dolunay kadıoglu

Çocuktan sonra cinsel yaşam

Çocuktan sonra cinsel yaşam 150 150 dolunay

Gebelik döneminde farklılaşan ve seyrekleşen cinsel yaşamın doğumdan sonra eskisi gibi olacağını beklemek gerçekdışı bir beklentidir.

Doğumdan sonra kadını bekleyen lohusalık, fizyolojik ve psikolojik zorlukları beraberinde getirebilir. Kadının doğum sonrası bebeğine ve anne kimliğine erkeğinde baba kimliğine alışma süreci bazen aylarca sürer. Karı kocalık rafa kalkar ve aylarca rafta kalır.

Eşler arasında gerginlik yaşanabilir

Çoğu zaman erkekler bu dönemde cinsel hayata bir an önce dönmek isterler. Kadın ve erkek arasında istenmeyen gerginliklerin yaşanması kaçınılmaz olur.

Doğumdan sona ilk ayları geçip de cinsellik yavaş yavaş yaşanmaya başlandığında çok az çift bu durumdan memnudur. Eskiye, doğumdan, gebelikten önceye dair beklentiler, bir an önce eskisi gibi olalımlar vb. beklentiler iki tarafı da zorlar.

Kadınlarda cinsel istekte düşüş yaşanabilir

Kadının bedenindeki fiziksel ve hormonal değişimler, yorgunluk, uykusuzluk, çocuğun çok zamanını alması, erkeğin yeterince destek olamaması kadının cinsel isteğindeki düşüşlerin nedenlerindendir.

Lohusalık ve çocuğun ilk yılları geçtikten sonra ise cinsel hayat yavaş yavaş düzene girse de, çift bu kez de monotonluktan, görev gibi cinsellik yaşamaktan şikayet edebilir.

Cinsellik bir görev ya da lüksmüş gibi gelebilir

Evde artık çocuk ya da çocuklar vardır. Öncelikler değişmiştir ve bu alanda karı-kocalığa zaman ayırmak, cinselliğe zaman ayırmak lüksmüş gibi gelebilir ve bu da monotonluğun gelişini kaçınılmaz kılar.

Peki, doğumdan sonra ne yapmak gerekir?

  • Anne babalık kimliğinizi yatağa sokmayın.
  • Karı kocalık, sevgililik kimliklerinizin hep farkında olun.
  • Çocuğunuzun odası mutlaka ayrı olsun.
  • Gebelik ve doğumdan sonra ilişkide sorunlar olduysa, birbirinizi suçlamak yerine anlamayı seçin. Olmuyorsa mutlaka destek alın.
  • Çocuklardan sonra evlilik ve ilişki alanınızın eskisi gibi olmayacağını kabul edin, bu dönemin yeni ve kendine has bir evre olduğunu, kendine ait farklılıklar ve güzellikler getirdiğini kabul edin.
  • Beklentilerinizi bu döneme uygun olarak güncelleyin.
  • Çocuklardan sonra cinsel hayatın monotonluğu doğaldır ve canlandırmak sizin elinizdedir. Haftada bir gün baş başa bir şeyler yapın ama sadece ikiniz. Birlikte biz alanınızı besleyin.
  • Cinselliğin beden ve ruh sağlığı üzerindeki yaralarını hatırlayın ve cinselliği kendiniz ve birbiriniz için isteyin.
  • Uykuyu cinselliğe tercih etmeyi bırakın. Uyku ve cinsel hazzın beden ve ruh için faydası ayrı ayrıdır. Birbirinin yerine geçmez.
  • Fantazilerinizi paylaşabilir ve uygulamak için birlikte yol alabilirsiniz.

Fark etmek gerekir ki; gebelik ve doğum, çocuk büyütmek kolay evreler değildir.

Cinsel hayatını sekteye uğratırlar. Bu dönemin özeliklerini bilirseniz beklentinizi bu döneme uygun ayarlar ve birbirinize tolerans gösterebilir ve monotonluğu nasıl kırabileceğinizi birlikte araştırıp çözebilirsiniz.

Zamanla düzelir demeyin!

Zamanla düzelir demeyin! 150 150 dolunay

Vajinismus; cinsel birleşmenin pelvik kaslardaki kontrol dışı kasılma kaynaklı gerçekleşemesi, kadının istem dışı kasılarak vajinal girişe izin verememesidir.

Vajinismus neden kaynaklanır?

Kız çocuklarının bedenlerini tanımadan büyümeleri, yasaklar, günahlar, tabular, korkular, ilk geceyle ilgili dinlelen olumsuz hikayeler, vb vajinismusun ana nedenlerindendir.

Tedavisi diğer cinsel işlev bozukluklarına göre daha kolaydır. Tedavide eşlerin tedaviye birlikte gelmesi önemlidir, cinsel terapide en etkin sonuç çift terapisi ile alınmaktadır. Çift eğer bir cinsel terapi uzmanına çok zaman kaybetmeden gelirse tedavi 4 ile 8 seans arasında biter. Erteleme vajinismusta çok sık gördüğümüz bir sorundur. “Bugün olur, yarın olur, zamanla olur, bu senin (benim) kafanda” vb ertelemelerle yıllar geçer.

Erteleme davranışı çoğu zaman kadın kaynaklıdır ancak bazen de kadınlar tedaviye gitmek isterken erkeğin “Zamanla çözeriz, bu senin kafanda kurduğun bir sorun, sen çözeceksin” gibi ifade ve davranışlarıyla tedaviyi geciktirdiklerini görürüz.

Sorunun çözümü ilk başlarda hayal gibi gelir

Vajinismusta kadın istem dışı kasılır yani biliç dışı…Bilinciyle yani farkındalığıyla kendi kendine yapabileceği çoğu zaman bir şey yoktur.
Cinsel terapide kasılmayı nasıl kontrol altına alınacağıyla ilgili yöntemler çifte öğretilir. Çiftler tedaviye başladıklarında sorunun çözümü onlara hayal gibi gelse de, tamamen psikolojk olan bu sorun yine psikolojk terapi teknikleriyle kısa sürede çözülür.

Tedavi edilmezse kendiliğinden düzelir mi?

Eğer yardım alınmazsa kasılma zamanla düzelmez daha çok katılaşır.

Erkeklerin yardımı reddetmeleri ya da türlü bahaneler bulmaları kadının kendini yalnız ve çaresiz hissetmesine neden olur.

Vajinismus, tedavi edilmediğinde kadının jinekolojik muayneleri, çocuk istediğinde normal yollardan gebe kalma süreçleri zorlaşır. Yani tedavi hem ruhsal hem de fizyolojik ve organik sağlık için de çok önemlidir.

Çift birbirine destek oluyorsa, bu sorun ikimizin sorunu birlikte çözeceğiz diyorsa terapist çifte uygun tedavi metodlarını çalışır ve çözüm gelir. Diğer türlü tedavi süresi çok uzar.

Evlilik süresi 2 ayı geçtiyse ve cinsel birleşme halen olmadıysa; tedavi için mutlaka uygun bir uzman desteği almak gerekir.

