev, süper bir tatil, harika oyuncaklar ve daha neler neler vadeden düzen bunların karşılığında senden ne ister neler alır ya da götürür? Yıllarca ödemeye çalıştığımız borçların, kredilerin bedelini sağlığımızla öder sonra da iyi olmak için yeniden sağlık sistemine borçlanırız!

Sistemin köleleriyiz hem de en ağırından!

Okuldan yerleşmiş ezber tanım: özgürlük; başka birinin özgürlük alanına kadardır. Başkalarının alanında özgürlük ihlali yapmayacaksın diye anlıyorum bunu! Bir başkasının özgürlük alanına girdiğimi nasıl anlayacağım?

Peki, asıl soru da burada bence: Kim ne kadar özgür? Özgürlüğün sınırları çizilmiş mi? Özgürlüklerin sınırını kim ya da nasıl belirleyecek?

Bilim mi? Kanunlar mı? Din mi? Üçünün en güzel uyumu olan demokrasiyi gerçekten yaşanır kılarsak ama gerçekten… Bugüne kadar hiç tam anlamıyla yaşanmayan demokrasiyi yaşasak herkes için özgürlük olur mu? Yoksa yine bir tarafımız özler mi özgürlüğü? Bunun cevabı bende yok çünkü demokrasinin gerçekten yaşanır olduğu bir ükede yaşamadım. Özlemim bunadır!

Din, bilim ve kanunlar insanı sevmedikten ve korumadıktan sonra anlamları boşalmış gibi geliyor bana . Dinin, bilimin ve kanunların tekelleştirilmesi, kullanılması ise epey canımı sıkıyor yıllardır. Düşünüyorum düşünüyorum… Din siyasetten, sömürüden özgürleşse, bilim sadece bilimsel ilerleme için yapılsa üniversitelerdeki ezici rekabet işbirliğine dönüşse ve kanunlar insan odaklı uygulanır olsa bu dünya nasıl bir yer olur? Din gerçekten YAŞAnır, bilim gerçekten YAPılır ve kanunlar gerçekten UYGULAnır olsa!

İnsan odaklı, insanın değerli olduğu ve bunu hissettiği, bir ülkede ve dünyada yaşamak istiyorum. İNSAN OLma yolculuğunun yaşandığı buna saygı duyulan bir ülke…Özlemim bunadır. İşte benim gerçek hakkım da budur! Bu hakkımı yaşanır kılmak gerçek duamdır.

Özlemle…

Neden?

Neden? 150 150 dolunay

İnsanın doğası, merak, soru sormak, fark etmek, keşfetmek ve dönüşmek üzerine kuruludur. Çocuk, doğduğu dünyayı, kendini, çevresindekileri, doğayı yani her şeyi sorarak keşfeder. Çocukların soru sorması çoğu ebeveynin işini zorlaştırır ve sinirlendirebilir. Ve çocukların sorularına cevap vermeyerek dalga geçerek onları soru sormaz hale getirir. Bazı iflah olmaz, akılllanmaz, inatçı çocuklar aradan fırlar, sorularına devam eder. Bu kez sorularını bazen kendileriyle ilgili bazen yaşadığı ülkeyle ilgili bazen dünyayla ilgili bazen de evrenle ilgili sorarlar.

– Anne ben nasıl oldum?
– Oldun işte kızım leylek getirdi desem inanmazsın ama leylek getirdiJ
– ???

– Baba ben çişimi oturarak yapıyorum, kreşde gördüm Mete ayakta yapıyor neden?
– Erkekler ayakta yapar.
– Neden?
– Ayakta yapar kızım nedeni yok! Amma da meraklısın!
– ???

– Anne ben yatağımda uyuyorum, karıncalar toprakta deliklere giriyor onlar orada mı uyuyor?
– evet kızım
– Peki, kuşlar nerede uyur?
– Ağaçta
– Filler nerede uyur?
– Ne çok soru sordun! Sen oyuncağınla oynasana…
– ????????

