Dolunay Kadıoğlu

Cinsel şiddet

Cinsel şiddet 150 150 dolunay

Bugün sizlerle, cinsel şiddetle ilgili 5 yaygın önyargıyı ve gerçeklerini paylaşmak istiyorum. (Cinsel şiddet kapsamında; taciz, tecavüz, ensest, elle taciz, sözle taciz, evlilik içi cinsel şiddet vb. düşünebilirsiniz.)

Önyargı 1. Cinsel şiddeti kadın tahrik eder.

Gerçek: Bu önyargının çıkış noktası; kadının dış görünüşünün, davranışlarının ve konuşmasının kendisini ve erkeği, cinsel şiddete sürüklediği yönündedir. Fakat yapılan araştırmalar kurban seçiminin tamamen tesadüfen olduğunu ortaya çıkarmıştır. Cinsel şiddet kurbanı kadınlar, şimdiye kadar uğradıkları tüm saldırılar sırasında saldırıya uğramamış kadınlardan daha farklı giyinip daha farklı davranmamışlardı. Erkekleri tahrik etmek için kadın olmak yeterliydi.

Önyargı 2. Hiçbir kadın isteği dışında tecavüze uğramaz. Kadın dirense tecavüze uğramaz.

Gerçek: Bu görüşü kadın kaslarının güçlü kasılma yeteneğine dayandırarak ispatlamaya çalışanlar çoktur. Ancak kaslarını her kadın kullanmayı bilmez kullanabilse bile tecavüz anında kadına yapılan tehditler, şiddet ve o anki şokla kaslarını bilerek kasmak ve penisin girişine izin vermemek imkansız gibidir. Ayrıca erkekler tarafından verilen cevaplar bu iddiaların tersini doğruluyor. Kadının direncini kırmak, tehdit ve şiddet aracılığıyla istediğine ulaşmak erkeklerin asıl istediği. Pek çok durumda kadının gösterdiği direncin ve karşı koymanın erkeğin şiddet miktarını ve motivasyonunu arttırdığı bilinmektedir. Kadın bu yoğun şiddet altında (bir veya daha fazla erkeğin) olayı sineye çekerek canını kurtarmaya çalışır. Yine de kadınlara direnmelerini, saldırganı şaşırtmaları, bağırmalarını öneririz çünkü şiddetten kurtulabilenler bu yöntemler sayesinde kurtulmuştur.

Önyargı 3. Kadınlar gizliden gizliye tecavüz edilmeyi ister.

Gerçek: Kadınların cinsellikte sertlikten hoşlandığı fikri bazı erkeklerin kafasında yer etmiş durumda. Kadınlarla yapılan çalışmalar ise yanlış anlaşılmaya yer vermeyecek şekilde, kadına karşı kullanılan şiddetle, kadının haz almasının birbiriyle ilgisi olmadığını ortaya koymaktadır. Kadınların şiddeti arzulamış olması bile komiktir. (Mazoşistler hariç tabii ki) Sadece cinsel ilişkiyi tecavüzle bağlantılı gören ya da bir tutan biri böyle bir düşünceye varabilir.

Önyargı 4. Tecavüz biyolojik bir zorunluluktur (iç güdüsel). Zorunluluktan dolayı seks!

Gerçek: Bu yargıya inanan insanların büyük çoğunluğu erkeklerin biyolojik zorunluluktan dolayı kadınlara karşı cinsel şiddette bulunduklarını söylüyor. Yani ‘’Erkektir yapmasa olmaz, dayanamaz! Kadınla erkek bir olur mu?’’ gibi pek çok, taraflı oluşturulmuş ve inanılmış inanç. Sözü edilen içgüdülerinin esiri olan erkekler belli bir noktayı geçince içgüdülerinin esiri olup kadınlar istemese bile ilişkiye girmeleri gerekiyormuş, geri dönemiyorlarmış! Kaçınız erkeklerin bu kadar aciz olduğuna inanıyorsunuz? Eğer öyleyse üzüldüm erkekler için. Evlilik içinde yaşanan tecavüzlerin kadın üzerinde derin izler bıraktığı bir gerçek. Erkeklerin kadın istemeden ilişkiye zorlamaları kabul edilebilir bir durum değil.

Önyargı 5. Saldırgan bir yabancıdır.

Gerçek: Birini tanımaktan oluşan yakınlığın, şiddet kullanma olasılığını düşürdüğüne inanılır. Oysaki gerçek bunun tam tersidir. Araştırmalar gösteriyor ki saldırgan erkeklerin çoğu kurbanlarını tanıyordu. Aynı şekilde saldırıya uğrayan kadınların büyük çoğunluğu kendisine saldıranı tanıyordu. Oysaki bizlere çocukluktan itibaren ne denir? ‘’Tanımadığın insanlarla konuşma, çağırırlarsa gitme.’’ Öyle bir hava yaratılıyor ki sanki tüm yabancı erkekler kuşkulu her an herşeyi yapabilir. Amcalar, dayılar, babalar, eşler ise hep güvenilirmiş gibi… Söz konusu cinsel şiddet ise yabancı erkeklerin daha güvenilir olduğu söylenebilir.

