hayat

Gülümse

Gülümse 150 150 dolunay

Gülümsemek kalbin kapılarını açar. Yürekten gülümseyen bir insan çeker bizi kendisine, gözlerinden girersiniz sanki yüreğindeki köşke. İki insan arasındaki en güçlü ve pozitif bağdır, gülümsemek!

Bir insan kapattıysa kalbin kapısını ne kadar gülümsese de giriş yok yazısı okunur kaç metre öteden… Gülümsemek için sevmek gerekir gönülden… İnsanı, doğayı, kuşu, böceği, havayı, suyu, taşı, toprağı..

Zor günler geçirir insan, zor anlar, aylar belki de yıllar… Bazen atılan büyük bir dost kazığı, bazen ülkenin durumu, ekonomik zorluklar, sağlık sorunları, kadınlarının, genç kızların başına gelen insanlık dışı olaylar, bazen aşk acısı yüzümüzdeki gülümsemeyi donduracak gibi olsa da, kalbimizi kapatmak istesek de kendimizi korumak için, HAYIR her şeye rağmen her şeyle birlikte gülümsemektir HAYAT!

Sezen’in şarkısında dediği gibi;

Gülümse hadi gülümse
Bulutlar gitsin
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Hadi gülümse

Gülümseyecek ne var ki demeyin, gülümsemek için iyi şeyler olmasını beklemek, doymak için sadece kuş sütünün eksik olduğu mükellef sofranın kurulmasını beklemeye benzer!

Yaşadığımız ülke ya da dünya söz konusu olduğunda dersek ki gülümseyecek hiç bir şey yok işte o zaman geleceğimize ihanet ederiz bence!

Oysa ki şimdi de şu an da var olduğunu fark ettiğinde ve tek gerçeğin AN olduğunu hissettiğinde derin bir nefes al ve gülümse! Geçmiş çoktan bitti, gelecek ise bir hikaye! İstediğin hikayeyi yaşayabilmenin en güzel yolu ise zihnini şimdiye gülümsetebilmekte.

Gülümsemek sadece insandan insana değildir bence, bir ağaç da bir çiçek de, bir kedi, bir köpek de gülümser, açar kalbinin kapılarını her şeye… Bir çiçeğe, iş arkadaşına, eşine, bir köpeğe, bir yaprağa dokunduğun bir ağaca gülümse ve onun dünyasına gir o kapıdan… Ve aç kendi kalbinin kapısını ve bir sevgi köprüsü kur tüm bunlarla birlikte…

Gülümseyerek bir ağacın gövdesinden ya da dalından içeri girdiğini hayal et ve fark et ağacın dünyasını, neler hissediyor yapraklarını dökerken ya da yaprak ve çiçek açarken…

Bir köpeğin gözlerine bak gülümseyerek ve onun hayatı ol bir anlığına onun yüreğine misafir ol ve sana neler dediğini dinle…
Bir gülü bir leylağı kokla ya da bir kaktüsün dikeninden içeri gir gülümseyerek ve gir kalplerine ve hisset neler var o evrende…

Gülümse ve bil ki gülümsemek tüm kalpleri bir birine bağlar bu evrende…. Ve tüm kalpler bağlandığında bir kere bütünlük yaşanır olur evrende.

Gülümse…

Bana bir masal anlat

Bana bir masal anlat 150 150 dolunay

Son yılların ‘çocuklarınıza masal okuyun, müzik dinletin’ modası henüz uğramadığı zamanlarda doğduğumdan olsa gerek masal anlatan pek olmadı bana ben küçükken… Okula gittikten sonra kendi masalımı kendime kendim okudum diyebilirim. Bu yüzden çocukken masal dinleyerek büyüyen çocuklara pek imrenirim hala…

Masal açığımı kapatmak için bu günlerde bol bol masal okuyorum ve hatta masal yazmayı deniyorum. Masallardan çok şey öğreniyorum, soru sormama, gülümsememe, düşünmeme, farklı bakış açılarından bakmama yardım ediyor masallar. Metoforik dilleri, kendilerine has mizah anlayışları ve ifadelerin içine yerleştirilmiş bilgelikleriyle masallar kaç yaşına gelirsem geleyim okumaya devam edeceğim eserler. Benden önce de vardılar benden sonra da varlıklarına devam edecekler.

