Hayata Dair

Kadın

Kadın 150 150 dolunay

Yine geldi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bakalım bugün kaç kadın dayak yiyecek, kaç kadın tecavüze uğrayacak, kaç kadın ölecek diye söyleniyordum ki; Ankara’daki Kadınlar Günü kutlamaları için yola çıkmış olan otobüs kazasında 7 kadınımız hayatını yitirdi. Allah rahmet eylesin. Toplumsal süreçlerde, hareketlerinde öncü ve yol açıcı olan devrimci kadınlarımız, duyarlı, şefkatli, insanlık için çalışan güzel kadınlarımız ruhunuz şad olsun…

Kadın haklarının kazanılması ve hayatta geçirilmesi, uygulanması sürecinde; yol açıcılara, devrim yapanlara ve Kurtuluş Savaş’ının kahraman kadınlarına, bu uğurda canını verenlere, Cumhuriyet’in her aşamasında erkeklerle beraber çalışan kendini ülkesine, insanlığa adayan kadınlara şükran borcumuz var.

Kadınların bir toplumun yükselmesinde önemini ne güzel anlatmış Atamız:

“Toplum kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki yığının bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kitlenin bütünlüğü ilerleyebilsin; mümkün müdür bir cinsin yarısı zincirle toprağa bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin. Şüphe yoktur ki; ilerleme adımları kadın ve erkek iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmalı, yükselme ve ilerleme beraber olmalıdır…”

Bundan nerdeyse tam 100 yıl önce söylenmiş bilgelik dolu, kadına gerçek önemi veren, topluma yol gösteren sözler…

Kadınlarımıza tüm dünyadan önce seçme ve seçilme hakkı vermiş, bilimsel çalışmalarda, ilimde öncü olacaksınız demiş…

Ele ele vereceğiz demiş…

Kadınlar anne olarak kendilerini geliştirip çocuklarını devrimlere uygun, ilim irfan sahibi olarak yetiştirsinler demiş… Dünyadaki her şey kadının eseridir demiş… 100 yıl sonra ne yazık ki geldiğimiz yer; erkeğin, kadını ve dünyayı kontrol etmek için kullandığı tek şey; GÜÇ ve KUVVET! Şiddet!  Savaş! Sömürü!

Peki işe yarar mı?

Bence HAYIR.

Kadınlar, sanatta, bilimde, ilimde öncü kadınlar. Savaştan çok barışa hizmet eden, dünya için insanlık ailesi için barış ve sevgi için çalışan, dua eden şefkatli kadınlar.

Kadınların başarılarının, kadına uygulanan şiddetten daha çok gündem olduğu, kadın ve erkeğin rakip değil ortak olarak çalıştığı, hep birlikte yükseldiğimiz, hep birlikte güldüğümüz, hep birlikte insan olduğumuz, sevgi ve şefkat dolu olsun AN’ımız ve geleceğimiz…

Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu olsun…

Sevgi ve şefkatle…

Ya olursa…

Ya olursa… 150 150 dolunay

Kontrol edemediğimiz kaygılar

Son yıllarda en çok yaşanan ve hayatı kabusa çeviren sorunların başında, kontrol edemediğimiz kaygılarımız geliyor. Kontrolümüzün dışındaki olaylara, durumlara, aşırı anlam yükleyip düşünerek kontrol etmeye çalışıyoruz ki bedenlerimiz kaygıdan yanıyor. Yarınla ilgili endişeler, ya olursalar, nasıl dayanırızlar, kabul edemeyizler, yaşayamayızlar, kalp çarpıntıları, nefes alamamalar… Kaygı bozukluğu çocuklarda ve ergenlerde bile ruh ve beden sağlıklarını sallayacak kadar görülmeye başlandı.

Negatif senaryolar bedenimizin enerjisini sömürüyor

Ne olacak bu ülkenin haliyle başlayan kaygılı düşünceler, ne olacak bu dünyanın haline kadar uzanırken, anne babamı kaybedersem yaşayamlara, ya hiç çocuğum olmazsalara,…vb sonu gelmez karamsarlık ve negatif senaryolar aslında çoğumuzun içini karartmaktan, bedenimizin enerjisini sömürmekten başka bir işe yaramıyor.

Yaşanılan olaylara rahat ve sakin yaklaşabilenlere gamsız, duyarsız gibi eleştiriler gelebilirken, kaygılı olmak ve endişeli konuşmak, olayları hep şikayet ve kaygıyla olumsuz senaryoları anlatmak, ahlar vahlar ise pek moda bu aralar.

