dolunay kadıoglu

Hoş geldin bahar

Hoş geldin bahar 150 150 dolunay

Çok yoğun ve bol kar yağışlı bir kış geçirdik. Kış, kış gibi geçti yani. Kar hiç bitmeyecek zannettik. Kışın ilk aylarında bize huzur veren beyaz, 3-4 ay sonra sıkıntı vermeye başladı ve “Ne zaman gidecek bu kar, ne zaman gelecek bahar?” diye sorar olduk.

Baharın ilk belirtilerini gördüğümüz bu günlerde ise içimiz kıpır kıpır olmaya başladı. Güneş tam yüzünü göstermese bile, nisan yağmurları yağsa bile içimizde yeni umutlar, hisler yeşermeye başladı. Baharla birlikte doğdaki yenilenme, tazelenme izlemeye değerdir doğrusu.

Tüm kış kupkuru olan meyve ağaçlarının dallarında patlamaya hazırlanan yaprakların, çiçeklerin tomurcukları, bebeğini kucağına almaya hazılanan ve o günü iple çeken anne adaylarına benzer; sabırsız, heyecanlı, kıpır kıpır, meraklı…

Bahar her zaman olumlu duygularla gelmez aslında! Bahar yorgunluğu ve bazen de depresif haller çok sık görülen durumlardır. Mart sonu Nisan başı ve belki de tüm ay boyunca süren garip bir yorgunluktur, insanı deli eden. Yataktan çıkmak istemezsiniz, iş motivasyonunuz düşer, sinirli ve gergin olursunuz, stres artar. Bedeninizle ilgili en çok söylediğiniz cümleler “Sanki üstümden tır geçti ya da dayak yemiş gibiyim” veya “Kafam kazan gibi”dir. Bu şikayetlerimizi duyan dostlarımız “Enerjilerdendir, takma, göz vardır üstünde” der bazen, güleriz…

Tüm bu değişimlerin nedeni, yeni gelen mevsime bedeninizin ve ruhunuzun uyumlamaya çalışmasından başka bir şey değildir aslında. Kışa ve yaza girerken bu tür uyumlanma süreçlerini çoğunlukla hepimiz yaşarız.

Bahar her ne kadar içimizi kıpır kıpır yapsa da, güneşin o gül yüzünü yeni yeni gösterdiği, yağmurların hakim olduğu bu günler bedenimiz ve ruhumuz için biracık zor geçer. Bedenimiz bahara ait havanın içindeki iyonlara yavaş yavaş uyumlanır. Kışın isli puslu havasına alışan insan bedeni bu kez de bol bol temiz havaya alışmaya çalışır.

Bu geçişi kolaylaştırmak için yapılanacak şeyler çok açık aslında,

Beslenmemize dikkat etmek ve detoks yapmak için uygun bir dönem, vücudumuzdaki tüm biriken toksinleri atarak yenilenebiliriz. Daha hafif beslenebiliriz, kafein içeren içecekleri azaltabilir, alkol ve sigaradan uzak durabiliriz. Tabii ki egzersiz ve spor bu önerilerde olmazsa olmazlardan. Kapalı spor alanlarından çıkıp kendimizi doğaya bırakmanın tam zamanı. Doğadaki uyanışı, yenilenişi izledikçe kişi kendine dönüyor ve sormadan edemiyor: “Geçtiğimiz kışı nasıl geçirdim, olumlu neler yaptım, olumsuz deneyimlerden neler öğrendim? Önümüzdeki dönemden beklentilerim, hayallerim ve planlarım neler? Koca bir kış daha geçti. Neler kazandım bu kıştan? Ağzımda hangi lezzetler kaldı?…”

Bu niyetle bu sabah mahallede yürüdüm biraz. Baharın gelişini tüm hücrelerimde hissettim. Ankara’da yağmur vardı… Çok güzel bir Nisan yağmuru… Tertemiz havayı çiğerlerime çektim. Başımı, saçlarımı, ellerimi, parmaklarımı, ayaklarımı hissettim yağmurun altında…Yüzüme düşen yağmur damlalarını hissettim, seslerini duydum…Yeni Türkü’nün şarkısı kulaklarıma geldi. Eşlik etti bana bu yürüyüşte… Ve sizler de dizeleri okuduğunuzda şarkıyı duyarsınız kulaklarınızda…

Küçüçük bir bakışın, çözer beni kolayca
Kenetlenmiş parmaklar gibi sımsıkı kapanmış olsa…
Yaprak yaprak açtırırsın, ilk yaz nasıl açtırırsa,
İlk gülünü gizemli, hünerli bir dokunuşla…

Hiç kimkesin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur,
Bütün güllerden derin bir sesi var gözlerinin…

İçimde dingin bir çoşku, yüzümde keyifli bir gülümsemeyle “Merhaba, hoş geldin” dedim İlkbahar’a,

Hoş geldin!

Erkekte cinsel işlev bozuklukları

Erkekte cinsel işlev bozuklukları 150 150 dolunay

Cinsel sorunlar deyince akla çoğunlukla kadın kaynaklı sorunlar geliyor. (Vajinismus, orgazm sorunları, cinsel isteksizlik…). Oysaki erkekler de kadınlar kadar cinsel işlev bozukluğu sorunuyla karşı karşıya kalıyorlar. Bu nedenle bu hafta erkeklerin yaşadığı cinsel işlev bozukluklarına değinelim istedim.

Cinsel ilgi ve istek bozuklukları; Erkeklerde de kadınlarda olduğu gibi cinsel ilgi ve istek azlığı görülebilmektedir. Fakat bu durum kadınlara göre daha ender görülür ve altta yatan neden çoğunlukla ereksiyonda yaşanan sorunlardır. Böyle bir yakınmayla başvuran kişileri hormonal yönden incelemek birinci adım olurken aynı zamanda eşlerin uyumu, birliktelikteki doyumları da göz ardı edilmemelidir.

