aile

Çocuk çocuğa…

Çocuk çocuğa… 150 150 dolunay

Gün geçmesin ki yeni bir olay olmasın bu ülkede ve biz üzülmeyelim!

12 yaşında 4 erkek çocuk, tecavüz ettikleri aynı yaşta bir erkek çocuk ve bu olayı sanki film çekiyormuşcasına kameraya almaları…

Ankara’da ilköğretim okullarından birinde yaşanan bu olay beni bayağı üzdü ve düşündürdü.

12 yaşındaki bir çocuğa aynı yaştaki 4 arkadaşı tecavüz ediyor!

Olay Ankara’da bir ilköğretim okulunda gerçekleşiyor, 12 yaşındaki bir çocuğa aynı yaştan 4 arkadaşı okul binasında tecavüz ediyor ve de kameraya alıyorlar. Tecavüze uğrayan çocuğun ailesi oğullarının birden sessizleşmesinden, içine kapanmasından kuşkulanıp herhangi bir sorun olup olmadığı araştırmak için okula gidiyorlar ama birşey bulamıyorlar. Tecavüz eden çocuklar soğukkanlı bir şekilde daha sonraki günlerde cep telefonundan görüntüleri izlerken öğretmenlerden birine yakalanıyorlar ve olay ortaya çıkıyor.

Aklımın ve gönlümün almadığı çok şey oldu bu olayda: 12 yaşındaki yeni ergen çocukların tecavüz gibi insanlık dışı bir olayı nasıl yaptıkları, bunu kameraya almalarındaki niyet ve soğukkanlılık, çektikleri videoyu sanki çok normalmiş ve oyun izler gibi izlemeleri, tecavüze uğrayan çocuğun travması, bunu yaşayan ailelerin neler hissettikleri, cinsellikle ilgili merakın ve uyanışın çocukları bu noktaya getirebilmiş olması ve daha pek çok şey. Çocuktur yapar diye geçemeyeceğim bir durumdu!

Cinsel eğitim ailede başlayıp okullarda devam etmeli

Bir kez daha fark ettim cinsel eğitimin ailede başlayıp okullarda kademeli olarak devam etmesi gereken, olmazsa olmaz bir konu olduğunu.

Varsayalım ki bu yeni ergenler ilk olarak ailelerinde cinsellikle ilgili bilgileri almış olsaydılar, yani ilk cinsel soruları başladığında yaşlarına uygun cevaplar alarak, ‘HAYIR’ demeyi öğrenerek, özel bölgelerin ne olduğunu bilselerdi, bedenlerini bütün olarak keşfederek büyüselerdi, okul hayatında eğitimlerde cinsel eğitim almaya başlasalardı, vajinayı, penisi adlarıyla öğrenip, işlevlerini, görevlerini, nasıl koruyacaklarını, hastalıkları, gebeliği, korunma yollarını, güvenli cinsel yaşam kavramını bilmiş olsalardı bu olay yaşanır mıydı acaba çok merak ediyorum?

Çocuklar çevresindeki cinsel uyaranlara bilinçsizce ulaşabiliyor

Cinsellikle ilgili konuşulmaz, ayıp, günah diye büyütülüp bu tür taciz, tacavüz olaylarını yaşayan genceçik çocuklara günah değil mi? Günah diye cinselliği baskılayabildiğini, kontrol edebildiğini zannetmek! Ne büyük cahalet! Çocukların çevresinde cinsel uyaranlar o kadar çok ki tv’den cep telefonlarından, tabletlerden akranlarının da yardımıyla her tür bilgiye, görüntüye bilgisizce ulaşabiliyorlar ne yazık ki! Sistem yasaklasa da, aile yasaklasa da!

Yasaklar merak uyandırıyor

Yasaklamak! Hiçbir konuda fayda getirmez hele ki konu cinsellik olunca, yasaklan her şey merak uyandırır ve içgüdüsel olarak yasağı merak etmek, denemek istemek Adem’le Havva’dan bu güne değişmeyen en temel insan gerçeğidir hele ki ilk gençlik ve toyluk yıllarında. Eğer cinselliği keşfi güzel ve sağlıklı şekilde öğrenmeyi baskılarsak da ilerleyen yıllarda, cinsel işlev bozuklukları ya da sapkın zihinlerin ve davranışların ortaya çıkma ihtimali artar.

Kendi çocukluğunuzu ve cinsellikle ilgili neleri merak ettiğinizi hatırlayın

Okullarımızda henüz cinsel eğitim yok ne yazık ki, biyoloji dersindeki bölüm ise anlatılmadan geçiliyor çoğunlukla… Bu nedenle ailelere çok iş düşüyor.

İlk olarak kendi çocukluğunuzu hatırlayın, neleri merak ederdiniz, ilk merak, ilk keşif, ilk haz, ilk günah… ‘Bizim dönemimiz böyle değildi, ben hiç böyle şeyler hatırlamıyorum, şimdi ortalık çok kötü’ deyişinizi duyar gibi oldum.

İnsanlık cinselliği yeniden keşfetmedi

Haklısınız farklı dönemlerde yaşıyoruz, artık internet çağındayız ama bilin ki sizlerin zamanında da cinsel keşifler, çocuklukta merakla, içgüdüsel başlıyordu. Hatırlamıyor olabilirsiniz ki bu çok doğal ya da yöntemleriniz farklı olabilir ama insanlık cinselliği yeni keşfetmedi!

Çocuklarınızla iletişiminizi güçlü tutabilir, sohbetlerinize önem verebilir, cinselliği sorduğu ilk yıllar itibariyle elinizden geldiğince sorularını cevaplamaya çalışabilirsiniz. Bu konuda yazılmış kitaplar var okuyabilir ve araştırabilirsiniz.