Kaygıyı en üst düzeyde yaşamak yarardan çok zarar verir

Kaygılı olma modası ve yaşadığımız durumlarla ilgili olumsuz tespitler yapmak galiba kişilere bir şey yapıyor hissi veriyor! Yaşanılan sorunları çok ciddiye alan insanlar kaygılanmalı, paniklemeli gibi beklentiler var galiba! Eğer öyleyse açıkça söylemek lazım ki; yaşadığımız olaylarla ilgili hep olumsuz konuşmak, çözümsüz tartışmalar yapmak, kaygıyı en üst düzey yaşamak, kişiye de, duruma da yarardan çok zarar verir.

Yaşanılan ya da yaşanması ihtimal dahilinde olan olay ne kadar kabul edilemez görünse de tam olmadan ne yaşayacağını bilemezsin. Bu süreçte, ya şöyle olursa ya böyle olursa vb.düşünceler kişiyi AN’dan koparıp senaryonun, varsayımın göbeğine bırakır ve olay henüz başınıza gelmeden gelmiş gibi bedeniniz reaksiyon gösterir. Ör: Yeniden kriz geçirirsem, ya nefes alamazsam ne yaparım derken bile geçirilen krize dair sıkıntılar bedende hissedilmeye başlanır.

Geçmişte olanlar ve gelecekte olacaklar bizi sıkıştırır

Kaygıyı kontrol etmenin en temel yolu düşünceleri farketmek ve peşlerinden gitmemeye dayanıyor. Senoryaların dışında durabilmek, AN’da kalmak ve nefes almak ….Örneğin; Ya hasta olursam, kanser olursam bana kim bakar gibi düşünceleri farkettiğinde kendine ‘şu anda nasılsın?’ sorusunu sor. Cevap çoğunlukla ‘iyiyim’ olacaktır’. AN’da çoğunlukla pek bir sorunumuz yok, geçmişte olanlar ve gelecekte olacaklar yani senaryolar bizi sıkıştırır ve kaygıyı arttırır.

Bedenimize ve ruhumuza iyi gelen şeyleri yapalım

Düşünceleri, duyguları fark etmeyi ve kontrol etmeyi öğrenmek, bedenimize ve ruhumuza iyi gelen şeyleri yapmak, sağlıklı beslenmek, sağlıklı düşünmek, farkındalıklı nefes almayı deneyimlemek, kendimize, topluma katkı verebileceğimiz hedefler koyup onlara ulaşmak için çalışmak ve olaylar karşısında daha sakin olmaya çalışmak, kaygılarını kontrol etmenin en güzel yolları.

Ne yaşarsak yaşayalım bilmeliyiz ki; umut hep var, nefes aldıkça, çaba devam ettikçe, kendimizi keşfetmeye devam ettikçe, fark ettikçe…

Kuyu’daki Umut

Kuyu’daki Umut 150 150 dolunay

Yaklaşık 2 hafta sürdü düştüğü kuyudan çıkarılması KUYU köpeğin… İtfaiye çalışanlarının sadece yangına gitmediğini bir kez daha anladık. Varlıklarına bir kez daha teşekkür ettik. Çatıda, bacada sıkışan kedileri kurtarması için çağrılan itfaiye bu kez 70 metrelik bir çukurun içine düşen yavru bir köpeği kurtarması için çağrıldı mahalle sakinleri tarafından.

Yavru köpeğe KUYU ismi kondu düştüğü yerden esinlenilerek ve onu düştüğü kuyu gibi çukurdan çıkarmak tüm mahallenin derdi, tasası oldu ve medya sayesinde tüm ülkenin duası…

Pek çok kurtarma ekibi olay yerine geldi, fikir verdi, destek oldu ve genç bir öğrencinin tasarladığı robotik kol ile yavru köpek dışarı çıkarıldı. Bilimsel çalışmaları destekleyen bir eğitim kurumunun/sisteminin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettik.

KUYU’nun kuyudan çıkışı bana pek çok şeyi yaşattı ve fark ettirdi işte bazıları;

  • Göçük altında kalan ve çıkamayan yüzlerce candan sonra, sonu güzel biten kurtuluş, hayatta kalış hikayelerini çok özlemişim.
  • Ülkemde çocuk istismarı, taciz, tecavüz, kadın cinayetlerine karşı savunmasız ve yetersiz kaldığımız bu dönemde, lütfen dedirtti bana lütfen; tüm canlıları koruma, kollama konusunda hassas olalım, el ele olalım, susmayalım, cesur ve kararlı olalım!
  • ‘Yaşam HAKKI’ en doğal haktır. İnsan, hayvan, ağaç… Her canlı için geçerlidir.
  • Umudumuzu canlı tuttuğumuzda, mutlaka bir yol olmalı, başka ne deneyebiliriz diye sormaya, araştırmaya, çaba sürecine devam ettiğimizde, ortak hedefe doğru birlikte ilerlendiğimizde istenilen sonucun alındığının kanıtı oldu KUYU!
  • Çok uzun yıllardır görmediğimiz çok eski bir dostla yıllar sonra kavuşma anı, uzun süredir beklediğimiz müjdeli bir haberin gelişiydi sanki Kuyu’nun kurtulduğu anki hal…
  • Kuyu köpek, körleşen vicdanımızın açılması, şefkatin hep beraber hissedilmesi, özlediğimiz mutlu sonu kutlamanın, coşkunun yaşanmasıydı sanki…
  • Kuyu’nun düştüğü yerden çıktığında insanların yaşadığı duygunun bendeki yansıması şu oldu: İnsan olarak bir canı kurtardık, İNSAN olduğumuzu fark ettik, şefkati ve merhameti deneyimledik… Mutlu ve gururluyuz!
  • Kuyu’nun kuyudan çıkabilmesi için hayvan hakları dernekleri, kurtarma ekipleri, itfaiye, mahalleli hep birlikte çalıştı. Çok uzun soluklu, kararlı ve CAN odaklı bir kurtarma operasyonuydu. Herkesin eline, yüreğine, robot kolu icat eden genç arkadaşımın beynine sağlık!