En modern yaklaşımlı erken için dahi olsa cinsel ilgi ve isteğinde azalma olduğunu söylemek ve yardım istemek kolay değildir. Erkeklerin her zaman güçlü ve istekli olmasının gerektiği gibi çok yanlış bir inanış vardır. Oysaki erkeklerde insandır ve her konuda olduğu gibi cinsel hayatlarında da sorun yaşayabilirler. Doğru yaklaşımlar sorunların çözülmesinde önemli rol oynar.

Erektil fonsiyon bozuklukları (sertleşme güçlüğü): Ereksiyonun oluşmasında ya da cinsel aktiviteyi sürdürmede yaşanan güçlüklerdir. Erişkin erkeklerin %20’sinde görülebilmektedir. Erkeklerin %75’i yaşamının herhangi bir döneminde kısa süreli olarak ereksiyonu sağlama ve devam ettirmeyle ilgili sıkıntı yaşadığını dile getirmektedirler. Ereksiyonu oluşturmada ve devamında yaşanan güçlüklerle ilgili olarak organik nedenlerin çok iyi araştırılması daha sonra psikolojik etkenlerin incelenmesi önerilir.

Erken boşalma: Erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluğudur. Hızlı yapılan ya da yakalanma kaygısıyla yapılan mastürbasyon, mastürbasyona suçluluk hissinin eşlik etmesi, tesadüfi başarısızlık, yanlış bilgiler erken boşalmanın altında yatan nedenlerdendir.
Ergenlik döneminde hızlı boşalma ya da boşalma üzerinde kontrolünün olmaması normaldir. Çünkü büyüme devam etmektedir ve davranış kontrolü tam olarak ergende olamayabilir. Bu nedenle ergenlik tamamlanmadan ya da düzenli bir cinsel eş olmadan kişide erken boşalma sorununun olduğunu söylemek çok da doğru değildir.

Aynı zamanda çok seyrek ilişki yaşandığı ya da duyguların inişli çıkışlı olduğu zamanlarda, stres altındayken de kontrol edememe duygusu yaşanabilir. Bunlarda oldukça normaldir. Cinsel yaşam duygularımızdan bağımsız değildir.

Çoğu erkek boşalma süresini merak eder. Oysaki boşalma süresinin önemi yoktur önemli olan boşalma üzerindeki kontrol duygusudur. Kontrol edebilmek demek; boşalma süresini ayarlayabilmek, durabilmek, başlayabilmek ve cinsel eşiyle uyumlu olarak (aynı anda orgazm olmak anlamında değil) boşalmayı kontrol edebilmektir.

Boşalma yetersizliği: Penis sertleşmesine ve birleşmeyi gerçekleşmesine rağmen boşalmanın olmaması durumudur. Çoğu zaman sadece vajen içinde boşalma olmaz ama masturbasyonda boşalma vardır. Genellikle cinsel ilişkiyle ilgili psikolojik kitlenme ve çatışmalarla ilgisi vardır. Tedavisi için cinsel işlev bozuklukları konusunda çalışan bir uzmana başvurmak gerekir.

Erkeklerde ağrılı boşalmaya ve cinsel fobiye ender de olsa rastlanabilir.

Erkeklerdeki cinsel işlev bozukluklarınını görülme sıklığı giderek artmaktadır. Stres, cinsel eğitimin olmaması, yanlış bilgiler, tansiyon, şeker gibi hastalıklar, psikiyatrik hastalıklar bu sonucun belli başlı nedenlerindedir. Nedenlerini-niçinlerini-çözümlerini daha sonra da detaylı yazmak üzere.

Sevgiyle…

Boş-an-mak

Boş-an-mak 150 150 dolunay

Neden evleniriz? Mutlu olmak için, keyif için, sağlık için, çoğalmak için, kafamız rahat olsun diye, sevdiğimizi daha çok görmek için, ben de evlendim demek için, bu adam-kadın-bana ait demek için, toplum istediği için, adetten olduğu için, canımız sıkıldığı için…

Neden boşanırız? Mutlu olmak için, özgür olmak için, şiddetsiz geçinemediğimiz için, sorunları çözemediğimiz için, başkasına aşık olduğumuz için, aldatıldığımız için, aileler nedeniyle, kanunen boşanmak kolay olduğu için, BOŞ-ANlarımızı özlediğimiz için, toplumun dayatmalarına gıcık olduğumuz için…

İkisi arasında ortak tek cümle “Mutlu Olmak”. Mutlu olmak için evlenip yine mutlu olmak için boşanıyoruz.

Bana sorarsanız, ev-lenmek ve boş-an-mak çok önemli hayat deneyimleri… Farkedebilene!

Boşanmış bireylerle konuştuğumda sorarım; “Çok büyük bir deneyim yaşadınız, ne öğrendiniz? Neler kazandınız?”

Cevap çoğunlukla şöyle gelir; “Hiç bir şey kazanmadım hatta çok şey kaybettim, zaman kaybettim, para kaybettim, umudumu kaybettim ve erkeklere/kadınlara güvenilmeyeceğini öğrendim.”

Böyle bir deneyimden sonra neler neler farkedilir ve öğrenilir oysa ki!

Farklı bakış açılarından baktıkça, çalıştıkça, deneyimler, kazanımlar farkedilir ve yeniden sorduğumda; “Neler öğrendiniz, kazandınız eski evliliğinizden, bir daha evlenseniz nelere dikkat edersiniz?” cevap bir önceki cevaba göre biraz farklıdır.

“Eğer bir kez daha evlenirsem daha dikkatli ve özenli olacağım. Emek vereceğim konulara gelince; eşime karşı daha anlayışlı olurdum. Onun arkadaşlarıyla zaman geçirmesine müdahale etmezdim, kıskançlığımı azaltırdım. Düşünüyorum da ne çok gereksiz kavga etmişiz, şu anda bana pek komik geliyor.”