Sonuç: Kadınlara, kendilerine yönelik yapılan saldırı sırasında sakin kalmaları, kaçmamaları, bağırmamaları, bunun yerine saldırganla dostça konuşmaları yönünde yapılan öğütler yanıltıcıdır ve işe yaramaz. Bu öneriye uyan kadınların şiddete boyun eğdikleri görülmektedir. Cinsel saldırıyı atlatan kadınların çoğu, var gücüyle saldırıya karşı koyan, bağıran, kaçan, saldırganı paniğe sokan ya da yardım çağıranlardır.

 

Vajinismus nedir?

Vajinismus nedir? 150 150 dolunay

Vajen kaslarının kontrol dışı kasılması ve kadının cinsel birleşmeye izin verememesi durumuna vajinismus denir. Vajinismus sorunu yaşayan çiftlerde tam birleşmeyi deneyecekleri an kadında kontrol dışı kasılmalar, bacağı kapatma davranışı, kalçasını kaçırma gibi istenmeyen ve girişe izin vermeyen davranışlar görülür.

Vajinismus sorunu yaşayan çoğu kadın cinsellikten keyif alır, eşiyle ön sevişme sürecinde rahattır, orgazm olur. Ancak penis girişini denemeye çalıştıklarında kadın kasılır tüm cinsel isteği biter sanki bambaşka biri olur ve girişe izin veremez. Vajinismus sorununu yaşayan kadınların çoğu vajinalarına dokunamaz, bazıları bakamaz yani vajinayı yok sayar. Kendi cinsel organından bahsederken ‘o’ ya da ‘orası’ diye bahsederek vajinayı ötekileştirir.

Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler, cinsel eğitimin yetersizliği, suçluluk, ayıp, günah duyguları, ilk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak, penisin büyük vajianın küçük olduğuna dair gerçek dışı bilgiler, penisin girişi anında “acı çekme”, “aşırı kanama” olacağına dair korkular vajinismus sorunun kökeninde yatar.

Vajinismus, ülkemizde çok sık görülen ve çifti çaresiz bırakan bir cinsel işlev bozukluğudur. Özellikle kadın, hiçbir zaman bu sorunu aşamayacağını düşünür fakat eğer doğru terapi yöntemi uygulanır ise tedavisi en kolay olan cinsel işlev bozukluğu vajinismustur. Bunu yaşayan kadınlar buna pek inanmak istemezler ama gerçek budur, yeter ki çözmeye niyet etsinler.

Vajinismus bir erteleme sorunudur. Kişi kendini gün içinde cinsel birleşmeye hazırlar ve “Kesin bu akşam yapacağım” der ancak o an geldiğinde “Hayır, sonra yaparım, şimdi değil” derken bulur kendini ve bu şekilde günler, aylar ve hatta yıllar geçer.

Aslında doğru adreslere gelindiğinde çözülebilecek bir sorundur vajinismus. Fakat ne yazık ki vajinismus sorununu yaşayan çift doğru adresi buluncaya kadar çok acı deneyimler yaşayabilmektedir. Bekaret zarının alınması, vajen girişinin gerekmediği durumlarda dahi genişletilmesi, kas gevşetici giderici krem ya da ilaçlar, 1-2 seans da çözüm vaatleri, maddi sömürü…Tüm bunlar bilim adına yapılan ama bilimle hiç alakası olmayan ve en acısı tedavi sürecinde hiçbir yardımı olmadığı gibi tersine zararı olabilen ve insanların uzmanlara inancını azaltan uygulamalardır.

Vajinismus sorunu yaşayan çiftlerde genellikle eşler arasında iyi iletişim, uyum ve saygı gözlemlenir. Sevgileri tamdır, çoğunlukla cinsellikten keyif alırlar sadece birleşmeyi gerçekleştiremezler. Bence vajinismus problemi yaşayan çiftler, cinsel birleşmeyi gerçekleştirebilen ama sevginin saygının azaldığı, cinsel keyfin tek taraflı yaşandığı ya da rollerin yapıldığı ilişkilere göre çok daha mutlu ve şanslı çiftlerdir.

Eşler arasında şiddet, sevgi, uyum, iletişim, anlayış sorunları varsa vajinismusun tedavisi zorlaşır.

Birbirini seven ve yardım eden çiftler her sorunun üstesinden gelecekleri gibi vajinismusunun da üstesinden gelirler. Sizin sevginiz ve inancınız sorunun çözülmesinde çok önemlidir.

Ergen ve akranları

Ergen ve akranları 150 150 dolunay

Çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olarak adlandırdığımız ergenlik dönemi insanın büyüme süreçlerinde en zor ve karmaşık olanıdır.

İnişli çıkışlı duygular, depresif ruh hali ya da duygusallık yaşayan ergenin ailesini, ergenin ailesinin de ergeni anlaması zorlaşır. Çocukken rahat iletişim kurabildikleri, sözlerini dinletebildikleri evlatlarına ulaşmakta zorlanan aileler de kendilerini çaresiz hissederler.

