çocuk

Benimle oynasana!

Benimle oynasana! 150 150 dolunay

Bir pazar günü kahve içmek için girdiğim kafede dışarda bir masaya yerleşip kahvemi spariş ettiğimde içerideki masada bir adamla 3-4 yaşlarında bir erkek çocuk dikkatimi çekiyor. Adam elindeki cep telefonuna gömülmüş, çocuğun önünde masada tablet bilgisayar. İçeriye lavaboya giderken gözlerim yeniden takılıyor masaya… Sahne hala aynı ve kısa süre de olsa çocukla göz göze geliyorum, garip ama sanki düşünce ve duygusunu alıyorum. ‘Yalnızım benimle ilgilensene, oyun oynayalım mı?’

Ve yine garip ama yanlarından geçip giderken kalbimde derin bir acı hissediyorum. Zihnim senaryoyu yazıyor: ‘Masada yan yana oturuyorlar, 3. kişi yok ve adam çocukla hiç ilgilenmiyor, boşanmış bir ailede babanın çocuğunu aldığı bir hafta sonu…’Kanıtım var mı yok! Sadece senaryo ve sadece varsayım!

Kendi zihnime ‘kendine gel’ diyorum, varsayalım boşanmış değiller yine de bu sahne hiç hoş değil diyorum kendi kendime. Görmeye artık çok alıştığımız, herkesin elinde telefonla yürüdüğü, yemek masalarında bile aile üyelerinden bile daha öncelikli hale gelen ve bizi robotlaştıran mobiller, tabletler…

Birbirimizle gerçekten ilgileneceğimiz zamanlar acaba gerçekten ilgileniyor muyuz yoksa hipnotik bir şekilde mobil dünyalarda mı yaşıyoruz? Sanal hayatın bizleri ele geçiriyor olması sadece beni mi düşündürüyor merak ediyorum! Ve özellikle çocuklarımızla oyun oynamayı, sohbeti, sadece senin için burdayım demeyi ne kadar sıklıkla yapıyoruz?

Pek çok anne-babayı dinliyorum ve neredeyse hepsinin dileği, isteği aynı… “Çocuğumun iyi insan olması, düzgün davranışları olmasını, başarılı, kibar ve saygılı olmasını vb istiyorum.”

Ben de onlara soruyorum. “Bunun için sizler davranışlarınızla model olmak için farkındalıkla neler yapıyorsunuz? Örneğin; evde cep telefonlarınızı vb. araçları nerelerde ve ne kadar sıklıkla kullanırsınız? Cep telefonu kullanımı ya da internette zaman geçirmeyle ilgili aile prensipleriniz var mı?”

Aldığım cevaplar çoğunlukla pek de iç açıcı değil. Evebeylerin yapamadıkları şeyleri çocuklarına kural olarak koyup yaptırmaya çalışmaları kadar gerçek dışı bir beklenti yok kanımca!

Cep telefonlarının aynı zamanda sosyalleşme araçları olduğunun ve yeni neslin farklı olduğunun ve tabii ki hepimizin yeni döneme ayak uydurmamız gerektiğinin farkındayım. Ancak burada dengeler bozulduğunda İNSAN da bozuluyor! İletişim kopuyor, birbirimizden uzaklaşıyoruz, özellikle çocukluk döneminde çocuğu olan evebeyler için çocuklarının çocukluk döneminde hem onlarla yaşayacakları anlar ve hem de öğretmeleri gereken değerler, davranışlar, tutumlar için başka şansları yok. Yani bazı anların ikinci tekrar yok!

Diyeceğin şu ki; ellerinizdeki telefonları evinize girince girişe bırakın ve sevdiklerinizle, sadece onlarla vakit geçirin derim. Vakit geçiyor hem de su gibi!

Ve çocuklarınızın sizlere sizlerin onlara nasıl da iyi gelebileceğinizi farkedin… HADİ !

İçimdeki çocuk

İçimdeki çocuk 150 150 dolunay

Bir çocuğun gözünden baktın mı hiç dünyaya? Onun bedeninde olduğunu, onun gözlerinden cisimleri incelediğini, onun yaşına inip o yaşın algılarına sahip olduğunda neleri farklı ve nasıl görürdün, düşündün mü?

Çocukların dünyasından çevreme baktığımda sadece oyun ve merak görüyorum. Saatlerce aynı oyunu, aynı oyuncağı oynayabilen; çevreden gelen bir sese, uyarana gözlerini sanki ilk kez duyuyor-görüyormuşcasına dikkat kesilebilen, heyecanlanan bir çocuk!

Bir çocuk başka çocuğu gördüğünde ya da bir oyuncağı, yargı yok, yorum yok sadece oyun ve oyun arkadaşı var. Sadece paylaşılan an ve oyuncaklar var.

Yaşımız kaç olursa olsun hepimizin içinde bir çocuk olduğuna inanırız. Çılgınlıklar yaptığımızda, merakımızın peşinden gittiğimizde, keşif ve yaratıcılık peşinde olduğumuz anlarda, canımız dondurma çektiğinde ve yerken kendimizden geçtiğimiz anlarda, dikkatimizi bir nesneye odakladığımız, onunla o olduğumuz anlarda çocuğumuzu deneyimlediğimiz anlardır bence.

İçindeki çocuğu en son ne zaman yokladın, diye sorsam?