Cinsel eğitim hem ailede hem de okulda verilmeli demiştik ya… Dilerim ki bir gün cinsel eğitim müfredata bilimsel bilgilerle girer . Ama o gün gelse de gelmese de siz anne babalar diğer pek çok konu gibi cinsel konularla ilgili bilgi vermek ve almak gerekirse uzman desteğine başvurmak durumundasınız.

 

Aile olmak!

Aile olmak! 150 150 dolunay

Aile nedir?

Aile olmak nedir?

Yeni evlilerin ya da eski evlilerin aile olup olmadığını tam olarak nasıl anlarız?

Aile olmak için aynı kandan mı gelmeli insan?

Neden aileye ihtiyaç duyarız?

Bu yazıda ‘toplumun en küçük birimine aile denir’ ya da ‘çekirdek aile; anne baba ve çocuklardan oluşur’ gibi klasik tanımlara girmeyeceğim. Çünkü sizi bilmem ama ben kuru ve şekilci tariflerden ve tanımlardan birazcık sıkıldım.

Aile olmak! Bir çift evlendiğinde aile olmuyor bence, “Biz” olmak yıllar yıllar alıyor, bazı aileler ise şekilden öze gidemiyor ömür boyu!

Yeni evli olmak, cicim ayları dediğimiz aylar aslında en zor aylar olsa gerek ki boşanmaların çoğu evliliğin ilk 6 ayından sonra oluyor.

Evliliği evcilik zanneden bir çift bir araya geldiğinde tabii ki zorlanıyor.

“Sen benim eşimsin tabii ki dediğimi yapacaksın”
“Ben senin için en iyiyi düşünürüm”
“Benim annem senin annenden daha çok bizi düşünüyor ve önemsiyor’”
“Sen kadınsın evin temizliği tabii ki sana ait”
“Sen nasıl erkeksin”
“Biz artık evliyiz ben olmadan arkadaşlarınla görüşmeni onaylamıyorum”
“Ben her gün cinsel ilişki yaşamak istiyorum, bu benim en doğal hakkım”… bağırtıları ve sözleri arasında geri dönmemek üzere yitip giden bireyler oluyor ki boşanmak çözümmüş gibi görünüyor.

Aile olmak;

  • Yeni ve farklı değerleri karşılıklı onayla oluşturmaya başlamak,
    • İki farklı cinsiyetin aynı evde uyum içinde yaşamasının mucizenin görünür hali olduğunu bilmek,
    • Bu mucizenin emekle, sevgiyle, hoşgörüyle, iletişimle, farklılıkları kabulle ve uzlaşıyla, insan eliyle, ruhuyla yaratıldığını bilmek,
    • Evliliği tüm zor günlerinde besleyen ve koruyan tek şeyin sevgi olduğunu bilmek,
    • Ben alanlarını da koruyup besleyecek, ‘Biz’ alanını oluşturmak ve büyütmek,
    • Eşinin hoşlandığı bir şeyi sana saçma bile gelse onun yüzündeki mutluluğu görmek için yapmak,
    • ‘Sen ve ben’ biz artık aileyiz ve önceliğim ailemiz demek,
    • İyi günde kötü günde birlikte yürümek, sorunlar karşınızda nasıl çözeriz demek,
    • Yaşadığımız sorunlardan neler öğrendik ve bir daha böyle bir şey yaşarsak ne yapalım ki evliliğimize olumlu katkı versin diye düşünmek,
    • Bizi bir arada tutan değerler neler ve bunları nasıl geliştirebiliriz demek,
    • Çocuklarla güzel ve keyifli anlar yaşamak ve en değerli şeyin bu olduğunu bilmek,
    • Çocuklara insani değerleri öğretecek şekilde davranmak (ör: sevgi, merhamet, adalet, neşe, çalışkanlık, dürüstlük, güven… vb)
    • Çocukların en temel ihtiyaç ve besininin birbirini seven ve bunu söyleyen, gösteren aile üyeleri olduğunu bilmek, demektir.

Sözün özü: “Aile Olmak ” süreç işidir. Evlenince sadece evlenmiş olursun ama aile olmak için emek, deneyim, paylaşım, sevgi, neşe, ortak hedefler, farklılıklara saygı gerekir.

‘Mutlu son’la biten ilişkilerin mutlu evliliklerle devam etmesi dileğimle…

İkili ilişkiler

İkili ilişkiler 150 150 dolunay

Kadın ve erkek insanın varoluş hikayesinden bugüne iki zıt kutup iki farklı varlık… Bu zıtlığın ve farklılığın onun yaradılışından, kimyasından geldiğini bilmemiz bu durumu kabul edip uyumlandığımız anlamına gelmiyor. Eğer böyle olsaydı kadın ve erkek arasındaki sorunlar en aza inerdi. Ancak ilişkilerde yaşanan zorluklar kadın ve erkeğin farklı olduğunu bilmemize rağmen bazen çiftleri çaresiz bırakabilmekte.

Kadın ve erkeğin doğasında hem birbiriyle olma hem de bu oluşta birbiriyle ilgili kabulsüzlükler, zorluklar, yargılar ve koşullar var. Erkeklerle kadınların düşünme şekillerinde, yapısal özelliklerinde, yetiştirilişinde farklılıklar var. Tüm bu farklılıklarla bir araya gelen kadın ve erkek karşısındakini kendine benzetmeye çalışıyor. İnsan, kendisi dışındaki düşünce ve davranış farklılıkları çoğunlukla yadırgar ve değiştirmeye çalışır.

Kadının/erkeğin kafasındaki erkekle/kadınla ilgili ya da ilişkiyle ilgili şemalarla erkeğin/kadının kafasındaki şemalarla uyuşursa maksimumda iyi bir ilişki, uyuşmadığında ise zor bir ilişki yaşanır.

