Hayata Dair

Oksitosinin gücü

Oksitosinin gücü 150 150 dolunay

Oksitosin, sevgi ve şefkat hormonu diyebiliriz. Hipofiz bezinden salgılanır. Özellikle kadınlarda doğumdan sonra artış yaptığı bilinir.

Bağlanma, bağ kurma, acı ve ağrıyı dindirme de etkin rolü olan oksitosin hormonu aynı zamanda aşkın yoğun yaşandığı zamanlarda da bolca salgılanır.

Şefkatin yakınlık ve sevecenlik ile yakın ilgisi vardır ve bu duyguların insan olma, birbirimizi anlama, empati kurmada rolü büyüktür.

Sevgiyi hissederek, sağlıklı dokunuşlarla büyüyen çocukların empati yeteneklerinin iyi olduğunu, bağışıklılıklarının güçlü olduğunu biliriz.

Annesiyle sağlıklı bağlar kurabilen çocukların empati yetenekleri güçlü çalışır.

Bağışıklık düzeyini etkiliyor

Bir yetimhanede yapılan çalışmada, tüm gün boyunca karyolalarında kalan çocuklarla, düzenli olarak kucaklanan ve sevilen çocuklukların bağışıklık düzeyelerinde belirgin farklılıklar bulunmuş. Tüm gün karyolada kalan ve sadece alt değişim ve beslenme ihtiyaçları giderilen çocukların, düzenli olarak kucağa alınan ve sevilen çocuklara göre daha sık hasta oldukları ortaya konmuş. Sık sık kucaklanan ve ilgilenilen çocukların ise daha az hastalandıkları saptanmış. Bu çalışma, sarılmanın, güzel sözler söylenmenin, iyi dokunuşların insan gelişimindeki önemini kanıtlaması açısından güzel bir deney.

Şefkat, insanın empati kapasitesi ile doğru; nefret, haklılık duyguları ile ters orantılıdır. Yani olaylar karşısında haklılık ve nefret hisleriniz artıyorsa şefkat duygunuz azalıyor demektir. Haklılık ve nefret ise yaşanılan sorunlarda çözüme hizmet etmez. Aile içinde ya da insanlarla yaşadığımız sorunlarda dönem dönem haklılık, öfke hissedebiliriz. Önemli olan ortaya çıkan bu duygulara izin vermek ve sonrasında ‘Evet öfkeli hissediyorum ancak ne yaparsam nasıl hissedersem hem bana hem de karşımdakine iyi gelir diye sormak’ önemlidir. Ve çoğu zaman biraz sakinleşince, öfke nedenimizi sadece ifade etmek, duygularını bu olayı yaşadığın kişiyle paylaşmak, anlaşılmayı beklemek ve duygunun sakinleşmesine izin vermek sağlıklıdır. Ve yaşanılan o ana şefkat aktarmak, kapsamaktır.

Öfke içe atıldıkça hastalıklar ortaya çıkar

İfade edilmemiş ancak unutulmamış kızgınlıklar, öfkeler, içe atıldıkça pek çok hastalığın sebebi olur. Konuşmak, duygularımızı paylaşmak sağlıklıdır. Sonra da duygusal unutma dediğimiz affetmek yüklerimizin azalmasını sağlar. Oksitosinin bolca salgılandığı kişilerin yaşadıkları olaylar karşısında insanları affetmesi daha kolaydır diyebiliriz.

Daha çok insana sarılın

Dönem dönem zor anlardan, dönemlerden geçeriz. İşte bu dönemlerde yaşadığımız olaylara dayanma gücümüzü fiziksel ve duygusal bağışıklığımızı arttıracak hormon oksitosindir. Oksitosini arttıran davranış daha çok insana sarılmak, iyi ve güzel sözlere, müziğe odaklanmaktır. Yapılan bir çalışmada bir insan günde en az 8 farklı insana sıkı sıkı sarıldığında oksitosin miktarı artıyor ve duygu süreçleri olumluya gittiği ortaya konmuştur.

Şefkati arttırmaya ve yaymaya ne çok ihtiyaç var bu dönemde…

O vakit haydi sarılan kolları görelim:)

15 Temmuz gecesi

15 Temmuz gecesi 150 150 dolunay

Güzel bir yaz gecesi, Ankara, güzel bir bahçede, arkadaş sofrasında, keyifli bir sohbet sürerken saat 22.00 civarı tepemizden geçmeye başlayan uçaklarla garip bir şeyler olduğunu algılamaya başlıyoruz. Çok yakın geçen ve devamlı geçmeye devam eden uçakların F16 savaş uçaklarımız olduğunu anlamamız kısa sürüyor da nedenini anlamak için biraz zaman geçiyor.

