Dolunay Kadıoğlu

Korku

Korku 150 150 dolunay

İnsan dünyaya geldiği an itibariyle çevresinden gelen uyaranlarla, davranış ve tepkilerle pek çok duyguyu öğrenir. Sevgi, neşe, güven, merak, acı vb. Negatif ve pozitif pek çok duyguyu deneyimleyerek kaydeder.

5 yaşının altında, insan tepki ve kararlarını bilinçaltının iki temel güdüsüyle ‘Hayatta kalmak’ ve ‘mutlu olmak’ için fark etmeden verir.

Korku negatif duygular arasında en önemlisidir, en güçlüsüdür. Çok küçükken öğrendiğimiz hayatta kalmamız için gerekli bir duygudur KORKU! Bazen karanlıktan, bazen koridorda karşımıza çıkan bize göre dev gibi olan babamızın gölgesinden ya da kendisinden korkarak, bazen sevmek için uzandığımız kedinin tırmığından, bazen ablamızın oyun olsun diye yaptığı değişik bir yüz ifadesinden korkmayı öğreniriz. Bizi gece yarısı sıçrayarak uyandıran korkulu rüyalarımız vardır, yeniden uyumaya korktuğumuz.

Ve üstüne koya koya gideriz korkularımızı!

5 yaşından sonra ise soyut ve somutu ayırt edebilmeye başladığımızda aklımız yani bilincimiz devreye girer ve eğer sorgulamayı öğreten bir sistemin içindeysek, bilinç ve bilinçaltımız el birliğiyle İNSAN olma yolcuğumuzu destekler. Kararlarımızı, davranışlarımızı seçebilme süreci başlar. Örneğin; karanlıktan korkuyorum oysaki karanlık sadece ışığın olmadığı durum, ne olacak ki sanki desek gözümüz karanlığa alışır ve artık karanlık korkmaz oluruz. Tabii ki korkunun üstüne gitmeyi tercih edersek!

Korkunun belli bir dozu iyidir aslında bizi hayatta tutar; trafikte dikkatimizi toplamamıza, hızımızı kontrol etmemize, çok yüksek bir yere çıktığımızda dikkatli olmamıza yani hayatta kalmamıza yardım eder. Temkinli olmamızı sağlar.

Korkunun dozu arttığında ise işte o zaman insan ruh sağlığı açısından tehlike çanları çalar! Köpekten, kediden, yüksekten, karanlıktan, açık alandan, kapalı alandan korkarız, denizden, karadan, havadan, sudan, korkarız da korkarız!

Korkularımızın bir de daha derinde gizlenenleri, bizi gizli gizli yönetenleri vardır; sevilmemek, yalnızlık, başarısız olmak, parasız kalmak, yok olmak, ölüm, sevdiklerimizi kaybetmek gibi…

Korkularımızla ele el giden travmalarımız var. Yaşadığımız ülke travma cenneti! Deprem, sel, terör, maden kazaları, trafik kazaları, ölümler, cinayetler, tecavüzler, kayıplar vb. İnsanın ruh ve beden sağlığına en çok zarar veren, güvenlik ve hayatta kalma alanına en büyük tehdit ,yaşadığı ve tedavi edemediği travmalardır.

Korkular ve travmalarımız en ince karnımızdır hayatta. Korkularımız bizi, ilişkilerimizi yönetir, Bizi sınırlandırır. Çocukken yeterince sevilmediysek, takdir görmediysek hep birileri bizi çok sevsin, takdir etsin diye bekleriz ve azıcık sevgiler uğruna neler neler feda ederiz!

Bazen bitirmemiz gereken ilişkileri bitiremeyiz sevileyim ya da yalnız kalmayayım diye, bazen de başarılarımızı bile yeterince kutlayamayız, daha daha çok kazanmalıyım bu yetmez diye! Bazen sevdiklerimizi kaybetmekten korkarız ortada hiçbir şey yokken ve zamanı ziyan ederiz acıyla, korkuyla! Bazen ölümden korkarız ölümü hiç yaşamadan! Çoğunlukla da yaşamaktan korkarız pek çok şeyi!

Çok sevdiğim bir söz der ki; Cesaret, korkmamak demek değildir. Korksan da korkunun içinden geçerek devam etmektir.