Kadın ve erkek birbirine çoğunlukla koşullar, beklentiler, talepler ve kişisel doğrular dünyasından bakıyor. İlişkilerde karşılıklı beklentiler, talepler ve kişisel doğrular var. Her birey kendi beklentisinden ve ihtiyacından ilişkiye bakıyor, oradan davranıyor ve beklentisini doyuracak davranışlar bekliyor.

Benim istediğim gibi davran/konuş/giyin…
Maddi olarak yeterli mi, evi var mı, arabası var mı kariyeri var mı vb…
Cinselliği yaşamam ya da cinsellik olmadan olmaz.
Sadece benimle görüşeceksin, arkadaşlarını, aileni daha az gör.
Örneğin çiftten biri için günde 3 ya 4 kez konuşmak, haber almak ve vermek önemli ve ilişki içinde olduğunun kanıtı olurken, diğeri için günde 1 ya da iki günde bir konuşmak ya da görüşmek yeterli geliyorsa beklentiler karşılanmamış olduğu için hayal kırıklıkları, kuşkular, kurgular ve kavgalar başlıyor.

Aile ve İlişki Terapisi’nin en önemli bilim insanlarından olan Virgina Satır’ın “İnsan Yaratmak” kitabından bir bölüm ne demek istediğimizi en iyi şekilde anlatıyor:

‘Bir insana hem çok yakın yaşayıp hem de zaman içinde sevmediğiniz davranışlarına maruz kalmamanız mümkün değildir. Bu, birçok kimse için acı verici bir hayal kırıklığının başlangıç yeridir. Hayal kırıklığına uğramış birçok kişi bana şunu der: Evlenene kadar birini tam olarak tanıyamazsınız. Böyle kusur bulma yarışında insanlar boş hayallere kapılabilirler. Bir kadın şöyle diyebilir: Çok fazla içiyor ama evlendikten sonra onu o kadar seveceğim ki, içmeyecek.

İki insanın aile olarak yaşaması çok zordur, bunu başarmak ise size çok şey kazandırır. Başarısız bir ticari iş berbat olabilir. Ben bir evliliğin de bir tür şirket olduğunu düşünürüm. Başarılı olup olmaması, organizasyona bağlıdır, ‘nasıl’ işletildiğine ve yönetildiğine.’

Virginia Satır’ın sözlerinden esinlenerek sormak isterim, siz kendi ilişkinizin yıllık bilançosunu çıkarıyor musunuz? Çıkan sonuca göre önlemler alabiliyor musunuz?

Kulağıma yabancı geldi! Bununla beraber inanıyorum ki bir ilişkiyi daha iyi taşıyacak yol bu bilanço işinden geçiyor. Bu konuya bir sonraki yazıda devam etmek dileğiyle…

Ergen intiharları

Ergen intiharları 150 150 dolunay

Ergenlik dönemi risklerin çok kolay alınabildiği, geleceğin pek düşünülemediği, gözün çok kolay kararabildiği, kanın deli aktığı bir dönem.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki son 20 yılda ergen intiharları çok artmıştır.

Her yıl ergen kızların %5’i erkek erkeklerin ise %2’i intihar girişiminde bulunmaktadırlar. Ergenlerin %10’u yaşamlarının herhangi bir döneminde intihar girişimimde bulunmaktadırlar. Bu girişimlerin %98 i başarısız olmaktadır yani ergenler hayatta kalmaktadırlar.

Ergenler intihar girişimlerinden önce ailelerinden, arkadaşlarından destek istemişler ama çoğunlukla istedikleri desteği görememişlerdir.

İntiharların nedeni hayat ya da okul stresi değildir. Çoğu ergen intihar girişiminden sonra uzmanlara onu intihara neyin götürdüğünü şöyle açıklarlar:

– Sevgilim beni terketti ve onsuz hayat çok anlamsız geldi
– Ailemle aramda dağlar var beni hiç anlamıyorlar, hep kısıtlıyorlar ve kurallar koyuyorlar, onlara kimin güçlü olduğunu göstermek ve onlara acı çektirmek istedim.
– Ne okulda ne evde beni anlayan yok
…..

Çok net anlaşılacağı gibi ergenlerin intihar nedenleri yetişkin intiharlarından daha farklıdır. ‘Yalnız olmak, sevgilinin terk etmesi, aile tarafından yargılanmak ve hiç anlaşılmamak, kurallar dünyasına isyan’ ergenlerin intihar girişimlerin altında yatan temel nedenlerdir. İntihar, hayata, ailelerine, topluma isyandır!

Ergenlerin intihar etme risk etkenlerine bakıldığında;

Ailede güçlü çatışmalar varsa, boşanmış aileyse, depresyon, madde kullanımı varsa, ailede daha önce intihar girişimleri varsa, ergenin üzerinde aşırı kısıtlamalar (özellikle cinsellikle ilgili ve başarı odağıyla ilgili) varsa, bu risklerden birine bile sahip olan ergenin diğer ergenlere oranla intihar etme riski daha yüksektir.

Bir kez intihar girişimde bulunan ergen, koşullar değişmemişse, cezalandırılmışsa, psikolojik destek almamışsa, yalnızlığı ve anlaşılmamamışlığı devam ediyorsa yeniden intiharı deneyebilir.

Eğer ergen çocuğunuz intihar hakkında konuşuyorsa ya da yukarıdaki risklerden bir ya da ikisine sahipse ve depresif davranışlar sergiliyorsa mutlaka bir uzmandan ailecek destek alın.

Bu yazının bilimsel verileri Laurence Steinberg’in Ergenlik kitabından alınmıştır.