Seks yaptığım anlaşılır mı?

Seks yaptığım anlaşılır mı? 150 150 dolunay

“Cinsel ilişkiye girdiğimde dışarıdan bakınca anlaşılır mı?” çok sık sorulan ve kafa kurcalayan sorulardandır. Özellikle genç kızlar bu sorunun cevabıyla çok ilgilenirler çünkü halk arasında ilk cinsel ilişkiye/ilişkiye girdiğinde yüzünden, bedeninden belli olur (parlaklık, kızarıklık…) gibi yanlış inançlar vardır.

Cinsel ilişkiye girmek, istediğiniz keyif aldığınız bir deneyim oldu ve oluyorsa kişilerde mutluluk hormonu üretilmesini sağlar. Çikolata yemek, spor yapmak, keyifli zaman geçirmek de mutluluk hormonu tetikler. Mutluluk hormonu da yüzümüzde mutlu bir ifadeyle kendini gösterir. Bu açıdan bakıldığında arada pek fark yoktur. İlk cinsel ilişkiye yüklediğimiz abartılı anlamlar bu tip hurafelerin oluşmasına neden olmuştur.

“Daha önce cinsel ilişkiye girdiğimi erkek arkadaşım anlar mı?” sorusu da sık karşılaşılan sorulardandır. Aslında buna göreceli cevaplar verilebilir. Eğer erkek arkadaşınızla ilişkiye giriyor ve bakire değilseniz erkek arkadaşınız da kan beklentisi varsa, anlaşılma ihtimali var, ama bakire olup olmadığınızı erkek arkadaşınız değil ancak bir jinekolog anlayabilir. Bununla birlikte kadınların yüzde otuzu daha esnek zar yapısına sahiptir ve ilk ilişki sırasında kan/leke ortaya çıkmaz. Bu durumda hiç anlaşılamaz ancak tüm bunlardan daha önemli olan şey; erkek arkadaşınızla aranızdaki güven ve sevgidir. Siz nasıl ki onun daha önce ilişkiye girip girmediğine önem vermiyorsanız onun da sizin ilişki deneyiminiz olup olmamasına takılmaması gerekir. Ancak ülkemizde ilişkilerde süreçler böyle yürümüyor. Erkek cinsel ilişki yaşayabilirken kadına yasaklar konuyor.

Aslında her iki taraf içinde çok önemli olan bir şey var bence, bedenini pek çok cinsel yolla bulaşan hastalıklardan, istenmeyen gebelikten korumak için bedenen ve ruhen hazır olmadan cinsel ilişki yaşamayı ertelemek. Çünkü cinsel birleşme sorumluluk gerektirir. Vajinal, oral, anal her türlü cinsel ilişkiyi ruhsal ve bedensel olarak hazır olunmadan yaşamak psikolojik sorunları ortaya çıkarabileceği gibi HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklara ve gebelikleri de zemin hazırlar. Kendini hastalıklardan ve gebeliklerden korumak için cinsel ilişkiye girme sorumluluğunun farkında olunmalıdır.

İyi bir ilişkide karşılıklı “Hayır” lara ve birbirine saygı duymak, acele ettirmemek, zorlamamak çok önemlidir. Cinselliği yaşamak sadece cinsel birleşme yoluyla olmaz, öpüşme, ön sevişme, dokunmak, mastürbasyon ya da karşılıklı mastürbasyon da cinselliktir.

Kara kutu

Kara kutu 150 150 dolunay

Kadın ne zaman kadın olmaktan vazgeçti? Kendi isteklerinden, arzularından kendinden ne zaman vazgeçti? Birden mi oldu ki? “Hayır” diyorum hemen, yüzyılların içinde oldu. Kadına kim yaptı bunu? Kadın neden bu kadar kolay kendinden vazgeçti? Ona vaat edilen neydi? Neyle kandırıldı? Pembe panjur ne zaman moda oldu?

Kadını ne zaman eve kapattık,” Annelik” apoletlerini omzuna takarak, kutsal rolünü ne zaman biçtik? En büyük görevinin evine sahip çıkmak olduğunu, çocuk doğurup büyütmek, erkeğine hem annelik hem kadınlık yapmak olduğu yalanını ne zaman uydurduk? Kadından neden korktuk acaba, zapt edemezsek ne olacak sandık?

Sorular, sorular, arkası kesilmiyor soruların…

Tarih neden sadece erkeğin hikayesini anlatır, (history -Onun hikayesi), kadının hikayesine ne oldu, tarihi sadece erkek mi yapar kendi kendine, tarih sadece kazanılan savaşlardan mı yazılır? Akan erkek kanlarıyla mı yazılır tarih, kadınların rolü hiç mi yoktur, mesela 2. Dünya savaşında Paris’in yerle bir olmasını engelleyen önemli faktörlerden biri de Fransız kadınları değil midir?

Peki, kadını cinsel meta yapmamız hangi tarihlere rastlar? Kadın her şeyi sattırır düşüncesi nereden geldi? Bir kadın ilk kez ne zaman bir reklamda bir ürünle beraber satıldı acaba?

Kadının kendi bedenine yabancılaşması bir insana yapılabilecek en acımasızca şey değil miydir?

Zihnimden buna benzer sorular, sorgulamalar geçiyordu ki “biz ona kara kutu diyoruz kızlar arasında” cümlesiyle kendime geldim. İlk geceyle ilgili endişeleri vardı karşımdaki genç insanın , “canım çok yanacak diye korkuyorum, düşününce bile kendimi kasıyorum” diyordu.

Onunla konuşuyor, bir taraftan da zihnimi susturmaya çalışıyordum ama nafile, geveze zihin susar mı hiç! Sorgulama çeşmesi açılmıştı bir kere.

Kara kutu, kutu,… Vajina’ydı gerçek adı, kadın kendi cinsel organının adını ne zaman söylemez, ne zaman söyleyemez olmuştu? Hatta vajina Latincesiydi, Türkçesine ne olmuştu da kullanmayı bırakmıştık? Cinselliği kadından bu derece koparan, erkeğe serbest kılan, kadına yasaklayan, kendi cinsel organının adını söyletmeyen şey, kibarlık olamazdı, olsa olsa cahillik, kabuklar, modernleştikçe kendini unutan insanlık olabilirdi. Bu cehalet, bu kabuk garip ama okumuşu daha çok buluyordu, okullu olanı, kentte yaşayanı daha çok seviyordu. Kentlinin dış ve iç kabukları daha kalındı, kat kattı… Ayıp olurları, elalemi, günahları, yasakları, kuralları, sırları daha çoktu…

Köyde ya da kırsalda yaşayan- havasından suyundan olsa gerek- kabuksuzdu. Köylük yerde tüm ihtiyaçlarla ilgili konuşmak doğaldı. Ayıp henüz köye gelmemişti.