Umudum yeşerdi hayata dair, umudum artı İNSAN’a dair…

Umudum arttı hepimize dair…

Rıza nasıl alınır?

Rıza nasıl alınır? 150 150 dolunay

Cinsel istismarla ilgili ülkedeki gündemi, hukuki saçmalığı, toplumdan yükselen “ne var ki bunda” vb. söylemleri ne aklım ne de kalbim algılıyor!

Sosyal medya çalkalanıyor, konuyla ilgili gönüllü kuruluşlar ayakta, susanlar, konuşanlar, kim kimle evlenirse evlensin size ne diyenler, tecavüze idam diyenler… Herkes çıldırmış gibi… Bir bilene soralım, bu konuda ruh sağlığı uzmanları ne diyor, kanunu ona göre düzenleyelim diyen aklı- selim kimse yok!

Yıllarca emek verilip kazanılan çocuk hakları yerle bir!

Kafamda deli sorular; RIZA nedir? Rıza nasıl alınır? Kimler kaç yaşından sonra rıza verebilir?

Rıza; onay demektir.

Onay; yaptığım ya da bana yapılan bir olayın sorumluluğunu alıyorum. Bu olay esnasında ve sonrasında olabilecek tüm etkilerin farkındayım ve kabul ediyorum. Bu olayda olabilecek etki ve sonuçlara dair kendimi koruyabilirim, demektir.

Konu cinsel istismar olduğuna göre çocukların neye rızası varmış bakalım isterseniz;

“Bana yapılan cinsel istismarda bedenimde oluşacak tüm fiziksel yaralanmalara, ergen gebeliklerine, bulaşıcı hastalıklara, psikolojik hasarlara, travmalara, toplumsal dışlanmaya, aşağılanmaya, şiddete razıyım, onay veriyorum. Tüm bu ve benzeri olumsuzlukların farkındayım ve kendimi koruyabilirim.”

Rızası var demek bu demektir işte… Çok saçma geldi değil mi?

Cinsellik her insan için doğumdan ölüme vardır ancak cinsel birleşme yetişkin davranışıdır. Yukarıdaki riskleri içerir. Riskleri bilmek ve önlem almayı gerektirir. Bu nedenledir ki; bir kişinin cinsel ilişkiye karar verebilmesi için yetişkin olması gerekir.

Yetişkinlerin de çocukları koruması ve çocuk bedenlerden cinsel niyet ve isteklerini uzak tutmaları beklenir.

Yetişkinlerin bile cinsellikle ilgili yaşadıkları tonlarca sorun varken, yetişkinler bile tecavüz, taciz, şiddet, istenmeyen gebelikler, bulaşıcı hastalıklar konusunda bu kadar savunmasızken, “18 yaş altının rızası var demek” hangi yetişkin akla hangi vicdana sığar?

Cinsel ilişkiye rıza vermek, giyeceği kıyafete, yiyeceği yemeğe, okuyacağı kitaba onay vermekten çok daha farklı bir konudur. Cinsel ilişkiye rıza vermek için yetişkin beynine ve bedenine sahip olmak gerekir.

Yani bilişsel gelişim sürecini sağlıklı tamamlamış, sorgulayabilen, iyi ve kötüyü ayırt edebilen, HAYIR diyebilen ve bunun arkasında durabilen, sorumluluk alabilen istemediği şeylerin farkında bir beyin…

Akıl; olaylar olmadan da öngörebilmeyi, sorgulayabilmeyi, farklı açılardan bakabilmeyi,
Gönül; başka insanların yaşayabilecekleri, yaşadıkları acıları, üzüntüleri algılayabilmeyi, kendi başına gelmeden de başkasının deneyimini hissedebilmeye şefkat hissetmeye yarar. Bu ikisini dengeyle kullanmak ise bizi İNSAN yapar.