 

Adolesanlar ve madde bağımlılığı

Adolesanlar ve madde bağımlılığı 150 150 dolunay

Adolesanlarda yani ergenlerde madde bağımlılığın görülme sıklığı ülkemizde giderek artmaktadır ve ilk kullanım 9 yaşa kadar inmiş ve ne yazık ki madde kullanımın en ağır sonucu olan uyuşturucu ve hapların kullanımı da ülkemizde çok küçük yaşlara düşmüştür.

Adolesan dönemi yani ergenlik döneminde, risklerin çok rahat alındığı, farklı şeylerin deneyimlenmek istendiği bir dönemdir. Ayrıca bu dönemde bir an önce büyümek ve büyüdüğünü kanıtlamak çok önemlidir. Alkol ve sigara kullanımını arkadaşlarıyla birlikte deneyimlemek işte tam da bu noktaya denk düşer. Bunlara ek olarak da merak, stresi azaltmak ve bir grubun üyesi olduğunu kanıtlamak gibi niyetlerle de madde kullanımı denenir.

‘Denesene’ diye uzatılan bir sigara ya da alkolü reddetmek için bu konuda çok farkındalıklı ve çok kararlı olmak gerekir. Çünkü sigarayı ya da alkolü reddeden ergen, alay konusu olmayı göze alıyor demektir.

Madde kullanımı bazı adolesanlar için geçicidir, sadece denerler. Bir kısmı sadece grupla kullanırlar ve bırakırlar, büyük bir çoğunluğunda ise bağımlılık gelişir.

Alkol ve sigaraya erken yaşta başlayan çocukların ilerleyen yaşlarında diğer maddeleri kullanma riskleri vardır.

Kimlerin sadece deneyici, kimlerin bağımlı, kimilerinse uyuşturucuya başlayacağını önceden bilmek zordur. Bununla birlikte risk altında olan ergenlerin risk faktörleri kısaca şöyledir:

  • Evebeyleriyle mesafeli ve iletişim sorunu yaşayanlar
  • Ailede alkol, sigara ve psikiyatrik ilaç kullanımın olması
  • Ailede alkolizm öyküsü
  • Ailede çocuk istismarının olması
  • Erken yaşta yaşanan cinsel deneyimler
  • Adolesanın içine kapanık, sosyal fobik olması
  • Kendine güvenmemek
  • Okulun ilgisizliği ya da okula ilgisizlik
  • Yakın akranlarının madde kullanıyor olması

Adolesanların maddeye yönelimini engellemede ilk sorumluluk tabii ki anne babalarındır. Aileler bu risk faktörlerini azaltarak ergenlerin maddeye başlamasını önleyebilirler. Anne babalar, çocukluk döneminden başlayarak adolesanlarla yakından ilgilenerek ve sevgilerini belli ederek, iletişimi, sohbeti hep koruyarak ve ergendeki farklılıkların ergenlikten mi yoksa maddeye bağlı mı olabileceğini ayırt edebilecek farkındalıkta olarak, öğüt veren değil model olan ebeveyler olarak çocuklarını madde kullanımından koruyabilirler.

Namus-lu/suz!

Namus-lu/suz! 150 150 dolunay

Çoğunlukla ezbere öğrendiğimiz ve uyguladığımız pek çok kavramdan biri de namustur.

Yetiştiğimiz ailede, toplumda, insanları gözlemleyerek, olaylar karşısındaki tepki ve yorumlarına bakarak, namus tanımının içeriğini diğer pek çok kavramın içeriğini doldurduğumuz gibi doldururuz. Çoğu zaman, namus nedir, hangi davranışlar namuslu hangileri namussuzdur tam olarak öğretilmez ya da kendi bildikleri kadar öğretirler. Üzerinde pek tartışmayız, bizden ezberlememiz ve uymamız istenir.

Pek çok değeri, kavramı nasıl öğreniyorsak bunu da öyle öğreniriz; yani kulaktan duyma/dolma. Eğer araştıran ve sorgulayan bir birey olarak yetişmenize şans tanındıysa ya da siz bu konuda sınırları zorladıysanız; William Shakespeare’in; ‘Namus gizli bir cevherdir; çoğu kere ona sahip olmayanlar sahipmiş gibi görünürler’ sözünün derinliğini, Hz. Muhammed’in; ‘Başkalarının kadınlarına karşı namuslu ve iffetli olun ki sizin kadınlarınızda namuslu ve iffetli olsunlar’ hadisindeki sorumluluğu ve Cicero’nun; ‘İnsanlar ne kadar namuslu olurlarsa başkalarının namuslarından o kadar zor şüphelenirler’ sözündeki bilgeliği de o kadar iyi kavrayabiliriz.

Soru sormadan ve derin derin düşünmeden, özümüzle konuşmadan, akıl gönül süzgecinden geçirmeden “Namus” kavramını anlamak bence imkansızdır.

“Namus nedir?” diye Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığımızda “bir toplumda ahlak kurallarına karşı beslenen bağlılık” ve “dürüstlük, doğruluk” olarak tanımlanmıştır.

Demek ki yazılı kuralları yok namusun… Hepimizin hücrelerine işleyen toplumsal kuralları var! Yaptırımları, cezaları bazen çok ağır! Bazen töre cinayetleriyle bazen genç kız intiharlarıyla bazense kadınların eşleri ya da kardeşleri tarafından öldürülmesiyle sonuçlanabilecek kadar ağır, akıl ve gönül almaz cezalar!

Namus deyince çoğumuzun aklına çoğu zaman iki bacak arası ve kadın geliyor. Neden?

Dürüstlük, doğruluk namus sadece cinsellikle mi sınırlanıyor kafamızda?

Toplum olarak neye doymadıysak, açsak, ne bize yasaklanmışsa oraya doğru hınçla, öfkeyle nefretle saldırıyoruz o tarafa doğru, insanlığımızı unutarak, 3. sayfa haberlerini okurken insanlığımızdan utanarak!

