erkek

Erkekte cinsel işlev bozuklukları

Erkekte cinsel işlev bozuklukları 150 150 dolunay

Cinsel sorunlar deyince akla çoğunlukla kadın kaynaklı sorunlar geliyor. (Vajinismus, orgazm sorunları, cinsel isteksizlik…). Oysaki erkekler de kadınlar kadar cinsel işlev bozukluğu sorunuyla karşı karşıya kalıyorlar. Bu nedenle bu hafta erkeklerin yaşadığı cinsel işlev bozukluklarına değinelim istedim.

Cinsel ilgi ve istek bozuklukları; Erkeklerde de kadınlarda olduğu gibi cinsel ilgi ve istek azlığı görülebilmektedir. Fakat bu durum kadınlara göre daha ender görülür ve altta yatan neden çoğunlukla ereksiyonda yaşanan sorunlardır. Böyle bir yakınmayla başvuran kişileri hormonal yönden incelemek birinci adım olurken aynı zamanda eşlerin uyumu, birliktelikteki doyumları da göz ardı edilmemelidir.

En modern yaklaşımlı erken için dahi olsa cinsel ilgi ve isteğinde azalma olduğunu söylemek ve yardım istemek kolay değildir. Erkeklerin her zaman güçlü ve istekli olmasının gerektiği gibi çok yanlış bir inanış vardır. Oysaki erkeklerde insandır ve her konuda olduğu gibi cinsel hayatlarında da sorun yaşayabilirler. Doğru yaklaşımlar sorunların çözülmesinde önemli rol oynar.

Erektil fonsiyon bozuklukları (sertleşme güçlüğü): Ereksiyonun oluşmasında ya da cinsel aktiviteyi sürdürmede yaşanan güçlüklerdir. Erişkin erkeklerin %20’sinde görülebilmektedir. Erkeklerin %75’i yaşamının herhangi bir döneminde kısa süreli olarak ereksiyonu sağlama ve devam ettirmeyle ilgili sıkıntı yaşadığını dile getirmektedirler. Ereksiyonu oluşturmada ve devamında yaşanan güçlüklerle ilgili olarak organik nedenlerin çok iyi araştırılması daha sonra psikolojik etkenlerin incelenmesi önerilir.

Erken boşalma: Erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluğudur. Hızlı yapılan ya da yakalanma kaygısıyla yapılan mastürbasyon, mastürbasyona suçluluk hissinin eşlik etmesi, tesadüfi başarısızlık, yanlış bilgiler erken boşalmanın altında yatan nedenlerdendir.
Ergenlik döneminde hızlı boşalma ya da boşalma üzerinde kontrolünün olmaması normaldir. Çünkü büyüme devam etmektedir ve davranış kontrolü tam olarak ergende olamayabilir. Bu nedenle ergenlik tamamlanmadan ya da düzenli bir cinsel eş olmadan kişide erken boşalma sorununun olduğunu söylemek çok da doğru değildir.

Aynı zamanda çok seyrek ilişki yaşandığı ya da duyguların inişli çıkışlı olduğu zamanlarda, stres altındayken de kontrol edememe duygusu yaşanabilir. Bunlarda oldukça normaldir. Cinsel yaşam duygularımızdan bağımsız değildir.

Çoğu erkek boşalma süresini merak eder. Oysaki boşalma süresinin önemi yoktur önemli olan boşalma üzerindeki kontrol duygusudur. Kontrol edebilmek demek; boşalma süresini ayarlayabilmek, durabilmek, başlayabilmek ve cinsel eşiyle uyumlu olarak (aynı anda orgazm olmak anlamında değil) boşalmayı kontrol edebilmektir.

Boşalma yetersizliği: Penis sertleşmesine ve birleşmeyi gerçekleşmesine rağmen boşalmanın olmaması durumudur. Çoğu zaman sadece vajen içinde boşalma olmaz ama masturbasyonda boşalma vardır. Genellikle cinsel ilişkiyle ilgili psikolojik kitlenme ve çatışmalarla ilgisi vardır. Tedavisi için cinsel işlev bozuklukları konusunda çalışan bir uzmana başvurmak gerekir.

Erkeklerde ağrılı boşalmaya ve cinsel fobiye ender de olsa rastlanabilir.

Erkeklerdeki cinsel işlev bozukluklarınını görülme sıklığı giderek artmaktadır. Stres, cinsel eğitimin olmaması, yanlış bilgiler, tansiyon, şeker gibi hastalıklar, psikiyatrik hastalıklar bu sonucun belli başlı nedenlerindedir. Nedenlerini-niçinlerini-çözümlerini daha sonra da detaylı yazmak üzere.

Sevgiyle…

Boş-an-mak

Boş-an-mak 150 150 dolunay

Neden evleniriz? Mutlu olmak için, keyif için, sağlık için, çoğalmak için, kafamız rahat olsun diye, sevdiğimizi daha çok görmek için, ben de evlendim demek için, bu adam-kadın-bana ait demek için, toplum istediği için, adetten olduğu için, canımız sıkıldığı için…

Neden boşanırız? Mutlu olmak için, özgür olmak için, şiddetsiz geçinemediğimiz için, sorunları çözemediğimiz için, başkasına aşık olduğumuz için, aldatıldığımız için, aileler nedeniyle, kanunen boşanmak kolay olduğu için, BOŞ-ANlarımızı özlediğimiz için, toplumun dayatmalarına gıcık olduğumuz için…

İkisi arasında ortak tek cümle “Mutlu Olmak”. Mutlu olmak için evlenip yine mutlu olmak için boşanıyoruz.

Bana sorarsanız, ev-lenmek ve boş-an-mak çok önemli hayat deneyimleri… Farkedebilene!

Boşanmış bireylerle konuştuğumda sorarım; “Çok büyük bir deneyim yaşadınız, ne öğrendiniz? Neler kazandınız?”

Cevap çoğunlukla şöyle gelir; “Hiç bir şey kazanmadım hatta çok şey kaybettim, zaman kaybettim, para kaybettim, umudumu kaybettim ve erkeklere/kadınlara güvenilmeyeceğini öğrendim.”