Sosyal medyada ve TV’lerden doğru-yanlış bilgiler hızlı ve kaotik bir şekilde geliyor. Darbe oldu, oluyor, kalkışma, vb…

Düşünüyorum darbe olursa neler olur? En son 7 yaşındaydım darbe ortamını yaşadığımda, gözümün önüne Kenan Evren geliyor ve siyah beyaz TRT ekranı… Hayal meyal başka şeyler… Ülkem için zor günler diyorum. Umarım değildir. Ancak anormal bir durum olduğu kesin diyor herkes.

Eve gidebilecek miyiz, yollar nasıldır vb sorularla yola çıkıp eve geldiğimizde jetlerin sesleri kulakları, gönülleri çok rahatsız eder hale geliyor. Bir süre sonra bomba sesleri, silah ve ateş sesleri başlıyor ve zamansız selalar… İnsan bağırtıları…

TRT’de güya askeri açıklama, sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı, an be an çatışmaları ve bombalamaları hem tvden hem de evden izleme süreçleri, her jetin geçişinde sallanan pencereler, camlar…

İnsan zihni makineli tüfek gibi çalışıyor o anlarda: “Bu jet kamikaze yaparsa ve bizim binaların olduğu yeri seçerse, geliyor, ses artıyor ve geçti… Bomba… Bizim binada sığınak da yok, atmden para mı çeksek, yok ya para en son dert aç mı kalacağız, kalsak ne olur, ülkeden gitmeyi düşünmüyorum ki, doyarız bir şekilde, off bu ses çok kötü, sanki jet binanın içine girecek çok yakından geçiyor ve geçti, evi bombalanan insanlar neler yaşadı kim bilir doğuda, ülkemde, daha önceleri de çok üzülür dua ederdim onlar için, hepimiz için, artık empatiden sempatiye doğru gidiyor iş, whats up hiç durmuyor, sakin olmalı, evet sakinim, ancak öfkeliyim de, çok karışık bu duygular , of bitsin bu gece, bu saçmalık….’

Saatler geçiyor, haberler geliyor, savaş devam ediyor, F16lar tam tepemizden geçiyor, hiç durmuyorlar, evin ışıklarını söndürüyoruz ve bu saçmalığın bir an önce bitmesi ve sokağa çıkan insanların zarar görmemesi için dua etmek elimizden gelen tek şey oluyor. Sabah 04.00, jetler geçmeye devam ediyor ancak daha az geçiyorlar artık ancak daha yakınlar, çerçeveler sallanıyor… Dingin kal ve dua et. Selalar devam ediyor, dışardan silah sesleri, Ve sabah ezanı… Bahçeden gelen otomatik sulama sisteminin sesi… Garip ama gülümsüyorum, bir şeylerin normalleştiğin işareti oluyor sanki sulama sesi…

Gerçekten çok zor bir gece geçirdik tüm Ankara ve Türkiye olarak… Evet hepimize geçmiş olsun. Kayıplarımız var. Başımız sağ olsun. Sosyal medyayı takip ediyorum, çok acı, çok acımasız yorumlar görüyorum, herkese karşı, birbirimize dair, bir uçtan bir uca dalgalanıyor herkes, herkes bir tarafı tutuyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyor, sanki çoğu anlamış analiz yapıyor, okumaya yüreğim dayanmıyor, ve işin acısı yorumu yazanların çoğu tepesinden jet geçmeyen ya da sokağa çıkmayanlar, üzülüyorum, tam bir kaos var, üzülüyorum insanlık adına, ülkem adına… Emin olun ki bomba sesi duyduğunda ne siyasi parti kalıyor ne haklılık ne de benzeri bir şey kalıyor insanın aklında… Size garip gelecek belki, belki de gelmeyecek korku pek hissetmedim o gece… Kızgınlık, öfke, kaygı hissettim dönem dönem… emin olun o an hayatta kalmayı da pek düşünmedim neler düşündüm neler için dua ettim, neler fark ettim o gece ve sonrasın da biraz öncekilere ek:

Barış ve huzur içinde yaşamanın, kafanı yastığa huzurla koymanın, her şeyden daha önde olduğunu bir kez daha anladım.

Dualarımın çoğu barış ve birlik için, hepimizin özgürce ve huzurlu, kendi olarak, içine sinerek yaşayabileceği bir ülke içindi.

Güvende olmanın en temel ihtiyaç olduğunu bir kez daha deneyimledim. Ocu -bucu –şucu, onlar vb tanımlarının, BİZ’le yer değiştirmesi diledim.

Bir olmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettim.

Bitsin ve bu son olsun çokça dedim hala da demeye devam ediyorum. Siyasi tüm kimliklerin ötesinde, tek derdimiz VATAN ve vatan sevgisi olmalı, akan kanlar dursun sonsuza kadar dedim. Vatanını sevmek hepimizin ortak değeri olsun daha sonra diğer değerler gelsin dedim, barış, birlik, bütünlük, inanç, çalışkanlık, vb. Ama önce vatan!

