anne

Benimle oynasana!

Benimle oynasana! 150 150 dolunay

Bir pazar günü kahve içmek için girdiğim kafede dışarda bir masaya yerleşip kahvemi spariş ettiğimde içerideki masada bir adamla 3-4 yaşlarında bir erkek çocuk dikkatimi çekiyor. Adam elindeki cep telefonuna gömülmüş, çocuğun önünde masada tablet bilgisayar. İçeriye lavaboya giderken gözlerim yeniden takılıyor masaya… Sahne hala aynı ve kısa süre de olsa çocukla göz göze geliyorum, garip ama sanki düşünce ve duygusunu alıyorum. ‘Yalnızım benimle ilgilensene, oyun oynayalım mı?’

Ve yine garip ama yanlarından geçip giderken kalbimde derin bir acı hissediyorum. Zihnim senaryoyu yazıyor: ‘Masada yan yana oturuyorlar, 3. kişi yok ve adam çocukla hiç ilgilenmiyor, boşanmış bir ailede babanın çocuğunu aldığı bir hafta sonu…’Kanıtım var mı yok! Sadece senaryo ve sadece varsayım!

Kendi zihnime ‘kendine gel’ diyorum, varsayalım boşanmış değiller yine de bu sahne hiç hoş değil diyorum kendi kendime. Görmeye artık çok alıştığımız, herkesin elinde telefonla yürüdüğü, yemek masalarında bile aile üyelerinden bile daha öncelikli hale gelen ve bizi robotlaştıran mobiller, tabletler…

Birbirimizle gerçekten ilgileneceğimiz zamanlar acaba gerçekten ilgileniyor muyuz yoksa hipnotik bir şekilde mobil dünyalarda mı yaşıyoruz? Sanal hayatın bizleri ele geçiriyor olması sadece beni mi düşündürüyor merak ediyorum! Ve özellikle çocuklarımızla oyun oynamayı, sohbeti, sadece senin için burdayım demeyi ne kadar sıklıkla yapıyoruz?

Pek çok anne-babayı dinliyorum ve neredeyse hepsinin dileği, isteği aynı… “Çocuğumun iyi insan olması, düzgün davranışları olmasını, başarılı, kibar ve saygılı olmasını vb istiyorum.”

Ben de onlara soruyorum. “Bunun için sizler davranışlarınızla model olmak için farkındalıkla neler yapıyorsunuz? Örneğin; evde cep telefonlarınızı vb. araçları nerelerde ve ne kadar sıklıkla kullanırsınız? Cep telefonu kullanımı ya da internette zaman geçirmeyle ilgili aile prensipleriniz var mı?”

Aldığım cevaplar çoğunlukla pek de iç açıcı değil. Evebeylerin yapamadıkları şeyleri çocuklarına kural olarak koyup yaptırmaya çalışmaları kadar gerçek dışı bir beklenti yok kanımca!

Cep telefonlarının aynı zamanda sosyalleşme araçları olduğunun ve yeni neslin farklı olduğunun ve tabii ki hepimizin yeni döneme ayak uydurmamız gerektiğinin farkındayım. Ancak burada dengeler bozulduğunda İNSAN da bozuluyor! İletişim kopuyor, birbirimizden uzaklaşıyoruz, özellikle çocukluk döneminde çocuğu olan evebeyler için çocuklarının çocukluk döneminde hem onlarla yaşayacakları anlar ve hem de öğretmeleri gereken değerler, davranışlar, tutumlar için başka şansları yok. Yani bazı anların ikinci tekrar yok!

Diyeceğin şu ki; ellerinizdeki telefonları evinize girince girişe bırakın ve sevdiklerinizle, sadece onlarla vakit geçirin derim. Vakit geçiyor hem de su gibi!

Ve çocuklarınızın sizlere sizlerin onlara nasıl da iyi gelebileceğinizi farkedin… HADİ !