Erol Evgin’in şarkısı yankılandı kulaklarımda…

Hani ıssız bir yoldan geçerken
Hani bir korku duyar da insan
Hani bir şarkı söyler içinden
İşte öyle bir şey…

Korkularımız hayatımızın pek çok anında bize eşlik eder. Önemli olan onları yok saymak değil, önemli olan; onlarla yüzleşerek, fark ederek, barışarak onların içinden geçmektir. Bazen şarkı söyleyerek bazen ıslık çalarak ve hep gülümseyerek.

Bir FOK’un gözünden

Bir FOK’un gözünden 150 150 dolunay

Deniz ve insanlar uykudayken denize girmeyi çok severim. Geçen hafta tatil için gittiğimiz beldede denizi uyandırmadan denize girmek için sahile gittiğimde bir sürprizle karşılaştım.

Siyah bir kütle kıyıda yatıyordu ve yanında bir adam 2 metre kadar ötesinde duruyordu. İlk başta köpek zannettiğim bu kütlenin bir Akdeniz foku olduğunu anladım.

Heyecan ve merakla yaklaşmaya başlamıştım ki sonradan balıkçı olduğunu öğrendiğim adam beni durdurarak ‘Çok yaklaşmayın lütfen, lütfen dokunmayın, insanlara alışması iyi değil, alışırsa zarar görür, biraz yorulmuş ve kaslarında ağrı var galiba, dinlenip gider’ dedi. 5 metre kadar öteden izledim biraz. Onun kalp atışlarını, soluk alıp verişini hissettikçe bir an için onun gözünden baktım dünyaya. O soluk alıp verdikçe fok oldum birkaç dakikalığına…

En çok hissettiğim duygu yalnızlık duygusuydu o olduğum dakikalarda ve nereden geldiğini anlayamadığım hüzün ve acı…

En zalim hayvan olan insan tarafından gerek derisinden, gerek yağından faydalanmak üzere katledilen fokları düşündüm. Fokların yağı güzellik ürünlerinin yapımında derisi de giyim kuşamda kullanıyor, kendimden utandım.

Badem’i düşündüm. Foçalı meşhur Badem, insanlarla iç içe yaşadığı için başına gelmeyenin kalmadığı canım Badem’i!

Akdeniz fokları soyu tükenmekte olan hayvanlardan. Soyları niye mi tükeniyor? Cevap o kadar açık ki! Bu yüzden cevabı sizlere bırakacağım.

Eğer bir gün sizler de benim gibi denizden kıyıya çıkmış bir fok görürseniz, lütfen;

  • Yaklaşmayın ve insanların yaklaşmasına engel olun,
  • Foku korumakla kendini görevlendirmiş biri yoksa görünürde, mümkünse çevresini 4-5 metrelik daire olacak şekilde iple ya da şeritlerle çekerek insanlardan koruyun,
  • Yetkililere haber verip, Sualtı Araştırma Grubu Akdeniz Foku Araştırma Grubu’na (SAD-AFAG) haber verilmesini sağlayın ya da siz onlara ulaşın.

Senin için en güvenli yer denizler diyeceğim ama doğru olmayacak, ne yaptığını bilmeyen avcılar tarafından vurulma ya da başına başka bir şeyin gelme riskleri var.

Şu anda dünyada insan insanı katlediyor, çoluk çocuk kadın erkek demeden, insanlığını unutmuş bir şekilde … İnsanın insana yaptığı zulüm en ağır şekilde devam ediyor.

İnsana bu kadar acımasız olan insan, sana neler yapar kim bilir?

Ya da sana şefkat göstererek kendini temizlemeye mi çalışır?

Bu nedenle sakın bizlere yaklaşma güzel Fok sakın bizlere dokunma ve güvenme!

Biz insanoğlu gerçek İNSAN olmayı öğrendiğimiz gün doğayla, hayvanlarla dost olabiliriz. O güne kadar kendini bizden SAKIN!

Kalp zoru sever

Kalp zoru sever 150 150 dolunay

Nasıl aşık oluruz , düşündük mü hiç?

Düşünerek, hesaplayarak kitaplayarak aşık olunabilir mi? Zamanlanabilir mi? Bahar gerçekten aşkın mevsimi mi yoksa ‘ben her bahar aşık olurum’ şarkısındaki gibi koşullandık mı?

Aşk her zaman iyi satar, ‘imkansız aşk’ ise tarihe yazılır neden?

Aşkı yaşamamışşa bir kalp, tatmamışsa aşk acısını, gerçekten insan olur mu?

Gönül ve kalp aynı yer midir?