Ve kendi adıma ötekileştirdiğim kim varsa herkesi sevgiyle ve şefkatle kabul etmeye ve kapsamaya, İNSAN sevgimi çoğaltmaya bir kez daha niyet ettim.

Sevgiyle ve şefkatle…

Terör travması

Terör travması 150 150 dolunay

İnsan hayatını, ruh sağlığını derinden etkileyen, yaşandıktan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, kişinin kendi kontrölü dışında yaşamak zorunda kaldığı olaylara travma diyebiliriz. Depremler, maddi manevi kayıplar, tecavüzler, ensest, zamansız kayıplar, kazalar, işkenceler ve terör, en büyük ve derin travma deneyimleri arasındadır.

Son yıllarda ülkemizde son bulmayan terör olayları ülkede yaşayan pek çok vatandaşın ruh ve beden bütünlüğünü tehdit etmektedir. İnsanın beden ve ruh bütünlüğüne gelebilecek darbeler hele ki aniden ve teröre bağlıysa, terör olaylarını birebir yaşadıysanız, sevdiklerinizi teröre kurban verdiyseniz travmanın derinliği artar. Birebir yaşamasanız bile terörün yoğun yaşandığı ülkelerde yaşamak, her an kendi başına, sevdiklerinin başına bir şeyin gelebileceğini düşünmek, hep temkinli olmaya çalışmak, ruh sağlığında ciddi hasarlara yol açar. Kaygı bozuklukları, anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları vb. Yaşadığın ülkenin vatandaşı olarak, canlı bombaların kurbanı olabileceğini düşünmek bile ciddi kaygı yaratır. Silahlı çatışmalara maruz kalmak, evini barkını, sevdiklerini, uzvunu kaybetmek ise telafisi çok zor hasarlar, izler bırakır.

Bu tür travmatik bir yaşam deneyiminden sonra kişilerin şok yaşaması, sonrasındaki isyanları, kabul edememesi, inkarları ve acı, doğal duygu ve tepki geçişleridir. Doğal olmayan terörün varlığıdır. Her insan güven içinde temel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamayı hakeder. Vatandaşı olduğu ülkenin bu ihtiyaçlarını karşılaması da temel insanlık haklarındandır.

Hayatta kalmak insanın en önemli, en temel ihtiyaçlarından biridir. Güvende olmak, yaşadığın ülkeye güvenmek, hayatının güvende olması ruh sağlığı açısından olmazsa olmazdır. Terör riski ve yaşantısı bu güvenlik alanına zarar verir. Kişinin kendi kontrolünde olmadan savunmasız bir şekilde kurban olma ihtimali, yaşanılan ana ve geleceğe olan inancını ve beklentisini azaltırken, umutsuzluğunu artırır.

Terörü yaşayan ya da yakını kaybeden vb. süreçlerde hissedilen duyguları dışarı çıkarmak, acıyı akıtmak, yası tutmak ve azalmasına izin vermek sağlıklıdır. Yaşanılan travmalarla hele ki terörle baş etmek kolay değildir ancak bilinmelidir ki travma yaşantısından belli bir süre sonra bu konu hakkında özellikle travma çalışan uzmanlarda psikolojik destek almak bu dönemin kalıcı izlerini azaltacaktır. Biliriz ki bazı acılar tarifsizdir, tahammülü zordur, akıl sağlığını zorlar ve yine biliriz ki acıları paylaşmak onların azalmasına, tedavisine yardım eder.

Terör olaylarında yakınlarını kaybedenlere sabır, yaşayanlara şifa, ülkemiz ve dünya insanları için barışın yaşanır olmasını diliyorum.

Yas

Yas 150 150 dolunay

Bir dostu, bir yakını, kardeşi, anne, baba, eşi, evladı… Sevdiklerimizi zamanlı ya da zamansız kaybetmek, insanı derinden sarsar… Hayatı, dini, varoluşu, yaşamı, ölümü sorgulatır çoğu zaman.

Zamansız, ani, hele ki genç ölümleri dayanmayı daha da zorlar.

Daha çok küçük yaşlarda tanışırız ölümle, bazen komşu teyze, bazen aileden biri, bazen anne, bazen baba, bazen de elimizde hareketsiz duran bir kuşla donakalırız.

Ölümü anlamanın o yaşlar için anlaşılır tarafı yoktur, büyüyünce de ölümün varlığını biliriz, kabul ise zaman alır biraz! Her şey gibi ölümün varlığı da öğretilir.

Küçükken bir canlı öldüğünde sorduğumuz sorular ve düşünceler; mezarda nefes alabiliyor mu, orada yemek yiyebilir mi, orası karanlık ve soğuk mu, hiç gelmeyecek mi, beni görebilir mi, duyabilir mi, geri gelsin istiyorum, nerede vb. sorulardır.