Bizim gibi ülkelerde çok sık görülen vajinimus da bunların sonucu değil miydi? Abartılı ve yanlış bilgiler, ilişki olurken acıyacak, çok kanama olacak korkusu, penis korkusu… İlk vajinismus kimdi acaba dünyada? Literatür de 1860’lı yıllarda Amerikalı Jinekolog J. Martin Sims “…evlilik hayatında her iki tarafında bu kadar mutsuz eden başka bir hastalık yok…”diye tanımlıyordu vajinismusu. Çok daha öncesi vardı muhtemelen, kadın bedeninin cinsel keyfin bedeli olarak ödediği acıyı yani doğum sancısını yaşadığı zaman kadar eski olabilir miydi! Kim bilir belki!

Peki ne olursa kadın bedenini keşfeder, kendi haklarının peşine düşer?

Kadın kendi cinselliğine nasıl uyanır? Olmasa da olur demekten ne zaman vazgeçip, olmazsa olmaz der.

Galiba pek çok cevap var ama ‘öz cevap’ bence şudur; Kadın kendini keşfettikçe, farkettikçe, bedenini her haliyle sevmeyi deneyimleyip- zayıf olacaksın, daha da zayıf olacaksın, kendine bakacaksın gibi sistem dayatmalarından özgürleştikçe- sadece eş, anne olmaya gelmedim dünyaya, ben önemliyim, değerliyim, isteklerim değerli, arzularım değerli demeyi ve bunların peşinden gitmeyi öğrendikçe bu düzen değişir sevgili dostlar! Vajinismus, orgazm sorunları gibi pek çok cinsel işlev bozukluğunu en aza indirecek en etkin yolda kadının kendi bedenini keşfetmesidir.

Bu arada, “neden erkekleri de yazmadın, biz de penise penis diyemiyoruz rahat rahat” diyecek bir ErKeK olursa; onu da başka yazıda yazarım ama en iyisi onu da siz yazıverin sevgili erKeK’ler 🙂

Sevgiyle…

Genç erkeklerin cinsellikle ilgili merak ettiği sorular

Genç erkeklerin cinsellikle ilgili merak ettiği sorular 150 150 dolunay

Geçen hafta genç kızların cinsellikle ilgili en çok merak ettiği konulara değinmiştik. Bu hafta ise genç erkeklerin soruları ile devam ediyoruz.

  1. Bir erkek ilk cinsel deneyimini hangi yaşta yaşanmalı?

Erkek için de kadın için de kesin bir yaş yoktur. Bununla birlikte ergenlik döneminde, henüz bedeni hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadan ve beden tam gelişmeden yaşanan cinsellik, ergen gebeliğinden, küretaja ve HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklara kadar uzanan bir sonuç tablosunu gencin karşısına çıkarabilmektedir.

Cinselliğin sağlıklı olabilmesi için temel koşul genç kızların ve erkeklerin üreme organlarının gelişimini tamamlamış olmasıdır. Ancak bedensel gelişimden daha önemlisi, ruhsal gelişimdir. Ruhsal olarak cinsel ilişkinin hem kendiniz hem de partneriniz için sorumluğunu alabilmeniz gerekir. Erken ya da hazır olmadan yaşanan cinsellik; bireyde suçluluk, pişmanlık, utanç gibi içsel barışı bozabilecek duygular yaşatabilir. Tüm bu nedenlerle; güvenli cinsel ilişki kavramı öncelik kazanır. Güvenli cinsel ilişki; karşılıklı güvenin, dostluğun, sevgi ve saygının yaşandığı bir ilişkidir. Bireyler arası paylaşımın arttığı ve yoğun olumlu duyguların yaşandığı ortamda iyi iletişim kurmak, kendini ortaya koyabilmek, ‘hayır’ ya da ‘evet’ diyebilmek, cinsel eşini zorlamamak ilişkinin sağlıklı yürümesi için şarttır.

  1. Ya ereksiyon olmazsam? Penisim sertleşmezse ne yaparım?

Özellikle ilk ilişki yaşanacağı zamanlarda erkeklerin bu tip kaygılar duyması doğaldır. İlkler her zaman heyecan verir. Ya ereksiyon olamazsam kaygısı daha da artarsa ereksiyon sorunları yaşanabilir. Rahat olmaya çalışın, herhangi bir sorun yaşarsanız da bunun doğal olduğunu bilerek üzerinde durmayın.

  1. Günde ya da haftada kaç kez cinsel ilişki yaşanmalıdır, normali kaçtır?

Çiftlerin karşılıklı istekleri, onayları ilişkinin sıklığını belirler. Cinsellikte kesin sayılar, rakamlar ya da kurallar yoktur. Normali ve kuralları çiftler belirler. Burada önemli olan karşılıklı uyumdur.

  1. Mastürbasyon yaparsam penisim uzar mı, “çok yapınca çocuk olmaz yüzünde sivilceler çıkar” diyorlar doğru mu?

Mastürbasyonun cinsel organların gelişiminde herhangi bir etkisi yoktur. İnfertileye de neden olmaz. Cinsel organın boyunu uzatmaz ya da kısaltmaz. Sivilce yapmaz.

  1. Aşırı mastürbasyonun bir zararı olur mu? Olursa bunlar nelerdir? Ayrıca mastürbasyon zararlı mı?

Eğer birey mastürbasyonu olumsuz bir davranış gibi değerlendiriyorsa, bundan olumsuz etkilenir. Her şeyden önce bireye mastürbasyon yapmanın olumsuz bir davranış olmadığını aktarmak gerekir. Ergenliğe girildiği ilk yıllarda mastürbasyon yapmaya istek fazladır, ergenliğin ve gençliğin ileri evrelerinde bu istekte dengelenme çoğunlukla görülür. Ancak kişi mastürbasyondan başka bir şey düşünemiyorsa, uygunsuz yerlerde(sınıf, toplu taşıma…) bu yönteme başvuruyorsa, sosyal aktivitelerine ayıracağı zamanı mastürbasyona ayırıyorsa yani takıntı haline geldiyse bir sorun var demektir.

  1. Mastürbasyonun faydaları ve zararları nelerdir?

Mastürbasyonun fiziksel bir zararı olmadığı gibi, ruhsal açıdan zararlı hiçbir etkisi de yoktur. Aksine cinsellik gibi doğal bir dürtünün doyumunu sağlayan mastürbasyon bastırıldığı takdirde doyumsuzluk ve sinirlilik gibi kaçınılmaz durumlara yol açabilir.

Mastürbasyon çok sık yapılıyorsa yalnızlığın veya sosyal beceri eksikliğinin bir belirtisi olabilir. Uygunsuz yer, zaman, araçlarla yapılıyorsa, konuyla ilgili bir uzmana danışılması gereklidir.

  1. Mastürbasyondan sonra suçluluk duyulması doğru mudur, yanlış mıdır?

Toplumumuzda, mastürbasyonun yapılmaması gereken bir davranış olduğuna dair yaygın ve yanlış bir inanış vardır. Birey bu yanlış inanca sahipse ya da bu yanlış bilginin etkisinde kalıyorsa ya da inançları gereği bunun yanlış olduğunu düşünüyorsa ve bütün bunlara karşın yine de mastürbasyon yapıyorsa suçluluk duyabilir. Mastürbasyon özellikle düzenli bir cinsel eşi olmayan kişiler için temel bir cinsel doyum yöntemidir, sağlıklıdır ve suçluluk duyulmamalıdır. Kişinin mahremidir, özelidir. Uygun yer ve sıklıkta yapıldığında kişinin ruhsal ve cinsel sağlığı üzerinde olumlu etkiye sahiptir.