Nasıl, bir ihtiyacı var mı? Yanına oturup gözlerine baktın mı, gülümsedin mi yoksa en ufacık hatada kızdın mı, azarladın mı ve küstün mü ona?

Ruhumuzun bir köşesinde oturan çocuğumuz, bedenimiz kaç yaşına gelirse gelsin farkedilmek, sevilmek, ilgilenilmek ister. İçimizdeki çocuğu unuttukça yetişkin halimiz gerginlik, memnuniyetsizlik, bol şikayet ve bol stres ile konuşur da konuşur. Hele ona küstüysek veya o bize ya da “aaaa bu yaşta ne çocuğu ne saçma” diyorsak vay halimize! Kaşlarımızın arasındaki çizgilerin derinleşmesine bayağı emek vermişiz demektir.

O çocuğun gözünden baktığında ve deneyimlediğinde hayatı, sadece AN ve AN da ne yapıyorsan O var! Yemek yiyorsan sadece yediğin yemeğin tadı, yemek yapıyorsan dokunduğun ve doğradığın sebzeler, kokuları, hisleri, kitap okuyorsan sadece satırlar, yüzüyorsan sadece attığın kulaçlar ve deniz, işteysen sadece yaptığın iş ve ona ait detaylar, dikkat ve konsantrasyon.

Çocuğun gözlerinden bakmayı unuttuğun anlarda, zihninin hapishesindesinden düşündüğünde ve davrandığında ise yemek yerken aklın dünde ya da yıllar öncede olan bitende ya da telefonda, yemek yapıyorsan bıçağın acısı parmağında, kitap okuyorsan, geçmişin ya da geleceğe ait kaygılar seni tırmalarken bulursun kendini! Tabi fark edersen!

Kendime ve size önerim şudur ki; bol bol dondurma yiyin. Kendinizden geçercesine ve o an en önemli iş oymuşcasına, bol bol kahkaha atın ortalığı inletircesine, bol bol dikkat kesilin çevrenize ve doğaya karşı hep nazik ve meraklı olun, benden de selam söyleyin içinizdeki çocuğa.

Sana güveniyorum

Sana güveniyorum 150 150 dolunay

Ergenliğe giren, yavaş yavaş serpilmeye başlayan hemen hemen her genç kızın anne babasından, sıklıkla da annesinden duyduğu bir ifadedir: Sana güveniyorum!

Sana güveniyorumun anlamı çoğunlukla;

“Sen ne yaparsan yap elinden gelenin en iyisini yaparsın,

Hangi bölümü okumak istediğinle ilgili en iyi kararı sen verirsin,

Hangi müzik aletini çalmak istediğine tabii ki sen karar vereceksin,

Hangi spor dalında kendini iyi hissedersen onu yap,

Kararlarını alırken sana yardım edebiliriz, deneyimlerimizi paylaşabilir, yol gösterebiliriz ama son söz sana aittir,

Sen kendin için en iyiyi seçersin,

Sen nerede, ne giyeceğini ve nasıl davranacağını bilirsin” değildir.

‘‘Sana güveniyorum’’ un gizli ve hipnotik anlamı;

“Ama topluma güvenmiyorum,

Erkek arkadaşlarınla yaşayacağın ilişkilerde kendini koru, sakın ileri gitme,

Cinsel ilişkiye sakın girme,

Erkeklere güvenme,

Arkadaşlarına pek güvenme, sırlarını verme kimseye,

Namusun bizim için çok önemli,

Namusuna leke sürdürme…

Tanıdık gelmeyen var mı? Bu ülkede büyümüş yaşı 20’nin üstü kime sorduysam bu cümleyi ailesinde duymuş ne anlamda söylediğini biliyor.

Tek bir cümleyle cinsel eğitim verebilen tek ülkeyiz bence! Uzun yıllar cinsel eğitim, hayır deme eğitimleri, güvenli cinsellik eğitimleri vb. vermeye gerek yok yeni nesillere, tek komutla koruyabiliriz gençlerimizi… Pardon kızlarımızı!

Ülkemizde neden cinsel sorunlar üst düzeyde yaşanıyor, vajinismus, ağrılı cinsel ilişki, orgazm sorunları neden bu kadar çok? Ya da ergen gebelikleri, kürtaj, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar neden hızla artıyor, gencecik çocuklar neden birbirine tecavüz ediyor? Soruların cevabını arayarak zorlanan varsa, cevaplardan biri ‘sana güveniyorum’ da gizli!

Çocuklarımıza kız ya da erkek farketmeden ‘… güvenmemeyi’ değil ‘Güven’ değerini öğretmek gerek! Güvenli davranışlarla güvenli olmayan davranışları, insanların, erkeklerin hepsini kötülemeden, genellemeden anlatmak gerek.

Kendine güvenmek, güvenli dokunuş, güvenli olmayan dokunuş, güvenli davranış, riskli davranışlar, hayır demek ve arkasında durabilmek, istediğini ve istemediğini açıkça ve samimi şekilde söyleyebilmek, bedenini sevmek ve barışık olmak, korkutarak değil, sevgiyle bedeni korumak… Çocuklarımıza verilmesi gereken asıl konular bunlar bence.

Bunları anlatmak, öğretmek çok mu zor anne babalar? İnternet çağında kafanızı kuma gömmek ve ‘sana güveniyorum topluma güvenmiyorum, kendini koru’ demek daha mı kolay geliyor sizlere!