Aslında hepimiz soru sorma, kendimizi ve çevremizi keşfetme potansiyeliyle doğuyoruz. Soru sormamızı teşvik eden bir ailede ve çevrede büyüyorsak kendimizi, evreni, sistemi farketmemiz ve keşfetmemiz daha kolay oluyor. Bizim soru sormamızı engelleyen, dogmalara, kalıp bilgilere inanmamızı isteyen, cezalandırıcı bir aile ve kültürde büyüdüğümüzde ise ezberlediği bilgilere inanan, sorgulamayan birazcıkta bağnaz bireyler oluyoruz. ‘Sevgisiz inanç bağnaz yapar’ sözü pek de anlamlı!

Bana sorarsanız İNSAN sonsuz potansiyeli olan bir varlık . Sorular, merak bu potansiyelin açılış anahtarları!

Çocuklar soru sorarak, dokunarak, görerek, işiterek, hayal kurarak dünyayı ve kendi varlıklarını keşfediyorlar. Sorulardan vazgeçtiğimizde, merak etmez olduğumuzda, insan kendi gelişim sürecini durduruyor ve ona ezberletilen hayatı yaşamaya devam ediyor.

Hangi inancınız size ait? Gerçekten sizin kendi kendinize bulduğunuz bir inanç var mı acaba? Hiç merak ettiniz mi bunu? Örneğin; para her şeyi satın alır inancını nereden ve kimden öğrendik? Paranın satın alamadığı hiç kimse yok mudur hayatta? Eğer varsa bu inanç yıkılmaz mı?

Ya da ‘benim resim yeteneğim yoktur’ inancını sana kim öğretti?

Elbette ki birbirimizden etkileniyoruz ve birbirimizi etkiliyoruz, bu çok doğal. Bununla birlikte neden sadece ‘benim dediğime inan, doğru bu, her şeyi ben bilirim sen benim bildiğime inan!’ diye dayatıyoruz birbirimize. Ve NEDEN başka bir insanın inandığını kendi doğrumuzmuş gibi sahip çıkıyoruz?

Ve ‘Peki, senin dediğin senin için doğru olabilir, bu bilgiye birde benim açımdan bakalım’ dediğimizde NEDEN sinirleniyoruz ve tahammül edemiyoruz birbirimize?

Yaradanın hepimizi sevgiyle kabul ettiği bu dünyada NEDEN birbirimizi kabulde bu kadar zorlanıyoruz? Tek doğru benim dediğim de katılaşıyoruz.

Hepimiz birbirimizden bu kadar farklıyken ve İNSAN hiçbir kaba sığmayacak bir varlıkken NEDEN illa ki şekillere ihtiyaç duyuyoruz?

Çocuklarınızın sorduğu sorulara lütfen sevgiyle ve sabırla cevap verin, bırakın onlar hem kendilerini hemde sizleri, bizleri geliştirsinler…

Özü-gür bireyler yetiştirmek için özgürce soru soran çocukları destekleyelim.

Sevgiyle…

 

Evlilik oyunu

Evlilik oyunu 150 150 dolunay

Mayıs ayıyla başlayan ve Eylül’e kadar devam eden döneme ülkemizde ‘Düğün Sezonu’ denir. Düğün sezonu açıldığında ne mi olur bu ülkede ?

Evlenen sayısı çığ gibi artar. Kapitalist sistemde yüzü gülmeyen kalmaz: Gelinlik, damatlık satan yerler, mobilya ve beyaz eşya sektörü, perdeciler, halıcılar, kap-kaçak sektörü, ev sahipleri, kuyumcular, matbaalar, çiçekçiler, çalgıcılar, oteller, düğün salonları, havai fişek sektörü, içecek sektörü… Sizin anlayacağınız ülkede kazanmayan, yüzü gülmeyen sektör kalmaz. Bir an düşündüm de bu ülkede eğer düğün sezonu bir dönem açılmazsa pek çok sektör iflas bayrağını çeker, hatta ülkede ekonomi çöker.

Evlenenen tüm kardeşlerimizinden Allah razı olsun, ülke ekonomisine verdikleri katkı nedeniyle vatan onlardan minnettar. Ve evlenmeyen ülke vatandaşları, ülkeye verdiğiniz zararın umarım farkındasınızdır. Lütfen aklınızı başınıza alınız. 30’una gelmiş ve hala evlenmeyenler, “Evlenip de ne yapacağım ki, hayat böyle çok güzel ve özgür, tüm bekarlar benim” diyenler lütfen kendinize geliniz. Ülke ekonomisine vediğiniz zarar akıllara zarar!