Aşağıdaki masal ‘Masal Masal Matitas’ kitabından… Okuyun birlikte yorumlayalım.

“Zıssss zısss!

Anne sinek yavrularını eğitmek için ormanda gezintiye çıkarmış. Örümcek ağını görünce uyarmış yavrularını:

– İyi tanıyın bu amansız düşmanınızı. Eğer ağına yakalanırsanız, ne kadar çırpınırsanız boşuna, hatta ağa daha çok yapışırsınız. Gelir, önce sizi zehirler, sonra da yer.

Yavrular korkudan titreye titreye annelerinin peşinden uçmuşlar.

Zısss zısss sısss!

Oooov, aaaahhh!

Daha da korkunç bir canavar çıkmış karşılarına. Sinek yiyen bir kuş! Bizimkiler güç bela bir ağacın arkasına saklanıp paçayı sıyırmışlar.

Derken ormanın derinliklerinden yeri göğü sarsan bir kükreme ve ondan kaçan hayvanların çığlıkları gelmiş. Yavru sinekler onu da şu korkunç canavarlardan sanıp bir yaprağın altına saklanmış. Anne sinekse kahkahayı basmış:

Korkmayın yavrularım, o kükreyenin adı aslandır. Sesi ürkünçtür, kendisi de iricedir ama tümden zararsız bir hayvancağızdır.”

Farklı bakış açılarından bakmayı anlatan yukarıdaki masal; yaşadığımız olaylara, kendimizin ve birbirimizin sorunlarına, yaşadığı olaylara bakış açımıza gönderim yapar. Kimimize büyük gelen sorunlar kimimiz için çocuk oyuncağı gibi gelir. Kişinin kabı ne kadarsa o kadar anlar ya da yaşar. Bir karınca için bir simit ona simit fırını gibi gelirken, bir ineğin dişinin kovuğunu doldurmaz.

Karıncalar yuvalarına bir buğday tanesini taşırken ya da ekmek kırıntısını çekiştirirken kim bilir ne kadar yoruluyorlardır bununla birlikte yükleri taşımaya devam ediyorlardır. Bir kuş dalları tek tek taşıyarak yuvasının yaparken kim bilir ne kadar zaman geçiyordur.

‘Bırakacağım artık bu yuvayı yapmayı, bitmedi gitti’ demiyordur bana sorarsanız. Her varlık üzerine düşeni yapıyor.

İnsanlara baktığımızda da herkes farklı farklı deneyimler yaşıyor. Kiminin çocuğu olmuyor, yıllarca gebe kalmaya, kimi yıllarca aynı sınava girip terfi etmeye çalışıyor, kimi maddi sorunlarla boğuşuyor, kimi hapishaneden çıkacağı günü bekliyor, kimi sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, kimi de çocuğunun sorunlarıyla…

Bununla birlikte hayatın tadını ve keyfini de çıkaran insanlar var. Galiba önemli olan keyif için tüm sorunların bitmesini beklemeden, sorunların içinden geçerken de keyif almayı deneyimlemek.

İnsanların her biri küçük büyük farklı farklı sorunlarla büyümeyi, olgunlaşmayı deneyimliyor. Yaşadığınız sorun ne olursa olsun ona bakış açınız sorunu SORUN haline getirebildiği gibi farklı bakış açıları ÇÖZÜMÜ de gösterebiliyor. Her sorun kendi çözümünü içinde barındırır sözü buradan doğmuş olsa gerek. ‘Sorunlar oluştukları bakış açısıyla çözülemezler’. Galiba önemli olan şikayet etmek değil, yaşanılan durumu kabul edip çözüm noktasına odaklanmak ve keyfi ve neşeyi yanınızdan eksik etmemek.