İnternet çağındayız, çocuklar 5 yaşının altında internetle tanışıp, 10 yaşının altında tüm sosyal ağlarda yer alıp her türlü işlemi yapabilir olup, tüm risklerle karşı karşıya gelme riskleriyle, ergenliğe girmeden cinsel bilgileri daha doğrusu abartılı bilimsel ve yaşlarına uygun olmayan tüm bilgilere erişebilir oluyorlar.

Cinsel uyaranların ve risklerin bu kadar arttığı ve cinsel eğitimin olmadığı bir ülkede, tehlikenin farkında olmadan, görmezliğe gelerek ya da tehlikeyi görerek ve ‘sana güveniyorum’ diyerek daha ne kadar kafanız kumda kalacaksınız merak ediyorum.

Sizlerin kafası kumdayken bile internet çekmeye, cinsel istekler yaşanmaya devam ediyor!

Size güveniyorum!

Ebeveynler ve cinsel eğitim

Ebeveynler ve cinsel eğitim 150 150 dolunay

Uzun yıllardır okullarda cinsellikle ilgili bilgilendirme çalışmaları yaparım. Bu çalışmalar çoğunlukla öğrencilere, dönem dönem de velilere yöneliktir. Bir kaç hafta önce özel bir okulda velilerle bir araya gelme ve çocuklarıyla cinsel konuları nasıl konuşacaklarına dair paylaşımda bulunma fırsatım oldu. İşte o paylaşımdan bende kalanlar:

– Anne babalar çocukların cinsel eğitim sürecinden birinci derecede sorumludurlar.

– Cinsellikle ilgili konuşmak anne babalar için zordur, çocuklar için değil!

– Cinsel eğitim, çocuk cinsellikle ilgili ilk soruyu sorduğu zaman başlar. Çocuklar bu soruyu anne ya da babalarına sorar ve bu sorular genellikle “Ben nasıl doğdum, karnına nasıl girdim, (cinsel organını gösterek) bu ne?” gibi sorulardır.

– Cinsellikle ilgili ilk soruya doğal ve onun anlayacağı şekilde cevap vermişseniz çocuğunuz diğer sorularını da peş peşe sorabilir. İlk soruda sizin tepkinizden çekindiyse ‘Merak ettiklerini sorabilirsin merak etmen çok doğal, bedenimize ait her detayı öğrenmeliyiz. Lütfen sor.’ diyebilirsiniz. Cesaretlendirmek çocuklar için çok önemlidir. Çocuğunuzu geçiştirmeden sorusuna sadece sorduğu kadarına cevap vermek ve eğer sormaya devam ederse yeniden ve yeniden cevap vermek cinsel gelişimin sağlıklı olmasına katkı sağlayacaktır.

– Çocuklara sordukları sorular karşısında ayıp, günah, yasak vb cevaplar vermek, terslemek çocuğun cinselliğin normal olmadığı algısı yaratır ve bu da çocuğun cinselliği daha çok merak etmesine ya da kendini bu konuya tamamen kapatmasına neden olur.

– Cinselliğin ailede konuşulması cinsel etkinliği arttırmaz, doğru ve zamanında konuşulması tam tersine çocukların kendilerini korumalarına ve ilk cinsel ilişkilerini ertelemelerini destekler.

– Çocuklara mutlaka ve mutlaka anne ve babaları tarafından HAYIR deme davranışı öğretilmelidir. Bunun ilk yolu çocukların hayırlarına saygı duymakla başlar. Onların istemedikleri dokunuş ve öpmelere hayır demelerine saygı duyun, ‘dayına-amcana-dedene- kendini niye öptürmüyorsun, uslu kız ol gibi tepkilerden ve zorlamalardan kaçının.

– Çocuklarınızı cinsel istismardan, tacizden korumanın en etkin yolu bedeninin ona özel olduğu ve istemediği tüm dokunuşlara hayır diyebileceği ve iç çamaşırı bölgelerine sadece ve sadece anne ve babanın (eğer bakıcı giydiriyorsa onun) haricinde hiç kimsenin dokunma izni olmadığını anlatmaktır. Eğer böyle bir şey olursa HAYIR diye bağırması, kaçması ve bunu anne babaya anlatması öğretilmelidir.

Ebeveylerle yaptığım eğitimden çıkan en önemli sonuç şuydu:

–  Eğitime katılan tüm anne babalar, çocuklarının cinsel eğitimi hem ailede hem de okulda almasının öneminin farkındaydılar.
–  Evde çocukları cinsellikle ilgili sorular sorduğunda cevap vermek istiyorlardı bununla birlikte bir kaç ebeveyn haricinde hiçbiri bunu nasıl yapacağını tam olarak bilmiyordu. Cinsel eğitimi çocuklarına nasıl aktaracaklarına ilişkin bilgilenmeye ihtiyaçları vardı.

Umarım ki ülkemizdeki tüm anne babalar çocuklarının cinsellikle ilgili eğitimlerindeki rollerini fark ederler.

Adolesanlar ve madde bağımlılığı

Adolesanlar ve madde bağımlılığı 150 150 dolunay

Adolesanlarda yani ergenlerde madde bağımlılığın görülme sıklığı ülkemizde giderek artmaktadır ve ilk kullanım 9 yaşa kadar inmiş ve ne yazık ki madde kullanımın en ağır sonucu olan uyuşturucu ve hapların kullanımı da ülkemizde çok küçük yaşlara düşmüştür.