Dünya evi

Dünya evi 150 150 dolunay

Havalar yavaş yavaş ısınıp mevsim yaza geçerken, sokaklardan gelen düğün dernek sesleri, davullar ve zurnalar, şarkı-türkü sesleri, gelen davetiyelerdeki artış, evlilik sezonunun açılışının müjdeleyicisi gibi! Yaşasın bu yılda bu günleri gördük, her hafta sonu düğün dernek gezmelerimiz başlıyor artık… Onbinlerce insan daha güle oynaya “dünya evine” giriyor…

“Dünya evi” evlilik anlamına gelen hep kullandığımız bir tanım… Kulağımda yankılanıyor…Dünya Evi… Bu konuyla ilgili konuşulan geyikleri hatırlıyorum…

”Bir evlenen bir de evlenmeyen pişman”
“Dünya evine gir de gör bakalım neler oluyor”
“Dünya evine girmeden olmaz”

Bu “dünya evi” herkesi çekiyor anladığım kadarıyla… Evlilikle ilgili duyduğumuz tüm olumsuz sözlere, bilgilere, duyumlara rağmen, mutlu çift yokturlara rağmen, “biz farklı olacağız, mutlu olacağız” diyerek giriyoruz, içeride ne olduğunu bilmediğimiz kapıdan…

Ülkemizde evlenen çiftlerin yarısından fazlası boşanıyorsa, evli olan çiftler eşlerinden çoğunlukla şikayet ediyorsa, aldatma oranları fazlaysa ve kabul görüyorsa, evlenip de mutlu olan yok diyorsak neden evleniyoruz? Aklımızı yitirmiş olmalıyız. Aşk gelince akıl gidiyor mu? Bunlarla birlikte başka nedenleri de olmalı bu toplumsal çılgınlığın…

Çocukluktan itiberen bilinçaltımıza ekilen inanç tohumlarının etkisi büyük diye düşünüyorum… “Büyü sen de gelin olacaksın” “Sen de bir gün anne olacaksın” “Çocuğun olunca/evlenince anlarsın” “Evlenmeden olmaz, mutlaka evlenmelisin”… Nedense tüm bu cümleleri kız çocukları daha çok duyar, evliliğe erkeklerden çok daha önce hazır olurlar ve bir erkek beklemeye başlarlar kendilerine evlenme teklifi yapacak… Erkeklerse bu cümlelerden hemen hemen hiç nasiplerini almadıkları için olsa gerek çoğunlukla evlenmeye zor karar veriler, hatta kaçarlar… Tabii ki kırsalda zorla ya da gelenek diye evlendirilen gençleri- çocukları bunların dışında bırakıyorum…

Sözüm annelere ve babalara! Lütfen erkek çocuklarınıza da şunun gibi söz büyülerini de yapınız;

“Bir gün evleneceksin, evinde sorumlulukların olacak, evini, eşini, çocuklarını sevecek ve koruyacaksın.”

“Evlendiğinde eşine sadık kalacaksın.”

“Sen de bir gün evleneceksin, çocukların olacak, yani baba olacaksın, baba olmak süper bir olay mutlaka baba olmalısın.”

“Eşine asla el kaldırmayacak onu hep koruyacaksın”

“Eşinle zor günleriniz olursa birlikte elele verip aşacaksınız, birbirinize destek olacaksınız,”

Kulağıma çok hoş geldi. Hayal ettim de bunlar olduğu zaman dünya tersine döner…

Çocuklar her zaman öğrenmeye açıktır. Büyüklerini taklit ederek yeni davranış modelleri öğrenirler. Büyüklerinden duydukları sözler, cümleler, bir gün gelir davranışları olur. Bu nedenle kız ve erkek çocuklara evlilikle ilgili, çocuk yetiştirmekle ilgili olumlu konuşulmalı, pozitif yaklaşımlar öğretilmelidir. Kendilerini korumayı, hayır demeyi, evet demeyi, soru sormayı, kendine değer vermeyi ve sevmeyi ailede öğrenir çocuklar… Ailelerde yaşanan sorunların kökeni buralara kadar gider.

Davranışlarının karşı taraf üzerindeki etkisini, sonuçlarının neler olduğunu çok az birey farkeder . Eğer bu davranış olumlu değilse, sorgulayarak yeni ve etkili davranış modelllerini araştırarak değiştirebilir. İsterse, sorgularsa,çalışırsa her birey değişebilir yaşı ne olursa olsun… Çocukken öğrendiğimiz aile içi iletişim modeli hoşumuza gitmiyorsa, evllikte iletişim sorunları yaşıyorsak; kendimize ve eşimize sorabiliriz, “Nasıl davranırsam, konuşursam senin hoşuna gider?” …Eğer tek başınıza yapamıyorsanız bir uzmandan destek alabilirsiniz.

İnsanlar sorguladıkça yeni kapılar açılır ve değişim kaçınılmaz olur.