  1. Kondom kullanmayı sevmiyorum, zevk alamıyorum, kullanmasam olmaz mı?

Kondom HIV/AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklardan koruyan şimdilik tek yöntem. (tabii hiç cinsel birleşme yaşamazsanız da korunursunuz.) Keyif konusuna gelince; keyif komutu penise beyinden gider. Eğer ‘kondomla keyif alamayacağınıza, keyfin azalacağına’ inanırsanız, beyin bu komutu gerçekleştir. Tam tersi de mümkün, yani bu konuya takılmazsanız hiç sorun olmaz. Ayrıca cinsel keyif sadece cinsel birleşmede alınmaz, dokunmayı, ön sevişmeyi de unutmamak gerekir.

  1. Erken boşalırsam ve onu tatmin edemezsem?

Eğer ergenlik dönemindeyseniz ya da 20’li yaşlarda ve düzenli cinsel yaşamınız yoksa erken boşalmanın olması ya da boşalma üzerinde kontrolün her zaman istendiği gibi sağlanamaması doğaldır. Tatmin karşılıklıdır ve tek yol cinsel birleşme değildir. Oral seks ya da karşılıkla mastürbasyon da yapılabilir. Eğer düzenli bir cinsel yaşamınız var ve 25 li yaşlarda iseniz ve erken boşalma sorununuz varsa cinsel terapi desteğiyle bu sorunu çözebilirsiniz.

  1. Partnerim benden daha tecrübeli ise ve benim ilk kez cinsel deneyim yaşayacağımı anlarsa?

Anlarsa da bu konuda doğal olun, bu utanacağınız bir durum değil.

  1. Porno filmlerdeki gibi penisim yok ve partnerim filmdeki kadınlar gibi zevk almıyor. Ben de bir problem mi var?

Porno filmlerde gördüğümüz penis boyları, ereksiyon süreleri normal değildir. İlişki süreleri, kadınların çıkardıkları sesler, vajina genişlikleri abartılıdır. Penis boyları gereğinden fazla büyük, kadınların çıkardıkları sesler de taklittir. Yani sizlerde bir problem yok. Porno filmler sadece filmdir, adı üstünde film!

  1. Sürekli porno film izlemek istiyorum, acaba sapık mıyım?

Eğer sürekli porno izleme isteğiniz varsa ve bu hayatınızın akışını engelliyorsa bir uzmandan yardım almalısınız. En iyisi birazcık spora ya da diğer sosyal aktivitelere zaman ayırın ve pornoyu daha dengeli kullanmaya çalışın.

  1. Bazen gece boşalması yaşıyorum ve yatağım ıslanıyor? Bu normal mi ve nasıl engelleyebilirim?

Eğer ergenlik dönemindeyseniz bu gayet doğaldır. Düzenli ve normal sınırlarda mastürbasyon yapıyorsanız gece boşalmalarınızda azalma görülür.

  1. 15 yaşındayım. Seks düşünmediğim halde bazen penisim sertleşiyor. Böyle durumlarda ne yapmalıyım?

Ergenlik döneminde özellikle ilk erinlik döneminde kontrol dışı olarak peniste sertleşmeler olabilir. Bu, seksten bağımsız ve çok normal bir durumdur ancak genci zor durumda bırakır ve utandırır. Bu tür durumlarda sakin olun ve geçmesini bekleyin, büyümeye bağlı doğal bir süreç olduğunu bilin.

  1. Penis boyunun büyük ya da küçük olması önemli midir? Normal boyu ne olmalıdır? Küçükse büyümesi için ne yapılmalıdır?

Erkeklik organı ergenlik döneminde (11-12 yaşlarında) başlayıp 18-19 yaşına kadar büyür. Erişkin bir erkekte normal penis boyu 10-16 cm arasındadır.

Penisin boyu ile işlevi ve erkeklik gücü arasında doğrudan bir ilişki yoktur. 10-12 cm boyunda penisi olan erişkin bir erkeğin düzenli bir cinsel yaşamı olabildiği gibi, 17-18 cm penisi olanlar da sorunlarla (örneğin sertleşme sorunu gibi) karşılaşılabilmektedir. Bu nedenle penisin boyundan çok işlevini yeterince yerine getirip getirmediğine bakılmalıdır. Yine de penis boyunun küçük olduğu yakınmasıyla başvuran bireylere, eğer çok istiyorsa ameliyatla yardımcı olunabilir. Ancak penis boyu normal olanlara ameliyat önerilmemektedir.

  1. Sünnet olmanın cinsel istek üzerinde bir etkisi var mı?

Hayır etkisi yoktur.

Kurban olmak

Kurban olmak 150 150 dolunay

Yine Bayram geldi. Bizim ülkemiz bayramdan yana çok şanslı… Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Ramazan Bayramı, Zafer Bayramı, Cumhuriyet Bayramı, Kurban Bayramı… En kanlı olan Kurban Bayramı gibi görünse de diğerlerin çoğu da büyük kanlı savaşların sonunda Bayram olmuş! Bayramlar boşu boşuna bayram olmamış yani, bedeller ödenmiş…

Hepimizin bayramı kutlu olsun!

Kurban Bayramı deyince aklıma gelen başka bir konuyu yazmak istiyorum aslında… Kendini kurban eden insanlar ya da kurban gibi hissedenlerden! Bazen ailesi için, bazen bir dava için, bazen sevdiği için, bazen inadı için, çoğu zamanda korkuları için…

Çocuklarını, torunlarını seven kadın sesleri gelir kulağıma “uyy sana kurban olurum, anneannen/babaannen kurban olur sana” gibi…

Erkeklerden ‘kurban olurum sana’ yı pek duyduğumu hatırlamıyorum hatta hiç hatırlamıyorum!

Ya da istemediği şeylere maruz kalan insanların tepkileri “Kendimi kurban gibi hissediyorum.” İstemeye istemeye bir şeyleri yapmaya zorunlu bırakılan insan sesleri, istemeden evlendirilen, onaylamadığı hayatı yaşayan insan sesleri; “Kendimi kurbanlık koyun gibi hissediyorum”.

Çaresizliğin sesi!

Bazen de ailesi, çocukları için, kendi isteklerini hiç sormayan, kendi isteklerinin farkında olmayan yani kendinin farkında olmayan anneler, babalar. Kendini kurban eden, saçını süpürge edenler! Bunun tam tersi de bizim ülkemizde çok görülür; anne babası için küçücük yaşta çalışmaya başlayan, ev geçindiren, evlenen, kendi hayallerini unutan hatta “hayal mi o da ne?” diyen yaşı küçük, ruhu kocaman varlıklar!
Ya da “Bu dava uğruna başımı ortaya koydum” diyenler. Yani seve seve kurban olanlar!