Kadın namusuna tek başına mı ‘halel getiriyor’, namusa sürülen leke erkeğin elinin kiriyken kadının neden can borcu/namus borcu oluyor?

Kim gerçekten namuslu davranıyor kim gerçekten namussuz davranıyor buna nasıl/kim karar veriyor?

Yıllar önce bunları sorguladığım bir zamanda -ergenlik çağlarımdı- annem bir hikaye anlatmıştı, paylaşmak isterim.

“Bir mahallede iki dul kadın yaşarmış. Biri namazında niyazında, dışarıyla pek karışmayan biri, diğeri ise daha sosyal, sık sık arkadaşlarını kadınlı erkekli evinde ağarlayan, gülmeyi, eğlenmeyi seven biriymiş. Hatta bu nedenden dolayı uygunsuz işler yaptığına dair komşular dedikodu yaparmış. Bu iki kadının evlerinin kapıları karşılıklıymış, giren çıkan görülürmüş. Namazında niyazında olan kadın sık sık karşı kapıyı kontrol edermiş; kim giriyor kim çıkıyor diye… Hatta namaz kılarken bile karşı kapıyı gözler ve eğer karşı eve birileri özellikle de erkek girerse, seccadenin yanında bu iş için oraya konmuş olan taş kümesinden birini alır, diğer tarafa koyar eve giren çıkanın hesabını tutarmış.”

Annem bu hikayeyi anlattıktan sonra sormuştu bana ‘kim daha namuslu?’

İçini bilgiyle, sevgiyle, aşka, heyecanla doldurmadan, şeklen yaptığımız pek çok ibadet/inanç bir yerden sonra ezbere olmaz mı? “Sevgisiz yaşanan din kişiyi bağnaz yapar” sözü yeniden kulağıma geldi!

Şimdi sorulara kendimce cevap verme zamanı:

  • Namus kişinin kendi öz sorumluluğunda olan ve hesabını kitabını yaradanla ve/veya kendiyle göreceği bir kavramdır.
  • İnsan, insanın kurdudur/aynasıdır derler. Yani insan başkasının davranışını tanımlarken kendini tarifler. Bundan ötürü birine namussuz derken iyi düşünmek lazım. Namus birilerinin tekelinde değildir!
  • Namus; düşüncelerin, davranışların temiz olmasıdır. Benim dışındakiler hakkındaki yorum/dedikodu yapmamak, zihnimi fitne fesattan arındırmaktır. Her bireyin farklı ve özel olduğunu bilmek ve saygı duymaktır.
  • Namus; hiç kimseye zarar vermemek, bütünün hayrına, kapsayarak sevgiyle çalışmak/davranmaktır.
  • Namus; parayla, korkutularak satın alınamamaktır.
  • Namus: işini elinden gelen en iyi şekilde yapmaktır.
  • Namus; özü, sözü, davranışı bir olmaktır.
  • Namus; İNSAN olmaktır.
  • Namus; iki bacak arasında değil, iki omzun üzerinde taşıdığındadır.

Şimdi soruyorum size, gerçekten kim namuslu?

Dünya evi

Dünya evi 150 150 dolunay

Havalar yavaş yavaş ısınıp mevsim yaza geçerken, sokaklardan gelen düğün dernek sesleri, davullar ve zurnalar, şarkı-türkü sesleri, gelen davetiyelerdeki artış, evlilik sezonunun açılışının müjdeleyicisi gibi! Yaşasın bu yılda bu günleri gördük, her hafta sonu düğün dernek gezmelerimiz başlıyor artık… Onbinlerce insan daha güle oynaya “dünya evine” giriyor…

“Dünya evi” evlilik anlamına gelen hep kullandığımız bir tanım… Kulağımda yankılanıyor…Dünya Evi… Bu konuyla ilgili konuşulan geyikleri hatırlıyorum…

”Bir evlenen bir de evlenmeyen pişman”
“Dünya evine gir de gör bakalım neler oluyor”
“Dünya evine girmeden olmaz”

Bu “dünya evi” herkesi çekiyor anladığım kadarıyla… Evlilikle ilgili duyduğumuz tüm olumsuz sözlere, bilgilere, duyumlara rağmen, mutlu çift yokturlara rağmen, “biz farklı olacağız, mutlu olacağız” diyerek giriyoruz, içeride ne olduğunu bilmediğimiz kapıdan…

Ülkemizde evlenen çiftlerin yarısından fazlası boşanıyorsa, evli olan çiftler eşlerinden çoğunlukla şikayet ediyorsa, aldatma oranları fazlaysa ve kabul görüyorsa, evlenip de mutlu olan yok diyorsak neden evleniyoruz? Aklımızı yitirmiş olmalıyız. Aşk gelince akıl gidiyor mu? Bunlarla birlikte başka nedenleri de olmalı bu toplumsal çılgınlığın…

Çocukluktan itiberen bilinçaltımıza ekilen inanç tohumlarının etkisi büyük diye düşünüyorum… “Büyü sen de gelin olacaksın” “Sen de bir gün anne olacaksın” “Çocuğun olunca/evlenince anlarsın” “Evlenmeden olmaz, mutlaka evlenmelisin”… Nedense tüm bu cümleleri kız çocukları daha çok duyar, evliliğe erkeklerden çok daha önce hazır olurlar ve bir erkek beklemeye başlarlar kendilerine evlenme teklifi yapacak… Erkeklerse bu cümlelerden hemen hemen hiç nasiplerini almadıkları için olsa gerek çoğunlukla evlenmeye zor karar veriler, hatta kaçarlar… Tabii ki kırsalda zorla ya da gelenek diye evlendirilen gençleri- çocukları bunların dışında bırakıyorum…

Sözüm annelere ve babalara! Lütfen erkek çocuklarınıza da şunun gibi söz büyülerini de yapınız;

“Bir gün evleneceksin, evinde sorumlulukların olacak, evini, eşini, çocuklarını sevecek ve koruyacaksın.”