Yıllardır okuduğum, dinlediğim aşk hikayelerinde neden hep zorluklar var?

Kalp kendini seveni neden sevemiyor?

Bir danışanımın sesi kulağıma geliyor:

Benim için her şeyi yapıyor, her istediğimi, o kadar kibar ve nazik ki anlatamam, çok iyi biri, eğer onu sevebilirsem tüm hayatım boyunca beni el üstünde taşır biliyorum, bana çok değer veriyor. Ama ben ona hiç heyecan hissetmiyorum. Sizce evlensem sevebilir miyim sonradan, alışır mıyım ona?

Siz ne dersiniz? Alışır mı, sever mi?

Ve devam ediyor anlatmaya…

Bir kez çok sevdim, fena tutuldum, kör kütük derler ya işte öyle! Hiç kimsenin onay vermediği biriydi. Ne ailem ne de arkadaşlarım bizi uygun bulmazdı. Zıt kutuplardık, beni çok kızdırırdı hatta çıldırttı. Ak dediğime kara, karaya ak derdi. Kendine çok güvenirdi, beni sevdiğini bilirdim ama ağzından çok az sevgi sözcükleri dökülürdü. Ama onun yanındayken sanki tamdım, oraya aittim… Baskılara dayanamadım ayrıldım, çok uzun süre çok acı çektim, şimdi korkuyorum yeniden açık olmaya…

Zıt kutuplar birbirini çeker! Bu fizik kuralı gönül ilişkilerinde de geçerli.

Gönül eşitlenmek için tamamlanmak için zıttı sever. Kendi içindeki koşullar dünyasına inat, kendini esnetebilmek için, olmazları olur yapmak için!

Doğduğumuzdan beri evlilikle ilgili bize öğretilenleri bir düşünün, hepsi koşullar dünyasına ait: evi, arabası olsun, paranın önemi yok insan olsun, karı kızı kumarı olmasın, ince ve nazik olsun, benim gibi düşünsün, inansın, bana benzesin, boyu buyuma huyu huyuma suyu suyuma uygun olsun, uyumlu olsun… Hep koşullar, beklentiler… Herkes kendince iyiyi ister!

Ve kalp, koşullar dünyasına isyan edercesine, koşullu sevgiye karşı çıkarcasına, kendini yakma pahasına da olsa zıttına çekilir fark etmeden. Aklın sözünün pek geçmediği sadece gönlün hüküm sürdüğü bir yere… Bir kişiyi olduğu gibi kabul deneyimini yaşamak için.

Kalp zoru sever! Kalbin gerçekten açılması için gönlün kendini ortaya çıkarabilmesi için yanmaya, acıya gerek vardır. Aşk yakar, acıtır, bununla beraber eğer cesursan yanmaya yeniden yanmaya razıysan kalbini yumşatır gönlünü açar.

Kendine benzemeyeni sever insan!

Koşullar dünyasını kırmak için,

Herkesin birbirinden farklı olduğunu deneyimlemek ve kabul etmek için

Ancak sana benzemeyen seni yumuşatır, değiştirir, farklılıkları sevdirir,

Kötüyü de, zıttı da sevmek için,

Sevdiğini olduğu gibi kabul deneyimi yaşamak için,

İnsanı sevmek için,

İnsanı kabul etmek için,

Kendini sevmek için,

Tanrıya yaklaştırdığı için,

İçinde şefkat, merhamet, tutku, sevgi, merak, keyif, adrelanin, serotonin, neşe, hüzün, acı olduğu için…

Zıtlıklarla, çelişkilerle yüzleşmek için,

Çoğu zaman tüm bunları far ketmeden bilinçsizce sever insan işte o zaman aşk aşk olur!

‘Ben imkansız aşklar için yaratılmışım
Ne kavuşmayı bilirim ne unutmayı’ şarkısı kulaklarımda…

Herkese aşk dolu günler dilerim…

Cinsel sorunlar

Cinsel sorunlar 150 150 dolunay

Cinsellik; gelişim dönemlerine göre yaşanma özellikleri değişse de çocukluk döneminde, ergenlikte, genç yetişkinlikte, yetişkinlikte, ileri yetişkinlikte ve yaşlılıkta yani doğumdan ölüme kadar hayatın hemen hemen her döneminde var olan bir gerçekliktir.