İNSANa yakışan şekilde çocuklarımızı koruyabildiğimiz onlara sevgi ve barış içinde bir dünya sunabilmemiz duası ve umuduyla…

 

İlk adım

İlk adım 150 150 dolunay

Gitmeyi istediğimiz ne çok yer, yapmayı planladığımız ne çok iş, bir ara bir kahve içelim dediğimiz nice dost, görmek istediğimiz sürüyle film, okumak istediğimiz yüzlerce kitap, yazmak istediğimiz en az bir roman, çekmek istediğimiz bir film, başlayacağımız spor, bir gün bırakacağımız sigara, sonra yaparımlar…

Tanıdık geldi mi bu ve benzeri cümleler? Ertelenen projeler sonra yaparımlar, bir gün mutlakalar…

Gerçekten istediğimiz şeyin önünde bir engel var mı bizi durdurabilecek yoksa istekler bize ait değil mi, yoksa istemiyor muyuz?

Gerçekten ne istediğini ne yaparsa mutlu olacağını kaç kişi biliyor? Yoksa istediğimizi zannettiğimiz şeyler başkalarının yaptığı bizimde taklit ettiğimiz şeyler mi? Özgün olan ne var acaba! Olsun, özgün olmazsa olmazsın, yeter ki istediğim beni mutlu edecek katkı verecek şey olsun diyorsanız o da super 🙂 Yapın yater ki!

Hem kendimizden hem de çevremizden ne çok duyarız; yaşadığım kenti değiştireceğim ama henüz koşullar uygun değil, çok güzel bir roman konusu var aklımda ama yazmak için bir yerlere kapanmalıyım ama zaman mı var, önümüzdeki pazartesi spora başlayacaktım ama kalkamadım….

Galiba çoğumuz bulunduğumuz yerden, durumdan memnun değiliz, bununla beraber adım da atmıyoruz değişim için!

Oysaki sorsak kendimize; yapmak istediğim şeyi yapacak olsam ilk adım ne olurdu?

İkinci adım da ne yapardım? İstediğim süreci gerçekleştirdiğimde ne hissederdim? Bunun benim için değeri ne olur?

Çoğu proje ve yaratıcı fikir ilk adım ne olur sorusu sorulmadığı ve o adıma dair tarih konmadığı, süreçler çizilmediği için sadece uçuşan fikirler olarak kalıyor.

Bir işe başlamadan önce bittiği ana dair görüntüler hayal ederim ve bittiği an ne hissedeceğimi düşünür ve hissetmeyi denerim.

Rahatlama, ferahlama, dinginlik vb. hisler olabilir bu… Ve buradan aldığım motivasyonla da ilk adımı atarım. Ve diğer adımları… Özelikle yapması bana zor gelen işlerde inanılmaz etkili olur bu method.

Yapmak istediğiniz işlere, projelere küçük ya da büyük fark etmez, ilk adım ne olur sorusundan sonra tarih koymak ve kendini o tarihte yaparken hayal etmek … Her iş bir ilk adımla başlar.

Düşünün uzun zamandır ertelediğiniz ve yaparsanız ohhh diyeceğiniz ne var? İlk adımı attığını hayal et, o ne olurdu ve o adıma tarih ve saat koy.

Bakın bakalım neler oluyor!

Bak şimdi merak ettim 🙂

Etiketler

Etiketler 150 150 dolunay

Dünyada ayrımcılık olmasın, herkes eşit olsun, tüm insanlar kardeş olsun, torpil yapılmasın ne sınavlarda ne de iş yerinde diyoruz ya… İsyan ediyoruz ya bazen hayata, düzene…

Peki, acaba biz kimlere ne zaman ayrımcılık yapıyoruz? İnsanlara eşit bakıyor muyuz yoksa hep etiketliyerek, kıyaslayarak mı bakıyor ve davranıyoruz?

Şişman ama iyi,

Uzun boylu ama akıllı,

Akıllı fakat çirkin,

Çirkin ama şanslı,

Yakışıklı ama salak,

Çirkin ama çok zengin,

Müdürün kızı, kaymakamın çocuğu,

Saçı uzun aklı kısa,

Mini etek giydiğine göre ….vb

Ayrımcılık, torpil bizlerin zihninden, dilinden, güzünden o kadar doğal dökülüveriyor ki fark etmiyoruz bile yaptığımız bölücülüğün, ayrımcılığın!

İnsanların giydikleri kıyafetler, taktıkları takılar, bindikleri arabalara göre tavrımız tarsımız değişiyor bazen, Nasrettin Hoca’nın ‘ye kürküm ye’ fıkrasında olduğu gibi…

Çöp toplayan kişilere baktığımız gözlerimizi, bedenimizi dışardan görsek ve izlesek neleri farkederiz acaba?

Şişman bir insanın yanında aklınızdan neler geçer ya da çok zayıf ya da çok kısa ya da uzun?

Nereden geliyor bu, nasıl alıştık ve normalleştirdik bu şekilde ayrımcı düşünmeyi ve davranmayı?