“Evlendiğinde eşine sadık kalacaksın.”

“Sen de bir gün evleneceksin, çocukların olacak, yani baba olacaksın, baba olmak süper bir olay mutlaka baba olmalısın.”

“Eşine asla el kaldırmayacak onu hep koruyacaksın”

“Eşinle zor günleriniz olursa birlikte elele verip aşacaksınız, birbirinize destek olacaksınız,”

Kulağıma çok hoş geldi. Hayal ettim de bunlar olduğu zaman dünya tersine döner…

Çocuklar her zaman öğrenmeye açıktır. Büyüklerini taklit ederek yeni davranış modelleri öğrenirler. Büyüklerinden duydukları sözler, cümleler, bir gün gelir davranışları olur. Bu nedenle kız ve erkek çocuklara evlilikle ilgili, çocuk yetiştirmekle ilgili olumlu konuşulmalı, pozitif yaklaşımlar öğretilmelidir. Kendilerini korumayı, hayır demeyi, evet demeyi, soru sormayı, kendine değer vermeyi ve sevmeyi ailede öğrenir çocuklar… Ailelerde yaşanan sorunların kökeni buralara kadar gider.

Davranışlarının karşı taraf üzerindeki etkisini, sonuçlarının neler olduğunu çok az birey farkeder . Eğer bu davranış olumlu değilse, sorgulayarak yeni ve etkili davranış modelllerini araştırarak değiştirebilir. İsterse, sorgularsa,çalışırsa her birey değişebilir yaşı ne olursa olsun… Çocukken öğrendiğimiz aile içi iletişim modeli hoşumuza gitmiyorsa, evllikte iletişim sorunları yaşıyorsak; kendimize ve eşimize sorabiliriz, “Nasıl davranırsam, konuşursam senin hoşuna gider?” …Eğer tek başınıza yapamıyorsanız bir uzmandan destek alabilirsiniz.

İnsanlar sorguladıkça yeni kapılar açılır ve değişim kaçınılmaz olur.

Yeni evlilik sezonu vatana millete hayırlı olsun. Dünya evine yeni giren ve girecek olan tüm çiftlere son söz; bu ev gördüğünüz ve görebileceğiniz en iyi okullardandır. Yaşadığınız sorunlardan dersler çıkarttıkça, sorunları çözerken farklı bakış açılarından bakmayı denedikçe, gülme fırsatlarını değerlendirdikçe ve hoşgörü ve sevgide çömert oldukça ömür boyu sürer….

Bir yastıkta kocamanız dileğimle…

 

Boş-an-mak

Boş-an-mak 150 150 dolunay

Neden evleniriz? Mutlu olmak için, keyif için, sağlık için, çoğalmak için, kafamız rahat olsun diye, sevdiğimizi daha çok görmek için, ben de evlendim demek için, bu adam-kadın-bana ait demek için, toplum istediği için, adetten olduğu için, canımız sıkıldığı için…

Neden boşanırız? Mutlu olmak için, özgür olmak için, şiddetsiz geçinemediğimiz için, sorunları çözemediğimiz için, başkasına aşık olduğumuz için, aldatıldığımız için, aileler nedeniyle, kanunen boşanmak kolay olduğu için, BOŞ-ANlarımızı özlediğimiz için, toplumun dayatmalarına gıcık olduğumuz için…

İkisi arasında ortak tek cümle “Mutlu Olmak”. Mutlu olmak için evlenip yine mutlu olmak için boşanıyoruz.

Bana sorarsanız, ev-lenmek ve boş-an-mak çok önemli hayat deneyimleri… Farkedebilene!

Boşanmış bireylerle konuştuğumda sorarım; “Çok büyük bir deneyim yaşadınız, ne öğrendiniz? Neler kazandınız?”

Cevap çoğunlukla şöyle gelir; “Hiç bir şey kazanmadım hatta çok şey kaybettim, zaman kaybettim, para kaybettim, umudumu kaybettim ve erkeklere/kadınlara güvenilmeyeceğini öğrendim.”

Böyle bir deneyimden sonra neler neler farkedilir ve öğrenilir oysa ki!

Farklı bakış açılarından baktıkça, çalıştıkça, deneyimler, kazanımlar farkedilir ve yeniden sorduğumda; “Neler öğrendiniz, kazandınız eski evliliğinizden, bir daha evlenseniz nelere dikkat edersiniz?” cevap bir önceki cevaba göre biraz farklıdır.

“Eğer bir kez daha evlenirsem daha dikkatli ve özenli olacağım. Emek vereceğim konulara gelince; eşime karşı daha anlayışlı olurdum. Onun arkadaşlarıyla zaman geçirmesine müdahale etmezdim, kıskançlığımı azaltırdım. Düşünüyorum da ne çok gereksiz kavga etmişiz, şu anda bana pek komik geliyor.”

Ailelerimizi çok karıştırmışız. Aramızda olan sorunları onlarla paylaşmışız. Bir daha evlenirsem, mutlaka önce eşimle paylaşırdım onunla çözmeyi dener, olmazsa çok yakın bir arkadaşımızla ve belki bir uzmanla paylaşırdım.

Ev içinde işbirliğine çok önem verirdim, mutlaka ondan destek isterdim. Bu desteğin benim için ne kadar önemli olduğunu anlatırdım. Kendimi daha iyi ifade ederdim.

Sevginin emek istediğini anladım. Emek verilmeden yaşanan sevgi, bankadaki paraya benziyor harcadıkça azalıyor ve bir gün bir de bakıyorsunuz ki hesap bakiyesi eksiye düşmüş… Artır bakalım artırabiliyor musun?