Böyle bir deneyimden sonra neler neler farkedilir ve öğrenilir oysa ki!

Farklı bakış açılarından baktıkça, çalıştıkça, deneyimler, kazanımlar farkedilir ve yeniden sorduğumda; “Neler öğrendiniz, kazandınız eski evliliğinizden, bir daha evlenseniz nelere dikkat edersiniz?” cevap bir önceki cevaba göre biraz farklıdır.

“Eğer bir kez daha evlenirsem daha dikkatli ve özenli olacağım. Emek vereceğim konulara gelince; eşime karşı daha anlayışlı olurdum. Onun arkadaşlarıyla zaman geçirmesine müdahale etmezdim, kıskançlığımı azaltırdım. Düşünüyorum da ne çok gereksiz kavga etmişiz, şu anda bana pek komik geliyor.”

Ailelerimizi çok karıştırmışız. Aramızda olan sorunları onlarla paylaşmışız. Bir daha evlenirsem, mutlaka önce eşimle paylaşırdım onunla çözmeyi dener, olmazsa çok yakın bir arkadaşımızla ve belki bir uzmanla paylaşırdım.

Ev içinde işbirliğine çok önem verirdim, mutlaka ondan destek isterdim. Bu desteğin benim için ne kadar önemli olduğunu anlatırdım. Kendimi daha iyi ifade ederdim.

Sevginin emek istediğini anladım. Emek verilmeden yaşanan sevgi, bankadaki paraya benziyor harcadıkça azalıyor ve bir gün bir de bakıyorsunuz ki hesap bakiyesi eksiye düşmüş… Artır bakalım artırabiliyor musun?

Saygıyı korumaya çok önem verirdim. Galiba saygı sevgiden daha önemli. Saygıyı yitirdiğinde artık dönüşü yok gibi…

Sorunumuz ne olursa olsun- maddi, manevi, sağlık-birbirimize destek olarak çözmek isterim.

Onunla koşulsuzca iletişime geçerdim, hesap kitap yapmadan, sen değişirsen ben de değişirim, değişmezsen ben de değişmem demenin ne kadar yanlış olduğunu farkediyorum. Beni olduğum gibi kabul et, değişmeyeceğim demek büyük hataymış. Evlilik insanı zaten değiştiriyor, uyumlanmak durumunda kalıyor insan. Bir dahaki sefere birlikte ne yaparsak, nasıl davranırsak evliliğimiz daha iyiye, güzele gider? sorusunun cevabı önemli olacak benim için. Kendi kimliğimi de koruyarak, daha olumlu nasıl olabiliriz konusu yani…

Bir de neşe, keyif konusu var! Dilerim ki neşeli ve keyifli olsun bir sonraki eşim. Gülmek daha çok gülebilmek istiyorum, gezmeyi severse süper olur…Çok mu şey istiyorum?

Siz ne istediğinizi nasıl mutlu olacağınızı farkedip dileyin de … sonra hepbirlikte bakalım neler oluyor. !

Ne kadar büyük farkındalıklar ve idraklar değil mi? Görebilene ne büyük değişim ve gelişim fırsatları saklı boşanma deneyiminin içinde…

Boş bir An’ınızda kendinize zaman ayırarak sorun; zor bir sevgili ya da eş size ne öğretiyor, neyi deneyimletiyor?

Sevgiyle

 

Vajinismus

Vajinismus 150 150 dolunay

“Nasıl olur da bir kadın ilişkiye giremez hocam aklım almıyor, nasıl olur da eşine izin veremez bunu anlamıyorum, çok saçma!”

“Çok iyi bir iş kadınıyım, mesleğimde başarılıyım, ama iş cinselliğe gelince, kitleniyorum sanki, ilişkiye izin veremiyorum, kendime çok kızıyorum çok…”

“Vajinismus olduğumuzu anladığımızda eşim “Takma çözülür, biraz bekleyelim hallolur kendiliğinden” dedi. Hep hoşgörülü davrandı bana, ben neden yapamıyorum bir türlü bu işi?”

Kadın, kadın olduğunu nasıl anlar? Kadın olmak tam olarak nedir? Cinsel ilişkiye girememiş kadın neden kendini eksik hisseder? İlişkiye girebilen kadınlar daha mı üstündür? Bu üstünlüğü hangi araç-gereç ölçer? Bir kadının en önemli görevi eşini yatakta mutlu etmektir. Aksi bile düşünülemez… Uff ne saçma oldu değil mi?

Bize saçma gelen pek çok duygu ve düşünce vajinismus olan kadının aklından geçer hatta daha ağırları da geçer ama onları yazamayacağım.

Danışan: Üniversite mezunuyum, pek çok konuda bilgim var ama ne oluyor da o anda kasıyorum ve kendimi kontrol edemiyorum, Tanrım çıldıracağım.

Ben: Kendinizi lütfen suçlamayın, üniversitelerde cinsellik eğitimi yok ki! Vajinismus, en çok üniversite mezunlarında görülmekte, kırsalda, köyde daha az yaşanmaktadır. Bence bunun nedeni, ülkemizin çoğu köyünde cinsellik çok doğal olarak algılanır, hayatın içindedir, çeşme başlarında, tarlada, komşuların arasında konuşulur, garip ama bence köyde tabu daha az. Şehirde ise kurallar, sınırlar, yasaklar, korkular çok daha fazla. Genç kızlara çoğu zaman ailelerin söylediği şey “Kızım sana güveniyoruz, sen kendini korursun!” oluyor. Ve hepimiz yani tüm kadınlar bu sihirli ve hipnotik cümlenin altındaki anlamı biliyoruz!

Çoğumuz biliyoruz belki ama tekrar etmekte yarar var. Vajinismus; vajen girişindeki kasların istek dışı kasılması ve hiçbir şekilde penisin girişine izin vermemesi durumdur. Kadın, kasılmalar üzerinde hiçbir şekilde kontrol sağlayamadığını ve istese bile bacaklarını açamadığını düşünmektedir. Tamamen psikolojik bir sorundur.