Adolesan dönemi yani ergenlik döneminde, risklerin çok rahat alındığı, farklı şeylerin deneyimlenmek istendiği bir dönemdir. Ayrıca bu dönemde bir an önce büyümek ve büyüdüğünü kanıtlamak çok önemlidir. Alkol ve sigara kullanımını arkadaşlarıyla birlikte deneyimlemek işte tam da bu noktaya denk düşer. Bunlara ek olarak da merak, stresi azaltmak ve bir grubun üyesi olduğunu kanıtlamak gibi niyetlerle de madde kullanımı denenir.

‘Denesene’ diye uzatılan bir sigara ya da alkolü reddetmek için bu konuda çok farkındalıklı ve çok kararlı olmak gerekir. Çünkü sigarayı ya da alkolü reddeden ergen, alay konusu olmayı göze alıyor demektir.

Madde kullanımı bazı adolesanlar için geçicidir, sadece denerler. Bir kısmı sadece grupla kullanırlar ve bırakırlar, büyük bir çoğunluğunda ise bağımlılık gelişir.

Alkol ve sigaraya erken yaşta başlayan çocukların ilerleyen yaşlarında diğer maddeleri kullanma riskleri vardır.

Kimlerin sadece deneyici, kimlerin bağımlı, kimilerinse uyuşturucuya başlayacağını önceden bilmek zordur. Bununla birlikte risk altında olan ergenlerin risk faktörleri kısaca şöyledir:

  • Evebeyleriyle mesafeli ve iletişim sorunu yaşayanlar
  • Ailede alkol, sigara ve psikiyatrik ilaç kullanımın olması
  • Ailede alkolizm öyküsü
  • Ailede çocuk istismarının olması
  • Erken yaşta yaşanan cinsel deneyimler
  • Adolesanın içine kapanık, sosyal fobik olması
  • Kendine güvenmemek
  • Okulun ilgisizliği ya da okula ilgisizlik
  • Yakın akranlarının madde kullanıyor olması

Adolesanların maddeye yönelimini engellemede ilk sorumluluk tabii ki anne babalarındır. Aileler bu risk faktörlerini azaltarak ergenlerin maddeye başlamasını önleyebilirler. Anne babalar, çocukluk döneminden başlayarak adolesanlarla yakından ilgilenerek ve sevgilerini belli ederek, iletişimi, sohbeti hep koruyarak ve ergendeki farklılıkların ergenlikten mi yoksa maddeye bağlı mı olabileceğini ayırt edebilecek farkındalıkta olarak, öğüt veren değil model olan ebeveyler olarak çocuklarını madde kullanımından koruyabilirler.

Ergen ve akranları

Ergen ve akranları 150 150 dolunay

Çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olarak adlandırdığımız ergenlik dönemi insanın büyüme süreçlerinde en zor ve karmaşık olanıdır.

İnişli çıkışlı duygular, depresif ruh hali ya da duygusallık yaşayan ergenin ailesini, ergenin ailesinin de ergeni anlaması zorlaşır. Çocukken rahat iletişim kurabildikleri, sözlerini dinletebildikleri evlatlarına ulaşmakta zorlanan aileler de kendilerini çaresiz hissederler.

Ergen, çoğunlukla kendisini hiç kimsenin anlamadığı hissini yaşar ve kendisini kendi yaş gruplarının yani akranlarının yanında en iyi ve rahat hisseder. Ailesiyle konuşamadığı her şeyi yaşıtlarıyla paylaşır ve bir dönem yaşıtları ailesinin önüne geçer.

Ergenlerin kendilerine has öncelikleri, fikirleri ve duyguları vardır. ‘BEN’ algısı yükselir ve herkesin ona baktığı ve beğendiğini ya da beğenmediğini düşünür. Aile, ondan bir yetişkin gibi davranmasını bekledikçe asileşir, karşı çıkış ve reddedişler başlar. Bu sağlıklıdır. İleride yetişkin olacak olan ergen sorgulamayı, kendini tanımayı ve isteklerini farketmeyi öğrenmektedir. Ergenlikteki duygu iniş ve çıkışlarını bastırmamak gerekir.

Ergen farklıdır; akranlarla telefonda geçirilen uzun saatler, hayran olunan TV starları, abartılı giyimler, fanatikçe tutulan takımlar, gruplar, hayran olunan starlar… Hepsi bu dönemin normal parçalarıdır. Ergenin ailesiyle sorunları arttıkça ve aile onu anlamamakta, kabul etmemekte ısrarlıysa ve hep eleştirip değiştirmeye çalışıyorsa o da farklılığının, asiliğin dozunu artırır ya da tamamen içine kapanır.

Ergenlik hayatın zor kısmıyla, istediklerimizin her zaman istediğimiz gibi olamayacağıyla daha net ve sert bir şekilde tanışılan zamanlardır. Bu nedenle de ergenlerin sırdaşları, dertleştikleri çoğunlukla akranları olur. İnsan kendiyle aynı dili konuşan aynı frekansta olanlarla daha iyi anlaşır. Bu ergenlik döneminde belirgin olarak yaşanır olur.

Eğer ergenlik döneminde çocuğunuz varsa lütfen kendi ergenliğinizi hatırlayın, daha esnek ve anlayışlı olmayı deneyin. Çocuğunuzun arkadaşlarını tanıyın ve iletişimi koruyun.