Masallar masallar… Yaşamın her anı masallardan oluşuyor belki kim bilir?

Bildiğim bir şey varsa o da; masalların çocukların yaratıcılıklarının gelişmesinde, zihinsel ve bilişsel gelişimlerinde, empatiyi ve sağduyu öğrenmelerinde çok yardımcı olduğu! Ayrıca öğrenmenin ömür boyu olduğuna inanan biri olarak diyebilirim ki: yetişkinler için yazılan masallar da empati ve sağduyunun gelişmesi için çok ama çok önemli!

Haydi kendinize bir masal kitabı alın….

Evlilik oyunu

Evlilik oyunu 150 150 dolunay

Mayıs ayıyla başlayan ve Eylül’e kadar devam eden döneme ülkemizde ‘Düğün Sezonu’ denir. Düğün sezonu açıldığında ne mi olur bu ülkede ?

Evlenen sayısı çığ gibi artar. Kapitalist sistemde yüzü gülmeyen kalmaz: Gelinlik, damatlık satan yerler, mobilya ve beyaz eşya sektörü, perdeciler, halıcılar, kap-kaçak sektörü, ev sahipleri, kuyumcular, matbaalar, çiçekçiler, çalgıcılar, oteller, düğün salonları, havai fişek sektörü, içecek sektörü… Sizin anlayacağınız ülkede kazanmayan, yüzü gülmeyen sektör kalmaz. Bir an düşündüm de bu ülkede eğer düğün sezonu bir dönem açılmazsa pek çok sektör iflas bayrağını çeker, hatta ülkede ekonomi çöker.

Evlenenen tüm kardeşlerimizinden Allah razı olsun, ülke ekonomisine verdikleri katkı nedeniyle vatan onlardan minnettar. Ve evlenmeyen ülke vatandaşları, ülkeye verdiğiniz zararın umarım farkındasınızdır. Lütfen aklınızı başınıza alınız. 30’una gelmiş ve hala evlenmeyenler, “Evlenip de ne yapacağım ki, hayat böyle çok güzel ve özgür, tüm bekarlar benim” diyenler lütfen kendinize geliniz. Ülke ekonomisine vediğiniz zarar akıllara zarar!

Şaka bir tarafa evlilik dediğimiz kurum aslında kendi kendine bile çok büyük bir Devlet! Kendi yönetim şekli ve kuralları olan, bütçesi olan bir kurum. Çocukluktan itibaren evlilik kurumu için hazırlanıyoruz. Daha çok kız çocukları bu kurum için yetiştiriliyor. Bebekler en kıymetli oyuncaklarımız, gelin bebeklerimizle oynarken büyüyünce evlenirken giyeceğimiz gelinliği hayal ediyoruz. Evleneceğiz, yuvamız olacak, her şey çok güzel olacak. Erkek çocukların bu tip hayalleri yok, onların ihtiyaçları da yok böyle hayallere… Nasıl olsa yaparlar. Onlar her şeyin en iyisini yaparlar!

Yalnız eksik olan bir şey var galiba; kimse bizi bu kendi içinde küçük bir devlet olan evliliğin yönetim şekli, iletişim yöntemleri, bütçe kontrolü, sorunlar karşısında çözüm yolları konularında bilgilendirmiyor. Çoğunlukla evlendikten sonraki ilk iki yıl içinde kaş göz yara yara, el yordamıyla bir şeyler öğreniliyor. Yönetim kavgalarından, senin ailen- benim ailem kavgalarından, senin çocuğun- benim çocuğum kavgalarından senin paran- benim param tartışmalarından SEVGİsi güçlü olan çiftler ayakta kalıyor. Diğer çiftlerin bir kısmı -e rağmen, diğer bir kısmı çocuklar var diyerek “iskelet evlilikler” haline geliyor. Tabii ilk yıllardaki sarsıntılara dayanamayıp yıkılan evliliklerin sayısı azımsanmayacak boyutlarda! Ya da 30 yıllık evliliğin üzerine boşananların sayısı da bizleri bile şaşırtacak kadar fazla!