Çizgi filmleri hatırlıyorum, örneğin; Dantonlar! Avarel en uzun ve en salak, Joe Dalton ise en kısa ve en zeki, agresif ve lider konumda olan. Ara boylarda olan Jack ve William rolleri daha silik sanki aklımda!

Gözümün önüne arkadaşımın annesinin hanginiz daha uzun diye boylarımızı ölçtüğü an geliyor. O zamanda anlamamıştım bunu neden yaptığını şimdi de anlamıyorum çıkan sonuçla ne yapacağını !

Görünümümüz daha ötesine bakabilsek, gözlerimize baksak birbirimizin, oradan kalplerimizi görebilsek neler değişir acaba düşüncelerimizde hislerimizde?

Her insanın giydiğinden, mesleğinden, rütbesinden, makamından, kimin çocuğu olduğundan öte bir yol olsa birbirimizi tanımaya, sevmeye giden!

Hiç düşündünüz mü ilk tanıştığımız insanlara neden hep ne iş yaptığımıza dair bilgiyi veriyoruz? Çoğu zaman yaptığımız iş nasıl biri olduğumuzun, İNSAN olmamızın bile önüne geçiyor. Ne iş yaptığını öğrendiğimiz anda zihnimizde etiketler ardı ardına gelmeye başlıyor? Hımmm doktor muş, nezih bir insandır, okumuş, aydın bir insandır, iyi de para kazanıyordur…vb.

Ve unutuyoruz İNSAN olmanın meslekten bağımsız bir süreç olduğunu ve unutuyoruz cahaletin okumaktan bağımsız olabileceğini, nice aydının, bilgenin diplomasız, sıradan insanlar olduğunu…

Aklımıza ne zaman gelir acaba gerçek aydınlığın gönül aydınlığı olduğu… Nice okumuş, zengin, iyi mevkilerdeki insanın gönlünün cahil kaldığı…

Hangi mesleği yaparsak yapalım ya da ne olursak olalım gönlümüze dürüstük, sevgi, paylaşım, hoşgörü gibi temel insani değerleri yerleştirip davranışa geçirmediğimiz sürece hep eksiğiz, hep yarımız!

Birbirimize ne zaman ki mesleklerimiz, kıyafetlerimiz, boyumuz, kilomuz, cüzdanımızdan bakmayı bırakırız o zaman gerçek insana dair bir adım atarız.

İrfanı ve vicdanı hür nesiller yetiştirmek

İrfanı ve vicdanı hür nesiller yetiştirmek 150 150 dolunay

Öğretmenler! Cumhuriyet sizden fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenizi ister.

Mustafa Kemal Atatürk, 25 Ağustos 1924.

Bazen tek bir sözünle çakılıp kaldığım, üzerinde saatlerce, günlerce düşündüğüm güzel ATAM, bu sözle beni çok derinlere ve oradan da ufkun çok ötesine götürdün yine…

Sözün üzerinde düşünürken tek tek kelimelerin anlamını düşünürken ve sorular sorarken buldum kendimi.

İlk olarak sözün söylendiği yıla gidiyorum zihnimde…

25 Ağustos 1924, henüz Cumhuriyet kurulalı bir yıl bile olmamış, ülkenin durumunu tahmin etmek hiç zor değil ve Atatürk vizyonunda belirlediği Türkiye de yeni nesilleri yetiştirme görevini verdiği muallimlere, mualimler birliği kongresinde Cumhuriyetin sorumluluğunu veriyor.

İNSAN yetiştirmenin bir ülkenin can damarı olduğunun bilinciyle…

Ve düşünüyorum nasıl fikri hür olunur diye… Bir çocuk soru sorarak, sorularına sevgiyle cevaplar alarak, merak ederek, araştırarak, öğrenirken sorgulayarak, deneyerek, yanılarak ve tekrar deneyerek, düşünme cesareti göstererek ve yeni şeyler söyleyerek, fikri, düşünceleri hürleşir, özgürleşir…

Fikrin özgürleşmesi…Kendi düşüncelerini özgürce paylaşabilmek, herhangi bir dogmaya bağlamadan, akıl süzgecinden geçirerek, fikrin özgürleşmesi…

Aklın özgürleşmesi, İNSAN olma yolcuğunda cesurca yol almanın birinci koşulu gibi. Ve akıl daha ilkokul yıllarında hatta daha öncelerinden başlayarak alınan eğitimin içeriğine bağlı olarak ya özgürleşir ya da tutsaklığı öğrenir.