Nedenleri:

Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler vajinismus sorunun kökeninde yatar. Vajinismusun nedenleri arasında;

– Yanlış ve abartılı cinsel bilgiler,

– Cinsel eğitimin yetersizliği,

– Suçluluk, ayıp, günah duyguları,

– Çocukluk ve genç kızlık döneminde yaşanan ruhsal ve bedensel cinsel travmalar, tacizler, baskıcı aile ortamı,

– Cinsiyet ayrımcılığı yapılarak yetiştirilme, ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak,

– Penisin girişi anında “acı çekme”, “aşırı kanama”, “vajinanın parçalanması” korkuları ve gebe kalma korkuları yer almaktadır.

Tedavisinde bilimselliği kanıtlanmış ve tüm dünyada etkin olan cinsel terapi kullanılır. Jinekolojik muayene şartı yoktur. Mahremiyete önem verilir.

Çift tedaviye birlikte katılır. Kadının cinselliğiyle, kendiyle barışması sağlanır. Yanlış tüm bilgiler, doğrularıyla yer değiştirir ve basamak basamak ilerlenir ve ortalama 4-8 seans arasında süreç tamamlanır.

Eşlerin uyumu da tedavinin başarısı üzerinde oldukça önemlidir. Birbirine destek olan çift her sorunu aştığı gibi vajinismus sorununuda aşar!

Sevgiyle…

Cinsel Zeka Nedir?

Cinsel Zeka Nedir? 150 150 dolunay

Bu hafta sizlerle Dr.Sheree Conrad ve Dr. Michael Milburn’un yazdığı “Cinsel Zeka” kitabından çarpıcı bölümler paylaşmaya başlayacağım ve sonraki haftalarda bu konuya devam edeceğim. Malum konu uzun…
Zeka’nın cinseli olur mu demeyin olur hem de nasıl olur!
Cinsel yaşamda yaşanan pek çok sorunun kaynağı cinsel zeka ile ilgili aslında!
Cinsel zeka’nın ne olduğu kitapta şöyle tanımlanıyor; “Cinsel zekaya sahip olmak, sadece cinsel davranışlarımızı etkileyen bütün biyolojik faktörleri, beyni ateşleyen sinirleri ya da kanımızda dolaşan hormonları bilmek anlamına gelmiyor, cinsel zekanın anahtarı; kendimizitanımaktır. Partnerimizle gerçek kimliklerimizi paylaşmak ve mutlu bir cinsel yaşama sahip olma şansımızı arttırmak için, cinselliğimizi çarpıtan ve zarar veren kültürel hurafelerin ötesine geçmek, özgün cinsel arzularımızı ortaya çıkartmak, ihtiyacımız olan duygusal ve sosyal yetenekleri geliştirmek demektir.”
Aslında yukarıdaki tanımda çok şey saklı, örneğin, insanlar çoğunlukla cinselliği keşfederken geçmiş de yaşanan olumsuz deneyimlerinin üstünü kapatıyorlar ya da korkuları ve kaygılarıyla yüzleşmiyorlar yani kendilerini keşfetmek ve çözümlemek yerine kaçmayı tercih ediyorlar. Başkalarının ne düşündüğü ne istediği, neye ihtiyacı olduğu kendi ihtiyaçlarının önüne geçiyor. Ya da utangaçlığımız, kendimizi eşimize ifade edemememiz, cinsellikle ilgili bildiğimiz tonlarca yanlış bilgi, inanç, mit, cinsel yaşamda hayal kırıklıkları ve üzüntülere neden olabiliyor. Tüm bu sorunlar dönüştükçe cinsel zekamız da gelişiyor diyebiliriz.
Cinsel zeka, kişinin kendi gizli duygu ve kimliklerine karşı dürüst olması onların farkında ve barışık olması ve buna göre davranması demek aslında…
Cinsel zeka kavramından bahseden bu iki bilim insanı bu çalışmalara başlamadan önce durum tespiti yapmak için bir araştırma yapmışlar. Bulunan sonuçlar tüm dünyada cinsellikle ilgili hemen hemen aynı sorunların yaşandığını gösteriyor bu nedenle sonuçların bir kısmını paylaşmak istiyorum;
1. Katılımcıların yüzde yetmiş beşi seksin onlar için çok önemli olduğunu söyledi ama yüzde yirmi beşten azı son derece doyurucu bir seks yaşamına sahip olduğunu iddia etti. Konuştuğumuz insanların hemen hemen yarısı bazı cinsel davranışlardan ya da arzularından utandığını söyledi.
2. Şaşırtıcı derecede yüksek bir sayıda katılımcı, bir cinsel ilişkiye girmelerine bile engel olabilecek cinsel fonksiyon bozukluklarından yakındı.
· Katılımcıların yüzde kırk ikisi, cinsel isteksizlik deneyimlediğini bildirdi
· Yaklaşık üçte biri, seksi keyifli bulmadı zamanlar olduğunu söyledi.
· Yüzde elli yedisi orgazm olamadığını bildirdi.
· On dokuzla yirmi dokuz yaş arasındaki genç kadınların yarısı cinsel ilişkinin fiziksel acıya neden olduğunu söyledi.
· On sekizle yirmi dokuz yaş arasındaki erkelerin yüzde otuz üçü ereksiyon olma ya da ereksiyon halini devam ettirme problemi yaşadığını, yüzde elli üçü de erken boşaldığını bildirdi.