Ailelerimizi çok karıştırmışız. Aramızda olan sorunları onlarla paylaşmışız. Bir daha evlenirsem, mutlaka önce eşimle paylaşırdım onunla çözmeyi dener, olmazsa çok yakın bir arkadaşımızla ve belki bir uzmanla paylaşırdım.

Ev içinde işbirliğine çok önem verirdim, mutlaka ondan destek isterdim. Bu desteğin benim için ne kadar önemli olduğunu anlatırdım. Kendimi daha iyi ifade ederdim.

Sevginin emek istediğini anladım. Emek verilmeden yaşanan sevgi, bankadaki paraya benziyor harcadıkça azalıyor ve bir gün bir de bakıyorsunuz ki hesap bakiyesi eksiye düşmüş… Artır bakalım artırabiliyor musun?

Saygıyı korumaya çok önem verirdim. Galiba saygı sevgiden daha önemli. Saygıyı yitirdiğinde artık dönüşü yok gibi…

Sorunumuz ne olursa olsun- maddi, manevi, sağlık-birbirimize destek olarak çözmek isterim.

Onunla koşulsuzca iletişime geçerdim, hesap kitap yapmadan, sen değişirsen ben de değişirim, değişmezsen ben de değişmem demenin ne kadar yanlış olduğunu farkediyorum. Beni olduğum gibi kabul et, değişmeyeceğim demek büyük hataymış. Evlilik insanı zaten değiştiriyor, uyumlanmak durumunda kalıyor insan. Bir dahaki sefere birlikte ne yaparsak, nasıl davranırsak evliliğimiz daha iyiye, güzele gider? sorusunun cevabı önemli olacak benim için. Kendi kimliğimi de koruyarak, daha olumlu nasıl olabiliriz konusu yani…

Bir de neşe, keyif konusu var! Dilerim ki neşeli ve keyifli olsun bir sonraki eşim. Gülmek daha çok gülebilmek istiyorum, gezmeyi severse süper olur…Çok mu şey istiyorum?

Siz ne istediğinizi nasıl mutlu olacağınızı farkedip dileyin de … sonra hepbirlikte bakalım neler oluyor. !

Ne kadar büyük farkındalıklar ve idraklar değil mi? Görebilene ne büyük değişim ve gelişim fırsatları saklı boşanma deneyiminin içinde…

Boş bir An’ınızda kendinize zaman ayırarak sorun; zor bir sevgili ya da eş size ne öğretiyor, neyi deneyimletiyor?

Sevgiyle

 

Vajinismus

Vajinismus 150 150 dolunay

“Nasıl olur da bir kadın ilişkiye giremez hocam aklım almıyor, nasıl olur da eşine izin veremez bunu anlamıyorum, çok saçma!”

“Çok iyi bir iş kadınıyım, mesleğimde başarılıyım, ama iş cinselliğe gelince, kitleniyorum sanki, ilişkiye izin veremiyorum, kendime çok kızıyorum çok…”

“Vajinismus olduğumuzu anladığımızda eşim “Takma çözülür, biraz bekleyelim hallolur kendiliğinden” dedi. Hep hoşgörülü davrandı bana, ben neden yapamıyorum bir türlü bu işi?”

Kadın, kadın olduğunu nasıl anlar? Kadın olmak tam olarak nedir? Cinsel ilişkiye girememiş kadın neden kendini eksik hisseder? İlişkiye girebilen kadınlar daha mı üstündür? Bu üstünlüğü hangi araç-gereç ölçer? Bir kadının en önemli görevi eşini yatakta mutlu etmektir. Aksi bile düşünülemez… Uff ne saçma oldu değil mi?

Bize saçma gelen pek çok duygu ve düşünce vajinismus olan kadının aklından geçer hatta daha ağırları da geçer ama onları yazamayacağım.

Danışan: Üniversite mezunuyum, pek çok konuda bilgim var ama ne oluyor da o anda kasıyorum ve kendimi kontrol edemiyorum, Tanrım çıldıracağım.

Ben: Kendinizi lütfen suçlamayın, üniversitelerde cinsellik eğitimi yok ki! Vajinismus, en çok üniversite mezunlarında görülmekte, kırsalda, köyde daha az yaşanmaktadır. Bence bunun nedeni, ülkemizin çoğu köyünde cinsellik çok doğal olarak algılanır, hayatın içindedir, çeşme başlarında, tarlada, komşuların arasında konuşulur, garip ama bence köyde tabu daha az. Şehirde ise kurallar, sınırlar, yasaklar, korkular çok daha fazla. Genç kızlara çoğu zaman ailelerin söylediği şey “Kızım sana güveniyoruz, sen kendini korursun!” oluyor. Ve hepimiz yani tüm kadınlar bu sihirli ve hipnotik cümlenin altındaki anlamı biliyoruz!

Çoğumuz biliyoruz belki ama tekrar etmekte yarar var. Vajinismus; vajen girişindeki kasların istek dışı kasılması ve hiçbir şekilde penisin girişine izin vermemesi durumdur. Kadın, kasılmalar üzerinde hiçbir şekilde kontrol sağlayamadığını ve istese bile bacaklarını açamadığını düşünmektedir. Tamamen psikolojik bir sorundur.

Nedenleri:

Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler vajinismus sorunun kökeninde yatar. Vajinismusun nedenleri arasında;

– Yanlış ve abartılı cinsel bilgiler,

– Cinsel eğitimin yetersizliği,

– Suçluluk, ayıp, günah duyguları,

– Çocukluk ve genç kızlık döneminde yaşanan ruhsal ve bedensel cinsel travmalar, tacizler, baskıcı aile ortamı,

– Cinsiyet ayrımcılığı yapılarak yetiştirilme, ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak,

– Penisin girişi anında “acı çekme”, “aşırı kanama”, “vajinanın parçalanması” korkuları ve gebe kalma korkuları yer almaktadır.

Tedavisinde bilimselliği kanıtlanmış ve tüm dünyada etkin olan cinsel terapi kullanılır. Jinekolojik muayene şartı yoktur. Mahremiyete önem verilir.