Gariptir ama sevdiğimiz birini aniden kaybettiğimizde yaşımız kaç olursa olsun sorduğumuz sorular küçüklük sorularımıza benzer. Bu sorulara ekler yapılır; “Ben bu kadar acı çekerken bu insanlar nasıl gülüyor, hayat nasıl devam edecek, yemek mi o ne, nasıl yiyebiliyorlar, gittiği yer nasıl bir yer, bizi unutacak mı, acım biter ve onu unutursam?” sorularına isyan ve öfke eklenir hele ki ölümle ilk kez karşılaşıyorsak…

Ölüm karşısında hepimiz ayrı tepkiler veririz, yakını kaybetmiş birine başsağlığı dilemek ve orada neler yaptığımız hayat dersi gibidir.
Başın sağ olsun demek zordur çoğu zaman, yürekten söylemek için biraz acı yaşamak ya da algılamak ve empati gerekir. Acıyı sadece yaşayan bilir evet ama acıyı algılayabilir ve anlayabiliriz. Ve en çok ihtiyaç olan da budur; anlamak ve beklemek.

Vefatlarda bir an önce hayata geri dönmemizi isteyen konu komşuya ve hayat çarkına isyan etmek ne kadar doğalsa hayatın devamı için yapılan tüm saçmalıklar ve ritüeller de o kadar doğaldır aslında… Her şeyin saçmalığı ve boşluğu, anlamını yitirmişliği… Hayatın o anda donup kalması!

Aslında yapılması gereken acıyı yaşayıp hafiflemesine izin vermektir. Yas’ı YAS gibi tumak, ağlamak, isyan etmek, pişmanlıkları fark etmek, hesaplaşmaları yapmak, insanlara kızmak, kalmak vb. İyi olmaya çalışmadan duygularımızı dışarı çıkarmak ve akmasına izin vermek.

Yasına tutan insanlara karşı saygılı olmak, sadece yanlarında olduğumuzu hissettirmek en büyük destektir. Yürekten sarmak, sarmalamak, ağlarken beklemek, sakince onunla kalmak…

Zaman her şeyin ilacıdır derler… Öyledir mutlaka… Her şeyi zamanında yaşarsak akıp gider her şey, acıyı baskılamadan gitmesine izin verirsek, acının azalması kaçınılmazdır. Acının azalması sevdiğimiz, kaybettiğimiz kişiyi unutacağımız anlamına gelmez, onunla yaşanan tüm anılar bizimle beraberdir. En güzel hazinedir onlar, dilediğimiz an hatırlarız, hayat devam üzerine kurgulanmış bir sistem, hayatta kalmak ve mutlu olmak üzerine… Acıyı yaşayıp geçmesine izin vermek de hayatta kalmanın bir yoludur aslında. Acıdan sonra kabul hafifletir insanı.

Son dönemde çok acı var ülkemizde, çok genç kaybımız var, pek çok evde yas ve acı…

Sevdiklerinizin yaslarına şahitlik ediyorsanız ya da siz yaşıyorsanız;

Acının çıkmasına izin verin ve eğer süreç çok uzarsa ki ortalama bir buçuk iki ayı geçerse lütfen bir ruh sağlığı uzmanından travma tedavisi için destek almak konusunda farkındalıklı olun.

Gülümse

Gülümse 150 150 dolunay

Gülümsemek kalbin kapılarını açar. Yürekten gülümseyen bir insan çeker bizi kendisine, gözlerinden girersiniz sanki yüreğindeki köşke. İki insan arasındaki en güçlü ve pozitif bağdır, gülümsemek!

Bir insan kapattıysa kalbin kapısını ne kadar gülümsese de giriş yok yazısı okunur kaç metre öteden… Gülümsemek için sevmek gerekir gönülden… İnsanı, doğayı, kuşu, böceği, havayı, suyu, taşı, toprağı..

Zor günler geçirir insan, zor anlar, aylar belki de yıllar… Bazen atılan büyük bir dost kazığı, bazen ülkenin durumu, ekonomik zorluklar, sağlık sorunları, kadınlarının, genç kızların başına gelen insanlık dışı olaylar, bazen aşk acısı yüzümüzdeki gülümsemeyi donduracak gibi olsa da, kalbimizi kapatmak istesek de kendimizi korumak için, HAYIR her şeye rağmen her şeyle birlikte gülümsemektir HAYAT!

Sezen’in şarkısında dediği gibi;

Gülümse hadi gülümse
Bulutlar gitsin
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Hadi gülümse

Gülümseyecek ne var ki demeyin, gülümsemek için iyi şeyler olmasını beklemek, doymak için sadece kuş sütünün eksik olduğu mükellef sofranın kurulmasını beklemeye benzer!