Ancak bu gerçekliği yasaklar, günahlar, baskılar, cinsiyet ayrımcılığı, yanlış inanç ve bilgilerin gölgesinde yaşadığımızda ortaya pek çok cinsel sorun ve cinselliğin tam olarak yaşanamadığı ilişkiler çıkıyor. Cinsel eğitimin olmadığı, cinsel yasaklarla büyüyen, evlenince öğrenirsin denilen nesiller, evlenince çoğunlukla büyük hayal kırıklığı ile karşılaşıyor.

Evlilik kurumu, mutluluğu, birlikteliği, aşkı ve sevgiyi vadettiği gibi düzenli cinsel yaşamı da vadetmekte. En azından reklamları böyle!

Reklamları geçip de işin aslına gelince:

  • Ülkemizde, evlenen çiftlerin çoğu ilk cinsel deneyimlerinde zorlanıyorlar, ‘ilk gece korkusu’nu öğrenerek büyüyen bir nesil için pek de şaşırtıcı olmasa gerek!
  • Zorlananların yine büyük kısmı vajinismus, ağrılı cinsel ilişki, ereksiyon sorunları, erken boşalma, orgazm sorunlarıyla evliliklerinin ilk aylarında, ilk yıllarında bazıları ise yıllarca uğraşmak durumunda kalıyorlar.
  • Cinsel sorunlar, yaşanılan evlilik sorunları, fizyolojik ya da psikolojik travmalar karşısında hayatın herhangi bir döneminde de ortaya çıkabiliyor ve dönemsel olabileceği gibi tedavi edilmediğinde sürekli de yaşanabiliyor.
  • Hiç zorlanmadan ya da kısmen zorlanarak ilk ilişkiyi atlatanların büyük çoğunluğu, cinsel yaşamlarında, birbirlerine uyum sağlamaya, mutlu olmaya çalışıyorlar ki bu pek de kolay olmuyor.
  •  Tüm çiftlerin büyük bölümü hayatlarının bir döneminde en az bir kez bir cinsel işlev bozukluğu sorunu yaşıyorlar.
  • Ve evli grubun bir kısmında cinsel yaşam yok denecek kadar az. Bazılarında ise cinsel ilişkiye girebilmiş olmalarına rağmen hiç yok.

Diyeceksiniz ki cinsel yaşamlarından mutlu olan çift hiç mi yok?

Birbirlerini tanımaya şans veren, evlilik kurumunun evcilik olmadığının farkında olan, kendilerini, cinselliklerini yaşamada özgür hisseden ve bedenlerini tanıyan, cinselliğin önemli bir insan hakkı olduğunun farkında olan şanslı bir azınlık var tabi ki!

Bu azınlığın çoğalması için;

  • Cinsel bilgilerin, çocuk cinsellikle ilgili soru sormaya başladığı yaştan ergenliği de kapsayacak şekilde verilmesi… Gönül ister ki okullara bilimsel dersler olarak yerleştirilmesi!

    • Gençlerin üreme sağlığı ve cinsel sağlık konularında bilinçli olmaları, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve HIV/AIDS hakkında farkındalıklı olmaları ve nasıl korunacaklarını bilmeleri

  • Cinselliğin evlilikle başlamadığın kabul edilmesi ve evlilik öncesinde de bilgilerin verilmesi, deneyimlerin sağlıklı yaşanması
  • Ailelerin çocuklarının, gençlerin cinsel bilinçlendirmesinden sorumlu olduklarını fark etmeleri
  • Ve her şeye rağmen evliliklerde/ilişkilerde yaşanabilecek sorunlar karşında konunun uzmanlarından destek alma konusunda rahat olunması.

Ergen intiharları

Ergen intiharları 150 150 dolunay

Ergenlik dönemi risklerin çok kolay alınabildiği, geleceğin pek düşünülemediği, gözün çok kolay kararabildiği, kanın deli aktığı bir dönem.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki son 20 yılda ergen intiharları çok artmıştır.

Her yıl ergen kızların %5’i erkek erkeklerin ise %2’i intihar girişiminde bulunmaktadırlar. Ergenlerin %10’u yaşamlarının herhangi bir döneminde intihar girişimimde bulunmaktadırlar. Bu girişimlerin %98 i başarısız olmaktadır yani ergenler hayatta kalmaktadırlar.

Ergenler intihar girişimlerinden önce ailelerinden, arkadaşlarından destek istemişler ama çoğunlukla istedikleri desteği görememişlerdir.