Çift tedaviye birlikte katılır. Kadının cinselliğiyle, kendiyle barışması sağlanır. Yanlış tüm bilgiler, doğrularıyla yer değiştirir ve basamak basamak ilerlenir ve ortalama 4-8 seans arasında süreç tamamlanır.

Eşlerin uyumu da tedavinin başarısı üzerinde oldukça önemlidir. Birbirine destek olan çift her sorunu aştığı gibi vajinismus sorununuda aşar!

Sevgiyle…

Ergenlikte cinsellik 2

Ergenlikte cinsellik 2 150 150 dolunay

Ergenlikte cinsellik konusu çoğunlukla bu dönemin risklerini, risklerin sonuçlarını, ergenlerin olumsuz davranışlarını ve ergenlik döneminde cinsellik yaşamanın normal olmadığını akıllara getirmektedir.

Yapılan pek çok araştırma ergenlikte yaşanmaya başlanan cinsellikle psikolojik sorunlar arasında hiçbir bağlantının olmadığını ortaya koymuştur. Bununla birlikte ergenlik de cinsellik kavramı üzerinde düşünüldüğünde altı çizilmesi gereken önemli başlıklardan biride “risk alma” olmalıdır. Ergen risk alma konusunda yetişkinlere göre çok daha gözü karadır ve risk almak onun için hayatının doğal bir parçasıdır çünkü pek çok şeyi zaten risk alarak öğrenmektedir, üstelik bu durum heyecan da vermektedir.

Small ve Luster çalışmasında ergenlerin cinsel etkinlik riskleri de gözlemlenmiş ve 10’dan fazla risk etkeninin olduğu belirlenmiş.

Araştırmacılar potansiyel risk etkenleri ile cinsel etkinlikler arasındaki ilişkiye risk etkenlerinin bağımsız olarak etki edip etmediğini anlamak için çalışma yapmışlar ve;

  • Düzenli kız ya da erkek arkadaşın olması,
  • Alkol kullanımı,
  • Cinsel yönden izin veren anne babaya sahip olmak,
  • Gelecekteki meslekten kuşku duymak

gibi etkenleri, cinsel etkinliği belirleyen önde gelen risk etkenleri olarak bildirmişlerdir.

Bu ve benzeri çalışmaların sonuçları, ergenlikte erken cinsel etkinliğin bedensel, gelişimsel ve sosyal olarak istenmeyen sonuçlarından, yani ergenlikte riskli cinsel davranışlardan korunmak için, ergenin çevresindeki risk faktörlerini azaltmak gerektiğini işaret etmektedir.

Ergenlikte cinsel taciz, tecavüz ve cinsel istismar ergenlikte cinsellik dendiğinde akla gelen en önemli konu başlıklarındandır. Pek çok çalışma göstermektedir ki ergenler yine ergenlik özellikleri ve taşıdıkları risk faktörleri nedeniyle cinsel istismar, taciz ve tecavüze karşı savunmasız gruptadırlar.

Ergenler arasında cinsel istismar yaşayanlar, ya yabancı biri, ya aile içinden biri ya da sevgilileri tarafından bu sürece maruz kalmaktadırlar.

Ailelerinden ayrı yaşamak, fiziksel ve zihinsel engelleri olmak, alt sosyo-ekonomik bir çevrede yetişmek, alkol ve madde kullanan ailede büyümek, cinsel taciz riskini artırmaktadır. Cinsel tacize uğrayan ergenlerde daha az öz güven ve daha çok eğitim ve öğrenim güçlüğü görülmektedir. Yine bu ergenlerde kaygı, korku, yeme bozukluğu ve depresyon düzeyleri daha yüksektir. Bu ergenlerin daha çok ve daha riskli cinsel davranışlarda bulunabilecekleri, birden fazla cinsel eşlerinin olabileceği, cinsel olarak diğer akranlarını istismar edebilecekleri ve daha sık gebe kalabilecekleri, HIV/AIDS ve CYBE’a daha fazla maruz kalabilecekleri bildirilmektedir.

İlk cinsel deneyim ergenler için büyük anlamlar taşımaktadır. Erkekler için erkek olmak gibi “erkeksi” yani daha çok erkekler dünyası için anlamlar taşırken, kız ergenler için daha “duygusal ” anlamlar taşımakta ve bu anlamlar sadece kadınların dünyasında değil belki de daha çok erkeklerin dünyası tarafından değerlendirilmektedir.

Ergen kızların ilk cinsel deneyimlerini yaşadıkları kişiler için “sevdiğim” tanımını kullanmaları şaşırtıcı değildir. Kızlar erkelerin tersine ilk cinsel deneyimini anlattığında, akranlarından çoğunlukla destek alamamakta hatta tepki görmektedirler, bu değerlendirmenin kendi hemcinsleri tarafından bile erkek dünyası değerleri ile yapıldığının göstergesidir. Kızlar ilk cinsel deneyimleri ile ilgili olumlu duygular yaşasalar da, bu duygulara suçluluk, utanma, korku ve kaygının da eşlik ettiğini erkeklerden daha çok ifade etmektedirler.

Mastürbasyonun ergenlikteki önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Mastürbasyon bireyin kendi cinselliğini ve hazzı keşfettiği ve bunu en güvenli şekilde doyuma ulaştırdığı çok normal bir cinsel davranıştır. Bu bedensel ve duygusal değişim döneminde ergen, bir yandan mastürbasyonu “yeniden” bu kez bilerek, planlayarak ve isteyerek keşfeder, öte yandan da karşı cinse engelleyemediği bir cinsel çekim duymaya başlar. Mastürbasyon ergenin zihninin uzun bir süre hatta erişkinliğinde bile meşgul eder. Eşlik eden suçluluk ve kirlilik duygusu ergeni mastürbasyon yapmaktan bir süre alıkoysa da, içgüdüleri ve değişen hormonal yapısı ona engel olmaktan çok teşvik edici olacaktır.