 

 

 

Çocuk olsun sonra…

Çocuk olsun sonra… 150 150 dolunay

11 yılı aşkın süredir tüp bebek tedavisindeki çiftlere psikolojik destek veriyorum. Bize gelen çiftler 1-20 yıl arasında bebek sahibi olmaya çalışan bunun için maddi manevi emek veren çiftler.

Danışmanlık sürecinin ilk seansında onlardan tabii ki çoğunlukla kadınlardan duyduklarımdan ‘çocuk olsun sonra’ ile ilgili olanların bazılarını paylaşmak isterim:

  • Yıllardır tatile gitmiyoruz, çocuk olsun sonra gideriz önce bunu bir halledelim!
  • Çok kilo aldım, sporu da bıraktım, çocuk hele bi olsun hemen kilolarla ilgileneceğim!
  • Eşimle aramızda sorunlar var; iletişimimiz az, çok çalışıyoruz az paylaşıyoruz, tek konuştuğumuz konu tüp bebek denemeleri ve planları. Çocuğumuz olduktan sonra sorunlarımız bitecek ve aile olacağız.
  • Yıllardır kitap okumuyorum. Eskiden yeni şeyler öğrenmeyi severdim, pek çok şeyi merak ederdim, değişik kurslara giderdim. Mesela origami kursuna gitmiştim. Denemeler başladıktan sonra ertelemeye başladım, merak ettiğim ve internette araştırdığım tek konu tüp bebek tedavisi, gittiğim tek yer ise tüp bebek merkezleri oldu. Tek düşündüğüm şey neden çocuğum olmuyor, ne zaman olacak, neden tutmadı, olacak mı olmayacak mı…Çıldıracağım!
  • Kendimi eksik ve en önemlisi BAŞARISIZ hissediyorum. İnsanlar bana neden çocuğun yok dediğinde, okulda tahtaya kalkmış bir öğrenci gibi hissediyorum…Hani hocanın sorduğu sorunun cevabını bilen ama dili kitlenen cevap veremeyen bunun için başı önünde…Çocuğum olunca bunların hepsi bitecek biliyorum.

***

Yukarıdaki yapılanlar, yaşananlar ve düşünülenler stresi daha çok arttırır ve ne yazık ki olaya gereğinden fazla odaklanmaya neden olan davranış ve düşünce modelleridir. Aslında bu da tüp bebek denemelerinde uzak durulmasını istediğimiz şeylerdir.

Eşlerin aralarındaki iletişime ve ilişki bağlarına da zarar verme ihtimali var tabii ki…

Seanslarda çok detaylı olarak nasıl olacağını ve eylem adımlarını çalıştığımız davranış ve düşünce modellerinin bazıları kısaca şöyle:

  • Çocuk sahibi olmakta güçlük çektiğinizi kabul edin, Türkiye’de 100 çiftten 15-20’si sizinle aynı durumda ve bu yüksek bir yüzde. Yani pek de yalnız sayılmazsınız! Kabul etmek hafifletir, hafiflikse acıyı alır!
  • Hayatınızda keyif aldığınız şeyleri yapmaya devam edin, çocuk olduktan sonra yaparım dediğiniz pek çok şeyin aslında çocuk olduktan sonra yapma ihtimalinizin düşük olduğunu fark edin. Siz hayatınıza devam edin, çocuk gelmek istediği zaman gelir.
  • Gerçekçi olun, çocuk sahibi olmak size ekstra başarılı yapmaz! Bu konuyu başarı ya da başarısızlıkla ölçmeyin, stresinizi ve kaygınız daha çok artar.
  • Çocuğunuz dünyaya geldiğinde tüm sorunlarınız çözüleceğine inanmak vejeteryan birine boğanın saldırmayacağına inanmak gibidir yani gerçek dışıdır. Eşler arasındaki sorunların ya da kendinizle ilgili sorunların sadece bir kısmı çocuğunuz olmadığından kaynaklanır. Tüm sorunların kaynağını çocuksuzluğa yüklemeyin .
  • Spor , egzersiz, yoga, plates, tatil, diğer kurslar… Size neyin iyi geldiğini biliyorsanız lütfen devam edin . Tüm bunlar hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelir, bu da tüp bebekte şansınızı arttırır. Rahat bir bedenin şansı her zaman daha yüksektir.
  • Eşinizle çocuk konusu haricinde de konularda paylaşımlarda bulunun, çocuk konusunda yeterince konuştuysanız ve hep konuşuyorsanız bu konuda konuşmayı azaltın, hiç konuşmuyorsanız yani konuyu yok sayıp üstünü kapatıyorsanızda konuşmaya çalışınki duygularınız rahatlasın.
  • Güvendiğiniz ve işinde iyi olduğunu bildiğiniz bir doktorunuz olsun. Stresi azaltmak ve bu konudaki bakış açınızı rahatlatmak için psikolojk destek alabilirsiniz.

Birbirine destek olan eşler, insan odaklı uzmanlar ekibi (kadın doğum uzmanı-infertilite konusunda uzman-, embriyolog, androlog, anestezi uzmanı, psikolojk danışman,….), içinizdeki inanç ve kararlılık tüp bebek sürecinde olmazsa olmazlardır.