Şaka bir tarafa evlilik dediğimiz kurum aslında kendi kendine bile çok büyük bir Devlet! Kendi yönetim şekli ve kuralları olan, bütçesi olan bir kurum. Çocukluktan itibaren evlilik kurumu için hazırlanıyoruz. Daha çok kız çocukları bu kurum için yetiştiriliyor. Bebekler en kıymetli oyuncaklarımız, gelin bebeklerimizle oynarken büyüyünce evlenirken giyeceğimiz gelinliği hayal ediyoruz. Evleneceğiz, yuvamız olacak, her şey çok güzel olacak. Erkek çocukların bu tip hayalleri yok, onların ihtiyaçları da yok böyle hayallere… Nasıl olsa yaparlar. Onlar her şeyin en iyisini yaparlar!

Yalnız eksik olan bir şey var galiba; kimse bizi bu kendi içinde küçük bir devlet olan evliliğin yönetim şekli, iletişim yöntemleri, bütçe kontrolü, sorunlar karşısında çözüm yolları konularında bilgilendirmiyor. Çoğunlukla evlendikten sonraki ilk iki yıl içinde kaş göz yara yara, el yordamıyla bir şeyler öğreniliyor. Yönetim kavgalarından, senin ailen- benim ailem kavgalarından, senin çocuğun- benim çocuğum kavgalarından senin paran- benim param tartışmalarından SEVGİsi güçlü olan çiftler ayakta kalıyor. Diğer çiftlerin bir kısmı -e rağmen, diğer bir kısmı çocuklar var diyerek “iskelet evlilikler” haline geliyor. Tabii ilk yıllardaki sarsıntılara dayanamayıp yıkılan evliliklerin sayısı azımsanmayacak boyutlarda! Ya da 30 yıllık evliliğin üzerine boşananların sayısı da bizleri bile şaşırtacak kadar fazla!

Peki, devam edenler ve kendi devletlerini kuranların ve ömür boyu devam ettirenlerin sırrı nerede? Dinlediğim evlilik öykülerinden, okuduğum kitaplardan ve araştırmalardan ve kendi evliliğimden farkettiğim İNCİ‘ler şunlar;

* Evlilik, BEN’den BİZE giden bir yolculuktur. BİZ diyebilen çiftler geçekten çift olur. Bunu yürekten diyebilmek bazen bir yıl bazen bir ömür sürer!

* Evlilik, Tanrı’nın biz insancıklara sabırı öğretmek için hazırladığı bir oyundur. İnsancıkların evlilik oyunu yoluyla tekamülleri hızlanır. Ömürlük evliliklerde çiftler “Hayatta birlikte büyüyoruz, birlikte olayları (varlığı-yokluğu, sağlığı- hastalığı, iyi günü-kötü günü) deneyimliyoruz derler ve yaşadıkları her deneyimin onlara ne kazandırdığını farkederler.

* Emek vermek, özenmek, karşıdaki bireyin varlığına saygı duymak… Evlilik kurumunda vazgeçilmez üçlüdür.

* “Sen bilirsin” bu kurumda çok kapıları açar. “Banane” çok kapıları kapar!
ñ Evlendikten sonra ‘aile’ demek “ben, sen ve eğer varsa çocuklarımız”dır (yani çekirdek aile) “senin ailen”, “benim ailem” kavramları çoğunlukla kavga nedenidir.

*Sevgi, neşe ve mizah bu kurumun benzinidir.

* Zor günlerde bile; “mutlaka bir çözüm vardır” inancı çiftleri güçlendirir.

Duyduk duymadık demeyin, ülkemizde evlilik sezonu çoktan açıldı. Evlilik oyuna katılmayan ve ülke ekonomisine katkıda bulunmayan tüm çiftlere duyrulur. Bu oyun keyifli, heyecanlı ve ateşli… Rekebet , hırs ve entrikalar oyunun vazgeçilmezlerinden, AŞK bu oyunda kör nokta… Oyundaki ödülü soracak olursanız; herkesin ödülü kendine özel, kendi ödülünüzün ne olduğunu öğrenmek için, risk almalısınız ve oyuna katılamalısınz!