Ergenlerin kafalarını kurcalayacak temel soru “ne kadar yapılması gerektiğidir?” Aslında bunun cevabı çok nettir: Mastürbasyon için sayı verilemez, ancak yaşamın ve bedenin bütünlüğünü korumak önemlidir. Özellikle cinsel organın mukozal yapısını bozmamak ve özellikle genç kızlarda enfeksiyon olasılığından uzak kalacak bir sıklığı ergenin kendisi belirleyecektir. Elbette ergenin okul başarısını, sosyalleşme sürecini etkilemeyecek ve “takıntı” haline gelmeyecek bir şekilde yapılan mastürbasyonun herhangi bir psikolojik ya da fizyolojik zararı olmayacaktır.

Tüm bunlarla birlikte yeniden ifade etmek isterim ki, ergenlik dönemindeki cinsel riskleri azaltmanın en etkin yolu uygun cinsel bilginin ergene verilmesi çok önemlidir.

“Cinsellik Eğitimi” çocukları, ergenleri riskli cinsel davranışlardan ve sonuçlarından koruyacak en etkin yoldur. Bu programın içerisinde karar verme yolları, hayır diyebilme yöntemleri, mastürbasyon, bedenini sevmek, saygı duymak ve ona iyi bakmak, toplumsal kimlikler, eş cinsellik, toplumsal değerler, sağlıklı olmak, HIV/AIDS, güvenli cinsel yaşam, doğum kontrol yöntemleri gibi… konular olmazsa olmazdır.

İçinizdeki ergene iyi bakın…

Sevgiyle,

Bu yazıyı hazırlarken yararlandığım kaynaklar:

  1. Ergenlikte Cinsellik (makale), Prof.Dr.Hakan Şatıroğlu, Psk.Danş.Dolunay Kadıoğlu
    2. Ergenleri Bilgilendirme ve Farkındalık Kazandırma Eğitim Programı Eğitici El Kitabı, Büyüyorum, Gelişiyorum, Değişiyorum, Türk Eczacıları Birliği, Yenimahalle Rehberlik ve Araştırma Merkezi, Polat, D. (Ed.), Ankara, Fersa Matbaası 2007
    3. Çok, F, (2003), Ergenlerin Cinsel Eğitimi, Bir Program Denemesi, Ankara Üniversitesi Matbaası
    4. Steinberg L. Ergenlik , (2007) Çeviriye hazırlayan Figen Çok, syf. 401-441, İmge Kitabevi

 

 

Şişme aşık

Şişme aşık 150 150 dolunay

İlişkiler, dostluklar, aşklar başlıyor ve…

İlk gün:

– Seni seviyorum, hayatımın aşkısın!

  1. gün:

– Seni seviyorum ama bu eteği giyme ya da sen benim en iyi dostumsun ama Ayşe’nin dostu olma, kıskanıyorum.

  1. haftanın sonunda:

– Galiba bu iş yürümeyecek, söylediğim hiçbir şeyi yapmıyorsun! Galiba ten uyumu yok aramızda!

Günümüz dünyası; insanların, birbirine ve kendine yabancılaştığı, birbirlerine karşı ne hissettiklerini bile tam bilmedikleri, duyguların anlamlarının bile içinin boşaldığı bir dünya. Aşkın, sevginin ne olduğu bile bilinmeden çabucak harcandığı günler bu günler!

Sevgililer Günü’nde sevgiliye gönderilen çiçek demetinin büyüklüğü ya da hediyenin maddi değerinin büyüklüğü ile aşkların süresi arasında ters orantı var!

Bu da değişir elbet ama şimdilik çoğunlukla böyle…

Sevgiden, aşktan korkan gruba bugün sözlerim. (Bilirim ki çok cesur, aşka, sevgiye aşık pek çok insanda var.) Aşklarımız, sevişmelerimiz birkaç günlük ya da sadece birkaç ay sürüyor. “Cinsellik olmadan yaşayamam, aşk istemem, acı, kadın gözyaşı ve sorumluluğu istemem ama cinsellik olmalı” hayatımda diyenler var. Aşağıdaki haberdeki şişme bebekleri satın alan erkeklerin bir kısmı bu nedenle alıyordur diye tahmin ediyorum.

“Reuters haber ajansı, 14 Şubat Sevgililer Günü öncesinde şişme bebek ticareti hakkında bir haber servis etti. Fenghua dışındaki Ningbo Yamei plastik fabrikasına giren ajans, şişme bebek üretiminin en ilginç ayrıntılarını gözler önüne serdi. Yaklaşık 13 farklı şişme bebek modeli ürettiklerini belirten yetkililer 16 dolara satılan bebeklerin en çok Japonya, Kore ve Türkiye’ye satıldığını açıkladı. Geçen yıl 50 bin şişme bebek satıldığını açıklayan şirket sözcüsü “Bunların yüzde 15’ini üç ülke alıyor” dedi!

14 Şubat Sevgililer Günü’nü yalnız geçirmek istemeyen erkekler bir yol bulmuş gibi görünüyor. Ama yine de bana soracak olursanız; ömürlük aşklar, şişme aşklardan da aşıklardan da daha iyidir.

Yalnızlaşma, sosyal fobi, ilişki fobisi, aşık olamamak, acı çekmekten korkmak… gibi pek çok psikolojik sorun yaşayan birey, sevginin, aşkın o güzel büyüsünden, ateşinden mahrum kalmaktadır. Aşktan korkanlar ya da aşkı yaşayamayanlar; aşk’ın büyüten, çoğaltan gücünden, sevginin insanın yüreğini genişleten ve sanki tüm insanları, doğayı içine alabilecekmiş gibi hissettirmesinden, nedensizce gülmelerden, herkese “aşkım” diyebilme şaşkınlığından ve daha nelerden nelerden mahrum kalırlar…Siz de yazmak ister misiniz, başka neler geliyor aklınıza?