Yaşadığımız ülke ya da dünya söz konusu olduğunda dersek ki gülümseyecek hiç bir şey yok işte o zaman geleceğimize ihanet ederiz bence!

Oysa ki şimdi de şu an da var olduğunu fark ettiğinde ve tek gerçeğin AN olduğunu hissettiğinde derin bir nefes al ve gülümse! Geçmiş çoktan bitti, gelecek ise bir hikaye! İstediğin hikayeyi yaşayabilmenin en güzel yolu ise zihnini şimdiye gülümsetebilmekte.

Gülümsemek sadece insandan insana değildir bence, bir ağaç da bir çiçek de, bir kedi, bir köpek de gülümser, açar kalbinin kapılarını her şeye… Bir çiçeğe, iş arkadaşına, eşine, bir köpeğe, bir yaprağa dokunduğun bir ağaca gülümse ve onun dünyasına gir o kapıdan… Ve aç kendi kalbinin kapısını ve bir sevgi köprüsü kur tüm bunlarla birlikte…

Gülümseyerek bir ağacın gövdesinden ya da dalından içeri girdiğini hayal et ve fark et ağacın dünyasını, neler hissediyor yapraklarını dökerken ya da yaprak ve çiçek açarken…

Bir köpeğin gözlerine bak gülümseyerek ve onun hayatı ol bir anlığına onun yüreğine misafir ol ve sana neler dediğini dinle…
Bir gülü bir leylağı kokla ya da bir kaktüsün dikeninden içeri gir gülümseyerek ve gir kalplerine ve hisset neler var o evrende…

Gülümse ve bil ki gülümsemek tüm kalpleri bir birine bağlar bu evrende…. Ve tüm kalpler bağlandığında bir kere bütünlük yaşanır olur evrende.

Gülümse…

Ankara

Ankara 150 150 dolunay

Yazmanın zorlaştığı ‘An’lardan biri daha yaşandı dün Ankara’da, kapkara bir AN daha…

Duyguların donduğu, hayata dair önemli kabul edilen her şeyin bir anda çöküverdiği bir an daha…

Onlarca can bir saniyede bomba yüklü bir aracın patlamasıyla uçup gitti aramızdan. Hayatlarında pek çok şey yarım kalarak, arkalarında pek çok eksikli insan ve hikaye bırakarak bir anda gittiler.

Ne çok yaşar olduk bu AN’ları… Ne çok anar ve anlar olduk ülkedeki huzur ve güven ortamının kıymetini!

Korkar oldum bir dostumu, sevdiğimi, bu nedenle kaybetmekten…

Korkar oldum yolda yürürken yanımdakinden, araba kullanırken trafikteki arabalardan, bir otobüsün içinde birden can vermekten.

Korkar oldum şiddeti ve terörü normalleştirmekten. Her gün ülkemde onlarca insan ölmeye devam ediyorken ben ölenleri, kurbanları, sadece sayı olarak hatırlamaktan korkar oldum.

Korkar oldum ‘Bugün bir kişi ölmüş iyi, sayı az’ demekten, o kişinin arkasında bıraktıkları için dünyanın bittiğini unutmaktan, ölümleri sıradanlaştırmaktan korkar oldum.

Korkar oldum ülkemde yaşamaktan…

Daha sık hatırlatır oldum kendime; bu tür kaos anlarında sakin kalmanın, acıyı yaşamanın, dua etmenin ve dengede kalmaya çalışmanın ne kadar önemli olduğunu…

Ve terör, şiddet ölümlerinin normal olamadığı, doğal olmadığını, İNSAN’a yakışmadığını…

Bu tür anlardan sonra TV’lerden yapılan açıklamalar saçma ve anlamsız geliyor bana. “Şiddetle lanetliyoruz, hesap soracağız” vb…

Şiddet şiddetle biter mi kan kanla temizlenir mi diye haykırmak ve sormak istiyorum! “Neyin hesabını soracağız?” diye sormak istiyorum.

Canlar gittikten sonra ne hesabı? Vicdanlar neden kör, kalpler neden sağır? Ne için olmuştu tüm bunlar? Bu olaylar başlamadan önce ne yapıyorduk?

Benim sormak istediğim başka hesaplar var bir türlü hesaplayamadığım; terörden etkilenen, terörde yaralanan, yakınlarını kaybeden, bu acıyı yüreğinde hisseden ülkemiz insanlarının acılarını nasıl dindireceğiz? Terörü uzun yıllardır yaşayan, yaşamaya devam eden bu ülkenin insanlarının travmalarını nasıl tedavi edeceğiz?

Tek cevap geliyor gönlümden; severek, şefkatle… Severek, kapsayarak, birbirimizi kucaklayarak, acımızı birlikte yaşayarak yok saymadan… Nefret dili değil SEVGİ dili kullanarak.