Örneklemlerin yaklaşık yarısı seks hayatlarının doyurucu olmadığından yakınmış, çoğu hayatlarında yaşadıkları cinsel deneyimleri, olumsuzluklarını ve izlerini anlatmış, çekingenliklerini, cinsel arzularından dolayı duydukları utanma duygusunu paylaşmış…
Ve biriyle paylaşmanın onları ne kadar rahatlattığını fark etmişler çalışmalarda buna ne kadar ihtiyaçları olduğunu idrak etmişler.
Belki size tanıdık gelecektir; çalışmaya katılanlar yaşadıkları cinsel sorunu çok az insanın yaşadığını ve insanların çoğunun cinsel hayatlarının çok iyi olduğunu zannediyorlar!
Aslına bakarsanız değişmeyen tek gerçek şu ki, hangi ülkeye gidersek gidelim cinsel yaşamla ilgili insana ait sorunlar aşağı yukarı hep aynı! Belki ülkelere göre artan ve azalan sorunlar var ama sorunlar hep var!
Çözüm için geldiğimiz nokta ise yine aynı; kişinin kendini tanıması, kendisiyle barışık olması…Basite indirmek gerekirse pek çok sorunun çözümüyle cinsel sorunların çözümü aynı aslında… Kendini tanı, kendini olduğun gibi kabul et, kendini sev…
Hadi hepimize kolay gelsin o zaman…
Haftaya devam etmek üzere
Sevgiyle…

Zero

Zero 150 150 dolunay

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) açıklamalarına göre 2010 yılında dünyada 0 (sıfır) yeni HIV enfeksiyonuna rastlanmıştır. AIDS’e bağlı “sıfır” ölüm gerçekleşmiştir. Ayrıca HIV pozitif bireylere ayrımcılığında “0” a indiği saptanmıştır.

Yazarken de, okurken de kulağıma çok hoş geldi. Tabii ki henüz doğru değil bu bilgi. HIV/AIDS tüm dünyada hala en büyük salgın olma özelliğini ne yazık ki koruyor.

“1 Aralık Dünya AIDS Günü”. UNAIDS’in bu yılki sloganı “0” yeni enfeksiyon, “0” Ayrımcılık, “0” AIDS’e bağlı yeni ölüm. HIV/AIDS son 30 yıldır dünyanın baş etmekte en çok zorlandığı sorunların başında geliyor.

DSÖ’ne göre 2010 yılı sonu itibariyle dünyada 34 milyon kişi HIV ile birlikte yaşıyor.

2.7 milyon kişi 2010 yılında HIV enfekte oldu. 1.8 milyon kişi 2010 yılında AIDS’e bağlı hastalıklardan öldü. Yapılan ayrımcılıklarla ilgili ne yazık ki kayıt tutulamıyor, insanın insana “sen HIV taşıyıcısın” diye yaptığı ayrımcılığın, dışlamanın kaydı henüz yok, saptanamıyor, sadece biliniyor. Eğer HIV taşıyorsanız ve patronunuz bilirse işinizi kaybedebilirsiniz, okuldan atılabilirsiniz, mahalleden kovulabilirsiniz…Ve daha niceleri!

İnsanlık tarihi virüslere, bakterilere, mikroplara bağlı olarak pek çok salgınla, hastalıkla karşı karşıya kalmış ve binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Veba, frengi, cüzzam, verem, kuş gribi, sars aklıma ilk gelenlerden ve HIV aklımdan pek gitmeyen…

20’li yaşlarımdan beri gerek gönüllü gerekse profesyonel çalıştığım bir konudur HIV/AIDS. Türkiye’de bu konuda yapılması gereken çok şey var hala. HIV bizim ülkemizde de hızla yayılmaya devam ediyor. Neden mi?

* Ülkemizde HIV/AIDS’le ilgili koruyucu çalışmalar yok denecek kadar az,

* Ne yazık ki cinsel eğitim yok (Cinsel eğitim yoksa hastalıklarla ilgili bilgi yeterince yok demektir.)

* Genç bir nüfusa sahibiz (HIV en çok genç insanlar arasında yayılıyor.)

* Nüfus hareketliliği çok yoğun bir ülkeyiz, (İnsanların daha çok riskli davranışta bulunması, sık eş değiştirmesi anlamına gelir.)

* Turizm ülkesiyiz (Turist döviz ve virüs bırakıyor olabilir mi?)

* Kayıtsız çalışan seks işçileri fazla (Ülkemizde varolan genelevler bile kapatılıyor bu da kayıtsız seks işçiliğini ve kontrolsüz seksi arttırıyor.)

* Yurt dışında çalışan işçi popülasyonumuz var

* Damar içi uyuşturucu madde kullanımında inanılmaz bir artış var

Tüm bunlar ülkemizde HIV’ın ekmeğine yağ sürmekte ve yayılımını kolaylaştırmaktadır.

Tüm dünyada HIV enfekte vakaların artarken Türkiye’deki artış da çok güçlü sinyaller vermektedir. Ülkemizde ilk defa 1985 yılında bir AIDS vakası ve bir HIV enfekte vaka olduğu bildirilmiş, daha sonra her yıl HIV/AIDS vakalarının sayılarında giderek artma gözlenmiştir.

Ülkemizde T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 4866 HIV/AIDS vakası vardır. Bu sayının %70’ini erkekler, %30’unun kadınlar oluşturmaktadır.Bu sayı tabii ki resmi veridir. Yani bilinen…

Kişi kendinden kuşkulanmaz ve test yaptırmaz ise HIV’in 8-10 yıl hiç belirti vermediği düşünüldüğünde bu sayının gerçeği yansıtmadığı bilinmektedir. 4866 buzdağının görünen yüzüdür. Buzdağının altında binlerce kişinin var olduğu tahmin edilmektedir. Bu salgının en ürkütücü taraflarından sadece biridir bu!

Bu salgını gerçekten Zero “sıfır” yapmanın yolu ise bireysel farkındalıktan, bilgilenmekten ve korunmaktan geçer! Bize bir şey olmaz mantığı ise patlak lastikle arabaya binip yola çıkmaya benzer!

Sağlıcakla, sevgiyle ve bol farkındalıkla kalın….

Anne Ben Nasıl Oldum?