Nazım Hikmet’in dediği gibi;

“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da,

Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil!

Bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte,

Yani yürekte!”

Aşk ve sevgiyle..

 

Dünya Kadınlar Günü

Dünya Kadınlar Günü 150 150 dolunay

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü…

8 Mart 1857’de ABD’de dokuma işçileri daha iyi çalışma koşulları istemiyle grev başlatıyorlar. Polisin işçilere saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmeleri ve çıkan yangında çoğu kadın 129 kişi can veriyor. 1910’da Uluslararası Sosyalist Kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Partisi lideri Clara Zetkin 1857 yılında ölen kadın işçilerin anısına 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını öneriyor ve bu öneri oy birliğiyle kabul ediliyor.

Türkiye’de 1921 yılında ilk kez “8 Mart Emekçi Kadınlar Günü olarak” kutlanıyor. Yıllar içinde “Emekçisi” kalkıyor.

1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın tüm kadınlar için “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kararlaştırıyor.

Bu haftaki yazıma 8 Mart’la ilgili kısa bir tarihçe ile başladım. Bence bu tür günlerin tarihçesini bilmek, hangi vesileyle bu günleri kutladığımızı bilmek, en dipteki anlamını idrak etmek çok ama çok önemli. Kadın haklarının kazanılması ve hayatta geçirilmesi, uygulanması sürecinde; yol açıçılara, devrim yapanlara ve bu uğurda canını verenlere şükran borcumuz var.

Kadınlara çiçekler, hediyeler alalım, çiçekçiler, çikolatacılar, mağzalar kazansın diye kutlanmıyor Kadınlar Günü. Bu kadar basit olamaz!

Kadınlar günü önemli çünkü…

Kadınlara yapılan ayrımcılığın, şiddetin, cinsel sömürünün konuşulacağı, eşitliği, barışı, özgürlüğü, insanlığı, sevgiyi vurgulayacak bir gün olduğu için önemli “Dünya Kadınlar Günü!”

Erkeğin son yüzyıllarda kadını ve dünyayı kontrol etmek için kullandığı tek şey; GÜÇ ve KUVVET! İşe yaradı mı? Bence HAYIR.

Hala;

– Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suç,

– Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasında. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyar dolar.

– Küresel olarak, 15 ile 45 yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmakta.

– En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suistimal edilmiş (tecavüz, kötü davranış). Genellikle, suistimal eden kişi aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kimse. Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suistimal şekli.

– Dinsel, kültürel vb. nedenlerle yılda iki milyondan fazla kız çocuğunun genital organlarına hasar verilmekte . Bu oran, 15 saniyede bir kız çocuğu yapar.

– HIV bulaşmış kadınların daha fazla şiddete maruz kaldıkları, şiddet kurbanlarının da HIV bulaşma risklerinin daha yüksek olduğunu bilinmekte.

– HIV/AIDS salgınında kadınlar ve çocuklar savunmasız ve mağdur.

– Kadınlar dünya çapında toplam iş gücü içinde yükün üçte ikisini üstleniyorlar.

– Dünyanın toplam gıdasının %52’sini üretiyorlar.

– Ancak dünya gelirinden onda bir oranında pay alıp dünyadaki tüm mal varlığının yalnızca % 1’ine sahip olabiliyorlar.

Aslında bu liste uzar da uzar…İnsana yakışmayan davranışlar. Adaletsizlik…

Çözüm listeleri de çok uzun… Çözüme dair eylem adımlarını uygularken hepimize görev düşüyor bence, kadına, erkeğe, devlete, kurumlara, gönüllü kuruluşlara, din adamlarına, toplum sözcülerine… Herkese, hepimize…

Kadınlar kendi değerlerini, kudretlerini farkettikçe, korkunun yerini sevgi aldıkça, erkekler gücü bıraktıkça, barış herkes için yaşanır olacaktır.

Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun…

Sevgiyle…

Özgür olmak istiyorum!

Özgür olmak istiyorum! 150 150 dolunay

İlişki terapisinde seanslarda çiftlere tek tek sorarım “ Ne istiyorsunuz? Bu çalışmanın sonunda ulaşmak istediğiniz nedir? Ne olsa sizin için ve ilişkiniz için en çok istediğiniz sonuç olur?” diye.

Herkes farklı cevaplar verir. Çiftten çifte cevaplar değişebileceği gibi bir çiftte eşler arasında da farklı cevaplar gelir…

“Yeniden eski günlere dönmek, ilk flört anındaki heyecanları yaşamak istiyorum.”

“Eşimin beni hep sevmesini istiyorum.”

“Mutlu olmak, eşimle huzurlu olmak istiyorum.”

“Hiç kavga etmeyelim istiyorum.”

“Eşimin beni anlamasını, annesinden önce bana inanmasını istiyorum.”

“Aile olmak istiyorum.”

Buna benzer pek çok cevap duydum yıllar içinde ancak çok hoşuma giden ve çok takdir ettiğim cevap ise 20 yıllık evli çiftte kadının verdiği cevaptı: “Özgür olmak istiyorum!”

Üçümüzde farklı farklı şeyler anlamış olabilirdik, sormak en iyisiydi. “Özgür olmak istiyorum” derken ne demek istediğini sordum.

“Kendimi aramak ve bulmak istiyorum, kendimi keşfetmek istiyorum, çok erken evlendim, iki çocuk büyüttüm, eşime eş, aileye gelin oldum. Kendimden başka herkes için yaşadım. Artık kendim için bir şey yapmak istiyorum, kim olduğumu fark etmek, kendimi bulmak istiyorum. Benim için bu özgür olmak demek.”

Bu hedefinden dolayı takdir ettim ve bu yolda onda olacak değişimleri merak ettiğimi söyledim.

Seanstan sonra uzun uzun düşündüm… Özgür olmak, özgür olmak neydi? Çok sevdiğim iki söz kulaklarımda yankılanıyor…

“Gerçeği bulmak demek, özgürlüğü bulmak, kendini bulmak demektir.”