Korkunun tek panzehiri UMUT’tur, SEVGİ’dir, ŞEFKAT’tir diyor gönlüm…

Umudumu hep koruyacağım huzurdan ve barıştan yana… Dualarım bunun için…

Başka türlüsünü düşünemem bile.

Zor anlar da çok acı çeksem de, çok kızsam da bir tarafım hep ‘yaşadığın bu zor günlere şefkatli ol, UMUT ET, SEV…’ diyor. Çünkü kalbim biliyor ki sadece sevgi, merhamet ve şefkat bu yarayı sarabilir ve umudumu koruyabilir.

Sabırla, şefkatle ve umutla….

Allah rahmet eylesin tüm terör kurbanlarına ve yakınlarına ve hepimize Allah sabır versin..

Affetmek

Affetmek 150 150 dolunay

Kindar olmakla, kendisine yapılan kötülüğü unutmamakla övünen çok insanla tanıştım, sizler de mutlaka tanışmışsınızdır. Belki de çok yakından tanıyorsunuzdur!

Yaşanılan olaylar, aşk, aldatılma, kandırılma…vb olaylar kaynaklı kin tutmak, unutmamak ve ‘bir gün gelecek intikamımı alacağım, lafı yerine koyacağım ve yaptığından utanacak, içim soğuyacak..vb’ gibi düşünceleri, beklentileri yıllarca taşımak; yüklerin en ağırıdır bence! Unutmak ve yola devam etmek ise özgürlüktür.

Çoğu insan kendine verdiği ruhsal, fiziksel zararın farkında olmadan kin tutmaya devam eder. Unutayım da yanına mı kalsın, o affedilmeyi hak etmiyor gibi pek çok egosal düşünceyle, negatif duygu hamallığı yapmaya yıllarca bazen ömür boyu devam eder kişi kendi değerini ve hak ettiklerini unutarak.

Kin tutmak, unutmamak, affetmemek, nefret, öfke kişiyi hasta eder. İntikam alacağım diye bu olumsuz duygu ve düşünceleri beslemekten hasta olur insan. Mide hastalıkları, uyku sorunları, kas ağrıları, migren ve baş ağrıları, depresyon, kaygı bozukluğu ve daha pek çoğu, daha ağırları…

Affetmemek, unutmamak, asıl bu yükü taşıyana zarar verir ve çoğu zaman bu duygunun neden olduğu kişinin bundan haberi bile yoktur ya da bizim kadar önemsemiyordur.

İnsan kin beslediği kişi için değil, kendi için, kendi huzur ve mutluluğu için unutmalı, yükleri bırakmalı. Affetmek özgürlüktür, yükleri bırakmaktır.

Bir kişiyi affetmek, onunla yeniden samimi olmanız gerektiği anlamına gelmez. Yaşadığın deneyiminden öğrendiklerini fark etmek ve o kişiye dair nötr duygular beslemek anlamına gelir. Ona ait olumsuz taşıdığın duygulardan özgürleşmek ve yoluna öğrendiklerinle devam etmektir.

Affetmek, kırgınlığın, acının, kinin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır. Bundan daha güzel ne olabilir? Kızdığın kişiyi kafanda kalbinde kızgınlıkla her an taşıyacağına, onun sende yarattığı hapishaneden özgürleşmek ne kadar güzeldir, ne kadar ferahtır ve ne kadar insana yakışandır.

Affetmekle ilgili en çok sevdiğim tanım: ‘Affetmek, duygusal unutma’dır.
Onunla yaşadıklarını, neler deneyimlediğini ve öğrendiğini, sana kazandırdıklarını değil, bu yaşadığın olayın sende yük oluşturan duygusunu unutmak.

Hayata devam etmek için, daha esnek, neşeli, keyifli, sağlıklı ve başarılı olmak için, yeniden sevmek için, yeni arkadaşlıklar için, yeni şanslar için, mutlu olmayı hak ettiğin için affetmeye ve unutma izni ver kendine.

Üçüncü şahıslar

Üçüncü şahıslar 150 150 dolunay

İlişkilerde dönem dönem bazen de her dönem yaşanan sorunlardan biri 3. şahıslarla ilgili konulardır.

Çiftle beraber yaşamayan ama karaltıları, gölgeleri hep onlarla olan, kavgalara, küslüklere neden olan 3. şahıslar kimdir?

Diyalog 1

Kadın: Ahmet’i benden daha çok önemsiyorsun, birlikte az zaman geçirebiliyoruz zaten, benle geçireceğin zamandan çalıp onunla zaman geçiriyorsun. Beni hiç önemsemiyorsun. Ayrıca bu Ahmet bence işe yaramazın teki, hiç hoşlanmıyorum!

Erkek: Saçmalıyorsun, o benim en iyi arkadaşım ve onunla zaman geçirmek de en doğal hakkım. Sen ayrısın o ayrı benim için kıyaslaman saçma!