Ergen, çoğunlukla kendisini hiç kimsenin anlamadığı hissini yaşar ve kendisini kendi yaş gruplarının yani akranlarının yanında en iyi ve rahat hisseder. Ailesiyle konuşamadığı her şeyi yaşıtlarıyla paylaşır ve bir dönem yaşıtları ailesinin önüne geçer.

Ergenlerin kendilerine has öncelikleri, fikirleri ve duyguları vardır. ‘BEN’ algısı yükselir ve herkesin ona baktığı ve beğendiğini ya da beğenmediğini düşünür. Aile, ondan bir yetişkin gibi davranmasını bekledikçe asileşir, karşı çıkış ve reddedişler başlar. Bu sağlıklıdır. İleride yetişkin olacak olan ergen sorgulamayı, kendini tanımayı ve isteklerini farketmeyi öğrenmektedir. Ergenlikteki duygu iniş ve çıkışlarını bastırmamak gerekir.

Ergen farklıdır; akranlarla telefonda geçirilen uzun saatler, hayran olunan TV starları, abartılı giyimler, fanatikçe tutulan takımlar, gruplar, hayran olunan starlar… Hepsi bu dönemin normal parçalarıdır. Ergenin ailesiyle sorunları arttıkça ve aile onu anlamamakta, kabul etmemekte ısrarlıysa ve hep eleştirip değiştirmeye çalışıyorsa o da farklılığının, asiliğin dozunu artırır ya da tamamen içine kapanır.

Ergenlik hayatın zor kısmıyla, istediklerimizin her zaman istediğimiz gibi olamayacağıyla daha net ve sert bir şekilde tanışılan zamanlardır. Bu nedenle de ergenlerin sırdaşları, dertleştikleri çoğunlukla akranları olur. İnsan kendiyle aynı dili konuşan aynı frekansta olanlarla daha iyi anlaşır. Bu ergenlik döneminde belirgin olarak yaşanır olur.

Eğer ergenlik döneminde çocuğunuz varsa lütfen kendi ergenliğinizi hatırlayın, daha esnek ve anlayışlı olmayı deneyin. Çocuğunuzun arkadaşlarını tanıyın ve iletişimi koruyun.

 

 

 

Her kadın orgazm olabilir ama…

Her kadın orgazm olabilir ama… 150 150 dolunay

Kadınların orgazmla ilgili sorunları erkeklere göre neden daha çok hiç düşündünüz mü?

Neden kadın bu konuda kendini siliyor ve bir görev gibi yürütüyor cinselliği?

Neden cinsellik kötü ve kirli bir şeymiş gibi ya da erkekler için icat edilmiş bir ihtiyaçmış da kendi insan üstü varlıkmış gibi davranıyor?

Kadınlar “cinsellik olmasa da olur hatta daha iyi olur, ben hiç düşkün değilim cinselliğe” gibi hikayelere inanıyor. Gerçeklerle yüzleşseler neler olur acaba?

Kendisine yapılan haksızlığın hesabını sorar mı acaba hayattan?

Bu ülkede bir kadın dünyaya geldiğinde nasıl yetiştirileceği bellidir. Toplumsal beklentiler, aile beklentilerinin önündedir her zaman.

Cinsel bir varlık değilmiş gibi, cinselliği yok sayılarak büyütülür.

Evde daha çok zaman geçirir, bebeklerle oynar, pembe giyer, şirin ve uslu olması yönünde bol bol büyülü komut alır ve uslu olduğu ve evet dediği için ödüllendirilir, tersi durumlarda cezalandırılır.

Bedenine ait olan ve çok önemli görevleri olan vajina kız çocuğuna ‘kutu’, ‘kukuş’, ‘orası’ gibi sevimli ya da bedeninden ayrı bir yermiş gibi adlandırılır. Kendine, bedenine cinselliğine yabancı büyütülen kız çocukları bunu uzun bir süre hiç sorgulamazlar, üzerinde çoğunlukla düşünmezler. Bunu öylece olduğu gibi kabul eder ve normalleştirilirler.

Ergenliğe girdiklerinde ise adet kanı ve ağrısıyla tanıştıklarında zaten hiç barışık olmadıkları oralarıyla ilgili daha çok kavga ederler.

Evlenen komşu kızlarının ilk gece hikayelerini dinledikçe cinselliğin ne beter bir şey olduğuna iyice emin olurlar. Okulda erkek arkadaşlarının cinsellikle ilgili sohbetlerine kazara bile olsa tanık oldukça, erkek arkadaşlarının, sevgililerin isteklerini duydukça hayatın gerçekleri onlar için daha net şekilleniyordur artık. Mastürbasyon sadece erkekler için vardır, onların yapması günahtır.

Eğer kazara merakına yenilip ailesine ki çoğunlukla annesine cinsellikle ilgili soru sorarsa alacağı cevap “evlenince eşinden öğrenirsin ne yapacaksın şimdi bunu, merak iyi değildir, insanın başına ne gelirse meraktan gelir…” gibi geçiştirmelerle konunun erkeklerin hakimiyetinde, bilgisinde olduğu algısı iyice yerleşir.