Anne Ben Nasıl Oldum? 150 150 dolunay

Cinsellikle ilgili konular anne- babaların çocuklarıyla konuşmaya en çok çekindikleri konuların başında gelir.
Kendimizle, eşimizle bile konuşmaktan çekindiğimiz, yok saydığımız konuları henüz 3 yaşındaki 5 yaşındaki çocuğumuza anlatmak iyice zorlaşır. Çekinir kızarırız, sesimiz titrer, konu değiştiririz, “Git babana(annene) sor” deriz, kaçarız, atarız başımızdan.
Peki ne yapmalı, nasıl başlamalı çocuğumuzla cinsel konularda konuşmaya?
İlk önce şunu bilmeliyiz; çocuklar cinselliği keşfetmek için, büyükler keyif almak, haz duymak için yaşarlar.
Bunu neden mi belirttim?
Çocuklar cinsel organlarıyla ilgi sorular sorduklarında ve cinsel bölgelerine dokunduklarında “Ayıp, çek elini” demenize, utanmanıza gerek yok. Onlar “ayıp” bilmezler ama böyle böyle ne yazık ki öğrenirler.
Çocukluğun ilk yılları ilk kayıtların yapıldığı ve kimliğin temellerinin oluşturduğu yıllardır. Çocuklara, iyi, kötü, kaka, ayıp, günah dediğimiz tüm durumlar onların cinsellikle ilgili duygularını ve davranışlarını eşleştirmelerine neden olabilir.
Cinsel eğitim, çocuk ilk cinsel soruyu sorduğunda başlar. “Anne bu ne?”, “Babam-annem çişini nasıl yapıyor?”, “Ben karnına nasıl girdim, nasıl yemek yedim orada?” gibi…
Çocuğunuz size soru sorduğunda doğal bir şekilde, soruyu onun anlayacağı şekilde, basit, yalın ve tamamen bilimsel bir şekilde cevaplamalısınız.
Örneğin; kendi cinsel organının adını sorduğunda, vajina, penis demek, çocuğun cinsel gelişimi için önemlidir. Bunu doğal bir ses tonu ve yüz ifadesiyle söylerseniz, çocuğunuz cinselliği doğallaştıracak ve dengeli yaşayacaktır. Cinsel organları lakaplarla, kısaltmalarla ifade etmek, çocuğun bilinçaltında “bu normal ve doğal değil, ayıp” kavramlarını yerleştirir.
Çocuklar ilk soruyu sorarlar ve beklerler, eğer doyurucu bir cevap almışlarsa ikinci soruyu sorarlar, sonra üçüncüyü…Eğer soruya kaçamak cevaplar verdiyseniz ya da vermediyseniz belki ikinci şansı da verirler ama ondan sonra soru sormayı bırakırlar. Daha doğrusu size sormayı bırakırlar!
Her çocuk cinselliği merak eder, keşfetmek ister. Çocuklar bunun için ilk olarak anne-babalarına sormayı tercih ederler. Anne- babalar sabırla ve rahat bir şekilde sorulara cevap verirse onlardan öğrenmeye devam ederler, diğer türlü ise meraklarını giderecek, öğrenecek bir kanal mutlaka bulurlar.
Çocuklar soru sorduğunda “Bana merak ettiklerini sorabilirsin, ne zaman istersen sor” demeniz, kapılarınızı açmanız anlamına gelir. Çocuklar o kapıdan girerler çünkü onlar için bu çok doğal bir konu, siz de doğal davranırsanız onu kazanır ve korursunuz. Çocukları cinsel istismardan korumak, ‘hayır’ demeyi öğretebilmek için onlarla iletişimi koruyun.Çocuklarıyla konuşan, onları dinleyen anne babalar kendilerini dinletebilirler!
Çocuğunuzla cinselliği konuşmak ondaki cinsel duyguları arttırmaz ya da onu sapık yapmaz, tam tersine onu istismardan korur.
Onlara mahremiyeti de öğretmek anne babaların görev ve sorumluluk alanındadır. Kendi bedenini tanıyan, bilen ve seven bir çocuk, “HAYIR” diyebilir. Eğer çocuğunuzun kendini korumasını istiyorsanız koruyacağı organları, neden ve nasıl koruyacaklarını, “iyi ve kötü dokunuşu tanımayı onlara öğretmelisiniz.
Tüm bunları nasıl yapacağınızı öğrenmek için, kitaplardan ve uzmanlardan destek alabilirsiniz.

Çocuklarımızın mutlu ve sağlıklı ilişkileri olsun istiyorsak; kız ve erkek çocuk ayırt etmeden bilgilendirmeliyiz. Nedense çocuklara cinsel eğitim ya da istismar dediğimizde akıllara hep kız çocuklar geliyor. Erkek çocuklara hiçbir şey olmuyormuş gibi ya da kız çocuklarımıza bir şey yapan başkalarının erkek çocuklarıymış gibi!
Çocuklara bilgi verirken annenin ve babanın tutarlı konuşması, aynı bilgi doğrultusunda konuşmaları önemlidir. Anne babalar bu konuda konuşulanlarla ilgili birbirlerine bilgi vermelidir. Kız çocuklar babayla, erkek çocuklar anneyle konuşabilir ya da bunun tam tersi de olabilir. Çocuğunuz karşı cinsiyetle ilgili bilgi sorarsa lütfen cevap verin, bu seni ilgilendirmez demeyin, ilgilendirir, karşı cinsiyeti tanıyan bir erkek ya da kız çocuk daha kolay empati kurabilir.
Bir ilköğretim okulunda 8. Sınıflara verdiğim bir cinsel sağlık eğitiminde erkek öğrencilerden şöyle bir şey istemiştim; “ Hayal edin, her ay iç çamaşırınızın içinde bir pedle en az 5 gün dolaşıyorsunuz ve bu ped ıslak, ve çoğunlukla karnınız, beliniz ağrıyor, ve bunu 12-13 yaşlarından başlayıp her ay 50’li yaşlarınıza kadar yaşıyorsunuz…. Nasıl bir duygu?
Pek çok erkek öğrenci ayağa kalkıp “Hayır, çok iğrenç, dayanamam” gibi şeyler söylemişlerdi…
“Kadınlar bunu hep yapıyor ama hem de sizler için, kendileri için, çocuk dünyaya getirebilmek için…”dediğimde ise derin bir sessizlik olmuştu sınıfta…
Çocuklarımıza bunları öğretmeliyiz, mutlu olmaları için, kadın ve erkek birbirini daha iyi tanısın, sevsin, kabul etsin diye…
Peki nasıl mı? Okuyarak, araştırarak, soru sorarak, belki de ilk önce kendi cinselliğimizle, kendimizle barışarak…
Başka yol yok!
Sevgiye Kalın!
Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
28.09.2011

Orgazm Olmak Ya da Olamamak!