Bir de istediklerini/hayallerini yapmaya yeterince cesareti olmadığı için belki de ne istediklerini tam bilmedikleri için korktukları için “Ben aslında sanatçı olacaktım annem/babam izin vermedi.”, “Ben aslında mühendis olacaktım, annem en iyisi öğretmenlik dedi, hep onlar yüzünden istediğim mesleği yapamadım. Beni kendi isteklerine kurban ettiler.”… nefs’in şikayetleri.

Tüm bu “kurban olma” senaryolarında bana en acı geleni; inadı uğruna aşkını, sevgisini kurban edenler. “Ne değişeceğim sen değiş, sorun sende, değişmezsen değişme bu iş biter o zaman” , “Bir kere inat ettim, dönen ben olmayacağım”. Sevgi o kadar kıymetli ki nasıl olur da inat uğruna harcanır, kurban edilir değil mi?

İnadından sevgisini söyleyemeyenler, barışamayanlar, küsenler, küs ölenler… Kurbanlıkların içinde en zavallısı bu grup bence! Sevgiden yaratılmış bir varlık olan insanın nasıl olup da bu kadar inat edebildiğine ve kendine zarar verebildiğine şaşırmadan edemiyorum.

İnat uğruna girilen savaşlardan, dökülen kanlardan, bitmeyen töre cinayetlerinden bahsetmeyeceğim bile…

Sözün özü, özün sözü şu ki; Aslında kurban edilecek tek şey EGO’larımız!

Bayramlar, paylaşmayı, şefkati, çok güçlü şekilde hatırladığımız günler. Dilerim ki bu bayram barışmalara vesile olur, ülkemizde ve dünyada barış kültürü yaşanır olur.

Sevgiyle

Öğrenci terörü

Öğrenci terörü 150 150 dolunay

Geçtiğimiz hafta 15 yaşındaki öğrencinin öğretmenini bir hiç uğruna öldürmesi hepimizi dehşete düşürürken, aynı zamanda da çok derin bir sorgulamaya neden oldu.

Hangi unsurlar 15-16 yaşındaki bir genci/çocuğu katil yapar? Dünya Sağlık Örgütü, 18 yaşına kadar olan tüm bireyleri çocuk kabul eder. Yani bir çocuk, bir katile ve bir suç makinesine nasıl dönüşür? Ne tür etkiler bir çocuğu katil yapar?

Bu olayda 15 yaşındaki çocuğun ruh sağlığının normal olmadığı ortada. Ergenlik döneminde olması bu suçu işlemesini tetikleyen unsurlardan sadece biri olabilir. Ergenlik, çocuğun yarınını pek düşünmediği, duygu kontrolünün kısıtlı olabileceği, fevri ve kişisel davranışların çok fazla görüldüğü, ruhsal iniş ve çıkışların sık yaşandığı, kendini kanıtlamaya çalıştığı, her şeyi yapabileceğini zannettiği bir dönemdir. Bazı ergenler bu dönemi zor, bazıları nispeten daha rahat geçirir.

Ergenlik bu tür davranışların ortaya çıkmasında etkili bir unsur olurken, diğer ve çok daha önemli başka bir unsur da ailesel faktörlerdir. Yaşadığı evde şiddet var mı yok mu, anne babasıyla iletişimi nasıl, anne –baba arasındaki iletişim nasıl, kaç kardeşler? Şiddet bu çocuk ve aile için doğal mı, kendini ifade etmek için kendini kanıtlamak için şiddeti mi kullanıyor? Bu saldırının neden olan etkenlerini anlamaya çalışmak için bunun gibi daha pek çok sorunun cevabını bilmek gerekir.

Başka bir etken; interneti ve cep telefonunu kullanma yaşının 5-6 yaşlarına düştüğü ülkemizde, buna bağlı pek çok sorunun da kendini göstermesidir. Yalnızlaşma, empati kuramama, her şeyi yapabileceğini zannetme, şiddetin normalleşmesi, insani değerlerin kısıtlı gelişmesi, aklı yeterince devreye sokamama, gerçekliğin yitirilmesi, iletişimin yok olması vb.

Etkileyen unsurlardan bir tanesi de eğitim sisteminin ve okulun, çocukların ruh sağlığı üzerindeki etkisidir. Okullardaki sınıf kapasiteleri, rehberlik servisinin yeterli olup olmadığı, çocukların okulla ilişkileri bu tip durumların yaşanmasında etki oluşturabilir. Ve tabi ki şiddet eğilimi olan çocukların kontrol edilebileceği, onlara yardım edilebilecek bir sistemin olmaması.

Bir başka etken de toplumdur. Toplumda gördüğümüz iletişim modeli hepimizi etkiler. Şiddet sanki çok normal bir iletişim yolu gibi gösterilmektedir. Şiddetin bu kadar normalleştirildiği ve şiddete karşı duyarsızlaştığımız bir ülkede ne yazık ki bu tür olaylar olmaya devam edecektir.

Ayrıca çocuğun psikiyatrik bir sorunu olup olmadığı da üzerinde durulması gereken başka bir unsurdur.

Evde şiddet görmek, dayak, tehdit, çocuğu yok saymak ya da her istediğini almak, çok kontrol etmek ya da hiç etmemek ciddi sorunlara davetiye çıkarır. Anne babaların çocuklarıyla etkili şekilde ilgilenmeleri, gözlemlemeleri, gördükleri sorunları okulla paylaşmaları ve çözümü öğretmen, rehber öğretmen, öğrenci ve velinin de katılımıyla aramaları en doğru olanıdır.

Okullarda bu tür şiddet olaylarının durdurulması için olaylar henüz oluşmadan, koruyucu ve önleyici çalışmaların, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılması da çok büyük önem taşımaktadır.

Öğrencilerin ve öğretmenlerin ruh sağlığı ve can güvenliği için eğitimde de çok ama çok yere dokunmak lazım.

Çok ilginç ve zorlayıcı bir dönemden geçiyoruz. Akıllara zarar bir yer burası… İnsanlarının birbirine güveninin giderek azaldığı, öğretmenin öğrencisine, annelerin çocuklarına, arkadaşların arkadaşlara güveninin giderek azaldığı ve kuşku duyduğu bir dönem. Nasıl böyle olduğumuz apayrı ve sinir bozucu bir konu. Bu süreci nasıl en hayırlı şekilde geçirebileceğimiz ise ayrı bir konu!

Bu dönemi zor da olsa dinginliğimizi koruyarak, içimizde insana dair inancımızı, sevgimizi ve güvenimizi hep hatırlayarak geçirmemizi diliyorum…

Bu geçiş döneminde aklımızda olsun: “Ne varsa alemde, o vardır ademde.”

Sevgiyle…

 

Külkedisi

Külkedisi 150 150 dolunay

“….ve külkedisi kaçarken, pabucu ayağından fırladı. Ertesi gün Prens ayağı bu pabuca sığacak genç kız aramaya koyuldu. Ülkenin tüm kızları, Prens tarafından beğenilmek için ayaklarını daha ufak hale nasıl getirebileceklerinin çabasına giriştiler.