İrfanı Hür nesiller üzerine düşünüyorum biraz.  İrfan kelimesinin anlamını araştırıyorum.  anlama, sezme, gerçeğe ulaştıracak güçlü seziş diyor Türk Dil Kurumu. ‘İlim irfan sahibi’ tanımı aklıma takılıyor ve düşünüyorum. Düşünceler özgürleşecek ya da özgürce düşünecek, arayış başlayacak, soru soracak, kendini, varoluşu, bilimi, yeni bir buluş sürecini, evreni, yaradanı, herşeye olabilir bu arayış ve bu arayışta bu yolda sezebilme yeteneği ışık olacaktır yolcuya cümlesi dökülüyor zihnimden.

Vicdanı HÜR nesiller ; işte son nokta! Vicdanın hürleşmesi; akıl ve gönülün çalışması, içsel adalet terazisinin hassas tartması… İNSAN olma yolunda doğruyu ve yalnışı söyleyen içsel tartı… Vicdanın gelişmesi, açılması, insanın gelişmesi insan olması demek! Vicdan gelişir mi diye bir soru geliyor, doğuştan mıdır, sonradan mı?

Her canlı; akıl, irfan, vicdan tohumları içinde doğar bence, ailesinden, okuldan aldıklarıyla, gördükleriyle, bu tohumlar filizlenir, yeşerir ağaç olur ya da tam tersi…

Ağaç yaşken eğilir! Atatürk bundan olsa gerek öğretmenlere, eğitime bu kadar önem vermiş, sorumluluk yüklemiş. Ondandır ki İNSAN yetiştirme görevini onlara vermiş.

Vatan sevgisini, insan sevgisini damarlarında hisseden bir öğretmen için ne güzel bir görevdir bu ve bunun çok güzel örneklerini de, genç Cumhuriyet ilk yılları itibariyle Türkiye de ve dünyada iz bırakan pek çok İNSAN yetiştirerek göstermiştir.

Eğitimim sistemimizle ilgili pek çok eleştiri yapsak da olması gerekenin bu olmadığını, ATATÜRK ün istediği gibi İNSAN yetiştirmek odaklı olması gerektiğini söylesek de, Prof.Dr. Aziz Sancar gibi büyük İNSAN’ları yetiştiren de bu sistemdeki değerli öğretmenlerdir.

Hayalim; fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir eğitim modeliyle yetişen çocukların, gençlerin, hem Türkiye de hem de dünyada insanlığa, doğaya katkı verecek çalışmalara imza atmaları, öncü olmalarıdır.

Vicdan sahibi, cumhuriyet ilkelerine bağlı, İNSAN ve sevgi odaklı öğretmenler, iyi ki varsınız. Atamızın vizyonunun gerçek olması dileğiyle yeni eğitim ve öğretim yılı hayırlı olsun.

 

Deniz insanın gamını alır

Deniz insanın gamını alır 150 150 dolunay

Her insanın kendini iyi ve kısmen de olsa özgür hissettiği yerler vardır, sizlerin de vardır mutlaka… Kendimi güvende, rahat ve en çok ANda hissettiğim yer neresidir sorusuna benim verdiğim cevap DENİZ’dir!

Kendimi ne zaman dengelerim sarsılmış, üzgün, kızgın ya da depresif hissedersem ilk yaptığım şey derin bir nefes alarak gözlerimi beş on saniyeliğine kapatıp denizde olduğumu hayal ederim. Çektiğim nefesin deniz kokusu olduğunu, bulunduğum yerin deniz kenarı ya da içi olduğunu hissederim. Bu beni sakinleştirir ve dengeler!

Deniz benim için ayarı bozulmuş dengemin rot balans merkezidir

Yaşadığım ülkeden midir, kentten midir ya da bana ait midir bilmem ama bugünlerde dengelerimin sık sık sarsıldığını farkediyorum. ‘Ben hiç etkilenmiyorum banane canım dünya yansa ben keyfime bakarım, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyen varsa takdir edemeyeceğim!

Şiddetin, terörün her türünün, cinsiyet ayrımcılığının, insanların vatanlarından oluşunun ve daha benzeri insana yakışmayan yaşantıların deneyimlendiği bu süreçte bilirim ki dengede kalmak daha çok zorlaşır.

Tüm bu acılara, üzüntülere inat hayat yapman gereken her şeyle tüm hızıyla devam eder! Dünya da olan her şeyin, herkesin, her canlının, her nefesin ve nefsin birbirine bağlı olduğuna ve birbirini etkilediğine inanıyorum bu nedenle de bu süreçleri ruhumun derinlerinde hissediyorum. İşte ondandır bugünlerde sık sık denizle buluşmam.

Sevdiğim bir dostumun anneanesinin dediği gibi ‘Deniz insanın gamını alır’. Acımı ve yükümü bırakırım denize, bırakma demez!
Acımı ya da kızgınlığımı ve yaşadıklarımızı anlamlandırmaya ve kabule çalışırken deniz benim aynam olur çoğu zaman.

Denize her bakan farklı duygular yaşar farklı şeyler görür onda, her gördüğünün kendinde olduğunu bazen fark eder bazen etmez. Sufizmde dendiği gibi; “Ne varsa alemde o vardır Adem’de!