Diyalog 2

Erkek: Bıktım senin eski erkek arkadaşlarının arayıp durmasından. Sen evli bir kadınsın ve eskiden dost olmaz bunu anla artık ve bir daha o adamın ne adını an ne de telefonu aç.

Kadın: Saçmalıyorsun. O benim eski erkek arkadaşım ama artık arkadaşım. Ben seninle evliyim onunla değil. Neden onunla arkadaşlığımı bitireceğim ki, bu devirde arkadaş bulmak kolay mı?

Diyologlar tanıdık geldi mi?

İlişkilerde çiftin birbirini kontrol etmeye çalıştığı, sözünü dinletmeye çalıştığı ve tamamen değiştirmeye çalıştığı konulardan biridir 3. şahıslar konusu!

Evliyken ya da bir ilişki yaşarken önemsenmek isteriz, söylediğimiz şeyin yapılmasını isteriz, sadece bizle görüşsün, bizim hoşlanmadığımız kişilerle görüşmesin isteriz. Bu yapılmadığında ya da karşı çıkıldığında ise kıyametler kopar ilişkide; beni sevmiyorsun demek ki, ya ben ya o, boşanıcağım senden, gibi tehdit cümlelerini cömertçe savururuz!

Oysaki sağlıklı ilişkilere, sağlıklı çiftlere baktığımızda şöyle bir tablo görürüz:

  • ‘Biz’ alanıyla birlikte ‘ben’ alanını da besleyen çiftlerdir. Yani birbirlerine etkin zaman ayırırken kendilerinin yapmak keyif aldıkları alanları da beslerler. Örn: Arkadaşlarıyla zaman geçirmek, spor, müzik, kitap, yoga….
  • Evlenmeden önceki insanlarla yaşakları ilişkilerin onları bugünki ilişkiye hazırladığını, büyüttüğünü bilirler ve geçmiş yaşamlarını kabul ederler.
  • Eski erkek/kız arkadaşla ilgili konuların adı üzerinde eski olduğunu ve bu insanlara arkadaş kalıp kalmamanın bireysel tercihler olduğunu bilirler.
  • Birbirlerine yeterince ilgi ve sevgi gösterdikleri için 3. şahısları kavgakonusu yapmaya gerek duymazlar.

Her ilişkinin sağlıkla ve sağlıklı yaşanması dileğimle….

Gölgeler

Gölgeler 150 150 dolunay

Çok derinde bir yerlerde acıyor içim, tarifsiz bir acı, düşünsene 20 yıldır evli olduğum adam çocuklarımın babası, ‘Ben aslında seni hiç sevmedim hep mış gibi yaptım, şimdi ise hayatımın aşkını buldum, senden boşanıyorum’ diyor. Sen ne hissederdin?

Soran kişi uzun yıllardır tanıdığım bir arkadaşım ve yaşadığı olayı algılamaya çalışırken bana yöneltiyor bu soruyu.

“Gerçekten ne hissederdim?” diye soruyorum kendime…

Onun hisleriyle birebir aynı olamaz benim hislerim çünkü o yaşayan, ben ise algılamaya ve kendimi onun yerine koymaya çalışanım. Bunu da belirterek cevap veriyorum: Kandırılmışlık, yalan bir hayatı yaşamışlık hissi, kızgınlık, öfke ve kendime acıma… İlk algılayabildiğim hisler oluyor.

Bu sohbetten sonra düşünmeye başladım ve yine sorular sormaya kendi kendime…

Yıllardır tanıdığınızı zannettiğimiz kişileri gerçekte ne kadar tanıyoruz? Her hallerini tanısak yine sever ve kabul eder miyiz onları?

Çok güvendiğiniz, kendinize örnek aldığınız ailelerin gerçekte rol yaptıklarını anlasanız ve aslında hiç de mutlu olmadıklarını, birbirlerini aldattıklarını bir gün birdenbire öğreniverseniz,

Evli ve çocuğu olan bir dostunuz size ‘Ben aslında eşcinselim ve bunu saklamak için evlendim ve çocuk yaptım’ dese,

Kocanızı bilgisayarına tesadüfen bakarken çocuk pornosuyla ilgili sitelere girdiğini ve bunu düzenli olarak yaptığını fark etseniz,

Uzun süredir tanıdığınız aile dostlarınız arasında gizli ilişkiler ve oyunlar olduğunu öğrenseniz,

Ya da bir tanıdığınız sizi eşiniz/sevgilinizle birlikte grup seks partisine davet etse ve bunu uzun yıllardır yaptıklarını söylese,

O kişi/kişilerle ilgili ne düşünür ve ne hissedersiniz? Onları algılamanızda ve kabulünüzde bir şeyler değişir mi?