Peki, devam edenler ve kendi devletlerini kuranların ve ömür boyu devam ettirenlerin sırrı nerede? Dinlediğim evlilik öykülerinden, okuduğum kitaplardan ve araştırmalardan ve kendi evliliğimden farkettiğim İNCİ‘ler şunlar;

* Evlilik, BEN’den BİZE giden bir yolculuktur. BİZ diyebilen çiftler geçekten çift olur. Bunu yürekten diyebilmek bazen bir yıl bazen bir ömür sürer!

* Evlilik, Tanrı’nın biz insancıklara sabırı öğretmek için hazırladığı bir oyundur. İnsancıkların evlilik oyunu yoluyla tekamülleri hızlanır. Ömürlük evliliklerde çiftler “Hayatta birlikte büyüyoruz, birlikte olayları (varlığı-yokluğu, sağlığı- hastalığı, iyi günü-kötü günü) deneyimliyoruz derler ve yaşadıkları her deneyimin onlara ne kazandırdığını farkederler.

* Emek vermek, özenmek, karşıdaki bireyin varlığına saygı duymak… Evlilik kurumunda vazgeçilmez üçlüdür.

* “Sen bilirsin” bu kurumda çok kapıları açar. “Banane” çok kapıları kapar!
ñ Evlendikten sonra ‘aile’ demek “ben, sen ve eğer varsa çocuklarımız”dır (yani çekirdek aile) “senin ailen”, “benim ailem” kavramları çoğunlukla kavga nedenidir.

*Sevgi, neşe ve mizah bu kurumun benzinidir.

* Zor günlerde bile; “mutlaka bir çözüm vardır” inancı çiftleri güçlendirir.

Duyduk duymadık demeyin, ülkemizde evlilik sezonu çoktan açıldı. Evlilik oyuna katılmayan ve ülke ekonomisine katkıda bulunmayan tüm çiftlere duyrulur. Bu oyun keyifli, heyecanlı ve ateşli… Rekebet , hırs ve entrikalar oyunun vazgeçilmezlerinden, AŞK bu oyunda kör nokta… Oyundaki ödülü soracak olursanız; herkesin ödülü kendine özel, kendi ödülünüzün ne olduğunu öğrenmek için, risk almalısınız ve oyuna katılamalısınz!

Hadi hayırlısı…

Sevgi ne ola ki!