Erkekler cinsellikle az bilgili ama çok ilgili olduğu için de eşinden cinselliği öğrenmeyi bekleyen bir kadın çoğunlukla hayal kırıklığına uğrar. Çünkü erkek de kadından yatakta çok rahat ve her istenileni yapabilen biri olmasını bekler. Kendi bedenini, keyif süreçlerini keşfetmemiş bir kadın için bu pek de mümkün değildir.

Fizyolojik olarak hiç bir engel yoktur, her kadın orgazm olabilir. Yeter ki; kendini, bedenini tanıyan, çocukluktan itibaren cinselliğiyle barışık yetiştirilmiş olsun ve eşiyle uyumlu bir ilişki süreçleri olsun.

Koku ve cinsellik

Koku ve cinsellik 150 150 dolunay

Sevgili Esra Öz’ün yakında yayınlayacağı bir kitap var ‘Kokuyla Keşfet’.. Türkiye’de ilk defa koku üzerine hazırlanmış bilimsel içerikli kitap olan Kokuyla Keşfet kitabında benim de katkı verdiğim bir bölüm var; ‘Koku ve Cinsellik’. Esra bu bölümü hazırlar mısın dediğinde hem kitabın konusu hem de benim konum pek hoşuma gitti. Ve işte, bana ait bölümden en çarpıcı yerler.

Cinsellik beş duyumuzu kullanarak hatta bazen altıncı duyu kabul edilen sezgilerimizi de dahil ederek yaşadığımız bir gerçeklik. “Cinsellik mekanik bir süreç değildir” deme nedenimiz de bu aslında. Beş duyunun tetiklenmesiyle cinsel istek oluşur ya da oluşan istek gider.

Ortamın hoşluğu ve kokusu, eşinizin kokusu, bakışı, dokunuşu, sesi ve daha pek çok şey reseptörleri harekete geçirir, beyne verilen komutla birlikte hormonlar tetiklenir, cinsel istek ve uyarılma süreçleri başlar ve devam eder.

Duyularımızın içinde koku ve tat alma birbirine bağlı duyulardır ve cinsel isteğin tetiklenmesinde çok önemli rolleri vardır. Hoş ve taze bir koku ya da sevdiğinizin kokusu başınızı döndürebilir.

Tüm bunların tam tersi de cinsel isteği bitirme sürecinde etkili olabilmektedir. Örneğin ortamda ya da birlikte olduğunuz kişide olabilecek kötü kokular, (ağız, ter, ayak kokusu gibi ya da bedenine ait koku) vücut temizliğinin yetersiz olması, cinsel istek ve uyarılma tetiklenmez bile ya da yarıda bitebilir.

Bir kişiye çekici ve seksi gelen koku, bir başka kişi için itici hatta cinsel isteği bitirici olabilir. Kötü koku nedeniyle biten evlilikler vardır. Eşler birbirlerini kırmamak için rahatça konuşamadıklarında, rahatsız oldukları durumu paylaşamadıklarında ya da paylaşsalar bile anlaşamadıklarında cinsellik bir göreve ve eziyete dönüşebiliyor ya da çiftlerin cinsel birliktelik sıklığı azalır veya evlilik boşanmayla sonlanır.(Vajinismus, resimli anlatımla cinsel bilgilenme ve kendi kendine yardım kitabı, Psk.Danş.Dolunay Kadıoğlu, Prof.Dr. Hakan Şatıroğlu)

İnsanların, evlerin, ailelerin kendilerine has kokuları vardır. Kişileri kokularından ayırt edebiliriz. Dışarıdan hiçbir koku kullanılmadığında bile kadının ve erkeğin doğal kokularının (feromon) bilinç dışı alan tarafından algılandığı ve doğurganlık ve cinsel çekim üzerinde etkili olduğu bilinmektedir.

Cinsel terapi seanslarında edindiğim bilgilere dayanarak rahatlıkla diyebilirim ki kadınların bir kısmı erkelerin ter kokusunu çekici bulmakta ve cinsel isteklerini tetiklediklerini söylemektedirler.

Genel olarak kabul edilen bir gerçeklik vardır ki o da parfüm ve güzel kokuların cinsel isteği ve çekimi arttırdığıdır. Parfümler ve kokular eski çağlardan bugüne kadar kadın ve erkeğin cinsel çekimini artırmak için kullanılagelmiştir. Kokulu mumların, tütsülerin, yağların ve ıtırlı kokuların cinsel isteği ve daha güçlü orgazm yaşamayı desteklediği bilinmektedir. Güçlü uyarıcı etkiye sahip bir koku, kadın ve erkekte kan basıncını arttırarak penisin ya da vajinanın daha çok uyarılmasına yardım etmektedir. Örneğin; lavanta, tarçın, meyankökü ve karışım baharatlar….

Tüm bu bilgilerle birlikte akılda tutulması gereken bir konu da tüm bireylerin birbirinden farklı olduğu ve genellenemeyeceğidir. Yani herkes aynı kokudan etkilenmeyebilir. Tarçın ya da lavanta bir kadını/erkeği inanılmaz derecede etkilerken bir diğer kadın/erkeğe hiç bir şey hissettirmeyebilir hatta itici ya da uyku getirici bile gelebilir. Bu nedenle cinsellikte çiftlerin birbirlerini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen kokuları biliyor olmaları cinsel yaşamlarına katkı sağlar.