Bana bir masal anlat

Bana bir masal anlat 150 150 dolunay

Son yılların ‘çocuklarınıza masal okuyun, müzik dinletin’ modası henüz uğramadığı zamanlarda doğduğumdan olsa gerek masal anlatan pek olmadı bana ben küçükken… Okula gittikten sonra kendi masalımı kendime kendim okudum diyebilirim. Bu yüzden çocukken masal dinleyerek büyüyen çocuklara pek imrenirim hala…

Masal açığımı kapatmak için bu günlerde bol bol masal okuyorum ve hatta masal yazmayı deniyorum. Masallardan çok şey öğreniyorum, soru sormama, gülümsememe, düşünmeme, farklı bakış açılarından bakmama yardım ediyor masallar. Metoforik dilleri, kendilerine has mizah anlayışları ve ifadelerin içine yerleştirilmiş bilgelikleriyle masallar kaç yaşına gelirsem geleyim okumaya devam edeceğim eserler. Benden önce de vardılar benden sonra da varlıklarına devam edecekler.

Aşağıdaki masal ‘Masal Masal Matitas’ kitabından… Okuyun birlikte yorumlayalım.

“Zıssss zısss!

Anne sinek yavrularını eğitmek için ormanda gezintiye çıkarmış. Örümcek ağını görünce uyarmış yavrularını:

– İyi tanıyın bu amansız düşmanınızı. Eğer ağına yakalanırsanız, ne kadar çırpınırsanız boşuna, hatta ağa daha çok yapışırsınız. Gelir, önce sizi zehirler, sonra da yer.

Yavrular korkudan titreye titreye annelerinin peşinden uçmuşlar.

Zısss zısss sısss!

Oooov, aaaahhh!

Daha da korkunç bir canavar çıkmış karşılarına. Sinek yiyen bir kuş! Bizimkiler güç bela bir ağacın arkasına saklanıp paçayı sıyırmışlar.

Derken ormanın derinliklerinden yeri göğü sarsan bir kükreme ve ondan kaçan hayvanların çığlıkları gelmiş. Yavru sinekler onu da şu korkunç canavarlardan sanıp bir yaprağın altına saklanmış. Anne sinekse kahkahayı basmış:

Korkmayın yavrularım, o kükreyenin adı aslandır. Sesi ürkünçtür, kendisi de iricedir ama tümden zararsız bir hayvancağızdır.”

Farklı bakış açılarından bakmayı anlatan yukarıdaki masal; yaşadığımız olaylara, kendimizin ve birbirimizin sorunlarına, yaşadığı olaylara bakış açımıza gönderim yapar. Kimimize büyük gelen sorunlar kimimiz için çocuk oyuncağı gibi gelir. Kişinin kabı ne kadarsa o kadar anlar ya da yaşar. Bir karınca için bir simit ona simit fırını gibi gelirken, bir ineğin dişinin kovuğunu doldurmaz.

Karıncalar yuvalarına bir buğday tanesini taşırken ya da ekmek kırıntısını çekiştirirken kim bilir ne kadar yoruluyorlardır bununla birlikte yükleri taşımaya devam ediyorlardır. Bir kuş dalları tek tek taşıyarak yuvasının yaparken kim bilir ne kadar zaman geçiyordur.

‘Bırakacağım artık bu yuvayı yapmayı, bitmedi gitti’ demiyordur bana sorarsanız. Her varlık üzerine düşeni yapıyor.

İnsanlara baktığımızda da herkes farklı farklı deneyimler yaşıyor. Kiminin çocuğu olmuyor, yıllarca gebe kalmaya, kimi yıllarca aynı sınava girip terfi etmeye çalışıyor, kimi maddi sorunlarla boğuşuyor, kimi hapishaneden çıkacağı günü bekliyor, kimi sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, kimi de çocuğunun sorunlarıyla…

Bununla birlikte hayatın tadını ve keyfini de çıkaran insanlar var. Galiba önemli olan keyif için tüm sorunların bitmesini beklemeden, sorunların içinden geçerken de keyif almayı deneyimlemek.

İnsanların her biri küçük büyük farklı farklı sorunlarla büyümeyi, olgunlaşmayı deneyimliyor. Yaşadığınız sorun ne olursa olsun ona bakış açınız sorunu SORUN haline getirebildiği gibi farklı bakış açıları ÇÖZÜMÜ de gösterebiliyor. Her sorun kendi çözümünü içinde barındırır sözü buradan doğmuş olsa gerek. ‘Sorunlar oluştukları bakış açısıyla çözülemezler’. Galiba önemli olan şikayet etmek değil, yaşanılan durumu kabul edip çözüm noktasına odaklanmak ve keyfi ve neşeyi yanınızdan eksik etmemek.

Masallar masallar… Yaşamın her anı masallardan oluşuyor belki kim bilir?

Bildiğim bir şey varsa o da; masalların çocukların yaratıcılıklarının gelişmesinde, zihinsel ve bilişsel gelişimlerinde, empatiyi ve sağduyu öğrenmelerinde çok yardımcı olduğu! Ayrıca öğrenmenin ömür boyu olduğuna inanan biri olarak diyebilirim ki: yetişkinler için yazılan masallar da empati ve sağduyunun gelişmesi için çok ama çok önemli!

Haydi kendinize bir masal kitabı alın….

İyi tatiller

İyi tatiller 150 150 dolunay

Çocukluğumda okulların kapanmasının içimde yarattığı heyecanı her okullar kapanışında yeniden hatırlarım sanki… Saat çalmadan uyanmanın, yatakta keyif yapmanın, istediğim kıyafetleri giymenin, dilediğimde kitap okumanın ve akşam ezanına kadar dışarıda oynamanın keyfi bir başkaydı.