Sevgi ne ola ki! 150 150 dolunay

Sevgi, hepimizin dilindedir;
“seni çok seviyorum, lütfen beni bırakma” deriz,
“sana araba alayım lütfen beni sev “ deriz,
“sevdiğim için vurdum, öldürdüm” deriz,
“seven insan kıskanır” deriz,
“sigara içmeyi çok seviyorum” deriz,
“sevdiğimden dövdüm” deriz,
“dersini iyi çalış sınıfını geç, yoksa seni sevmem” deriz,
“beni seviyorsan değişirsin” deriz,
“onu çok sevdiğimden intihar ettim” deriz… deriz de deriz… Ağzımızdan çıkan sevgi söylevleri ateşlidir, tutkuludur, acı kokar biraz.
Bugünlerde yeniden düşünür oldum SEVGİ üzerine. Tanımlamakta zorlandım. Tanımını var ZANnettiğim ama net bir tanımı olmayan bir haldi Sevgi. İçimdeki sorular görünür oldu, sesi duyulur oldu; Sevgi koşul koyar mı? Sevgi acı verir mi? Sevgi sınır koyar mı? Sevgi yasaklar mı? Sevgi parayla satın alınır mı? Sevgi cana kıyar mı? Sevgi nedir? Koşulsuz sevgi var mıdır gerçekten? Sevgi ne ola ki? Sevgi, sevgi… kulağımda dönüyor biraz, özüm yine soruyor;
Gerçek sevgi nasıl yaşanır? Hangi haller sevgi halleridir? Tam olarak koşulsuz sevgiyi yaşamak nasıl ola ki? Sevginin duygu halleri nasıldır?
Sevgi pek çok duyguyla karıştırılır, şefkatle, merhametle, acımakla, kıskançlıkla, …
Sevgi ve korku ise asla karıştırılmaz, korkunun olduğu yerde sevgi yoktur, sevginin var olduğu yerde de korkudan zerre bile yoktur.
İnsan doğduğu zaman kalbinde sevgiyle doğar, koşulsuz saf sevgiyle, bundandır yeni doğan bebekleri, çocukları sevişimiz, bundandır hep onlarla zaman geçirmek isteyişimiz. Sevgiye özlemimizdendir.
Sevgi ‘varlığın’ kendisidir, Sevgiyi doğuştan kalbimize mühürlü getiririz. Sevgi kalbimizdeki elmastır. Yaşadıkça, hayatı deneyimledikçe, ailelerimizden, öğretmenlerimizden yani çevremizden diğer duyguları kaydederiz. Korkuyu, kuşkuyu, güvenmemeyi, alay etmeyi, ayrımcılığı, dünyanın tehlikeli ve zor bir yer olduğunu, çok ama çok çalışmamız gerektiğini, paranın çok zor kazanıldığını, hak edenin hakkını alamadığını… daha pek çok zehirli, çamurlu inanç ‘elmas’ın çevresini kaplamaya başlar. Çocuk büyüdükçe dünyaya o çamurlu, kirli yerden bakmaya başlar, özündeki saf elması hatırlamaksızın. Yani koşulsuz sevgiyi unutur, koşullar dünyasına ayak uydurur. Ama elmas elmastır, koşullar, korkular, kısıtlı inançlar kalktığında o orada bizi en güzel haliyle kapsar.
Sevgi bir hediyedir fiyat etiketi olmayan. Karşılıksız vermenin adıdır sevgi. Karşılıksız, koşulsuz, özgürce vermektir sevgi. Sevgiyi en çok doğada görür insan, çiçekte, yaprakta, toprakta, kuşta, … en çok kendine doğada yaklaşır insan. Doğa bize hep karşılıksız verir ondan olsa gerek. Aynı bir ağaç gibi, çiçek gibi… Bir ağaç gölgesini herkese verir, iyi kötü ayırt etmez, çiçek her durumda açar, kokusunu herkese verir, güneş her durumda doğar, bugün canım istemiyor demez.
Sevgi sadece verir, o geri almakla ilgili hiçbir fikre sahip değildir. Bu geri almaz demek değildir. Hiçbir şey elde etme niyeti olmadan verdiğinde, bu zihninden bile geçmediğinde verdiğinin kat be katını alır.
Sevgi, insanların zaaflarını, zayıf yönlerini kabul etmektir. İnsanları olduğu gibi görmek ve sevmektir. Sevmek çok duru, temiz, çok serin bir hal olsa gerek diyor içim. Sevgi özgürdür. “Sen bilirsin” der!
Sevgi, insanın kendisini sevmesiyle başlar, kendini sevmek, kendine değer vermek,
Kötü not alsam da, işimde başarısız olsam da, parasız pulsuz olsam da, kötü şeyler yapsam da, hesapsız kitapsız sevmeli insan kendini, koşulsuz… Kendini sevmeden başka birini sevmek mümkün müdür?
İçim diyor ki; korku bitiyor, her insan kendi elmasını keşfediyor, fark ediyor, sevginin kapılarını açıyor.
Sevginin her korkuyu, olayı dönüştürme, değiştirme gücünü, kudretini keşfediyor.
Hoş geldin Sevgi ne çok özlemişim seni, hoş geldin…