Kokuyla Keşfet kitabı nisan ayında satışta olacak . Devamını merak edenlere ve “koku benim gerçek duyum” diyenlere duyurulur….

 

Yalancının mumu

Yalancının mumu 150 150 dolunay

‘Yalancı; Allah’a kafa tutan, fakat insanlardan korkan bir serseridir. ‘(Bacon)

Yalan nedir? İnsan neden yalana ihtiyaç duyar? Yalanın beyazı, siyahı var mıdır? Sizin yalanınızın rengi ne?

İnsan yalan söylemeyi nasıl normalleştirir?

Yalan sözlerle insanlara ‘söz büyüsü’ yapan kişinin büyüsü nasıl bozulur?

Bir insan yalana şerbetli ise yani yüzü bile kızarmadan yalan söyleyebiliyorsa bu insanın ruh sağlığı nasıldır? Vicdanı var mıdır?

Tüm bu sorular zihnimde dolanıyordu ki yazmaya karar verdim. Çünkü sorularıma yazarak cevap bulmanın daha kolay olduğunu fark ettiğimden beri yazıyorum. Söz uçar yazı kalır derler! Gerçi artık sözün de hiç yok olmadığı, evrende enerji olarak kaldığı bilimsel olarak ispatlanmış durumda.

Hızlıca cevaplara geçelim:

Bence insanların çoğu, korktuğu için yalan söyler. Gerçeklerle yüzleşmeye, kabule cesaretleri olmadığı için yalana yalanla devam ederler. Çoğu zaman hatalarımızı gizlemek için yalan söyleriz. Bir süre sonra sonra yalanlar dönüşü olmayan yollar haline gelir.

İnsan başkasının yalancılığını kendi yalancılığından bilirmiş! Ne doğru söz, ben hiç yalan söylemem diyen kaç kişi var aranızda? Ufak tefek yalanlar bazen de büyük hayati yalanlar… Hani sordum ya yazının başında sizin yalanınızın rengi ne diye… Beyaz mı, pembe mi, yeşil mi yoksa kapkara mı? Söylenen yalanlar bazen bir kişinin bazen onlarca kişinin hayatını bazen de binlerce kişinin hayatını etkiler. Bir yalanla bazen kaderinizi tersine çevirdiğinizi zannedersiniz bazen iş hayatınızı bazen özel hayatınızı kurtardığınızı bazen kariyerinizi bazen de ülkenizi….Oysaki her yalanının bedeli, vebali vardır. Ve eğer vicdanınız çalışıyorsa, çalışıyorsa diyorum çünkü herkesinki çalışmaz, yalanlarınız size takip eder bir gölge gibi. Rüyalarınızda karşınıza çıkar, korkarsınız uyumaya, uyanıkken takip eder ve başka insanlara güvenemez olursunuz. Çoğunlukla da hasta eder. Panik bozukuluklar, kaygılar, mide hastalıkları ve daha aklınıza ne tür hastalıklar geliyorsa….

‘Doğruyu söylersem bana ne olur diye korkuyorum?’ sorusunun cevabı yalanlara neden ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Örneğin, kaybetme korkusu, yalnız kalma korkusu, terkedilme korkusu, gücünü kaybetme korkusu… Hepimizin korkuları var. Bazen büyük bazen küçük. Yalan ne kadar çoksa ve ne kadar normalleştirilmişse kişinin yüzü ne kadar kızarmıyorsa yani yalana şerbetliyse korkunun boyutu o kadar büyüktür ve vicdan artık orada yaşamıyordur.

Yalanı adet haline getirmiş bir kişiyi nasıl anlarsınız ve söz büyüsünü nasıl bozarsınız sorusunun yanıtı ise çok nettir: Onu tanıdığınız süre zarfında söyledikleri tutarlı mı? Bütünün hayrına mı konuşuyor yoksa sadece konuşuyor ve yalanlarını mı örtbas etmeye çalışıyor? Sözlerinde sevgi mi var nefret mi? Duruma göre mi konuşuyor yoksa her koşulda sözleri aynı mı? Olaylar karşısında sorumluluğunu alıp davranışa geçebiliyor mu yoksa hep başkalarını suçlayıp kendi üzerine düşeni es mi geçiyor. Hep başkaları hatalı kendi hep suçsuz mu ? Ve en önemli farketme noktası: Özü, sözü, eylemi BİR mi?

Montaigne’in sözüyle yazıma şimdilik son vermek isterim:

“İnsan olmayı bilen, kitaplar yazmış ya da savaşlar kazanmış ve ülkeler fethetmiş bir kişinin yaptıklarından daha önemli bir şey başarmış demektir. Bunun dışında her şey –hükmetmek, kesemizi doldurmak, mal mülk edinmek- içi boş bir dekordan ibarettir. İnsanın hayatta en önemli eseri, doğru ve düzgün yaşamayı becermiş olmaktır.”