Yeni evlilik sezonu vatana millete hayırlı olsun. Dünya evine yeni giren ve girecek olan tüm çiftlere son söz; bu ev gördüğünüz ve görebileceğiniz en iyi okullardandır. Yaşadığınız sorunlardan dersler çıkarttıkça, sorunları çözerken farklı bakış açılarından bakmayı denedikçe, gülme fırsatlarını değerlendirdikçe ve hoşgörü ve sevgide çömert oldukça ömür boyu sürer….

Bir yastıkta kocamanız dileğimle…

 

Çok sert oldu!

Çok sert oldu! 150 150 dolunay

Hatırlarsınız geçen hafta Parafililer ile ilgili yazmıştım. Yani cinsel sapmalarla ilgili olan yazı… Yazımı okuyan pek çok okurdan “Çok sert olmuş var mı böyle tipler gerçekten?” gibi yorumlar aldım.

Gerçekten insan inanmak istemiyor, “Bir babanın kızına ilgi duyabileceği ya da birine şiddet uygularken keyif alınabileceği ya da kendi cinsel organını göstermekten ya da gizli gizli seyretmekten hoşlanabilineceği” gibi durumları insanın aklı almıyor, algılamıyor. Bizim algılamak istemememiz ya da inanmak istemememiz bu olayları bitirmiyor.

Geçen haftaki yazıdan iki gün sonra hepimizi sarsan bu konuyla ilgili bir olayla hepimiz sarsıldık. Tokat Zile de bir babanın,eşiyle birlikte kızlarına yıllardır cinsel şiddet/ensest uyguladığı ortaya çıktı.

Kızlar 16 ve 19 yaşlarında idi ve anne baba en az 6 yıldır kızlarıyla enset ilişki yaşıyor, çocukları darp ediyor ve şiddet uyguluyorlardı. Aklın çok ötesinde, vicdanın gölgesinin bile olmadığı bir yerde bu olaylar olmuş olmalı…

Yıllarca olan bu olaya bu iki çoçuk neden susdu, neden dayandı? Pek çok nedeni olabilir ama temelde her çocuk anne babası tarafından sevilmek ve kabul görmek ister. Genelde çocuklar anne baba onlara şiddet uygularken susar! Dışlanmak, kötü çocuk olmak istemez, ailelerini korumak isterler.  Kendi canlarını, sevdiklerinin canlarını korumak isterler.

Ne garip değil mi? Kocaman insanların düşünemediklerini küçücük çocuklar bilinç dışı yaparlar ta ki bıçak kemiğe dayanıncaya kadar!

Çevreden birileri fark edip yardım eli uzatıncaya kadar!

Çocuklar -eğer öğretilmemişse- kendilerini koruyamazlar, hele ki öz anne ve babalarına karşı kendilerini korumak akıllarından bile geçmez!

Başlarına geleni anlamaları, kabul etmeleri uzun zamanlarını alır. Belki de hiç kabul edemezler.

Bu iki genç kız bundan sonra nasıl nefes alacaklar, nasıl dayanacaklar hayata, ruh sağlıkları nasıl toparlanacak gerçekten çok merak ediyorum. Bir çocuğun mahremine yabancı bir el onay dışı dokunduğunda çocuğun güvenlik halkası kırılır. Peki, bir çocuğun mahremine babası, annesi dokunursa o çocuğa neler olur? Tahmin dahi etmek istemiyorum ama düşünmek lazım çünkü bu tür olaylar oluyor. Gözümüzü kapatsak da kapatmasak da olmaya devam ediyor. “Çözüme odaklanmalıyız” diyor içim..

Çocuklarımızın akıl ve beden sağlığını nasıl koruyabiliriz, kimlere görev düşüyor, tacize, enseste maruz kalan bir çocuğu nasıl farkedebilir ve nasıl yardım edebiliriz?

Öğretmenlere, velilere, komşulara, halalara, teyzelere, dayılara, amcalara… Yani hepimize görev düşüyor. Banane diyemeyiz. Bu tür işler göz kapatmaya, görmezden gelmeye, “Bizene, bu onların meselesi” demeye gelmez. Bu tür sapmalar, sapkınlıklar, insanlık suçudur ve asla “normalleştirilemez”.

Bu tür olayları yaşayan çocuklar da tam olarak eskisi gibi olamaz ne yazık ki!

Çok derin izler var artık ruhlarında…

Ve bilmediğimiz pek çok evde bu ve buna benzer olaylar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor… Çocuklarımıza hayır demeyi öğretelim, hoşlanmadığı hiçbir davranışa boyun eğmemeyi, birazcık asi olmayı, iyi dokunuşu, kötü dokunuşu öğretelim… Evet, bunları çocuklara öğretelim de çocukları ailelerine karşı nasıl koruyalım? Nasıl anlatılır ki bu çocuğa? İşte buna tam bir cevabım henüz yok…

Sevgiyle…

Özgür olmak istiyorum!