Deniz; boğulma tehlikesi geçiren biri için, sevdiği birini denizde kaybeden insanlar için ya da hayatta kalmak için ülkesinden bir başka ülkeye geçmeye çalışanlar için bazen umut bazen nefret bazen korkudur!

Pek çok şaire, ressama, yazara ilham olurken, kendini arayan, varoluşunu sorgulayan pek çok insana da yol arkadaşlığı yapar deniz!

Yaratıcılığı harekete geçiren, farkındalığı körükleyen tılsımlı bir şeyler vardır denizde!

Sonsuz bir varlık olan insanın denizin sonsuzluğa bakarken kendi iç yolcuğuna deniz feneri olur, keyif katar deniz!

Sesi zihnimizin kalabalıklığını bastırır ve yıkar. Maviliği dünyada gördüğümüz kirliğili maviye boyar, arındırır, dünyanın kırmızılığını dengeler, mavinin huzuru ve güveni!

Benim için deniz derindir, sonsuzdur, huzurdur, denge merkezidir. Sizlerin de kendi denge merkezlerinizi fark etmeniz ve yaşamanız dileğimle!

İdeal kadın

İdeal kadın 150 150 dolunay

‘İdeal Kadın’ nasıl olmalıdır, ne yer ne içer ne giyer? vb konuları son dönemde çok duyar oldum. Kim çıkardı bilmem demeyeceğim, kimlerin neden çıkardığı belli de, bizler neden o tanımın peşinden koşar olduk kendimizi kaybetmek pahasına?

İdeal kadının tanımı

İdeal kadın hem çocuk hem kariyer yapan hem de iyi yemek yapan, fit, bakımlı, enerjik, yüzü hep gülen, elinden her iş gelen hiçbir şeye olmaz demeyen atom karınca modeli kadın mı?

Yoksa kendini evine, çocuklarına, eşine adayan saçını süpürge eden kadın mı?

Benim en çok duyduğum ve olunmak ve bulunmak istenen daha çok talep gören model birinci tanımdakine uyuyor.

Kişilerin kafalarında olmak ve bulmak istedikleri ‘ideal kadın nasıl olur’u dolduran şablonlar var sanki ve devamlı buna değerlendiriyorlar kendilerini ve birbirlerini…

Kriterlerin bazılarını yapamadıklarında örneğin; hem çalışan hem de çocukları olan bir kadın çocuğuyla yeterince ilgilenemediğinde ya da eve ve eşine zaman ayıramadığında, kendine de hiç zaman ayıramadığını unutarak; ben kötü anneyim, kötü eşim, hiç bir işe yaramıyorum, yeterli değilim vb içsel çatışmalar yaşamaya başlıyorlar.

Kendini suçlama ve cezalandırmayla süreci taçlandırıyorlar!

İdeal kadın nasıl olmalı, ideal kadın olmanın 10 yolu, hem kariyer hem çocuk diyorsanız işte yolları….vb yazıları okudukça da , ‘Yapılabiliyor demek ki ben neden yapamıyorum’ ‘ yazılanları uygularsam olur yapabilirim’ gazına gelebiliyorlar kendi isteklerini fark etmeden!

Asıl sorulması gereken sorular

İdeal kadın diye medyada, toplumda pompalanan kavram beni gerçekten mutlu edecek bir şey mi, bu kavramı bilmemiş/duymamış olsam, ben nasıl bir kadın olmak isterim, neler bana kendimi iyi hissettir, eşimden beklentilerim neler, birlikte neleri daha iyi yapabiliriz, neleri paylaşabiliriz, Hayatımın önceliklerine göre davranarak duygusal yükümü nasıl azaltabilirim, Zorunlu yaptığım şeyleri hayatımdan nasıl çıkarabilirim ya da keyifli hala nasıl getirebilirim? Bence asıl sorulması gereken sorular bunlar!
Bir dakika içinde ideal kadın modelini uygulamaya çalışan bir kadının zihninden geçenlere örnek verelim.

“Yarına raporları yetiştirmeliyim, evde devam ederim, servisi kaçıracağım koşmalıyım, evde hangi yemekler vardı ne yapsam yanına, çocuklar ortalığı çok mu dağıtmıştır, dersleri olmasa keşke de birazcık ben de uzansam, Ali’yle de kaç gündür ilişkiye girmiyoruz, bugün girsek iyi olur, okumam gereken kitaplar vardı, bitiremiyorum kitapları oysaki okuyup yeni şeyler öğrenmeliyim, okunacak çok kitap var, eve 24 saat yatılı birini alabilsek keşke, hafta sonu kayınvalidemler gelecek neler olacak bakalım, yogaya gitmesem mi daha çok hazırlık yaparım, yogada yapmalıyım ama rahatlamam lazım,…” Offff zihin çok kalabalık!