Öz- Söz-Eylem birliğine…

 

Vajinismus tedavisi

Vajinismus tedavisi 150 150 dolunay

Vajinismus, vajen kaslarının kontrol dışı kasılması ve kadının penis girişine izin verememesi durumudur. Vajinismus nedir dendiğinde bizler için yani bu konuda çalışan uzmanlar için tarif etmesi ve çözümü kolaydır ancak bu sorunu yaşayanlar için buna inanması pek de kolay değildir.

Çoğu vajinismus çiftle ilk çalışmaya başladığımda; ‘’Vajinismus, diğer cinsel sorunlara göre daha kolay çözülebilir, tamamen psikolojk bir sorundur. Tedavide cinsel terapi modelini kullanacağız. Dünyada bilimsel olarak kabul gören tek modeldir. Çiftin mahremine saygılı ve çifttin cinselliğe bakış açısını olumluya çeviren, özellikle kadını kendi bedeniyle ve cinselliğiyle barıştıran bir yöntemdir. Kontrol dışı kasılmaların nasıl kontrol altına alıncağını öğrenmek, cinsellikle ilgili yalnış bilgileri, korkuları değiştirmekle başlarız işe ve merdiven basamaklarını çıkmak gibidir vajinismus tedavisi. Her seansda biraz daha yukarı ve 3 ile 6 seans sonrasında ise son basamak. Yeter ki birbirinize bağlı ve destek olan bir çift olun. Bu tedavide en önemli faktörlerden biri, birbirine destek olan çifttir. ’’ derim.

Çiftlerin %98’inden aldığım cevap: ‘’inşallah’’olur ! Bu inşallah ile demek istedikleri ise şudur:

  • ‘’Bu anlattıklarınız iyi hoş da sorunumuzu çözecek mi bakalım’’
  • ‘’Pek aklıma yatmadı ama size inandık hadi bakalım’’
  • ‘’Bu kadar yıldır yaşadığım sorunun çözümünü ne kadar da kolay gibi anlattı bu uzman, tabii kendi yaşamıyor, konuşması kolay’’

Tedavide bir kaç seans sonra ise çoğunlukla olan şudur:

  • Çifttin, özellikle kadının duruşu, konuşması değişmeye başlar artık kendine daha çok güvendiğini ve bu sorunu çözeceğine inancının yerine geldiği söylemeye başlar.
  • Kadının kendisini suçlu hissetme psikolojisi değişmeye başlar. Artık gerçek suçluyu bulmuştur.
  • Çift, tedavide birbirlerini daha iyi tanımaya başladığı için birbirlerine bağlılıkları daha da artmaya başlar.
  • Keyifli ve komik anları farketmeye başlarlar.
  • Sorunla sorun olmak ve çözümsüzlük hikayelerini, her şeyin bir çözümü vardır ve biz çözüme inanıyoruzla yer değiştirler.
  • Bu tedavide neler kazandıklarına odaklanmaya başladıkları için kazanımlarını farketmeye başlarlar.
  • Birlikte ikisine de ait olan bir sorunu çözme deneyimi yaşarlar. Bu onların ilişkisi için büyük bir artıdır. Evliliğin sadece iyi günde değil, zor günlerde de birlikte varolmak olduğunun deneyimi yaşarlar.

Sonuç olarak, cinsel eğitimin henüz eğitim sistemine girmediği bizim gibi ülkelerde çok sık karşılaşılan vajinismus, doğru uzmanlara gidildiğinde çok uygun fiyatlara kısa sürelerde tedavi edilebilir bir sorundur. Birbirine destek olan bir çift bu tedavinin en önemli faktörlerindendir. İnanmak, sevgiyle yaklaşmak ve bilimsel olan tekniklerle çalışmak bu tedavinin olmazsa olmazıdır. Tüm bunlar bir araya geldiğinde tedavide olumlu sonuç kaçınılmazdır.

Sağlıcakla kalın…

Üç heykel

Üç heykel 150 150 dolunay

‘İki komşu ülkenin hükümdarı birbiriyle savaşmaz ama her fırsatta atışırlarmış. Doğum günlerinde, bayramlarda birbirinden ilginç armağanlarla zeka gösterisi yaparlarmış birbirlerine.

Hükümdarlardan birisi bir gün muzip zekalı heykeltıraşını huzuruna çağırmış. Birer karış yüksekliğinde, birbirinin tıpatıp aynısı altından üç insan heykeli yap demiş. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı da sadece ikisi bilecekmiş. Heykelller hazırlanmış ve şu mektupla birlikte diğer krala gönderilmiş:

‘Doğum gününü üç altın insan heykeliyle kutluyorum. Heykeller birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.’

Hediyeyi alan diğer hükümdar önce heykelleri tarttırmış. Gramına kadar eşitlermiş. Ülkesindeki sanattan anlayan kim varsa çağırtmış. Hepsi de heykelleri incelemiş, incelemiş, incelemiş ama heykellerin arasında hiçbir fark bulamamışlar.