İntiharların nedeni hayat ya da okul stresi değildir. Çoğu ergen intihar girişiminden sonra uzmanlara onu intihara neyin götürdüğünü şöyle açıklarlar:

– Sevgilim beni terketti ve onsuz hayat çok anlamsız geldi
– Ailemle aramda dağlar var beni hiç anlamıyorlar, hep kısıtlıyorlar ve kurallar koyuyorlar, onlara kimin güçlü olduğunu göstermek ve onlara acı çektirmek istedim.
– Ne okulda ne evde beni anlayan yok
…..

Çok net anlaşılacağı gibi ergenlerin intihar nedenleri yetişkin intiharlarından daha farklıdır. ‘Yalnız olmak, sevgilinin terk etmesi, aile tarafından yargılanmak ve hiç anlaşılmamak, kurallar dünyasına isyan’ ergenlerin intihar girişimlerin altında yatan temel nedenlerdir. İntihar, hayata, ailelerine, topluma isyandır!

Ergenlerin intihar etme risk etkenlerine bakıldığında;

Ailede güçlü çatışmalar varsa, boşanmış aileyse, depresyon, madde kullanımı varsa, ailede daha önce intihar girişimleri varsa, ergenin üzerinde aşırı kısıtlamalar (özellikle cinsellikle ilgili ve başarı odağıyla ilgili) varsa, bu risklerden birine bile sahip olan ergenin diğer ergenlere oranla intihar etme riski daha yüksektir.

Bir kez intihar girişimde bulunan ergen, koşullar değişmemişse, cezalandırılmışsa, psikolojik destek almamışsa, yalnızlığı ve anlaşılmamamışlığı devam ediyorsa yeniden intiharı deneyebilir.

Eğer ergen çocuğunuz intihar hakkında konuşuyorsa ya da yukarıdaki risklerden bir ya da ikisine sahipse ve depresif davranışlar sergiliyorsa mutlaka bir uzmandan ailecek destek alın.

Bu yazının bilimsel verileri Laurence Steinberg’in Ergenlik kitabından alınmıştır.

 

Seven erkek evlenmeden dokunmaz

Seven erkek evlenmeden dokunmaz 150 150 dolunay

Her zamanki gibi bir sorudan yola çıkarak ‘Seven erkek’ yazısını kaleme aldım ya da o beni….

Geçenlerde yazar bir arkadaşım bir soru sordu:

– Seven erkek evlenmeden dokunmaz düşüncesi doğru mu?

‘Seven erkek’ diye tekrarladı zihnim, seven erkek ne yapmaz ki!

Seven erkeğin sevdiği için her şeyi yapabileceğini böyle bir hakkı ya da sorumluluğu olduğunu bize ne zaman öğrettiler?

Her şeyi ama her şeyi…

Seven erkek sever de döver de diyen,
Ya benimsin ya kara toprağın diyen,
Öldürebilecek kadar seven erkek,
Sevdiğinden kıyafete karışan, engelleyen erkek,
Kadınsın evinde oturucaksın çocuğumuzu büyüteceksin diyen erkek,
Kadını mülk, bekareti tapu zanneden erkek,

***

Aslı’sı için dağları delen Kerem,
Sevdiğine, kendine yakışanı sen bilirsin diyen,
Seni sevmek beni büyütüyor, çoğalıyorum seninle diyen,
Seninle birlikte tüm zorlukları aşarız diyen erkek,

‘Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.

Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın’ diyen Bedri Rahmi kadar kadını sahiplenen erkek…

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
Bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
Yani yürekte… diyerek aşkın birliğine atıfta bulan Nazım gibi erkek,

Hepsi erkek, hepsi insan… Şimdi buradan en baştaki soruya baktığımda ‘Seven erkek dokunmaz değil mi? sorusunun cevabı daha net geliyor bana.

Seven erkek bulunduğu bilince, yetiştiriliş tarzına, inancına, ihtiyacına göre; sevgiye, aşka, cinselliğe verdiği anlama göre kendine yakışan ne ise onu yapar. Bunun aynısı seven kadın için de geçerlidir.

‘Seven erkek evlenmeden dokunmaz’a inanırsak ya da beklentimiz bu olursa ‘sevmek dokunmaktır’ cümlesini nereye koyacağız? Sevmek karşılıklı dokunulunca,  hissedilince güzeldir. Galiba aslolan karşılıklı onayla, rızayla dokunmaktır.