Orgazm Olmak Ya da Olamamak! 150 150 dolunay

Kadın Orgazmı; bazı kadınlar için hayal, bazı kadınlar için zar zor olan, bazı kadınlar için kaf dağının ardında, bazıları için mecburen taklidi yapılan, bazıları için ise adı bile bilinmeyen cinsel keyif de yaşanan en üst düzey duygu, cinsel rahatlamanın adı…

Aslına bakarsanız orgazm olmak kolay, kadın bedeni fizyolojik olarak buna uygun tasarlanmış ve de erkeğe göre kat be kat daha fazla keyif alabiliyor. Zor olan ne derseniz; kadının kendini, bedenini keşfetmesi, sorular sorması, cinselliği yaşama hakkına sahip çıkması ve bunu talep etmesi, uyumlu bir ilişki… Zor olan bunlar.

Orgazm sorunlarınınkökeninde çoğunluklaabartılı beklentiler, yanlış bilgiler, cinsel eşle ilgili iletişim sorunu ya da erken boşalma sorunu yatabilir. Bazen erkekler eşlerinin orgazm olmasını, onunda bu duyguyu yaşaması adına ya da eşini orgazma ulaştırarak erkekliğini kanıtlayabilmek adına çok isterler. Ve bu durumu çoğunlukla “eşimin orgazm sorunu var, o orgazm olamıyor” şeklinde bize aktarırlar. Bir hocam derdi ki; Orgazm olamayan kadın yoktur, eşini orgazm edemeyen adam vardır! Biraz ağır oldu biliyorum ama kadın orgazmında erkeğin rolü gerçekten çok önemli. Belli bir düzeye kadar uyarılan kadınlarda bakılması gereken çok önemli birkaç nokta var; eşiyle iletişim düzeyi, talep ve isteklerini net olarak ifade edip edemediği, ön sevişme süresinin yeterli olup olmadığı, konsantrasyon sorunun olup olmadığı, psikiyatrik bir sorunun olup olmadığı ve erkek de erken boşalma sorunu olup olmadığıdır.

Kadın ve Erkek orgazmı birbirinden biraz farklıdır. Çoğunlukla kadının orgazm olabilmesi için ön sevişme süresinin yeterince uzun ve doyurucu olması gerekir. Eğer bu yapılamıyorsa cinsel birleşmede ereksiyon kontrolünün erkekte olması ve önce kadının sonra erkeğin orgazm olması, kadının vajinal orgazmı için önemlidir. İki tarafında fizyolojik ve psikolojik olarak birbirlerini iyi tanımaları karşılaştıkları sorunları aşmalarına yardım edecektir.

Kadınlar dokunmaktan ve dokunulmaktan erkeklere göre daha önem verirler. Aslında dokunulmaktan erkeklerde hoşlanır ama bu pek alıştıkları bir şey değildir. Ön sevişme süresinin uzunluğu ise ne yazık ki pek çok erkeği sıkabilir ya da pek çok erkeğe gereksiz görünebilir. Çoğunlukla, erkekler sonuç, kadınlar süreç odaklıdır!

Eşlerin birbirlerine doyasıya dokunmaları ve birbirleriyle cinsel birleşme haricinde de zaman geçirmeleri eşler arasındaki pek çok sorunu giderecektir. Hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeyleri konuşmaları ve cinselliği birlikte keşfetmeleri…Kulağa çok hoş geliyor doğrusu!

Kadın ve erkeğin orgazm sürecinde beş duyunun katkısı yatsınamaz; görme, işitme, koku, dokunmak ve tat almak. Cinsellik, cinsel keyif beş duyunun katkısıyla yaşanır ya da yaşamaz. Eğer eşlerden biri sevişme sırasında sesten hoşlanmıyor diğeri ise ses çıkartmadan cinsel uyarıları devam ettiremiyorsa, ya da kötü koku (diş, ter gibi…) eşlerden birini çok rahatsız ediyorsa diğeri umursamıyorsa… buna benzer pek çok örnek orgazm sorunu tetikleyecektir.

Ve bu sorunda bir de erkeği mutlu ekmek için izlediği filmlerden öğrendiği kadarıyla orgazm taklidi yapan kadınların durumu var. Aslına bakarsanız taklit yapmak iyi bir şey, neden mi? Bilinçaltı, çıkarılan seslerin, yapılan hareketlerin gerçek olup olmadığını bilmez. Taklidi, şakayı gerçek algılar. Ve bir şeyin taklidi yaparken bile öğrenebilir insan. Bu nedenle de her taklit bir gün gerçek olabilir. Yani umut var. Tabi ki eşlerine taklit yaptıklarını söylemezlerse!

Orgazm ile ilgili yeni bir tanım yapmak isterim. Doğru bilgiyi, sevgiyle, hoşgörüyle, içsel barışla, saygıyla, tutkuyla, keyifle, keşifle, farkındalıkla, neşeyle, anda olmakla harmanladığımızda ortaya çıkan duygunun adı ORGAZM olsun bundan sonra. Ne dersiniz?

Keyifli, keşifli, bol kahkahalı günler dilerim sevgili dostlar.

“İki Yıldır Evliyiz, İlişkiye Giremiyoruz!”

“İki Yıldır Evliyiz, İlişkiye Giremiyoruz!” 150 150 dolunay

“Eşimle 2 yıldır evliyiz, severek evlendik, yıllardır birbirimizi tanıyorduk ve çok seviyorduk, ilk gece birlikte olmayı denediğimizde hiç bilmediğim bir yönümle karşılaştım, eşime izin veremiyordum, bacaklarımı kapatıp, onu ittim ve hala itiyorum, sanki o an bambaşka biri oluyorum. Günlerce, aylarca denedik olmadı, ben bu sorunun ne olduğunu bile anlamadım uzun süre, dünyada tek ilişkiye giremeyen kadın benim zannettim. Bir kadın olarak görevimi yapamıyordum ve hep ezik hissediyordum kendimi, eşim ise hiç üstüme gelmedi ve hep çözülür dedi…”

  1. yüzyılda Türkiye’de  100 kadından en az 40’ının yaşadığı vajinismus sorununda kendini tek zannetmek beni bayağı düşündürdü.