Günler geçmiş ancak koca ülkede heykellerin sırrını çözecek bir akıllı çıkmamış. Bunun üzerine hükümdar, isyankar ve asi bulduğu için zindana attırdığı bir genci çağırmaya karar vermiş. Heykelleri inceleyen genç çok ince bir tel istemiş. Teli birinci heykelin kulağından sokmuş, tel heykelin ağzından çıkmış. İkinci heykelininde kulağından sokmuş, tel bu kez diğer kulağından çıkmış. Üçüncü heykelde tel kulaktan girmiş, ancak bir yerden çıkmamış. Telin sığabileceği incelikte bir kanal kalp hizasına kadar inmiş ve öteye gitmemiş.

Bunu gören Hükümdar heykellerin sırrını, komşu hükümdarın vermek istediği mesajı anlamış ve cevabını yazmış:

“Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu anlamlı hediyen için teşekkür ederim.”

Artık özgür olan isyankar gençse hızlı adımlarla saraydan uzaklaşıyor ve zindana girmeden önce söylediği sözleri tekrar ediyormuş: ‘ADALET İÇİN AĞZI, KULAĞI, BEYNİ BİR OLMAYIP DA SÖZÜNÜ SAKINANA YAZIKLAR OLSUN’

Bu masal, en çok hoşuma giden, pek çok mesajı veren masallardan biri bence.

Ben neler anladım bu masaldan:

  1. Bir olaydan ya da durumdan herkes neye ihtiyacı varsa onu anlar ve ders çıkarır.

    2. Adaletli davranmak çok ama çok önemlidir. Gerçek adalet için özün, sözün, eylemin bir olması gerekir.

    3. Vicdanı olmayan ya da vicdanı çalışmayan birinden adalet beklemek doğru olmaz.

    4. Dedikodu yapmak, duyduğu bir şeyi başka yerlere aktarmak ilişkilere ve insanların güvenirliliğine zarar verir.

    5. Başkalarının yaşadıklarından, deneyimlerinden ders almak, duyduğu değerli bilgileri hayatına geçirebilmek önemli bir erdemdir.

    6. Ağzından çıkanı kulağın duysun sözü her yüzyılda geçerliliğini korur.

    7. Ağzından çıkanı kulağı duyan, duyduğunu kalbine gömebilen insan güvenilirdir.

    8. Sıra dışı ve isyankar olmak kötü bir şey değildir. Sorguyan, farklı görüş ve fikirleri olan, olaylara farklı bakış açılarından bakabilmek, ezberlerin dışına çıkabilmek, soru sorabilmek, insan olmanın en büyük zenginliklerindendir.

Sizler de farklı farklı dersler ve mesajlar alabilirsiniz bu masaldan….

Sevgilerimle…

 

Sözlü şiddet

Sözlü şiddet 150 150 dolunay

Şiddetin her türlüsüne karşıyım. İnsanın insana, insanın hayvana, insanın doğaya yaptığı şiddete… Her türlü şiddete! Bedenseline, sözeline, cinseline, politiğine… Kısacası hepsine.

Gazetelerde ilk sayfadan son sayfaya kadar, televizyonda sabahtan akşama kadar şiddetin binbir türlüsünü görmekten de çok sıkıldım. Öldürülen kadınlar, tecavüzler, dövülen insanlar, şiddete uğramış küçücük bedenler, yok edilen ormanlar, ağaçlar, avlanan canlılar…

Şiddetin yukardaki gibi kanlı ve vahşicesinin yanında bir de kelimelere gizlenmiş hali varki o da ayrı sinir bozucu; sözün gücü ile değersizleştirme!

‘Hiç bir şeyi beceremiyorsun’
‘Kuş beyinli’
‘Salak, manyak, gerizekalı….’
‘Elinden hiçbir şey gelmiyor’
‘Çok şişkosun’
‘Kadın dediğin evin her şeyini yapar, sen ne yapıyorsun, hep eksik hep eksik’
‘Senden bir şeycik olmaz’…

Çoğunlukla erkeklerin eşlerine, anne -babaların çocuklarına, patronların çalışanlara uyguladıkları uzun ya da kısa vadede değersizlik hissi oluştuması garantili tek silahtır saygısız kelimeler!

İnsanlar bu sözcükleri duydukça ve duydukça hipnotize olmuşcasına etki altında kalırlar ve bir süre sonra şu cümleleri duymaya başlarsınız sözel şiddet mağdurlarından:

-Kendimi çok değersiz hissediyorum.

-Yaptığım hiçbir şeyi beğenemiyorum.

-Kendimi çirkin buluyorum.

-Yapamam, başaramam.

-Çok kiloluyum, kendimi hiç beğenmiyorum.

-Benden hiçbir şey olmaz.

Ve daha nice değersizlik cümlesi…

Saygısız kelimelerle, cümlelerle sinsice yürütülen değersizleştirme süreci; dışarıdan içeriye etki eder ve eğer müdahale edilmezse yani fark edilip durdurulmazsa bünyede kalıcı hasarlara neden olabilir.

Kelimelerle değersizleştirmeyi engellemek adına yapılabilecek şeylere gelince:

– Bilin ki hiç kimsenin hiç kimseye değersizleştiren kelimeleri her ne olursa olsun söyleme hakkı yoktur.

– Her kim olursa olsun bu kelimeleri kullanan kişilere itiraz edin ‘bu kelime/ler beni incitiyor, bunu lütfen durdur’ deyin.