Biz kadınlar ‘seven erkek dokunmaz’a inanır ve bu inancı beslersek ve ‘bana dokunmak istiyor, kendini tutamıyor, demek ki beni sevmiyor’ gibi genellemelere gidersek kendi tapumuzu kendi ellerimizle erkeklere vermiş oluruz gibi geliyor bana.

Sizce?

Köleyiz hepimiz

Köleyiz hepimiz 150 150 dolunay

‘Köleliğin bittiğini zannedenler yanılıyor, prangalar ses yapıyordu çıkardılar.’ Prof Dr. Ayhan Aydın’ın söyleşisinde kullandığı bir cümle… Hepimize tanıdık gelecek kapılar açtı bende.

Kölelik nedir? Ayaklarımızdan prangalarla bağlı değilsek bu köle olmadığımız anlamına mı gelir?

Bedenin özgürse ama düşüncelerinden suçluysan ya da korkuyorsan ne kadar özgürsün?

İnandığımız ve uğruna savaştığımız inançlarımızın ve fikirlerimizin hangisi gerçekten bize ait? Hangi fikrin sentezlenerek bile olsa senden bu dünyaya armağan?

Sana iyi yaşam, güzel bir ev, süper bir tatil, harika oyuncaklar ve daha neler neler vadeden düzen bunların karşılığında senden ne ister neler alır ya da götürür? Yıllarca ödemeye çalıştığımız borçların, kredilerin bedelini sağlığımızla öder sonra da iyi olmak için yeniden sağlık sistemine borçlanırız!

Sistemin köleleriyiz hem de en ağırından!

Okuldan yerleşmiş ezber tanım: özgürlük; başka birinin özgürlük alanına kadardır. Başkalarının alanında özgürlük ihlali yapmayacaksın diye anlıyorum bunu! Bir başkasının özgürlük alanına girdiğimi nasıl anlayacağım?

Peki, asıl soru da burada bence: Kim ne kadar özgür? Özgürlüğün sınırları çizilmiş mi? Özgürlüklerin sınırını kim ya da nasıl belirleyecek?

Bilim mi? Kanunlar mı? Din mi? Üçünün en güzel uyumu olan demokrasiyi gerçekten yaşanır kılarsak ama gerçekten… Bugüne kadar hiç tam anlamıyla yaşanmayan demokrasiyi yaşasak herkes için özgürlük olur mu? Yoksa yine bir tarafımız özler mi özgürlüğü? Bunun cevabı bende yok çünkü demokrasinin gerçekten yaşanır olduğu bir ükede yaşamadım. Özlemim bunadır!

Din, bilim ve kanunlar insanı sevmedikten ve korumadıktan sonra anlamları boşalmış gibi geliyor bana . Dinin, bilimin ve kanunların tekelleştirilmesi, kullanılması ise epey canımı sıkıyor yıllardır. Düşünüyorum düşünüyorum… Din siyasetten, sömürüden özgürleşse, bilim sadece bilimsel ilerleme için yapılsa üniversitelerdeki ezici rekabet işbirliğine dönüşse ve kanunlar insan odaklı uygulanır olsa bu dünya nasıl bir yer olur? Din gerçekten YAŞAnır, bilim gerçekten YAPılır ve kanunlar gerçekten UYGULAnır olsa!

İnsan odaklı, insanın değerli olduğu ve bunu hissettiği, bir ülkede ve dünyada yaşamak istiyorum. İNSAN OLma yolculuğunun yaşandığı buna saygı duyulan bir ülke…Özlemim bunadır. İşte benim gerçek hakkım da budur! Bu hakkımı yaşanır kılmak gerçek duamdır.

Özlemle…

Evlenebilme başarısı

Evlenebilme başarısı 150 150 dolunay

Geçenlerde bir sohbet ortamında yeniden duydum o ifadeyi: ‘Sonunda o da evlenebildi, bir koca buldu, sonunda başardı, adamı zor ikna etti evliliğe!’

Sohbetin bir başka yerinde de : ‘Bence pek uyumlu bir çift değiller ama olmazsa boşanırlar, evlensinler de….’(bu sohbeti arkadaşlarımın izniyle paylaştığımı ifade etmeliyim, bu konu üzerine sohbet ettik ve kendimizi sobeledik.)

İşte kendimizi sobelememize neden olan sorularımız ve farkındalıklarımız:

Evlenmek, bir erkeği evliliğe ikna etmek neden bir başarıydı ve kadına mal edilmesinin nedeni neydi?

Yuvayı dişi kuş yapar cevabı hiç kimseyi tatmin etmedi!