İnsanın içinde ne kadar çok farklı yüzler, kimlikler var: İyi aile babası, iyi anne, örnek insan, güvenilir bir uzman, iyi bir yönetici, lider, aynı zamanda pedofili, yalancı, ikiyüzlü, iki kadını idare edebilen, korkak, içten pazarlıklı, bol maskeli biri…

Amacım sizi sevdiklerinize kuşkuyla baktırmak değil, insanın içinde aklımızın kabul etmekte zorlanacağı, yargılamadan duramayacağımız tarafların olabileceğini yani gölge taraflarımızı bir kez daha fark ettiğimi aktarmak.

Gölgesi olmayan insan yoktur da kendi gölgesini gören kaç kişi vardır acaba?

Bence asıl olan o gölge taraflarımızla birbirimizi kabul edip edemeyeceğimiz!

Gölgelerimiz bizi hep zorlar. İnsanın kendi gölgesini görmesi için arkasına bakması gerekir. İçindeki ruhsal boşlukları, girdapları, gölgeleri görmesi için de kendi içine bakabilmesi, uygun soruları sorabilmesi ya da kendini en yakınlarının, dostlarının gözünden tanıması gerekir.

Sizin gölge tarafınız ne? Belki bugün bunu sorarsınız kendinize…

Aşk olsun

Aşk olsun 150 150 dolunay

Zor günler geçiriyoruz, zor dönemler yaşıyoruz hep beraber… Ağır bir hava çökmüş ülkemin üzerine bir türlü gitmiyor. Dünya alev alev…İnsanlar ölüyor, öldürülüyor, aileler dağılıyor, yurtsuz kalıyor, çocuklar açı çekiyor. Her yerde acı her yerde kan var. Ölümler normalleşiyor, sayılar tuhaflaşıyor sanki… Bağırsak duyan yok, bu ölümler çok saçma desek, durun artık desek, neden desek, ne için bu kan desek, insandan kıymetli değil hiçbir şey desek, dünya malı, nimeti hepimize yeter, gelin canlar kardeş olalım desek hep beraber, duyan olur belki bizi !

Ünlü gitarist Jimi Hendrix’in “Aşkın gücü, güce duyulan aşkı yendiğinde dünya barışı tadacaktır” sözünü hatırlıyorum bunları düşününce…

Aşk…İmkansızı imkanlı yapan, olmazları olur yapan, korkuyu, cesarete dönüştüren AŞK!

Gözümüzü kör eden, sevdiğimizi kusursuz gördüren aşk, ayaklarımızı yerden kesen, tüm acıları unutturan aşk… Can acıtan ancak vazgeçilmeyecek kadar güçlü olan aşk…

Eğer her bir insana, sevgilime duyduğum aşkın, sevginin birazı kadar bile baksam, her insanın değerli olduğunu farketsem dünyada bir şeyler değişir belki.

Aşk sadece karşı/aynı cinse duyulmuyor aslında…İnsan yaptığı işe aşık olabilir, AŞK’la yapabilir işini, ör: yemeği aşkla yapan bir aşçının yaptığı yemeğin lezzeti tarifsizdir.

İnsan doğaya aşık olabilir, her bir ağaç, yaprak, kuş, su, toprak, onu kendine daha çok yaklaştırır, dinginliği ve huzuru verir doğa bizlere hemde hiçbir karşılık beklemeden…İnsanın içi yanar hem de nasıl yanar orman yangınlarında ya da rant uğruna kesilen ormanları gördükçe. Ağaçlara, doğaya hep saygı duyarım, onlardan daha güçlü ya da üstün olduğumu hiç düşünmedim. Sevdiğinde kıyas biter. Kim güçlü, kim daha güzel, kim daha zengin, kim daha… Aklına gelmez İNSANın!

İnsan Yaradan’a aşık olabilir.

Aşk; her şeyi senin için varettim diyen Rabbe, her şeyi senin için terkettim diyebilmektir” diyen Şems-i Tebrizi gibi…
‘…

“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni…
 ” diyen Yunus Emre gibi…

O’nun yolunda her şeyi vermek, o aşk ile yanmaktır.

Vatan aşkı da çok güçlü bir AŞK’tır. Kurtuluş Savaşı’nda bu aşkı hep beraber yaşamışız. Kadın-erkek, çolukçocuk, genç-yaşlı, Türk, Kürt, Laz, Çerkez…

AŞK’la kurmuşuz ülkemizi…

“İçinde sevgi olmayan GÜÇ, insanı zalim yapar” söyleyenini hatırlamadığım bir başka söz. İçinde sevgi olan güç ise işte o bence kudrettir, dönüştürür, değiştirir ancak gönül rızası ile, üzmeden, incitmeden, dinleyerek, anlayarak, uzlaşarak…

Aşk olsun desek hep beraber değişir belki pek çok şey… Aşk olsun durun artık!

Aşk olsun… Aşk olsun.