– Bu tür sözleri kullanan kişilerin öz güvenlerinde, pozitif iletişim yeteneklerinde ciddi sorunlar vardır. Ve çoğunlukla kendileri de değersizlik hissi yaşamaktadırlar. Bunu bilmek size iyi gelir!

– Bu sizin ayıbınız değil, söz sahibine aittir!

– Size ne söylendiğini, bu sözlerin sizin üzerinizde bıraktığı etkiyi fark edin ve kendinize ‘ben her durumda değerliyim, kendimi seviyorum ve kendime güveniyorum, bana söylenen sözleri yok saymayı seçiyorum’ deyin.

– Size nasıl konuşulursa, davranılırsa sizi mutlu eder bunu hem kendinize hem de karşınızdaki kişiye tanımlayın. Takdir ve teşekkür kelimelerini daha çok hak ettiğinizi dile getirin.

– Kendinizi yine de değersiz ve kötü hissediyorsanız, güvendiğiniz kişilerle ya da uzmanlarla lütfen paylaşın.

İnsanın içindeki şiddeti ehlileştirmesi ve İNSANa yakışır şekilde yaşaması dileğiyle…

Tüp bebek tedavisinde destek

Tüp bebek tedavisinde destek 150 150 dolunay

Anne olmak; çoğu kadının daha çocukluktan hayalini kurduğu, ‘evcilik oyunlarında’ canlandırmasını yaptığı bir kimlik. Anne olan bir kadın, önce kendi ailesi, eşi ve çevresi tarafından onurlandırılır. Çok önemli belki de en önemli görevini yerine getirmiştir.

Peki eğer bu görev yerine getirilemezse ne olur? Çocuk dünyaya getirmekte güçlük yaşayan kadınlar, çiftler neler yaşar? Arzulan bir şeyin arzulandığı zamanda yerine gelmemesinin kabulü biraz zordur hele ki bu çocuksa!

Doğal yollarla çocuk sahibi olamayabileceğini öğrenen çiftler her şeyden önce şok ve inkâr yaşarlar. Zamanla ise durumu kabul ederler ancak bu yaşayacakları psikolojik etkileri pek de azaltmaz. Neden bu benim başıma geldi? Herkesin çocuğu oluyor, benim neden olmuyor? Eşine, kendine kızma, suçluluk, suçlama gibi pek çok duygu yaşarlar. İnfertilite tedavisinin uzun süren, pahalı bir tedavi olması ve tedavinin nasıl sonuçlanacağının belirsiz olması, toplumsal baskılar tedavi sürecini eşler için duygusal açıdan daha zor bir hale getirmektedir. Sık ağlama ve umutsuzluk, yorgunluk, huzursuzluk ve aşırı kaygılı olma, suçluluk ve değersizlik, öfke ve kızgınlık duyguları, çevreden kopma, çocuklu kadınlara ve çiftlere tahammülsüzlük, cinsel istek ve ilgi bozuklukları, uyku ve iştah bozuklukları, tedavinin başarısı konusuna aşırı yoğunlaşma ve bu konularda aşırı endişeli olma gibi süreçler yaşayabilirler.

Çiftler tüp bebek sürecine girmeye karar verdiklerinde onları nasıl bir süreç bekliyor pek bilmezler. Tüp bebek süreci umutlu bir süreç olmakla birlikte kendine has zorluk alanları da vardır. Gebe kalamama ya da gebeliği sağlıklı devam ettirememe nedeni kadın kaynaklı da olsa erkek kaynaklıda olsa tedavi süreci çoğunlukla kadının üzerinden devam eder. Sadece tedavi değil toplumsal baskıda (ne zaman çocuk yapıyorsunuz, çocuk işi ne oldu, şu doktor çok iyiymiş….) kadına yönelmiştir.

Aslında her iki taraf içinde stresli olan bu dönem kadın için daha streslidir. Eşlerin aralarındaki iletişimin iyi olması, birbirlerini dinlemeye ve anlamaya çalışmaları önemlidir. Bu nedenle erkeğin kadına karşı özellikle bu dönemde hassas olması ve elinden gelen tüm desteği vermesi tavsiye edilir. Erkeklerin kadınları, kadınların da erkekleri bu konuda anlamaları bir parça zordur. Çünkü bebeğin anlamı her iki cinsiyet içinde farklı olabilmektedir. Mümkün olduğu kadar birbirlerine iyi davranmaları, anlamaya çalışmaları ve sohbet etmeleri en iyi davranış modelidir.

Tüp bebek tedavi sürecinde yaşanılan sorunlar karşısında çifte destek veren bir aile yapısı ya da sosyal çevre varsa bu eşlere olumlu yansır. Bununla birlikte ailenin konuyu aşırı duygusal, korumacı ya da böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaları çifte zarar verir. Bu nedenle genellikle çifte şöyle deriz; aileniz size destek verecekse ya da buna gerçekten ihtiyaç duyuyorsanız paylaşın. Diğer türlü yük oluşturur.

Tüp bebek süreci öncesi ya da sırasında kendinizi gergin ve çok stresli hissediyorsanız psikolojik destek almak size iyi gelecektir.