“İnsanın gerçek özgürlüğünü bulabilmesi için kendini bilmesi gerekir. Akıl ancak vicdanla birleşirse, hem kendinin hem başkalarının yararına çalışır.”

Kendini bilmek, kendini bulmak, özgür olmak ne kadar değerli ve önemli…

“İlim ilim bilmektir
ilim kendin bilmektir
sen kendini bilmezsen
ya nice okumaktır…” 
demişti Yunus Emre..

Kim gerçekten özgürdü bu durumda!

Ne kadar özgür hissediyordum kendimi? Özgürlüğün yüzdeliği olur muydu? Özgürlük satın alınabilir miydi? Bağımlılığı olan insanlar özgür olabilir miydi? Örneğin sigara içen biri “İçmeden yapamam” diyen biri ya da “Sen olmadan yaşayamam” diyen biri özgür müydü? Çok para kazanmak özgürlük müydü? Özgürlüğün çeşitleri var mıydı? Maddi özgürlük, duygusal özgürlük, düşünce özgürlüğü, fikir özgürlüğü, seyahat etme özgürlüğü, sevme özgürlüğü…

Düşünceler hapsedilebilir mi? Hapishanelerde insanlar özgür olabilir mi? Ya da dünya bazen insana hapishane gibi gelir mi? İçsel özgürlük yoksa bedenin özgür olması tam bir özgürlük hali midir? O kadar çok soru geçti ki aklımdan… Özgürlük neydi, ne değildi?

İçim diyor ki, özgürlük; “Bulunduğun noktada huzurlu ve dengede olmak, kim olduğunu bilmektir.”

Bu konu üzerinde daha çok düşünecek gibiyim.

Kim gerçekten özgür? Kendini özgür hissedenler el kaldırsın.

Sevgiyle…

Müzik bebeğe iyi gelir!

Müzik bebeğe iyi gelir! 150 150 dolunay

“Bence eğitim, müzikle başlamalıdır. Ritm öğesi, insana düzen ve ölçülülük, ezgi öğeside yiğitlik, sevgi ve dostluk duyguları verir.” Eflatun

Anne karnındaki bebeklerin dışarıdan gelen sesleri duydukları ve reaksiyon verdikleri ve gebelikte dışarıdan gelen seslerin ve müzik dinlemenin bebeğe ve gebeye olumlu etkileri bilim insanları tarafından kabul gören bir gerçekliktir.

Bebeklerin anne karnına yerleştiği anda mı yoksa belli bir aydan sonra mı duymaya ve kaydetmeye başladıkları tam olarak bilinmese de şimdilik ortak kanı 24. aydan sonra bu yeteneğe sahip olduklarıdır. Gebelikte dışarıdan gelen seslerin bebeğin sinir ve motor sisteminin gelişiminde önemli etkileri olduğu yapılan çalışmalarda kanıtlanmıştır.

Ayrıca yapılan çalışmalar gösteriyor ki; sakin ve huzurlu anne adaylarından dünyaya gelen bebekler, gebeliğinde duygusal sorunlar yaşamış anne adaylarının bebeklerine göre daha sakin ve huzurlu oluyorlar. Bu da bize şunu gösterir:  Anne karnındaki bebekle annesi arasında ve dışarıdan gelen tüm seslerle ve duygularla bir ilişki, iletişim vardır. Bu ilişkiyi olumlu yönlendirebilirsek dünyaya gelecek bebeğin gelişim süreçlerine daha etkin katkıda bulunmuş oluruz.

Bebekler müzik ritimlerini algılama ve hatırlama, bir bestedeki yükselen ve alçalan ses tonlarını fark etme ve tempo değişikliklerini algılamada inanılmaz bir yeteneğe bir sahiptirler. Bu nedenle anne karnındaki bebeklere dış dünyadan dinletilecek müziklerin ritmi, tonu bebeğin ruh sağlığı ve zihin yetenekleri açısından destekleyici olabilir.

Baba adaylarının gebelik boyunca bebekleriyle konuşması, onlara masallar okumaları sonucunda bebeklerinin babalarının seslerin daha ilk günlerden fark edebildikleri yine yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur.

“Gebelik sürecinde ben ne yapabilirim?” diyen babalara duyurulur!

Dr. Masaru Enoto’nun su kristalleri üzerinde yaptığı deneyi çoğumuz biliriz. Su kristalleri üzerinde 4 faklı deney grubu oluşturuyorlar. Her bir grubu -5 derece dondurup 3 saat boyunca faklı tonlarda, ritimlerde müzik dinletiyorlar. En güzel su kristalinin klasik müzik dinletilen su molekülü olduğunu gözlemliyorlar, metal müzik dinletilen su molekülü çok çirkin ve bozuk bir görüntü alıyor.

Aynı deneyi sözcüklerle yapıyorlar, yine dört farklı su grubuna, 3 saat boyunca 4 farklı cümle söylüyorlar. “teşekkür ederim” ve “seni seviyorum” denilen su kristallerinin görüntülerinin çok güzelleştiği, “iğrençsin”, “çok beceriksizsin” cümlelerinin söylendiği kristallerin görüntülerinin bozulduğu görüntüleniyor.

İnsan bedeninin %80’inin sudan oluştuğu düşünüldüğünde düşüncelerimizle ve birbirimize söylediklerimizle kendimize ve birbirimize neler yapabileceğimizi farkedelim isteseniz.

Yukardaki örnek; anne karnındaki bebeklerin rahatlatıcı ve keyifli müziğin, ritmin, söylenen olumlu takdir, teşekkür ve sevgi içeren cümlelerinin onların fiziksel ve ruhsal gelişimleri üzerinde nasıl etkili olduğunu anlamak için iyi bir örnektir.