Sordum; “Cinsellikle ilgili ilk kez kiminle konuştunuz?, Cinsel bilgiler ya da sohbet anlamında…”

Cevap beni şaşırtmadı; “Eşimle. 30 yaşımda evlendim ve o güne kadar cinsellikle ilgili kimseye bir şey sormadım, dinlemedim, merak etmedim de. Komşuların konuştuğunu hatırlarım ama ben özellikle bir şey sormadım. Eşimden öğrenmenin daha uygun olacağını düşündüm, ama galiba geç kalmışım….”

Erkekleri cinsel konularda bilgili sanıyoruz

Erkeklerin cinsel konularda en doğruyu bildiğini ve bu konularda eğitimci gibi olduklarını zannetmek herhalde sadece bizim gibi toplumlara has bir özellik olsa gerek!

Ülkemizde cinsel eğitim yokken, çocuklar kulaktan duyma bilgilerle cinselliği yaşıyorken, aileler çocuklarının cinsel konularda hiç konuşmamalarına namus ve terbiye diyorken, bu tür cinsel sağlık sorunları ve HIV/AIDS, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, ergen gebelikleri gibi daha ağır vakalar yaşanmaya devam edecek demektir.

Vajinismus, kadının cinsel ilişkiye izin verememesiyken, erkeklerde de kaygı ve heyecana bağlı olarak cinsel ilişkiyi gerçekleştirememe ya da girişten hemen sonra ereksiyon kaybı, boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları ülkemizde azımsanmayacak kadar çoktur.

Sorunun kökeni psikolojiktir

Sorun kadın kaynaklı da olsa erkek kaynaklı da olsa kökeni tamamen psikolojiktir.

Psikolojik demek ne demektir? Çoğunuzun bunu anlamadığını “Ben deli miyim?” dediğini çok duyuyorum.

Psikoloji, yani ruhsal tarafımız, bizi insan yapan tarafımızdır. İnsan fizyolojik ve psikolojik bir varlıktır. Ve fizyoloji psikolojiyi, psikoloji fizyolojiyi etkiler.

Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, penisin girişi anında “acı çekme”, “aşırı kanama” olacağına dair korkular kadının bilinçaltına olumsuz bir şekilde yerleşir ve vajinismus sorununu oluşturur.

Yine aynı şekilde, cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, dinin korku temelli verilmesi ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, “Acaba ilk gecede yeterince sertleşecek mi, ilişkiyi yapabilecek miyim, zarı delebilecek miyim?” gibi korkular da erkeğin yaşadığı ereksiyon sorunlarını oluşturur. Psikolojik dediğimiz de tam olarak budur.

Çözümünde cinsel terapinin tek bilimsel ve en etkin yol olmasının nedeni de budur.

Yaşanan cinsel sorun ne olursa olsun kökeninde çoğunlukla yukarıda bahsettiklerim vardır ve aslında çözüm de kolaydır.

Bize aktarılan kulaktan dolma- duyma tüm bilgileri sorgulamak, cinsellikle ilgili doğru bilgileri edinmek, kendimize ve karşı cinsiyete saygı duymak, kendimizi sevmek, çok değerli olduğumuzu fark etmek ve doğru yerlerden destek almak….

Söylemesi ve yazması kolay…Umarım inanması ve uygulaması da kolay olur.

Sevgiyle…

Son mu?