İşte o gün bugündür kadınlar, ayaklarını, erkekler tarafından belirlenmiş kalıplara sıkıştırmaya çalışır, böyle yaparak erkeğin ‘Prensesi’ olacağını düşler dururlar. Zaman geçtikçe topallamasının, ayaklarının sızlamasının, kendini depresif hissetmesinin sebeplerini sürekli kendi eksiklerinde arayarak… Pabuç’un kendisine ne denli uygun olup olmadığını hiç sorgulamadan….

Erkeklerse ellerindeki ‘ayakkabıya’ (veya düşlerindeki kadını) ‘ayağını’ (kendini) sıkıştıracak kadını arar; ‘ayağı sıkışmış bir kadının ne denli gerçek, ne kadar huzurlu, mutlu olup, mutlu edebileceğini bile düşünmeden ….

Ve birlikte yalınayak yaşayabilmenin özgür keyfinden habersizce…”

Leyla Navaro’nun İki Boy Ufak Pabuç kitabından;

Ne zaman okusam çok etkilenirim Leyla Navaro’nun kitabının bu bölümünden…özellikle de ‘ve birlikte yalınayak yaşayabilmenin özgür keyfinden habersizce’ cümlesi insana bir kitap bile yazdırır kanımca…

Masalları çoğu zaman sevsem de bilinçaltımıza ektiği bu cinsiyet ayrımcılığı yapan kalıplarla ilgili sorguluyorum bazen. Toplum düzenini ve kurallarını yerleştirmek için en iyi yol masallar, fıkralar, maniler, hikayeler,…Şimdilerde bu gruba, diziler, filmler, hipnoz makineleri (televizyon, cep telefonaları…) eklendi.

Kadın ve erkekle ilgili bir ton hikaye… Ve çoğunlukla erkeğin kadından üstün olduğu, yöneten olduğu, söz sahibi olduğuyla ilgili… Kadının beğenilmesi gereken (seçilen), erkeğin beğenen yani seçen olduğu… İçgüdüsel mi yoksa bilinçaltına ekilen tohumlardan mıdır bilmem kız çocukları hep prenslerini bekler. Çoğunlukla da prensin ‘P’si bile olmayan erkekleri yıllardır bekledikleri prens zannederek…. Külkesi masalında gece 24.00’de bal kabağına dönen araba misali, evlendikten kısa bir süre sonra prens zannedilen adam “kabağa” döner. Tabii ki aynı şey erkekler için de geçerli olur. Erkeklerin kadınlar kadar evlenmeye dair hayalleri, beklentileri olmasa da onlar da bu durumdan oldukça mutsuz olurlar.

Kadınların beynine kazınmış bir emirdir “Evlenmek”! ‘Evlenemesem de olur’ diyen gerçekten çok az.

“Herkes evleniyor bende evlenmek istiyorum”
“Evlenip çocuk sahibi olmak istiyorum”
“Bir evleneyim de üzerimden bu stres gitsin olmazsa boşanırım”
“O beni çok mutlu edecek biliyorum o doğru insan”
“O benim ruh eşim biliyorum”
“Evleneyimde ben onu değiştiririm”
“Beni seviyor değişmesini isteyeceğim”
“Ailelerimiz hiç anlaşamıyor ama ne önemi var ki!”
“Tabii ki evlendikten sonra benim kurallarıma uyacak”

***

Size tanıdık geldi mi bilmem ama benim çok duyduğum cümleler. Çok yazdım, çok söyledim belki ama yine yazacağım ve belki de bin kez daha söyleyeceğim:

* Değişim her zaman vardır ancak kimsi kimseyi değiştiremez.

* Kişi isterse kendisi kendi isteğiyle her konuda değişebilir.

* Evlenmek sadece gelinlik-damatlık giymek, güzel güzel fotograflar çektirip sosyal medyada paylaşmak değildir. (Kavga ettiği anların fotograflarını facebook’a koyan tek bir çift bile görmedim).

* Sürmezse boşanırım diye evlenilmez , tabi ki boşanmalar olabilir ama bunu baştan çözüm olarak görmek ve sanki boşanmak çok kolaymış gibi bir yanılgıya düşmek pek doğru gelmiyor bana.

* Evlilik dünyanın en zor müessesidir, İyi bir evlilik hayatınızı cennete, kötü bir evlilik hayatınızı cehenneme çevirir!

* Evlilikte kuralları iki taraf birlikte hazırlamalıdır, her evliliğin kendi anayasası vardır, çoğu çif bu anayasayı farkında olmadan yıllrın içinde öğrenir ve uygular. Bu anayasaların çoğu adil, eşitlikçi, sevgiye önem veren, insan önem veren yasaları içermez!

Evlilikleri uzun yıllar sağlıklı yürüten şey karşılıklı hoşgörü, sevgi, mizah, kabul, aşk ve tutku ve daha pek çok iyi ve kötü deneyim.

Evlilikleri kısa sürede boşanmaya götüren ise yukarıda yazdığım “evlenince ben onu….”ile başlayan pek çok gerçek dışı beklenti!

Külkedileri ve P’ler, aslında hepimiz mutlu olmak istiyoruz, hepimiz huzur, neşe, keyif istiyoruz.

O zaman gelin birlikte sevgimizi özgürce, saygıyla yaşayabileceğimiz, birbirimize ‘kendimiz’ olabilme alanlarını açtığımız, çıplak ayakla yürümenin rahatlığını yaşadığımız evlilikler yaratalım! ‘Biz’i bir de böyle deneyimleyelim…

Şimdi okullu olduk!

Şimdi okullu olduk! 150 150 dolunay

Eğitim sistemindeki değişiklik kapsamında 60-66 aylarını doldurmuş çocukların 72 aylıklarla beraber ilkokula başlamaları pek çok veliyi haklı olarak tedirgin etti. 66 aya kadar olan çocukların okula başlama kararlarını velilerine bırakan Milli Eğitim Bakanlığı, 66 ayı ve sonrasını zorunlu kıldı. Velilerin bir kısmı çocuklarına rapor almaya çalışırken böyle bir şansı ya da düşüncesi olmayanlar kaderlerine razı geldiler. 66 ayla 72 ay arasında sadece bir kaç ay var diyen Milli Eğitim Bakanlığı söz konusu yaş grubunda bir ayın bile çok önemli olduğunun tam farkında değil anladığım kadarıyla!

Uzmanların görüşlerinin hiçe sayılarak başlanan yeni uygulamanın sonuçlarını hep beraber yaşayıp göreceğiz ve ne yazık ki erken yaşta eğitim sistemine dahil olmanın sonuçlarında ortaya çıkabilecek travmaları da yine hep beraber deneyimleyeceğiz.

Hep beraber diyorum çünkü konu o kadar çok kesimi ilgilendiriyor ki;

– Çocuğunun zarar görmesinden endişelenen velileri, akrabaları,

– 60-66-72 aylık tüm çocukları,

– Bu grupdan sorumlu olacak tüm öğretmenleri,

– Okul yöneticilerini,

– Okul servilerini,

– Sağlık sisiteminde çalışanları özellikle bugünlerde ‘çocuklar zihinsel olarak okula hazır değildir ‘ raporu vermekten başka iş yapamayan çocuk psikiyatırlarını,

– Bu çocukların yaşayacakları travmaları tedavi etmeye çalışacak uzmanları,

– MEDYA mensuplarını,

– Bu konuyu merakla ve kaygıyla izleyen seyircileri…..