Özgür olmak istiyorum! 150 150 dolunay

İlişki terapisinde seanslarda çiftlere tek tek sorarım “ Ne istiyorsunuz? Bu çalışmanın sonunda ulaşmak istediğiniz nedir? Ne olsa sizin için ve ilişkiniz için en çok istediğiniz sonuç olur?” diye.

Herkes farklı cevaplar verir. Çiftten çifte cevaplar değişebileceği gibi bir çiftte eşler arasında da farklı cevaplar gelir…

“Yeniden eski günlere dönmek, ilk flört anındaki heyecanları yaşamak istiyorum.”

“Eşimin beni hep sevmesini istiyorum.”

“Mutlu olmak, eşimle huzurlu olmak istiyorum.”

“Hiç kavga etmeyelim istiyorum.”

“Eşimin beni anlamasını, annesinden önce bana inanmasını istiyorum.”

“Aile olmak istiyorum.”

Buna benzer pek çok cevap duydum yıllar içinde ancak çok hoşuma giden ve çok takdir ettiğim cevap ise 20 yıllık evli çiftte kadının verdiği cevaptı: “Özgür olmak istiyorum!”

Üçümüzde farklı farklı şeyler anlamış olabilirdik, sormak en iyisiydi. “Özgür olmak istiyorum” derken ne demek istediğini sordum.

“Kendimi aramak ve bulmak istiyorum, kendimi keşfetmek istiyorum, çok erken evlendim, iki çocuk büyüttüm, eşime eş, aileye gelin oldum. Kendimden başka herkes için yaşadım. Artık kendim için bir şey yapmak istiyorum, kim olduğumu fark etmek, kendimi bulmak istiyorum. Benim için bu özgür olmak demek.”

Bu hedefinden dolayı takdir ettim ve bu yolda onda olacak değişimleri merak ettiğimi söyledim.

Seanstan sonra uzun uzun düşündüm… Özgür olmak, özgür olmak neydi? Çok sevdiğim iki söz kulaklarımda yankılanıyor…

“Gerçeği bulmak demek, özgürlüğü bulmak, kendini bulmak demektir.”

“İnsanın gerçek özgürlüğünü bulabilmesi için kendini bilmesi gerekir. Akıl ancak vicdanla birleşirse, hem kendinin hem başkalarının yararına çalışır.”

Kendini bilmek, kendini bulmak, özgür olmak ne kadar değerli ve önemli…

“İlim ilim bilmektir
ilim kendin bilmektir
sen kendini bilmezsen
ya nice okumaktır…” 
demişti Yunus Emre..

Kim gerçekten özgürdü bu durumda!

Ne kadar özgür hissediyordum kendimi? Özgürlüğün yüzdeliği olur muydu? Özgürlük satın alınabilir miydi? Bağımlılığı olan insanlar özgür olabilir miydi? Örneğin sigara içen biri “İçmeden yapamam” diyen biri ya da “Sen olmadan yaşayamam” diyen biri özgür müydü? Çok para kazanmak özgürlük müydü? Özgürlüğün çeşitleri var mıydı? Maddi özgürlük, duygusal özgürlük, düşünce özgürlüğü, fikir özgürlüğü, seyahat etme özgürlüğü, sevme özgürlüğü…

Düşünceler hapsedilebilir mi? Hapishanelerde insanlar özgür olabilir mi? Ya da dünya bazen insana hapishane gibi gelir mi? İçsel özgürlük yoksa bedenin özgür olması tam bir özgürlük hali midir? O kadar çok soru geçti ki aklımdan… Özgürlük neydi, ne değildi?

İçim diyor ki, özgürlük; “Bulunduğun noktada huzurlu ve dengede olmak, kim olduğunu bilmektir.”

Bu konu üzerinde daha çok düşünecek gibiyim.

Kim gerçekten özgür? Kendini özgür hissedenler el kaldırsın.

Sevgiyle…

Müzik bebeğe iyi gelir!

Müzik bebeğe iyi gelir! 150 150 dolunay

“Bence eğitim, müzikle başlamalıdır. Ritm öğesi, insana düzen ve ölçülülük, ezgi öğeside yiğitlik, sevgi ve dostluk duyguları verir.” Eflatun

Anne karnındaki bebeklerin dışarıdan gelen sesleri duydukları ve reaksiyon verdikleri ve gebelikte dışarıdan gelen seslerin ve müzik dinlemenin bebeğe ve gebeye olumlu etkileri bilim insanları tarafından kabul gören bir gerçekliktir.