Kadınlar üzerinde çocukluktan itibaren yüklenen baskıların, kapitalist sistemin, tüketim, alışveriş çılgınlığının bir sonucu muydu?

Başarma ihtiyacını, erkekler kendilerini işlerinde elde ettikleri başarıyla, parayla, mevkiyle doyurken, kadınlar, hem kariyer hem evlilik hem de çocukla mı doyuruyorlardı? Eğer böyleyse; işinde çok başarılı bir kadın, evlenip çocuk yapamadığı için kendini tam olarak mutlu ve başarı egosunu doyurmuş hissetmez mi?

Yeni evli çiftlerin evliliklerinin ilk 6 ayında yüzde altmışın boşanma nedeni, evliliği gerçekleştirmiş, başarmış, gelinliği ve damatlığı giymiş, düğünü yapmış herkese evlenebildiğini göstermiş, facebook’a resimleri çeşit çeşit koymuş ve aynı eve girince de bu işin hiç de kolay olmadığını, evliliğin, flörte hiç benzemediğini farketmiş, evlenince değişir nasıl olsa diyerek flörtte görmezden geldiği davranışlara tolere etmek ve yeni adalara yelken açma isteği olabilir mi?

Tüm bu soruların sonunda fark ettik ki;

Çocuk doğurmak bir yere kadar içgüdüsel olabilir ama ‘evlenmek’ tamamen öğrenilmiş, toplumun düzeni sağlamak, toplumsal ahlakı sağlamak, kontrol etmek ve gerekirse yönetmek için oluşturulmuş bir kurum. Evlilik kurumu!

Evlenmek toplumun sana verdiği bir rütbe, çocuk doğrumak rütbede çifte yükseliş.

Evlilik kurumunun varlığı ve yaşaması, özellikle bizim ülkemiz için, ekonomiye can vermek için, siyaset için, üremek için, diğer tüm sistemlerin ayakta kalması için olmazsa olmaz!

Bir anlığına düşünün bu kurumu ortadan kaldırsak ve insanlar evlilik kurumu olmadan da çift olabilseler, aile olabilseler neler neler alt üst olur bu ülkede ve dünyada? Düşünmesi bile çılgınca geldi mi size de?

Sözün özü; evlilik kurumu diye bir kurum varsa tabii ki bu kurumda başarı ya da başarısızlık da söz konusu olur.

Dileğim; bu başarıyı her iki tarafın da önemsemesi, evlenmenin değil de evliliği sürdürebilmenin daha büyük bir başarı olduğunu fark edebilmemiz.

Adolesanlar ve madde bağımlılığı

Adolesanlar ve madde bağımlılığı 150 150 dolunay

Adolesanlarda yani ergenlerde madde bağımlılığın görülme sıklığı ülkemizde giderek artmaktadır ve ilk kullanım 9 yaşa kadar inmiş ve ne yazık ki madde kullanımın en ağır sonucu olan uyuşturucu ve hapların kullanımı da ülkemizde çok küçük yaşlara düşmüştür.

Adolesan dönemi yani ergenlik döneminde, risklerin çok rahat alındığı, farklı şeylerin deneyimlenmek istendiği bir dönemdir. Ayrıca bu dönemde bir an önce büyümek ve büyüdüğünü kanıtlamak çok önemlidir. Alkol ve sigara kullanımını arkadaşlarıyla birlikte deneyimlemek işte tam da bu noktaya denk düşer. Bunlara ek olarak da merak, stresi azaltmak ve bir grubun üyesi olduğunu kanıtlamak gibi niyetlerle de madde kullanımı denenir.

‘Denesene’ diye uzatılan bir sigara ya da alkolü reddetmek için bu konuda çok farkındalıklı ve çok kararlı olmak gerekir. Çünkü sigarayı ya da alkolü reddeden ergen, alay konusu olmayı göze alıyor demektir.

Madde kullanımı bazı adolesanlar için geçicidir, sadece denerler. Bir kısmı sadece grupla kullanırlar ve bırakırlar, büyük bir çoğunluğunda ise bağımlılık gelişir.

Alkol ve sigaraya erken yaşta başlayan çocukların ilerleyen yaşlarında diğer maddeleri kullanma riskleri vardır.