Saygıyı korumaya çok önem verirdim. Galiba saygı sevgiden daha önemli. Saygıyı yitirdiğinde artık dönüşü yok gibi…

Sorunumuz ne olursa olsun- maddi, manevi, sağlık-birbirimize destek olarak çözmek isterim.

Onunla koşulsuzca iletişime geçerdim, hesap kitap yapmadan, sen değişirsen ben de değişirim, değişmezsen ben de değişmem demenin ne kadar yanlış olduğunu farkediyorum. Beni olduğum gibi kabul et, değişmeyeceğim demek büyük hataymış. Evlilik insanı zaten değiştiriyor, uyumlanmak durumunda kalıyor insan. Bir dahaki sefere birlikte ne yaparsak, nasıl davranırsak evliliğimiz daha iyiye, güzele gider? sorusunun cevabı önemli olacak benim için. Kendi kimliğimi de koruyarak, daha olumlu nasıl olabiliriz konusu yani…

Bir de neşe, keyif konusu var! Dilerim ki neşeli ve keyifli olsun bir sonraki eşim. Gülmek daha çok gülebilmek istiyorum, gezmeyi severse süper olur…Çok mu şey istiyorum?

Siz ne istediğinizi nasıl mutlu olacağınızı farkedip dileyin de … sonra hepbirlikte bakalım neler oluyor. !

Ne kadar büyük farkındalıklar ve idraklar değil mi? Görebilene ne büyük değişim ve gelişim fırsatları saklı boşanma deneyiminin içinde…

Boş bir An’ınızda kendinize zaman ayırarak sorun; zor bir sevgili ya da eş size ne öğretiyor, neyi deneyimletiyor?

Sevgiyle

 

Ergenlikte cinsellik 1

Ergenlikte cinsellik 1 150 150 dolunay

Ergenlik dönemi, sorunları ve özellikle de cinselliği pek çok bireyi, aileyi ilgilendirir diye düşünerek, değerli hocam Prof.Dr.Hakan Şatıroğlu ile birlikte yazdığımız makalenin bazı bölümlerini bu hafta ve önümüzdeki hafta sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ergenlik, insanın anne karnındaki ve doğduktan sonraki iki yıllık büyüme ve değişim sürecinden sonraki en hızlı büyüme ve değişim dönemidir ve toplumsal rollerin denendiği, amaçların, hedeflerin oluştuğu, toplumsal ve kişilerarası ilişkilerin geliştiği, bağımsız davranışların ortaya konduğu psikososyal gelişimi de barındıran, bireyin fiziksel ve ruhsal gelişim dönemleri arasında en zor ve karmaşık olanıdır.

Cinsellik bireyin psiko-sosyal ve fizyolojik gelişiminin olmazsa olmaz bir parçasıdır. İşte insan yaşamının hemen her döneminde var olan ve her döneminde gelişmeye devam eden bu parça yani cinsellik, üreme yeteneğinin kazanıldığı ergenlik döneminde ayrı bir önem kazanır. Vücudunda olan değişimler, duygularındaki inişler ve çıkışlar ergenler için alışılması zor olmakla birlikte, “erişkin olmanın mecburi hizmetidir”.

Ergen, bu dönemi yaşarken pek çok şeyi denemek ister. Para kazanmak, özgür yaşamak ve sevgili olmak… “Sevgili olmak, sevgilisinin olması” çok önemlidir, çünkü “sevgili olmak” demek ergen için statü, saygınlık, özgürlük, sevgi aktarımı, aşkın kavurucu tadı, cinsel keyif, merakını gidermek, farklı olmak demektir.

Ergenlikte cinsellik konusu çoğunlukla bu dönemin risklerini, risklerin sonuçlarını, ergenlerin olumsuz davranışlarını ve ergenlik döneminde cinsellik yaşamanın normal olmadığını akıllara getirmektedir.

Ergenlikte riskli cinsel davranışların istenmeyen sonuçları arasında, HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, ergen gebelikleri ve doğumları, kürtaj gibi önemli ve çoğu kere beden sağlığını daha çok etkileyen durumlar ortaya çıkmaktadır… Toplumlarda ortalama ilk evlilik yaşı ileri yaşlara kaysa bile, cinsel etkinlik günümüzde artık daha erken yaşlarda başlamakta ve cinsel partner sayısı giderek artmaktadır. Doğal olarak CYBE (cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar) ve planlanmamış gebeliklerde de bir artış gözlenmektedir.

DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) tahminlerine göre her yıl her 20 gençten biri CYBE’lere yakalanmaktadırlar. Bunların arasında sıklıkla HIV/AIDS, gonore, sifiliz, klamidya enfeksiyonu ve herpes yer almaktadır.

Ergen gebelikleri ve sonuçları hala birçok ülkede pek çok kurumun ve bilim insanının kafasını meşgul eden sorunlardandır. Gerçek cinsel eğitimin olmadığı ABD’de “teenage” dediğimiz yaş grubunda sık olarak erkek ya da kız ergenler cinsel taciz ya da kötü kullanıma uğramakta, ortalama her 6 saatte bir kız ergenlerde gebelik oluşmakta, önemli bir kısmı doğum yapmak zorunda kalmakta. Sonuçta CYBE, HIV/AIDS ve uyuşturucu kullanımı ve pazarlaması özellikle 15-24 yaş grubunda artmaktadır.