Bebeğinizi beklerken, onunla konuşun ve “Seni seviyorum”, “Seni sevgiyle bekliyorum”, “Benimle olduğun için teşekkür ederim”, “Zeki, sakin ve neşeli olduğun için teşekkür ederim” gibi olumlu ifadeler kullanın. Ninniler, şarkılar söyleyebilir, klasik ya da rahatlatıcı müzikler dinleyebilirsiniz. Bebeğiniz doğduktan sonra da odasında özellikle uyku esnasında müzik dinletebilirsiniz. Ayrıca, ona dünyaya geleceği aileyi anlatabilir, kendinizin reklamını yapabilirsiniz.

Tüm bu süreçler bebeğinizle sizin bağınızı, bebeğiniz de dış dünyayla bağını güçlendirecektir.

Hayatın içindeki ritimi ve müziği duymanız dileğimle…

Sevgiyle

Sevgi ne ola ki!

Sevgi ne ola ki! 150 150 dolunay

Sevgi, hepimizin dilindedir;
“seni çok seviyorum, lütfen beni bırakma” deriz,
“sana araba alayım lütfen beni sev “ deriz,
“sevdiğim için vurdum, öldürdüm” deriz,
“seven insan kıskanır” deriz,
“sigara içmeyi çok seviyorum” deriz,
“sevdiğimden dövdüm” deriz,
“dersini iyi çalış sınıfını geç, yoksa seni sevmem” deriz,
“beni seviyorsan değişirsin” deriz,
“onu çok sevdiğimden intihar ettim” deriz… deriz de deriz… Ağzımızdan çıkan sevgi söylevleri ateşlidir, tutkuludur, acı kokar biraz.
Bugünlerde yeniden düşünür oldum SEVGİ üzerine. Tanımlamakta zorlandım. Tanımını var ZANnettiğim ama net bir tanımı olmayan bir haldi Sevgi. İçimdeki sorular görünür oldu, sesi duyulur oldu; Sevgi koşul koyar mı? Sevgi acı verir mi? Sevgi sınır koyar mı? Sevgi yasaklar mı? Sevgi parayla satın alınır mı? Sevgi cana kıyar mı? Sevgi nedir? Koşulsuz sevgi var mıdır gerçekten? Sevgi ne ola ki? Sevgi, sevgi… kulağımda dönüyor biraz, özüm yine soruyor;
Gerçek sevgi nasıl yaşanır? Hangi haller sevgi halleridir? Tam olarak koşulsuz sevgiyi yaşamak nasıl ola ki? Sevginin duygu halleri nasıldır?
Sevgi pek çok duyguyla karıştırılır, şefkatle, merhametle, acımakla, kıskançlıkla, …
Sevgi ve korku ise asla karıştırılmaz, korkunun olduğu yerde sevgi yoktur, sevginin var olduğu yerde de korkudan zerre bile yoktur.
İnsan doğduğu zaman kalbinde sevgiyle doğar, koşulsuz saf sevgiyle, bundandır yeni doğan bebekleri, çocukları sevişimiz, bundandır hep onlarla zaman geçirmek isteyişimiz. Sevgiye özlemimizdendir.
Sevgi ‘varlığın’ kendisidir, Sevgiyi doğuştan kalbimize mühürlü getiririz. Sevgi kalbimizdeki elmastır. Yaşadıkça, hayatı deneyimledikçe, ailelerimizden, öğretmenlerimizden yani çevremizden diğer duyguları kaydederiz. Korkuyu, kuşkuyu, güvenmemeyi, alay etmeyi, ayrımcılığı, dünyanın tehlikeli ve zor bir yer olduğunu, çok ama çok çalışmamız gerektiğini, paranın çok zor kazanıldığını, hak edenin hakkını alamadığını… daha pek çok zehirli, çamurlu inanç ‘elmas’ın çevresini kaplamaya başlar. Çocuk büyüdükçe dünyaya o çamurlu, kirli yerden bakmaya başlar, özündeki saf elması hatırlamaksızın. Yani koşulsuz sevgiyi unutur, koşullar dünyasına ayak uydurur. Ama elmas elmastır, koşullar, korkular, kısıtlı inançlar kalktığında o orada bizi en güzel haliyle kapsar.
Sevgi bir hediyedir fiyat etiketi olmayan. Karşılıksız vermenin adıdır sevgi. Karşılıksız, koşulsuz, özgürce vermektir sevgi. Sevgiyi en çok doğada görür insan, çiçekte, yaprakta, toprakta, kuşta, … en çok kendine doğada yaklaşır insan. Doğa bize hep karşılıksız verir ondan olsa gerek. Aynı bir ağaç gibi, çiçek gibi… Bir ağaç gölgesini herkese verir, iyi kötü ayırt etmez, çiçek her durumda açar, kokusunu herkese verir, güneş her durumda doğar, bugün canım istemiyor demez.
Sevgi sadece verir, o geri almakla ilgili hiçbir fikre sahip değildir. Bu geri almaz demek değildir. Hiçbir şey elde etme niyeti olmadan verdiğinde, bu zihninden bile geçmediğinde verdiğinin kat be katını alır.
Sevgi, insanların zaaflarını, zayıf yönlerini kabul etmektir. İnsanları olduğu gibi görmek ve sevmektir. Sevmek çok duru, temiz, çok serin bir hal olsa gerek diyor içim. Sevgi özgürdür. “Sen bilirsin” der!
Sevgi, insanın kendisini sevmesiyle başlar, kendini sevmek, kendine değer vermek,
Kötü not alsam da, işimde başarısız olsam da, parasız pulsuz olsam da, kötü şeyler yapsam da, hesapsız kitapsız sevmeli insan kendini, koşulsuz… Kendini sevmeden başka birini sevmek mümkün müdür?
İçim diyor ki; korku bitiyor, her insan kendi elmasını keşfediyor, fark ediyor, sevginin kapılarını açıyor.
Sevginin her korkuyu, olayı dönüştürme, değiştirme gücünü, kudretini keşfediyor.
Hoş geldin Sevgi ne çok özlemişim seni, hoş geldin…