Bebeklerin anne karnına yerleştiği anda mı yoksa belli bir aydan sonra mı duymaya ve kaydetmeye başladıkları tam olarak bilinmese de şimdilik ortak kanı 24. aydan sonra bu yeteneğe sahip olduklarıdır. Gebelikte dışarıdan gelen seslerin bebeğin sinir ve motor sisteminin gelişiminde önemli etkileri olduğu yapılan çalışmalarda kanıtlanmıştır.

Ayrıca yapılan çalışmalar gösteriyor ki; sakin ve huzurlu anne adaylarından dünyaya gelen bebekler, gebeliğinde duygusal sorunlar yaşamış anne adaylarının bebeklerine göre daha sakin ve huzurlu oluyorlar. Bu da bize şunu gösterir:  Anne karnındaki bebekle annesi arasında ve dışarıdan gelen tüm seslerle ve duygularla bir ilişki, iletişim vardır. Bu ilişkiyi olumlu yönlendirebilirsek dünyaya gelecek bebeğin gelişim süreçlerine daha etkin katkıda bulunmuş oluruz.

Bebekler müzik ritimlerini algılama ve hatırlama, bir bestedeki yükselen ve alçalan ses tonlarını fark etme ve tempo değişikliklerini algılamada inanılmaz bir yeteneğe bir sahiptirler. Bu nedenle anne karnındaki bebeklere dış dünyadan dinletilecek müziklerin ritmi, tonu bebeğin ruh sağlığı ve zihin yetenekleri açısından destekleyici olabilir.

Baba adaylarının gebelik boyunca bebekleriyle konuşması, onlara masallar okumaları sonucunda bebeklerinin babalarının seslerin daha ilk günlerden fark edebildikleri yine yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur.

“Gebelik sürecinde ben ne yapabilirim?” diyen babalara duyurulur!

Dr. Masaru Enoto’nun su kristalleri üzerinde yaptığı deneyi çoğumuz biliriz. Su kristalleri üzerinde 4 faklı deney grubu oluşturuyorlar. Her bir grubu -5 derece dondurup 3 saat boyunca faklı tonlarda, ritimlerde müzik dinletiyorlar. En güzel su kristalinin klasik müzik dinletilen su molekülü olduğunu gözlemliyorlar, metal müzik dinletilen su molekülü çok çirkin ve bozuk bir görüntü alıyor.

Aynı deneyi sözcüklerle yapıyorlar, yine dört farklı su grubuna, 3 saat boyunca 4 farklı cümle söylüyorlar. “teşekkür ederim” ve “seni seviyorum” denilen su kristallerinin görüntülerinin çok güzelleştiği, “iğrençsin”, “çok beceriksizsin” cümlelerinin söylendiği kristallerin görüntülerinin bozulduğu görüntüleniyor.

İnsan bedeninin %80’inin sudan oluştuğu düşünüldüğünde düşüncelerimizle ve birbirimize söylediklerimizle kendimize ve birbirimize neler yapabileceğimizi farkedelim isteseniz.

Yukardaki örnek; anne karnındaki bebeklerin rahatlatıcı ve keyifli müziğin, ritmin, söylenen olumlu takdir, teşekkür ve sevgi içeren cümlelerinin onların fiziksel ve ruhsal gelişimleri üzerinde nasıl etkili olduğunu anlamak için iyi bir örnektir.

Bebeğinizi beklerken, onunla konuşun ve “Seni seviyorum”, “Seni sevgiyle bekliyorum”, “Benimle olduğun için teşekkür ederim”, “Zeki, sakin ve neşeli olduğun için teşekkür ederim” gibi olumlu ifadeler kullanın. Ninniler, şarkılar söyleyebilir, klasik ya da rahatlatıcı müzikler dinleyebilirsiniz. Bebeğiniz doğduktan sonra da odasında özellikle uyku esnasında müzik dinletebilirsiniz. Ayrıca, ona dünyaya geleceği aileyi anlatabilir, kendinizin reklamını yapabilirsiniz.

Tüm bu süreçler bebeğinizle sizin bağınızı, bebeğiniz de dış dünyayla bağını güçlendirecektir.

Hayatın içindeki ritimi ve müziği duymanız dileğimle…

Sevgiyle