Oysa yaş grupları, gelişim dönemleri gözetilerek okullarda “Cinsellik Eğitimin” verildiği Kuzey Avrupa ülkelerinde riskli cinsel davranışlar, enfeksiyonlar ve madde kullanımı giderek azalmaktadır. Cinsel eğitimin örgün eğitim içinde yer bulamadığı ülkemizde de durum özellikle yakın gelecekte ABD’ den farklı olmayacaktır. Şimdilik önleyici tek etken hiç de sağlıklı olmayan ailevi ve toplumsal baskılar olarak öne çıkmakta ancak giderek “globalleşen ve bireyselleşen” toplumumuzda bu baskı unsurlarının da yakın zamanda ortadan kalkacağı beklenmektedir. Gerçekten de bir yanlışı, başka bir yanlışla düzeltmek olası değildir.

Ergen gebeliklerini, doğumlarını, HIV/AIDS ve CYBE’leri azaltabilecek en etkin yolun cinsellik eğitimi olduğu artık tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçektir. İlk başlarda cinsel eğitim diye çıkılan yola son yıllarda “cinsellik eğitimi” başlığı altında devam edilmektedir. Cinselliğin sadece fizyolojisinin ve doğum kontrol yöntemlerin anlatıldığı cinsel eğitimin, yeterli olmadığı ve gençlerin korunmasız cinsel davranışlarını azaltmadığı ortaya konmuştur. “Yalnızca Hayır De!” cümlesi ile ifade edebileceğimiz cinsel eğitim programında ise gençlere cinsel ilişki ilgili sorumluluk almaları öğretilmeye çalışılmış ancak yine istenilen sonuçlar alınamamış, daha sonra tamamen cinsel birleşmeyi yasaklayan bir eğitim modeli kullanılmış, ancak bu model de etkili olmamıştır. Yani bilinenin tersine, gelişmiş ülkelerin pek çoğu doğru ve etkin cinsel eğitimi bulmakta zorlanmaktadırlar.

Günümüzde kullanılan, cinselliğin sadece fizyolojik bir olay olmadığının altını çizen, cinselliğin fizyolojik boyutuyla birlikte psikolojik boyutuna da değinerek, güzel taraflarını da, risklerini de aktarmaktadır “Cinsellik Eğitimi” adı verilen eğitim programının sonuçları, öncekilere göre çok daha olumludur. Programın içerisinde karar verme yolları, hayır diyebilme yöntemleri, mastürbasyon, bedenini sevmek, saygı duymak ve ona iyi bakmak, toplumsal kimlikler, eşcinsellik, toplumsal değerler, sağlıklı olmak, HIV/AIDS, güvenli cinsel yaşam, doğum kontrol yöntemleri gibi pek çok konuyu kapsamaktadır.

Ergene pek çok konuyu anlattığınızda, merak ettiği her şeye cevap verdiğinizde ve “kendini sev ve koru” dediğinizde en etkin sonuç elde edilmektedir. Aklın yolu bir!

Sevgiyle

 

Çocuğu cinsel istismardan korumak-2

Çocuğu cinsel istismardan korumak-2 150 150 dolunay

Geçen haftaki konuya devam edelim dilerseniz.
Ne demiştik? Çocukları cinsel istismardan korumak istiyorsak bilgilendirmemiz, iyi ve kötü dokunuşu öğretmemiz demiştik.
Çocuğunuzla konuşurken anne baba birlikte konuşabilir ama birinin daha aktif olması önerilir. Bu konuşmayı yaparken 3 konunun üzerinde durun;
1. Hiç kimsenin senin özel yerlerine dokunmaya hakkı yoktur
2. Hiç kimsenin seni kendi özel yerlerine dokundurtmaya hakkı yoktur
3. Birisinin senden özel yerlerine dokunmanı istemesi, ya da seninkilere dokunması saklayacağın bir SIR değildir.
“Her sır saklanmaz bu bize söylemen gereken bir konu! “ Biri bu tür davranışlarda bulunmak isterse “iç çamaşırının örttüğü özel bölgelere dokunmak isterse “Bunu yapamazsın” , “HAYIR” demelisin…gibi.
Tanıdık bile olsa istemediği hiç kimseye kendini öptürmesin ve dokundurmasın. Kendi isteği dışındaki tüm dokunmalara “HAYIR” demesini ve uzaklaşmasını öğretebilirsiniz. Lütfen bunları çocuğunuzla çalışırken sakin olun, çocuğu korkutmayın. Çocuğun oyun zamanlarında, başka konulardan konuşurken de ara ara tekrar ettirin.
Aşağıdaki belirtileri çocuğunuzda görürseniz de lütfen bir uzmandan destek alınız;
* Muayenede bir şey bulunmamasına rağmen cinsel organlarıyla ilgili kaşıntı, ağrı.
* Poposuna dokundurmama ve acıdığını söylemesi.
* Nedensiz karın ağrıları.
* Tuvalet eğitimine rağmen idrar tutamama, gece yatak ıslatmaları.
* Yemek ve uykuyla ilgili normal olmayan daha önceden görülmeyen düzensizlikler
* Bebeksi davranmak, huysuzluk yapmak, saldırganlık
* Ani ve aşırı banyo yapma isteği
* İçe kapanma
* Okul başarısında düşüş
* Evden kaçma ve intihar düşüncesi
* Yaşına uygun olmayan cinsel konuşmalar ve davranışlar
* Toplum içinde masturbasyon ve cinsel süreçlere yönelme
Yukarıdaki belirtilerin bazıları başka sorunlardan da kaynaklanabilir. Bu nedenle rahat ve sakin davranın ve gerek duyduğunuzda hemen bir uzmandan destek alın. Çocukları cinsel istismardan korurken kreşe ya da okula gidiyorsa oradaki öğretmeninin gözlemlerine ve desteğine ihtiyacınız olacaktır. Öğretmenleriyle iletişimi koruyun…
Ve hep söylediğim gibi, okuyun, araştırın ve sakinliğinizi koruyun.
Sevgiyle
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
23.11.2011