Hadi hayırlısı…

Özgür olmak istiyorum!

Özgür olmak istiyorum! 150 150 dolunay

İlişki terapisinde seanslarda çiftlere tek tek sorarım “ Ne istiyorsunuz? Bu çalışmanın sonunda ulaşmak istediğiniz nedir? Ne olsa sizin için ve ilişkiniz için en çok istediğiniz sonuç olur?” diye.

Herkes farklı cevaplar verir. Çiftten çifte cevaplar değişebileceği gibi bir çiftte eşler arasında da farklı cevaplar gelir…

“Yeniden eski günlere dönmek, ilk flört anındaki heyecanları yaşamak istiyorum.”

“Eşimin beni hep sevmesini istiyorum.”

“Mutlu olmak, eşimle huzurlu olmak istiyorum.”

“Hiç kavga etmeyelim istiyorum.”

“Eşimin beni anlamasını, annesinden önce bana inanmasını istiyorum.”

“Aile olmak istiyorum.”

Buna benzer pek çok cevap duydum yıllar içinde ancak çok hoşuma giden ve çok takdir ettiğim cevap ise 20 yıllık evli çiftte kadının verdiği cevaptı: “Özgür olmak istiyorum!”

Üçümüzde farklı farklı şeyler anlamış olabilirdik, sormak en iyisiydi. “Özgür olmak istiyorum” derken ne demek istediğini sordum.

“Kendimi aramak ve bulmak istiyorum, kendimi keşfetmek istiyorum, çok erken evlendim, iki çocuk büyüttüm, eşime eş, aileye gelin oldum. Kendimden başka herkes için yaşadım. Artık kendim için bir şey yapmak istiyorum, kim olduğumu fark etmek, kendimi bulmak istiyorum. Benim için bu özgür olmak demek.”

Bu hedefinden dolayı takdir ettim ve bu yolda onda olacak değişimleri merak ettiğimi söyledim.

Seanstan sonra uzun uzun düşündüm… Özgür olmak, özgür olmak neydi? Çok sevdiğim iki söz kulaklarımda yankılanıyor…

“Gerçeği bulmak demek, özgürlüğü bulmak, kendini bulmak demektir.”

“İnsanın gerçek özgürlüğünü bulabilmesi için kendini bilmesi gerekir. Akıl ancak vicdanla birleşirse, hem kendinin hem başkalarının yararına çalışır.”

Kendini bilmek, kendini bulmak, özgür olmak ne kadar değerli ve önemli…

“İlim ilim bilmektir
ilim kendin bilmektir
sen kendini bilmezsen
ya nice okumaktır…” 
demişti Yunus Emre..

Kim gerçekten özgürdü bu durumda!

Ne kadar özgür hissediyordum kendimi? Özgürlüğün yüzdeliği olur muydu? Özgürlük satın alınabilir miydi? Bağımlılığı olan insanlar özgür olabilir miydi? Örneğin sigara içen biri “İçmeden yapamam” diyen biri ya da “Sen olmadan yaşayamam” diyen biri özgür müydü? Çok para kazanmak özgürlük müydü? Özgürlüğün çeşitleri var mıydı? Maddi özgürlük, duygusal özgürlük, düşünce özgürlüğü, fikir özgürlüğü, seyahat etme özgürlüğü, sevme özgürlüğü…

Düşünceler hapsedilebilir mi? Hapishanelerde insanlar özgür olabilir mi? Ya da dünya bazen insana hapishane gibi gelir mi? İçsel özgürlük yoksa bedenin özgür olması tam bir özgürlük hali midir? O kadar çok soru geçti ki aklımdan… Özgürlük neydi, ne değildi?

İçim diyor ki, özgürlük; “Bulunduğun noktada huzurlu ve dengede olmak, kim olduğunu bilmektir.”

Bu konu üzerinde daha çok düşünecek gibiyim.

Kim gerçekten özgür? Kendini özgür hissedenler el kaldırsın.

Sevgiyle…