İdeal kadın şablonu!

İnsanın bu kadar net bir şablonu yok bence ve hepimizi mutlu eden, rahatlatan şeyler farklı farklı… Aslolan yaptığın şeyi keyifle ve rahatça yapmak. Yapılması gereken zorunlulukları bile “zorunluyum, yapmalıyım” gibi düşüncelere yaptığımızda stres tavan yapıyor, yorgunluğa, bıkkınlığa ya da depresif duygulara neden olan asıl bunlar bence.

En önemlisi kendin olmak

Sevgili hemcinslerim sevgili ben, ideal kadın olmaktan daha önemlisi kendin olmaktır! Şimdi gelin ‘Kendin olmanın en hızlı yolları, kendine giden 10 yol yazılarını okuyalım 🙂

Hedefimiz kendimiz olmak!

Elmalar ve armutlar

Elmalar ve armutlar 150 150 dolunay

İnsan dünyaya ‘merhaba’ dediği andan itibariyle çevresiyle ilişki içindedir. Anne-baba, aile büyükleri, ilk arkadaşlar, okul, çevre, ilk sevgili, iş arkadaşları vb.

Aslında insan sadece insanla değil tüm canlı ve cansız her şeyle bir ilişki süreci yürütür, çoğu zaman bunu farkındalıksız yaşar geçer. Bu yazıda ise daha çok bireylerin evlilik sürecinde yaşakları ilişkiden bir kesite değineceğim.

Herbirimiz farklı aileye, farklı şehre, ülkeye, kültüre, dile, dine doğarız. Yetiştiğiniz ülke, bölge, kültür, dil, din aynı olsa bilse farklı aile yapılarında büyürüz. Çocuk, kardeş, torun, arkadaş, kuzen gibi ilişki ağları içinde hayatı, insanları ve kendimizi tanımaya başlarız.

Bu ilişki ağları içinde, gün gelir karşımıza hayatımızı paylaşmak istediğimiz biri çıkar, aşkı ve sevgiyi yaşar evlilik kararı alırız. Aşkın uçuran ve tarifsiz lezzeti başımızı döndürür, işte bu deriz,  bu insanla hayat güzel geçer deriz. Kavgalar olsa bile çözülür, fikir ayrılıklarında anlaşırız, alttan alayım deriz, evlenince değişir deriz, evleniriz.

Senin ailen, benim ailem, düğünde onlar ‘……’yaptı, bizimkiler ‘….’ Yaptılar… başlamışsa farkederiz ki evlilik dedikleri EVCİLİK değilMİŞ!

Savunmalar, karşı savunmalar, kavgalar, ama ben haklıyımlar, işi daha da tatsızlaştırır. Bazen o kadar tat tuz vermez ki boşanma tehtitleri havada uçuşur.

Oysaki birazcık düşünsek birazcık araştırsak ve öğrendiklerimizi uygulamaya çalışsak bu sorunlar yerini kabule ve uzlaşıya bırakır.

İki kişi kendi çekirdek ailesini kurma niyetiyle bir araya geldiyse, her şey den önce düşman değil ORTAKtır.

Biraz önce yazdığım gibi herbirimiz farklı ailelerde, farklı kültürlerde, farklı doğrularla büyüdük ve evlendiğimizde kendi AİLE mizi kurma niyetiyle yola çıktık. Eğer büyüdüğümüz aileyi devam ettirmek istiyorsak orada kalmalıydık ama kalmadık yani doğup büyüdüğümüz aileye veda önemlidir.

Aslında fark ve kabul edilmesi gereken tek şey büyüdüğünüz aile yapılarının FARKLI olduğudur, nasıl ki elmalar ve armutlar karşılaştırmazsa bu da karşılaştırılmaz çünkü ortak tek noktaları meyve oldukları ve tatlarının, şekil, boyut ve diğer her şeylerinin farklı olduğudur.

Sizin kurduğunuz çekirdek aile ise ÇEKİRDEKTİR. Belki ayva belki erik belki de kaysı çekirdeği…. Aynı anda hem elma hem de armut çekirdeğini ekersek ayrı iki meyve ağacı olur oysaki biz tek ve FARKLI bir ağaç istiyoruz ki BİZ ağacı olsun.

Evlilikle o çekirdeği ekeriz, sevgi, saygı, neşe, paylaşım ile, zor günlerde birbirimize desteğimiz ile bu meyve çekirdeğinin meyve ağacı olmasını meyveler vermesini sağlarız. Yani emek vererek ter, gözyaşı ve kahkaha ile…

Büyüdüğümüz ailelerden aldığınız değerlerden harç yaparak, uzlaşarak ve uyumlanarak kendi değerlerimizi oluşturur kendi farklı meyve ağacımızı büyütürüz.

Tüm ilişki ağlarımızda farklılıkları kabulle büyümemiz dileğiyle…