Kimlerin sadece deneyici, kimlerin bağımlı, kimilerinse uyuşturucuya başlayacağını önceden bilmek zordur. Bununla birlikte risk altında olan ergenlerin risk faktörleri kısaca şöyledir:

  • Evebeyleriyle mesafeli ve iletişim sorunu yaşayanlar
  • Ailede alkol, sigara ve psikiyatrik ilaç kullanımın olması
  • Ailede alkolizm öyküsü
  • Ailede çocuk istismarının olması
  • Erken yaşta yaşanan cinsel deneyimler
  • Adolesanın içine kapanık, sosyal fobik olması
  • Kendine güvenmemek
  • Okulun ilgisizliği ya da okula ilgisizlik
  • Yakın akranlarının madde kullanıyor olması

Adolesanların maddeye yönelimini engellemede ilk sorumluluk tabii ki anne babalarındır. Aileler bu risk faktörlerini azaltarak ergenlerin maddeye başlamasını önleyebilirler. Anne babalar, çocukluk döneminden başlayarak adolesanlarla yakından ilgilenerek ve sevgilerini belli ederek, iletişimi, sohbeti hep koruyarak ve ergendeki farklılıkların ergenlikten mi yoksa maddeye bağlı mı olabileceğini ayırt edebilecek farkındalıkta olarak, öğüt veren değil model olan ebeveyler olarak çocuklarını madde kullanımından koruyabilirler.

İkili ilişkilerdeki sorunlar

İkili ilişkilerdeki sorunlar 150 150 dolunay

Pek çok genç kadın ve erkek duygusal ilişkiye başlamakta ve sürdürmekte sorun çekiyor. Son yıllarda çok dinlediğim, gözlemlediğim bir konu ikili ilişkilerdeki sorunlar…

İkili ilişkilerdeki sorunlar, ayrılıklar, ihanetler söz konusu olunca erkeklerin kadınlarla ilgili kadınlarında erkeklerle ilgil pek çok fikri hatta sabit fikri mevcut.

Örneğin;

Kadınların erkeklerle ilgili en çarpıcı önyargıları:

  • Erkeklere güvenilmez.
  • Her erkek aldatır.
  • Erkekler ilişkide tek şey ister; cinsellik!
  • Erkeklere istediğini hemen vermeyeceksin yoksa senden soğur.

Erkek tarafına sorduğunuzda ise önyargılı cümleler:

  • Kadın milleti değil mi güvenmeyeceksin!
  • Ah şu kadınlar bir sözleri diğerine uymaz.
  • Kadınlar hep naz hep kapris, hiç anlamıyorum ki neden! Akıl sır ermez!

Liste uzar gider…

Her iki cinsiyet birbiriyle ilgi bu önyargılara şans verdiklerinde aşka ve sevgiye şans vermiyorlar.

Aşık olmaktan, acı çekmekten korkan kadınlar ve erkekler…

Hem duygusal ilişki yaşamak istiyorlar hem de korkuyorlar; aldatılmaktan, kullanılmaktan, cinsel istismardan, acı çekmekten, evlenmekten, evlenememekten…

Kendilerini korumak için ya karşı cinsiyetten uzak duruyorlar ya da hep çekingen ve kendileri gibi olamadıkları için başlayan bir ilişkiyi de devam ettiremiyorlar ya da buna benzer sebeplerle bitiveriyor ilişkileri.

Ve aynı şarkı… Ben nerde yanlış yaptım ♪♪♫♬

İlişkileri sürdürmek emek ister, samimi, gönülden verilen emek gerekir, sabır gerekir. Tüm bunlardan daha önemlisi bir ilişkiye başlamak kendini başka birine açmaya niyet etmek, risk almaktır. Sonu ayrılık olmasa bile acı çekebilme ihtimalini kabul etmektir.

Ve ayrıca bir ilişkiyi deneyimlemek, aşık olmak; nedensizce gülmeye, durduramadığın karın ağrılarına, iştah kesilmesine ve kilo vermeye, sevgiyi deneyimleyemeye, birlikte gülmeye ve ağlamaya, bir başka varlıkta kendini görmeye, bedeni karşılıklı keyifle paylaşmaya, bir insana hem çok kızmak hem de onu çok sevmek dengesizliğini deneyimlemeye ve buna çok şaşırmaya ve daha pek çok duygu halini yaşamaya vesile olur.

Yani sözünün özü şu ki; ne kadar aşık olmaktan korkarsanız ve kaçarsanız kendinizi tüm bu hallerden mahrum bırakıyorsunuz ve büyüme ve olgunlaşma fırsatını kaçıyor demektir. Tabii ki karar sizin!