Zamane çocukları benden daha mı şanslı yoksa daha mı şanssız bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki benim çocukluğumun tatilleri pek güzel ve özgürdü! Galiba yaşadığımız ve içinden geçtiğimiz zaman/dönem bunu gerektiriyor ki evebeyler artık daha kontrolcü, kuralcı ve disiplinli. Aslına bakarsanız “zaman kötü” hikayesini çocukluğumundan ben de hatırlıyorum. Kirlenme ve kötüleşme hızını arttıran zaman mı yoksa insan mı yoksa zamane insanı mı?

“Eskiden” ya da ”bizim zamanımızda” ile başlayan cümleleri pek “tasvip etmemekle!” birlikte yine de bu kez kullanacağım; bizim zamanımızda karneye pek önem verilmezdi. Aileler çocuklarının sınıf içindeki başarısını, notlarını, sınıfta en çalışkan kim, kimin çocuğu kimin çocuğundan daha iyi notlar alıyor… gibi konuları bilmezlerdi bile…

Çocukların arasında kavga çıktığında “Çocuktur bu olur, çocuktur unuturlar”denirdi… Gerçektenden kavga bile etsek kısa süre sonra barışır hiçbir şey olmamış gibi devam ederdik. Ailelerimiz de bizim yüzümüzden küçüçük olaylardan dolayı birbirlerini kırmamış olurlardı…

Doğada, sokaklarda çok zaman geçirdiğimizden olsa gerek, dizlerimizdeki, kollarımızdaki yaralar hiç kapanmazdı yine de şikayet etmezdik. Oyuncaklarımızı doğadaki malzemelerden (çamur, ağaç, taşlar, bazen çöpler) yapardık. İşte bu yüzden annelerimizden çok azarlar, bağırmalar işitirdik. Yine de oynamaya devam ederdik geç saatlere kadar.

Ahhh o günler… diyelim ve bugünlere dönelim.

Okullar her haziran ayında olduğu gibi yine tatile girdi. Öğrencilerle birlikte velileri de karne heyecanı sardı. Karne notu yüksek olan öğrenciler ve velileri sevinirken düşük not alan öğrenciler buruk bir sevinçle tatile başlıyorlar. Düşük karne notu alan öğrencilerin velilerinin çocuklarına yaklaşımı onların derslerden tamamen soğumalarına bile neden olabilir. Aşağılayıcı tavır ve davranışlar, kızmak ya da hiç ilgilenmemek çocuk üzerinde olumsuz etkiye neden olur. Çocuğun öz değer algısı, başarıya verdiği anlam velilerin çocuklarına yaklaşım modeliyle şekillenir. Eğer çocuğunuzun karne notu düşükse bunda velilerin yıl içindeki davranışlarının da payı büyüktür. Çocuk eğitiminde çok söylenen şey “Ne ekerseniz onu biçersiniz!”dir. Yani çocuklarınıza davranışlarınızın ve yaklaşımlarınızın sonuçlarını çocuklarınızın üzerinde görürsünüz!

Çocuğunuzun karne notu düşükse bu sonuçdaki sorumluluğunuzu kabul edin ve çocuğunuzu koşulsuz sevdiğinizi hatırlayın. Onunla birlikte notlarını düzeltmek için neler yapabileceğinizi sakince konuşun. Eğer kendi hayatınızda da düşük notlar ya da karneler varsa kendinizden örnek verin ve nasıl düzelttiğinizi ya da düzeltemediğinizi anlatın. Kendi çocukluğunuzda ailenizin size nasıl davranmasını isterdiniz, hangi davranışlar hoşunuza giderdi hangileri sizde hiç işe yaramazdı? Bunları hatırlayın.

Karne sadece derslere verilen notlar değildir. Çocuğunuza verdiğiniz değere, sevgiye de verilen notlardır. “Düşük not alırsan seni sevmem ya da komşunun çocuğu senden daha iyi karne getirmiş, sen ne kadar tembel ve düşüncesizsin”… gibi davranışlar çocuğunuz üzerinde olumsuz etkiye neden olur. Onu sevdiğinizi her fırsatta söyleyin. Onu dinleyin ve anlamaya çalışın.

Yaz tatilinin amacının tatil olduğunu, çocukların arkadaşlarıyla oynamasının, spor yapmasının, keyifli ve eğlenceli zaman geçirmelerinin onların zihinsel, bedensel ve duygusal gelişim sürecinde çok önemli olduğunu hatırlayın. Yaz tatilinde verilen ödevleri yapmaları konusunda onları çok zorlamadan, esnek planlarla günlük ya da haftalık zaman dilimleri halinde bunların yapılmasına destek olun. Yazın bol bol kitap okumaları, ilgi duydukları sosyal etkinliklere ya da hobilere yönlenmelerine yardım edin. Hobiler kişinin kendini keşfetmesine ve tanımasına destek olur. Bir yıl boyunca çocuğunuza yeterince zaman ayıramadıysanız birlikte bol bol kaliteli zaman geçirin.

Unutmayın ki bir çocuğunun en çok ihtiyacı ailesini birarada görmek, birlikte eğlenmek, sohbet etmek ve hep birlikte keyifli zaman geçirmektir.