– ….

Hımmm bakalım neler göreceğiz!…

60-66 ay arası çocuklar yani beş – beş buçuk yaş arası çocukların zihinsel, fiziksel, psiko-sosyal gelişimleri okul eğitimine katılmaya ve belirli bir disipline ve kurallara uymaya uygun değildir.

5 yaşındaki çocuklarda el-göz koordinasyonu, motor becerileri, soyutu-somutu ayırt edebilme, neden sonuç ilişkisi kurabilme tam gelişmemiştir, gelişmeye devam etmektedir. Ayrıca uzun süre dikkatlerini toplamakta zorlanırlar. Çabuk sıkılabilirler. Dikkatin, ilginin hep kendilerinde olmasını isteyebilirler. Çoğunlukla hareketli ve sabırsızdırlar.

Dürtü kontrolleri tam gelişmediğinden, sınıf kurallarına uyum sağlamakta, dersi takip etmekte, ders boyunca oturmakta, tepkilerini ayarlamakta ve hatta bazen idrar refleksini kontrol etmekte zorlanabilirler.

Okula yeni başlayan tüm çocuklarda olduğu gibi “ayrılık, terkedilmişlik” duygusu bu yaş grubunda daha çok olacaktır. Okula uyumda sorun yaşayabilecekleri gibi okuldan çok çabuk sıkılabilir, derslerden soğuyabilirler.

5 yaş ile 6 yaşın aynı sınıflarda eğitime alınacağı düşünüldüğünde iki yaş birbirine çok yakın gibi görünse de, zihinsel gelişim evreleri düşünüldüğünde arada çok fark vardır. Yaş grupları arasında öğrenmede, algılamada, duyumsamada ve hissetmede ciddi farklılıklar olacaktır.

Öğretmenler 5 yaş çocukların zihinsel, fiziksel, psiko-sosyal gelişim evreleriyle ilgili bilgi ve beceride yetersiz olabileceklerinden, normal gelişim aşamalarındaki çocuklarda bile “öğrenme güçlüğü”, “dikkat eksikliği”, “davranış bozukluğu” gibi yanlış tanımlamalara neden olabilirler bu da çocuklarda ve velilerde strese ve bazen de travmalara neden olabilir. “Benim çocuğum neden hala okuma-yazmayı sökmedi?” sorusu bu yılın en çok sorulacak sorusu olacak diye tahmin ediyorum. Cevabı şimdiden verelim: “Birazcık erken başladı okula ama üzülmeyin bir kaç ay erkenden bir şey olmaz, birazcık kendine güveninde sorun olabilir kendini başarısız hissedebilir ama geçer üzülmeyin!!!!’

Erken yaşta yaşananan başarısızlıkla ilgili olumsuz kayıtların, bireyin öz güvenini olumsuz yönde etkilediği tartışılamaz bir gerçektir. Bu durum çocuklarda tamiri zor hasarlar bırakabilir. Yani geçmesi biraz zaman alır. Amacım hiçbir veliyi korkutmak ve tedirgin etmek değil, lütfen yanlış anlaşılmasın, bunca yıldır bireylerle çalışan bir psikolojik danışman olarak başarısızlık kayıtlarının altından sıklıkla ilkokul anıları çıkar da ondan… Zamanında okula giden çocukların anıları bile olumsuzken, daha küçüklerin bilinçaltı kayıtlarını ise nedense hiç merak etmiyorum!

Tüm bunlara ek olarak çoğu okulun fiziksel koşulları (sınıf kapasiteleri, lavabo-tuvalet ,kantin…) bu yaş grubuna uygun olmayabilir. Çünkü uygulama kararı çok yeni, okulların ne fiziksel koşulları ne de eğitimci kadroları bu yeni sisteme pek uygun görünmüyor. Ne yazık ki ülkemizde alt yapı sorunu her konuda kendini gösteriyor … En acısı eğitimdeki alt yapı eksikliğin sonuçları olsa gerek! Duruma burdan bakıldığında velilerin tedirgin olması için tonlarca neden var. Okul yönetimini, öğretmeni, öğrenciyi, velileri, zorlu bir dönem bekliyor diye düşünüyorum. Hayırlısı diyelim artık!

Peki bu durumu kolaylaştırmak için neler yapılabilir? Biraz da olumlu ve yapıcı konuşalım değil mi?

Öncelikle; eğer çocuğunuzu 72 aydan önce okula gönderdiyseniz daha dikkatli ve özenli veliler olmanızı tavsiye ederim.

– Çocuğununuz okul süreciyle ilgili A’dan Z’ye her konuyla ilgilenin.

– Çocuğunuza okul servisinde uyulacak kuralları anlatın.

– Kendisini büyük çocuklara karşı nasıl koruyacağını korkutmadan anlatın.

– Hoşuna gitmeyen davranışlara (şiddet, taciz, ..gibi ) ‘Hayır’ demeyi öğretin!

– Kendi kendine giyinebilme, kendi başına yemek yiyebilme becerisini kazandığından emin olun.

– Tuvalette uyulacak hijyen kurallarını onun anlayacağı dille anlatın.

– Paraları tanıtın, yeteri kadar harçlık verin, kantin ihtiyaçlarını birlikte ve gerçekçi saptayın,.

– Çantasına yedek çamaşır koyun.

-Bir sorun yaşadığında öğretmeniyle paylaşması gerektiğini anlatın.

– Okul dönüşlerinde çocuğunuzu rahat rahat dinleyecek kadar zaman ayırın.

– Şikayetlerini, memnuniyetlerini gerçekçi ve ciddi bir kulakla dinleyin.

– Öğretmeniyle iletişim halinde olun. Evde ders çalıştırmanız gerebilir, nasıl çalıştıracağınızı öğretmeninden ve eğitimcilerden öğrenebilirsiniz.

– Okula gitmek istemezse, adaptasyon sorunu ya da daha farklı sorunlar yaşarsa bir kaç hafta içinde uyumlanmasını bekleyin. Süre uzarsa mutlaka bir uzmana başvurun.

Yeni eğitim dönemi herkese hayırlı olsun diyorum da … Umarım olur diyorum ne yalan söyleyeyim!

 

Deniz bilgesi

Deniz bilgesi 150 150 dolunay

Tatil için yeni yerlere gittiğinizde yeni yerlerle birlikte yeni insanlar tanıma şansınız oluyor. Bugün dünya tatlısı kendisi “koca bir dünya” olan bir insanla tanıştım, İzmir Karaburun’da… Erol Serçe, Serçe Erol, benim için Erol amca… 76 yaşında, balıkçı ama lafta değil özde balıkçı, has balıkçı, hayatı denizlerde geçmiş, ülkenin tüm denizlerini, balıklarını bilen, dünyada balıkçılık nasıl yapılıyor, bizim ülkemizde nasıl yapılıyor, sorgulayan, çözüm önerilerini her an üretebilen, Türkiye’de “Denizcilik Bakanlığı” şart diyen, doğaya, insana aşık, sevgi dolu, neşeli, mütevazi, alçakgönüllü, gönlü bol, gözü tok mu tok, hani parayla satın alınamayacak insanlar vardır ya onlardan, deneyimlerini paylaşmayı seven bir insan Erol amca.