Son mu? 150 150 dolunay

Son yıllarda filmlerin sonuna “Son” yazmıyorlar. Türk filmlerinde eskiden SON yazardı, yabancı filmlerde ise “THE END”… Ne zaman son verdiler buna hatırlamıyorum, bıçakla kesilir gibi kesildi bu son yazısı. Ne oldu da yazmadılar? Özellikle filmin sonunda kavuşan sevgililer varsa “mutlu son”du bu hepimiz için… Evlenen insanlarla ilgili de “Mutlu sona kavuştular” deriz.
İşte size bazı SON yanılsamaları;
Ne garip, evlendiğimizde her şeyin çok güzel olacağını, ömür boyu mutlu yaşayacağımızı, yalnızlığımızın sonu zannederiz…
Örneğin, bir çift flört evresini geçirip evlendiğinde mutluluğu en üst seviyedir, zirve duygular hisseder ve “mutlu sonu” yaşar. Ömür boyu süreceği zannedilir. Evlilik yeni bir başlangıçtır ve evliliklerin evreleri vardır.” Flört evresi, ilk iki yıl, çocuk olduktan sonraki evre” diye böyle devam eder. Evliliğin ilk iki yılı çoğunlukla zordur, bu nedenledir ki ülkemizde evliliklerin ilk yıllarında boşanma oranları daha çoktur. Her bir birey kendi değerlerini ve doğrularını tek doğru zanneder ve kıyametler kopar… Bununla birlikte ortak değerler oluşturabilen, sevgilerini her geçen gün artırıp çoğaltabilen, fırtınaları birbirlerine sarılarak atlatan, birlikte BİZ olabilen çiftler için evlilik, her gün yeni bir başlangıçtır!
Çok para kazandığımızda, her şeyi satın alabileceğimizi, imkansızın sonu ZANnederiz,
İnsanı gerçek insan yapan pek çok “değer” var. Sevgi, neşe, farkındalık, sağlık, paylaşım, denge, hizmet etmek, adalet, şefkat, merhamet ve daha pek çok değer! “Para” da önemli bir değer dünyada… “Dünya pulu” diye okumuştum bir yerde. Yokluğu biraz zor! Varlığında da dengeyle kullanıldığında insana yakışır oluyor. Parayla her şeyi satın alabileceğine inanmaksa, ne büyük bir yanılgı, ne egosal bir ZAN! Çok şükür ki parayla satın alınamayacak insanlar ve değerler var! Kardeşlik, sevgi, huzur, neşe, coşku, zeka, sağlık… Doğru ifade etmek isterim; para iyidir ve çok önemlidir, para insana yakışır şekilde kullandığında bir değer ifadesidir!
Sevgilimiz terk ettiğinde, hayatın sonu ZANnederiz,
İlişkiler biter, sevdiğimiz kişi şu ya da bu nedenden dolayı bizi terk ettiğinde, yaşayamayacağımızı, dünyanın sonunun geldiği zannederiz.
Nefes almak zorlaşır, yemek yemek ve uyumak neredeyse imkansızlaşır, mekanlar dar gelir. Buraya kadar aşk tanımına çok benziyor değil mi? Zihinsel konsantrasyon düşer, suçlamalar, keşkeler, yalvarmalar… Kişi bir olayı, SON’u yaşarken o an mantığı devre dışı kalır, bütünü göremez, bencilleşir, çocuklaşır.
Oysaki her acıdan, her olaydan, her sondan öğrenecek ne çok şey var, alınacak ne çok ders…
Yaşadığımız, o anda olumsuz gördüğümüz her olay aslında hazine gibidir. Zaman geçer… Hazineyi fark edebilenler “Bu deneyim bana ne kattı, neleri farkettim kendimle ilgili, ilişkilerle ilgili hangi deneyimlere sahip oldum?” diye sorarlar ve kazanımlarıyla yola devam ederler.
Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde dünyanın sonu ZANnederiz
Bazen de acı kayıplarımız olur, sevdiğimiz insanları zamanlı ya da zamansız kayıp ederiz, yolcu ederiz ve yuvaya geri göndeririz. Kaybettiğimiz kişi için dünyanın sonu, sonsuzluğun başıdır belki de ama bizim için dünyanın sonu zannederiz! Geri gelmeyeceğini bilmek, çaresizlik hissi, özlemek ve bilinmeyen bizi zorlar ama yine de nefes almaya, yemek yemeye, uyumaya, çalışmaya devam ederiz.
Zaman ilerledikçe ise geriye sadece özlem kalır. Ve aslında kaybettiğimiz sadece o kişinin bedenidir, ona dair hislerimiz, ondan kazandığımız şeyler, düşünceleri, şakaları, sesi, yüzü, sözleri, fikirleri ve daha niceleri hep bizimledir! Bedenler ölür ama ya diğerleri? ASIRLARca devam eder.
Şimdi kocaman bir teşekkür giden dostlara, büyüklere, düşünen insanlarına, eylem adamlarına, annelere, babalara, kardeşlere, eşlere, giden herkese… Bizi biz yapan herkese yürekten bir takdir, sonsuzluğa gönderdiğimiz bizi biz yapan herkese!
“Son dediğimiz şeyler, sadece birer başlangıçtır” demiş Emerson. Ne güzel demiş, görebilene ne büyük dersler vardır her sonda ve ne güzel deneyim fırsatları vardır yeni başlangıçlarda, 2012 umudun ve neşenin, bolluğun ve bereketin yılı olsun. Hepimize iyi yıllar.
Umut ve sevgiyle

Psikolojik Danışman-Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu
Erickson Koçu
dk@dolunaykadioglu.com
11.01.2012

Sertleşme Sorunları

Sertleşme Sorunları 150 150 dolunay

Erektil fonksiyon bozukluğu yani sertleşme sorunu ereksiyonun oluşmasında ve cinsel aktiviteyi sürdürmede yaşanan güçlüklerdir.
Kişi ereksiyonu ya hiç sağlayamaz ya da ilişkiye girebilecek kadar sürdüremez. Erişkin erkeklerin %20’sinde görülebilmektedir. Erkeklerin %75’i yaşamının herhangi bir döneminde kısa süreli olarak ereksiyonu sağlama ve devam ettirme ile ilgili sıkıntı yaşadığını dile getirmektedirler.

Ereksiyonu oluşturmada ve devamda yaşanan güçlüklerle ilgili olarak organik nedenlerin yani fizyolojik kökenli bir sorunun olup olmadığının çok iyi araştırılması daha sonra psikolojik etkenlerin incelenmesi önerilir. Bazen her ikiside ereksiyon üzerinde olumsuz etkiye yol açabilir.

Ereksiyon sorunlarına neden olan psikolojik nedenler arasında; hayatı boyunca hiç masturbasyon yapmamak, bunun günah ve suç olduğuna inanmak, çok ağır psikolojik rahatsızlıklar, takıntılar, baskıcı ve dini etkinin çok hissedildiği aile ortamında yetişmek, stres, tesadüfi başarısızlık… sayılabilir.

Ereksiyonda sorun yaşayan erkeklerin çoğu bunun hayatlarında başlarına gelen en önemli sağlık sorunu olarak değerlendirir. Özgüveni zedelenir. Kendine ve pek çok şeye kızar. Diğer kimlikleri de bu durumdan olumsuz etkilenebilir. Ereksiyon sorunlarında eşler arasında sorunlar yaşanabilmektedir. Evliliği ve ilişkiyi korumak için uzmanlardan destek alınması çiftin birbirlerine yardım etmesi önemlidir.

Sertleşme sorunlarında fiziksel yani organik nedenlerin iyi değerlendirilmesi gerekir. Yaşanan bazı uzun süreli hastalıklar ve bunların tedavisinde kullanılan ilaçlar ereksiyon sorununu ortaya çıkarabilir. Bu hastalıklar, ilaçlar ve maddeler kısaca şöyledir; şeker hastalığı ve ilaçları, antidepresanlar, psikiyatrik ve türevi ilaçlar, hormonal ilaçlar, varikosel gibi damar hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları ve ilaçları, tansiyon düşürücü ilaçlar, migren ilaçları, uyarıcı ilaçlar, kolesterol ilaçları, kilo kaybettirici ilaçlar, sigara, alkol, kokain, esrar gibi maddeler ve uyuşturucular.

Eğer bir süredir yukarıdaki sorunlardan birini ya da birkaçını birden yaşıyorsanız ve ereksiyon sorununuzda varsa ilaçlarınızı kullanmaya lütfen devam edin ve konuyu doktorunuzla görüşün. Sertleşmeyi daha kaliteli hale getirmek için yapılabilecekleri değerlendirmek ve öğrenmek için bir uzmandan eşinizle birlikte destek alabilirsiniz.