Tüm çocuklara, ailelere ve hep çocuk olanlara iyi tatiller…

Dünya evi

Dünya evi 150 150 dolunay

Havalar yavaş yavaş ısınıp mevsim yaza geçerken, sokaklardan gelen düğün dernek sesleri, davullar ve zurnalar, şarkı-türkü sesleri, gelen davetiyelerdeki artış, evlilik sezonunun açılışının müjdeleyicisi gibi! Yaşasın bu yılda bu günleri gördük, her hafta sonu düğün dernek gezmelerimiz başlıyor artık… Onbinlerce insan daha güle oynaya “dünya evine” giriyor…

“Dünya evi” evlilik anlamına gelen hep kullandığımız bir tanım… Kulağımda yankılanıyor…Dünya Evi… Bu konuyla ilgili konuşulan geyikleri hatırlıyorum…

”Bir evlenen bir de evlenmeyen pişman”
“Dünya evine gir de gör bakalım neler oluyor”
“Dünya evine girmeden olmaz”

Bu “dünya evi” herkesi çekiyor anladığım kadarıyla… Evlilikle ilgili duyduğumuz tüm olumsuz sözlere, bilgilere, duyumlara rağmen, mutlu çift yokturlara rağmen, “biz farklı olacağız, mutlu olacağız” diyerek giriyoruz, içeride ne olduğunu bilmediğimiz kapıdan…

Ülkemizde evlenen çiftlerin yarısından fazlası boşanıyorsa, evli olan çiftler eşlerinden çoğunlukla şikayet ediyorsa, aldatma oranları fazlaysa ve kabul görüyorsa, evlenip de mutlu olan yok diyorsak neden evleniyoruz? Aklımızı yitirmiş olmalıyız. Aşk gelince akıl gidiyor mu? Bunlarla birlikte başka nedenleri de olmalı bu toplumsal çılgınlığın…

Çocukluktan itiberen bilinçaltımıza ekilen inanç tohumlarının etkisi büyük diye düşünüyorum… “Büyü sen de gelin olacaksın” “Sen de bir gün anne olacaksın” “Çocuğun olunca/evlenince anlarsın” “Evlenmeden olmaz, mutlaka evlenmelisin”… Nedense tüm bu cümleleri kız çocukları daha çok duyar, evliliğe erkeklerden çok daha önce hazır olurlar ve bir erkek beklemeye başlarlar kendilerine evlenme teklifi yapacak… Erkeklerse bu cümlelerden hemen hemen hiç nasiplerini almadıkları için olsa gerek çoğunlukla evlenmeye zor karar veriler, hatta kaçarlar… Tabii ki kırsalda zorla ya da gelenek diye evlendirilen gençleri- çocukları bunların dışında bırakıyorum…

Sözüm annelere ve babalara! Lütfen erkek çocuklarınıza da şunun gibi söz büyülerini de yapınız;

“Bir gün evleneceksin, evinde sorumlulukların olacak, evini, eşini, çocuklarını sevecek ve koruyacaksın.”

“Evlendiğinde eşine sadık kalacaksın.”

“Sen de bir gün evleneceksin, çocukların olacak, yani baba olacaksın, baba olmak süper bir olay mutlaka baba olmalısın.”

“Eşine asla el kaldırmayacak onu hep koruyacaksın”

“Eşinle zor günleriniz olursa birlikte elele verip aşacaksınız, birbirinize destek olacaksınız,”

Kulağıma çok hoş geldi. Hayal ettim de bunlar olduğu zaman dünya tersine döner…

Çocuklar her zaman öğrenmeye açıktır. Büyüklerini taklit ederek yeni davranış modelleri öğrenirler. Büyüklerinden duydukları sözler, cümleler, bir gün gelir davranışları olur. Bu nedenle kız ve erkek çocuklara evlilikle ilgili, çocuk yetiştirmekle ilgili olumlu konuşulmalı, pozitif yaklaşımlar öğretilmelidir. Kendilerini korumayı, hayır demeyi, evet demeyi, soru sormayı, kendine değer vermeyi ve sevmeyi ailede öğrenir çocuklar… Ailelerde yaşanan sorunların kökeni buralara kadar gider.

Davranışlarının karşı taraf üzerindeki etkisini, sonuçlarının neler olduğunu çok az birey farkeder . Eğer bu davranış olumlu değilse, sorgulayarak yeni ve etkili davranış modelllerini araştırarak değiştirebilir. İsterse, sorgularsa,çalışırsa her birey değişebilir yaşı ne olursa olsun… Çocukken öğrendiğimiz aile içi iletişim modeli hoşumuza gitmiyorsa, evllikte iletişim sorunları yaşıyorsak; kendimize ve eşimize sorabiliriz, “Nasıl davranırsam, konuşursam senin hoşuna gider?” …Eğer tek başınıza yapamıyorsanız bir uzmandan destek alabilirsiniz.

İnsanlar sorguladıkça yeni kapılar açılır ve değişim kaçınılmaz olur.

Yeni evlilik sezonu vatana millete hayırlı olsun. Dünya evine yeni giren ve girecek olan tüm çiftlere son söz; bu ev gördüğünüz ve görebileceğiniz en iyi okullardandır. Yaşadığınız sorunlardan dersler çıkarttıkça, sorunları çözerken farklı bakış açılarından bakmayı denedikçe, gülme fırsatlarını değerlendirdikçe ve hoşgörü ve sevgide çömert oldukça ömür boyu sürer….

Bir yastıkta kocamanız dileğimle…