O konuşuyor biz dinliyoruz daha çok anlatsın istiyoruz hayatını, deneyimlerini, hayata dair farkettiklerini… Erol amca gibi Ulu Çınarlar çok kolay karşınıza çıkmıyor. Çünkü o kadar sıradan o kadar kendilerini silip yaşıyorlar ki “ben burdayım” demiyorlar. Şanslıysanız bir gün gittiğiniz bir otelde, lokantada karşınıza çıkıyorlar, hayatınıza derinden dokunup, İnsan’a dair umudunuzu besliyorlar. Biliyorum ki ülkemde çokkkk Erol amca var! Ve bu ülke onlara çok şey borçlu! Ve bu ülke bu insan gibi İnsan’lar sayesinde ayakta kalıyor…

Zor bir hayatı olmuş Erol amcanın, 1936 doğumlu, Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşamış ve hemen hemen her yeri gezmiş özellikle denizle bağlantılı heryeri… Gençlik yıllarının bir kısmı İstanbul’da geçmiş, şimdiki İstanbul’u hiç ama hiç beğenmiyor… “Kabadayılık, delikanlılıktı eski İstanbul’da, şimdi öyle değil artık bozuldu” diyor. Tüm ailesini kaybetmiş, mal varlıkları yerindeyken sıfırı tüketmiş ailesi, Erol amcaya bir şey kalmamış ve hiç evlenmemiş… Yaşadığı olaylar çoğu insanın başından geçen olaylara çok benziyor, mal-mülk kavgaları, akraba sorunları, kuyu kazmalar ve entrikalar… Çok tanıdık ama onu farklı yapan yaşadığı olaylarla ilgili olaylara bakış açısı!

İşte burada Erol amcanın farkı ortaya çıkıyor ve ardı ardına bilgece sözlerini dökmeye başlıyor:

“Acılarımı yanımda taşımam ben diyor, benim yaşadıklarımı başka biri yaşasaydı dayanamazdı herhalde…” O konuştukça içimden diyorum ki, karşımda bir bilge var, yaşamış ve öğrenmiş şimdide paylaşıyor ve öğretiyor…

Tüm denizleri gezmiş, balıklarla ilgili bilgiler veriyor, hangi balık nerede olur, yumurta bırakmaya nereye hangi mevsimde gider, hangi balık ne zaman tutulur… bilmediğim pek çok balık ismi geçiyor, O konuştukça bir kez daha farkediyoruz ki; balık bilgimiz de, üç tarafı denizlerle çevrili bu ülkede denize dair bilgimiz de yetersiz.

O konuşurken aklımdan o an farkettiğim şeyler geçiyor; Bir konudan bahsederken “derya deniz” deriz ya… Yani ucu bucağı yok, sonsuz…

”Deniz” böyle bir konu aslında… Ucu bucağı olmayan , kenarında yaşayan insanları bile korkutmuş ürkütmüş, sonsuzluk hissi uyandırmış! Ancak denize aşık insanlar onu tanımaya, onda maceralar yaşamaya denizde ömürlerini geçirmeye cesaret etmişler… Ona aşık ona sevdalı insanlar…

Erol amca gibiler… Eski denizciler, denize saygılı, denize sevdalı ve deniz bilgesi insanlar…

Erol amca anlatıyor biz huşu içinde dinliyoruz onu; “45’lerde İzmir’e geldim, 85 yılında Karaburun’a, balıkçılık yaptım,… 96’da Ata’yı buldum, kaldım burada. Ata’yı anlatıyor uzun uzun…(Ata’nın Yeri: Karaburun’da bir pansiyon ve Ata da işletmecisi. Ata’ya ve ailesine olan sevgisi gözlerinden belli ve çok kıymetli onun için) Ata’lar benim ailem oldu. Benim kimsem yok ama sizler varsınız, çok geniş bir ailem var.”

Kışın okullarda öğrencilere gönüllü olarak balıkçılık eğitimleri veriyormuş. Olta nasıl tutulur, balıkçılıkta nelere dikkat etmek gerekir…Yeni nesile bilgisini aktarmak istiyor bu Koca Çınar deniz bilgesi. Belinde disk kayması olmuş ve gözünde de görmeyle ilgili sorunu var ama çok az konuşuyor bu konudan… Şikayeti kendi bedeniyle ilgili değil Erol amcanın… Şikayeti, trol balıkçığı yapan denizin dibini kazan ve balıkların yaşama alanlarını bozan, denizden çok kendilerini düşünen balıkçılarla ilgili… Bunlar geldi buraya, balık neredeyse bitti burada…

Şikayet ediyor etmesine ama hemen çözümler üretiyor ülkenin denizcilik politikalarıyla ilgili, balık çiftlikleriyle ilgili, sorundan çok çözüme odaklı konuşuyor… Hayatın içinde öğrenmiş tüm bunları, çözüme odaklılık/kişisel gelişim/takım olma… gibi eğitimleri almamış yani… yaşamın içinde öğrenmiş O!

“Ben 1 TL’yle de günümü geçirebilirim 1 triyonla da, ikisini de yapmayı bilirim, ikisiyle de mutlu olmayı da… Stresi, nefreti, kini aklıma getirecek olsam yaşayamam, beynimle gönlüm arasında değerlendiririm ve içime almam” diyor ve bilgece bir söz ediveriyor bu bilge çınar;

“ Zenginlik dediğin gönül zenginliğindir,
en büyük zenginlik ise erdemi taksim etmesini bilmektir,
yarin yanağından gayrisi de ortağımdır.” diyor.

Sevgili Erol amca seni tanımak ne büyük bir zenginlik benim için sözle anlatamam ve senin gibi Bilgeler ne büyük zenginlik ülkem için… Umarım ki trollerle ilgili, denizden çok kendilerini düşünen balıkçılıkla ilgili yani 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde denizcilikle ilgili dilediğin çalışmalar yapılır. Denizin kıymetini bilen, yaşadığı, ekmek yediği ve koşulsuzca veren bu denizi seven ve koruyan denizciler, balıkçılar yetişir.

Dilerim ki; bu deniz daha çok Erol amcalar yetiştirir… Erol amcayla ilgili anlatacak ne çok şey var daha, o anlatıyor devam ediyor ve her bir cümlesi ayrı bir değer. Onunla sohbet etmek isteyenlere gönül kapısı hep açık… ve onun dediği gibi “yine gelin gönlümün üstünde yeriniz var”…

Belki sizin de karşınıza çıkar bir gün Erol amca’lardan biri, belki bir tarlada, belki bir köy kahvesinde, belki bir otobüste yan koltukta… Kim bilir?